14 Ocak 2013 Pazartesi

ENERJİ TASARRUFU VE AMPULDE DIŞA BAĞIMLILIK…



ENERJİ TASARRUFU VE AMPULDE DIŞA BAĞIMLILIK…

Enerjide israfın önüne geçme zorunluluğu, tasarruf gerekliliği yılda bir kez de olsa bir panel, duyuru, ilan ve bir reklam ile anımsatıldıkça insanın bastırılmış o tam bağımsızlıkçı yanı ortaya çıkıveriyor anında.

Enerjiye bir haftalık bu vurgu, ülkenin dışa bağımlı sanayiisinin sorgulanmasını sağlıyor satır aralarında olsa bile. Tam bağımsız ülke özlemi beliriveriyor gönüllerde. Çünkü enerji ihtiyacı ve kullanımı uygarlaşmanın gereği günden güne artıyor. Enerji kullanımındaki bu yoğun artış ise dışa bağımlılığı önlenemez biçimde körüklüyor.

Eğer, yeterli enerji kaynakların var ise siyasi ve ekonomik bağımsızlıktan söz edilebilir. Günümüzde Enerji her bir ülkenin yumuşak karnı ve can damarıdır. Enerjin yoksa canın çıkar, elin darlanır, enerjin çoksa ölmekten beter edilirsin. Yapılan tüm bölgesel dizaynlar Üretim araçlarının el değiştirmesi korkusu biteli beri, enerji kaynaklarının el değiştirmesi üzerine planlanıyor artık. Karakaş karagöz sevgisinden değil büyük sermayenin lider ve ülke kayırmaları, enerji zengini ülkelerde iç meseleleri halletme yolundaki demokrasi havarisi kesilmeler, halkları diktatörlerden kurtarma canbazlıkları.

Bize gelince; Enerjide dışa bağımlı, göbekten bağımlı bir ülkeyiz maalesef. Özellikle petrol ve son yıllarda doğal gaza ödenen para ithalatın lokomotifi, motoru. Son dönemlerde uygulanan enerji politikalarının eksikliği ve aynen uygulanmaya devamı ileride birincil enerjide yüzde yetmişlere varan dışa bağımlılığı dayatıyor ülkeye. Enerjisinin yarıdan fazlasını kendisi karşılayan konumdan, yıllar içinde özellikle son yıllarda dörtte birini karşılar seviyeye gerileyiş de başka bir sorun yumağı ülke için.

Evet, enerji yoksulu bir ülkedir Türkiye. Enerji üretiminde bile tam bağımlıyız. Enerji üretiyoruz lakin üretim araç gereç ve ekipmanlarını dışarıdan tedarik ediyoruz. Santraller kuruyoruz ama yakıtını dahi dışarıdan temin ediyoruz. Her enerji hamlesiyle dışarıya bağımlılığımızı pekiştiriyoruz. Diğer emperyalist enstrümanlar güncelliğini yitirmek üzere. Enerji emperyalizmi artık ülkelerin kaderini belirleyen ve tayin eden unsur.

Elektrik Mühendisleri Odası'na göre, 36 milyondan fazla insanımız enerji yoksulluğu içinde yaşıyor. Yani ülkenin yarısı tüm fakirliğin yanı sıra enerji fakiri.

Bir de özelleştirme riski altında enerji ve enerji üretimimiz…

Yıllar önceden bu güne enerji yolculuğumuzda enerji denilince; petrol yani benzin, taş ve ağaç kömürü, kok kömürü, pil, tüpgaz, havagazı, gazyağı, kuyruklar, elektrik, ampul, floresant ampul ve ampul ampul sakinleştirici gerektiren yüklü faturalar gelir orta yaş aklımıza.

Gerçekten enerji tasarrufu denilince ilk akla gelen elektriktir ve ampuldür. Boşa yanan ampullerin söndürülmesidir tasarrufun başlangıç noktası, anaokullarından itibaren öğretilen. Çünkü ‘gelişmiş toplumlarda elektrik en vazgeçilmez temel insan hakkıdır. Ve gelişmiş toplumlarda elektrik ucuz, sürekli, kaliteli, herkesin kolayca ulaşabileceği koşullarda ve güvenilir biçimde sağlanması gereken bir kamu hizmeti’ olarak adlandırılır. Kişi başına enerji kullanımları gelişmişliğin ölçüsü olarak gösterilir. Ayrıca bizdeki gibi ‘enerji’ özelleştirme kavramı içine alınmaz, dışında tutulmaya gayret gösterilir.

Öz olarak bu yazının elektrik ve elektriğe bağlı bir ampul yazısı olmasını elden geldiğince önlemeye çalışsak da gerçeğin gözü orada parlıyor veya bir tüketici olarak biz O kadarını biliyoruz acizane.

Artık saraylarında, evlerinde, meclislerinde, odalarındaki boş duylara takılacak ampulleri bile üretemeyen bir ülke Türkiye. Zaman içinde Ülkenin ampul fabrikaları bir bir kapandı. Elli yıl kendi ampulünü üreten bir ülkeden ampulde bile dışa bağımlı bir ülkeye devşirildik. Yani kökten dışa bağımlı bir ampul gerçeğimiz de var göze pek batmasa da. Ülkenin ampul üreticiliği, fason üretim fabrikaları olarak orta Avrupa ülkelerine kaydı birçok üründe olduğu gibi.

Ampul üreten tek fabrikası var koskoca ülkenin o da otomotiv sektörüne hitap ediyor. Alt tarafı bir ampul canım deyip geçilmez bir durum işin gerçeği.

Çünkü elektrik enerjisi tasarrufunda ampulün rolü çok önemli diyor enerji uzmanları. ‘ akkor lambalardan LED ampule yolculuk derinliğine izlendiğinde’ ampulün önemi iyice ortaya çıkar. Enerji tasarruflu ampul, enerjiyi tasarruf eden ampullerin insan sağlığına etkisi, yasak ve zararlı ampuller, en avantajlı ampulü kullanma ve seçimi, ışık yayan diyodlular en iyisi kapsamında gelişe duran ampul teknolojisi ve üretiminden uzaklaşıldıkça enerji tasarrufunda da dışa bağımlı hale gelinir.

Uzmanlar; Sadece ampul değişiklikleri ile aydınlanmada enerji tasarrufu yapmanın dünyadaki enerji tüketimini yüzde kırk oranında azalttığını söylüyor. İki yüz milyar euroluk bir kazanç söz konusu. Kaç ülke kurtulur, kaç aç insan doyar bu tasarrufla, kaç ülke yeniden kurulur bu parayla. Atmosfere atılan milyon tonluk karbon dioksit belasından kurtuluş da çabası.

Oysa tüm bu kazanımlar eskiyen tek bir ampulün değiştirilmesinden geçiyor. Ancak ampul sektörü de dışa bağımlı ve ithalatçı. Çağımız insanı bir ampul olsa bile ne yazık ki israfı önlemek adına tasarrufu da satın almak zorunda. Her şey parayla..

Ceryan çarpması bu olsa gerek…

ESENLER’DE “ESENLER TİME” KERVANI BİR YILDIR İLERLİYOR…

ESENLER’DE “ESENLER TİME” KERVANI BİR YILDIR İLERLİYOR…

Yaklaşık bir yıl önce; “Bağımsız Ve Doğru Haber” alt başlığı ile alışılagelmiş hayat kurgusunu preslemek için “ESENLER TİME” olarak yayın hayatına başladık.

Bu sayede Esenler’de ezilmişlik perdesi artık bir nebze de olsa aralanacak demiştik. Bundan böyle Esenler Time kelime oyunlarına asla girmeden tarihe tanıklık edecek diye de eklemiştik. Şark kurnazı çığırtkanlığına, hurafe melanetine ve söylencelere hiç kapılmadan yoluna devam edecek sözü vermiştik.

Bir yıl geçti ve giden 2012’nin muhasebesi; Sözümüzde durduk ve duracağız…

Bu yalancı pehlivan peşrevli gidişata mim koymak, şerh düşmek için dil vadisinde haber vahası olacak korkmadan, çekinmeden, yılmadan demiş ve;

“Doğaçlama türetilen veya gerçeği yansıtan her cümlede, mısrada, paragrafta bile nakkaş, hattat dönemi dirilecek Esenler Time sütunlarında. O diriliş ofset baskılı itirazlara, karşıtlığa direnç katacak her harfiyle. Onun için; “Yalansızlığın ve yalınlığın yeni ve dürüst sesi” olacak Esenler Time. Aklın kapısını daima açık bırakacak modüllerinde.” Diye de eklemiştik.

Bu yoldan sapmamaya çalıştık ve çalışacağız…

Çağ ızdırabı yaşamamak için; “Esenler Time; Küçük çaplı çatışmalar yazıyı düzenler, haberi doğru rayına çeker bilinciyle Karagöz ve Hacivat perdesi kurmadan, intikamcı bir teknikten uzak, asla boşa niyaz etmeden, pozitif ve rasyonel düşünce doğrultusunda daima bağımsızlığını koruyacak” dedik ve koruduk…

Dibe vuran ülkenin her küçük fırsatta ihtilalleştiğini bilerek ama içindeki bağlık-dağlık araziyi terk eylemeyerek, Esenler Time;  “nerede durduğunu ve kim olduğunu asla saklamayacak.  Dâhilde ve hariçte herkes bilecek onun rengini.  Gizli saklı sığınakları, karşılık ödeyeceği korunakları bulunmayacak hiç. “Bir damlacık akıl göğü deler ve oradan bir ışık süzülür yeryüzüne, güneşi bile solda sıfır bırakan” inancıyla daime halkın içinde halkın yararına görevler üstlenecek” dedik.

Esenler Time hala tüm dediklerinde diretiyor diretecek de…

Esenler Time; “Dört kapıyı da geçtik, kırklara vardık yine cennet görünmedi. Dört kitabı da okuduk sonuncusunu hıfzettik yine cehalet bitmedi. Dört mevsimi de yaşadık şu cennet vatanda dert çile yeşerdi topraktan her bahar. Toprağa, havaya, suya ve ateşe yazdık gerçekleri, fildişi kulelerde hiç okunmadı” serzenişiyle, Yanlış kurgulanan yarınların nice ayrıntısını görmezden gelenlere, aymazlık aynasındaki silik yüzlerin anlamsız beyanlarına,  düz yanıtlarına ve boş temennilerine hiç aldanmayacak, usta ellerde mevcut lisanı değiştirecek dedik.

Ve Esenler Time Türkiye’deki değişimin-dönüşümün habercisi, her yenilik hareketinin gözlemcisi olmaya devam edecek…

Yani en başta söylediğimiz gibi; "Değişimin sözcüsü, cam kenarı tembelliğinin çift sütuna manşet gözcüsü ve Esenler’in suskunluğunun düş gücü zorlaması, haykırışı olacak" Esenler Time.

Esenler Time; teşbihte hata olmaz bu günden yarına “ Yedi tepelinin bir tanesi, asi ve hırçın dalgaların can köpüğü, yalın ama doğru kavgaların kınalısı, ekim devrimlerinin sevdalısı, yıkıcı bozgunların yakıcı darbelerin yaralısı, dürüstlüğün marka kalesi, yıkılmaz kalenin en yüksek burcu, sonsuzluğun eğrilmez bükülmez kulesi, gerçekçi iddiaların yılmaz savunucusu ibrası, yiğitliğin eksilmez narası, garibi gurabanın nidası,  hayatın doğrucu Davut manası, zamanın kudretli asası, çotanağın inci tanesi, atomun parçalanamaz çekirdeği, azınlığın da çoğunluğun da güvencesi, ideal kent profilinin en prestijli rehberi, haraç mezatçılara yedi düveli düz tepsiye dizecek sur’un korkusu, çekinilesi güçlere asla uzlaşma önerisi yapmayacak ve en özel” olacak demiştik; hala sözlerimizin arkasındayız...

Esenler Time; Esenlerin Esenlerlinin umutları başka baharlara kalmasın diye, İleride sözle değil özle anılmak için var. Filikalarla umman aşmak için değil. Çünkü; "Denizde damlayız" hepimiz…
 

Yaklaşık bir yıl önce; “Bağımsız Ve Doğru Haber” alt başlığı ile alışılagelmiş hayat kurgusunu preslemek için “ESENLER TİME” olarak yayın hayatına başladık.

Bu sayede Esenler’de ezilmişlik perdesi artık bir nebze de olsa aralanacak demiştik. Bundan böyle Esenler Time kelime oyunlarına asla girmeden tarihe tanıklık edecek diye de eklemiştik. Şark kurnazı çığırtkanlığına, hurafe melanetine ve söylencelere hiç kapılmadan yoluna devam edecek sözü vermiştik.

Bir yıl geçti ve giden 2012’nin muhasebesi; Sözümüzde durduk ve duracağız…

Bu yalancı pehlivan peşrevli gidişata mim koymak, şerh düşmek için dil vadisinde haber vahası olacak korkmadan, çekinmeden, yılmadan demiş ve;

“Doğaçlama türetilen veya gerçeği yansıtan her cümlede, mısrada, paragrafta bile nakkaş, hattat dönemi dirilecek Esenler Time sütunlarında. O diriliş ofset baskılı itirazlara, karşıtlığa direnç katacak her harfiyle. Onun için; “Yalansızlığın ve yalınlığın yeni ve dürüst sesi” olacak Esenler Time. Aklın kapısını daima açık bırakacak modüllerinde.” Diye de eklemiştik.

Bu yoldan sapmamaya çalıştık ve çalışacağız…

Çağ ızdırabı yaşamamak için; “Esenler Time; Küçük çaplı çatışmalar yazıyı düzenler, haberi doğru rayına çeker bilinciyle Karagöz ve Hacivat perdesi kurmadan, intikamcı bir teknikten uzak, asla boşa niyaz etmeden, pozitif ve rasyonel düşünce doğrultusunda daima bağımsızlığını koruyacak” dedik ve koruduk…

Dibe vuran ülkenin her küçük fırsatta ihtilalleştiğini bilerek ama içindeki bağlık-dağlık araziyi terk eylemeyerek, Esenler Time;  “nerede durduğunu ve kim olduğunu asla saklamayacak.  Dâhilde ve hariçte herkes bilecek onun rengini.  Gizli saklı sığınakları, karşılık ödeyeceği korunakları bulunmayacak hiç. “Bir damlacık akıl göğü deler ve oradan bir ışık süzülür yeryüzüne, güneşi bile solda sıfır bırakan” inancıyla daime halkın içinde halkın yararına görevler üstlenecek” dedik.

Esenler Time hala tüm dediklerinde diretiyor diretecek de…

Esenler Time; “Dört kapıyı da geçtik, kırklara vardık yine cennet görünmedi. Dört kitabı da okuduk sonuncusunu hıfzettik yine cehalet bitmedi. Dört mevsimi de yaşadık şu cennet vatanda dert çile yeşerdi topraktan her bahar. Toprağa, havaya, suya ve ateşe yazdık gerçekleri, fildişi kulelerde hiç okunmadı” serzenişiyle, Yanlış kurgulanan yarınların nice ayrıntısını görmezden gelenlere, aymazlık aynasındaki silik yüzlerin anlamsız beyanlarına,  düz yanıtlarına ve boş temennilerine hiç aldanmayacak, usta ellerde mevcut lisanı değiştirecek dedik.

Ve Esenler Time Türkiye’deki değişimin-dönüşümün habercisi, her yenilik hareketinin gözlemcisi olmaya devam edecek…

Yani en başta söylediğimiz gibi; "Değişimin sözcüsü, cam kenarı tembelliğinin çift sütuna manşet gözcüsü ve Esenler’in suskunluğunun düş gücü zorlaması, haykırışı olacak" Esenler Time.

Esenler Time; teşbihte hata olmaz bu günden yarına “ Yedi tepelinin bir tanesi, asi ve hırçın dalgaların can köpüğü, yalın ama doğru kavgaların kınalısı, ekim devrimlerinin sevdalısı, yıkıcı bozgunların yakıcı darbelerin yaralısı, dürüstlüğün marka kalesi, yıkılmaz kalenin en yüksek burcu, sonsuzluğun eğrilmez bükülmez kulesi, gerçekçi iddiaların yılmaz savunucusu ibrası, yiğitliğin eksilmez narası, garibi gurabanın nidası,  hayatın doğrucu Davut manası, zamanın kudretli asası, çotanağın inci tanesi, atomun parçalanamaz çekirdeği, azınlığın da çoğunluğun da güvencesi, ideal kent profilinin en prestijli rehberi, haraç mezatçılara yedi düveli düz tepsiye dizecek sur’un korkusu, çekinilesi güçlere asla uzlaşma önerisi yapmayacak ve en özel” olacak demiştik; hala sözlerimizin arkasındayız...

Esenler Time; Esenlerin Esenlerlinin umutları başka baharlara kalmasın diye, İleride sözle değil özle anılmak için var. Filikalarla umman aşmak için değil. Çünkü; "Denizde damlayız" hepimiz…
 

"HOŞ GELDİN 2013, MUTLU YILLAR İNSANLIK…"

"HOŞ GELDİN 2013, MUTLU YILLAR İNSANLIK…"

Korkular ve zaafların inşa ettiği koskoca bir yıl daha geçti. Sönmemeye yalpalayan sarı ışığa akıl yatırmanın ifşa ettiği 2012 de geçti gidiyor ve 2013 kapı arasından bakıyor.

Yoğun ve yorucu bir yılı daha eskittik ve yenisini bekliyoruz. Dördüncü evresindeyiz yolsuzluğun bu günden şeytanı taşlasan ne fayda, taşlamasan ne zarar ayrıca ne yazar…

Yılın son yazısını yazmaya beynimiz elveriyor da elimiz varmıyor bir türlü. Zaten yazmak uzunca bir süredir bizce anlamını yitirdi.Yaz yaz nereye kadar sürecek bu işkence. Ancak yazı kendiliğinden iz sürmeye başlayınca ve kelimeler birbirine zamklanınca durmak yok diyoruz, direnmeye devam.

Gölgeye evrilmeden soylu sufi yarenliğini yaşamak bizimkisi kendi çapında. Soysuz, çapsızların topuna da ağlama efekti ayarlamak…

Yepyeni umutlarla, kapkara göğü yırtan fişeklerle, yaratılan renk cümbüşüyle, eksiksiz şölenlerle, karşıladığımız 2012’yi yine ayni şekilde uğurlayıp 2013’e yelken açacağız ve yeni yılı ağırlayacağız tam 365 gün süresince...

İnsanlık tarihini kişisel çıkarlar ve ayarsız hırsların yönlendirdiğini çok iyi bilmemize karşın entrikacı niyetlere inat, umutlanmıştık, sevinmiştik, eğlenmiştik 2012 gelirken.

Hayatlara eşlik eden kişisel vaatlere aldırmadan, ülke için bolluk ve bereket yılı olmasını dilemiştik âcizane. Türküler, şarkılar, halaylar, horonlar eşliğinde hoş geldin demiştik yeni yıla. 2012’nin 365 günü, harala gürele ne çabuk geçti. “Göğe direk denize kapak olmaz” misali sırlar, serler, savlar yerlerde süründü yine. Her aklı başında bireyi dellendirecek, çıldırtacak, yığınla kötü olay yaşandı yine.

Kıyamet de kopmadı ayrıca…

Gündem oluşturmak için değil bu sözler gerçeğin kendisi; İnsanlık onuru yine hiçe sayıldı. Silivri ülkede en tanınan kaza oldu. Bir adımda gözaltılar la, baskı ve sömürü eksilmek bir yana arttıkça arttı. Hayıflandık, incindik, üzüldük, yerindik yine. Aslında klasik sayılabilecek tek bir cümle yeter dünyayı anlatmaya;

Eğer yaşamak denirse adına, yaşadık, bitti gitti...

Çalınan hayatları görmezden gelenlerin sırtının sıvazlandığı, palazlandırıldığı ve dahi ilahlaştırıldığı kuru gürültü harmanlaması bir yıl geçti kısacası. Yaşayıp görmek de yine bizim payımıza düştü.

Madrabazlıklar çelik kasalarda, ağır ahşap dolaplarda saklandıkça ve tüm gizli saklılar en umulmadık anlarda savruldukça, saçıldıkça, yaşam zembereği boşanır saray yavrularının da. Ebabil kuşlarının kanat çırpması da çare olmaz o vakit sultan saltanatına.

Sürgünler yaşanır, yaşatılır öz memlekette...

Enikonu özenilip bezenerek, düzenlenen kurallar silsilesiyle sus pus olmuş bireyler, kimliksiz kişilikler, kullar tebaalar yaratılmaya çalışılan günümüzde, kumpaslara gelmeden eski ve yeni yıl adına, özgürleşecek toplum adına, yaşayıp yaşatabilme niyetliliğiyle doğruları haykırmaktan, nefes aldığımız sürece asla çekinmeyeceğiz.

Çekinmeyiz kimseden, çekinmeyiz sonsuzluk cetvelinden…

Yeni yılda da envanterini bilançosunu tutacağız hayatın. Çok olan şeyin değeri azdır bilinciyle, ne birilerinin borazancılığını yaparız ne de birilerinin kıyamet sur’unu üfleriz. Açıkçası, çözüm odaklı rekabet, dengesizleştirilemeyecek bir muhalefet ve düşmeyecek bir değer peşindeyiz.

Sözün bittiği yerde ise kurtarıcı, kahraman, can simidi aramamak içindir tüm çabamız.

Zaten tutkularımızı yıllar var ki babamız adındaki bir şehirde bıraktık ve umutlarımızı kara toprağa gömdük filiz filiz.Şimdi ise beş deste hayat gülü elimizde ve dikenleri avucumuzu kanatıyor sevdayla.

Uzak ve erişilmez değil hiçbir şey. Boş saatler muskacısının boş vaatlerine kanmadan, inanmadan Ülkemiz güzelliklerle dolsun, Engeller ve ayrımcılık ortadan kalksın,barış özlemiyle yanıp tutuşmalar son bulsun istiyoruz sadece.

2013 sonunda böylesi karamsar bir yazı kaleme almamak dileğiyle, karşıladığımız gibi uğurlayabileceğimiz bir yeni yıldır bütün arzumuz…

KENTSEL DÖNÜŞÜM MACERASI; “SOL GÖSTERİP SAĞ VURMAK”…

KENTSEL DÖNÜŞÜM MACERASI; “SOL GÖSTERİP SAĞ VURMAK”…
Şu sıralar İstanbul’da kentsel dönüşüm üzerine bir panel, konferans, sempozyum, furyası var. İktidarı muhalefeti bu bilgi şölenlerinde vatandaşları kendi bakış açısıyla nasiplendiriyorlar. Yani rüzgâr ekiliyor vilayet vilayet, ilçe ilçe yakında vira fırtına biçilir mahalle mahalle…

Dağ fare doğurunca…

Esenler’de en son yapılan; en özel anların resmi mekânında, en ana muhalefet partisinin düzenlediği, en kentsel dönüşüm ve yenileme bizim işimiz paneline dinleyici-konuk olunca, iktidarın  “en sol gösterilip sağ vurduğunu” iyice anlamış olduk galiba.

Evet, panelden geçtik, sanki kongre kuruldu Esenler’de; insanları deprem değil binalar öldürür…

Bizce de; Aşırı göç alan kentlerde zamanla oluşan gecekondulaşma ve çarpık yapılaşmanın en doğal sonucudur kentsel dönüşüm. Ayrıca insanları afet güvenli yapılara kavuşturmak, gecekondu bölgelerini çağdaş yaşam alanlarına çevirmek başta devletin sonra belediyelerin temel görevidir. Anayasada layığını ve karşılığını bulan insan hakları, mülkiyet hakları, barınma hakkı ve eşitlik ilkesi uyarınca şekillendirilmiş kentsel dönüşüme de aklı başında hiç kimse özellikle siyasi emeller uğruna hayır demez, boşuna direnmez, karşı da durmaz.

Billboardlara asılmış rengârenk fotoğraflara bakıldığında en cennet ilçe görünen, aslı potemkin zıhlısı Esenler’de; en muhalefet parti panelinde, en yerli 90 yıllık Esenlerli bir tanıdığın atış alanına girmesinden, kentsel dönüşüme Dim-Dik duruşunu gözlemleyince;

Ortada “ Ortada vatandaşı hissettirmeden ve kamuoyuna çaktırmadan inceden mağdur eden veya edecek izlenimi veren, nedense hangi beklentileri karşılamak için mağduriyet riskini en aza indirgeyememiş, afet riskini de azaltmaktan oldukça uzak, riskli alan-riskli yapı ilanı papyonvari, planı projesi, yedeği olmayan, parçalı-parçacı anlayışla ve bohçacı hızıyla dizayn edilmiş” en azı iki sene hakikateni ömür boyu sürecek, gelecek kuşaklara da sirayet edecek en kentsel dönüşümle karşı karşıya kalınacağını ve saflaşılacağını bir güzel anladık…

Ve anlamayanlar, anlaşılamayanlar ve anlaşmayanlar için, bilip duyup görüp üç maymunu oynayan sahte aktörler için de bazı saptamalarda bulunmayı bir borç bildik; 50 yıllık bir Esenlerli olarak…

Atadan babadan kalmış arsa, arazi, bina ve toprağa bile hâkim olunamayacak bir düzen dayatmasına evrilecek gibi kentsel dönüşüm adına yaşananlar veya yaşanacaklar. Hani miras helal’di…

Niyetimiz halisanedir denilerek, vatandaşları hayırsız evlat konumuna düşürüveren, göçe zorlayan veya alışmışlığının dışında “yanaşık düzen konserve dairelerde yaşamaya” mecbur ve mahkum eden, 100 yıl sonra dahi acısı sancısı halen süren göçleri ve nüfus mübadelelerini anımsatan ve dayatan, depremle gündeme sokulan ama depremsel odaklılıktan kaydırılan bu kentsel dönüşüm; maalesef rantsal paylaşımın ıtırlı kokularını duyumsatıyor orta sınıf vatandaşlarına…

Ülkeyi inşaat sektörü ile büyütelim, ekonomiyi hareketlendirelim hevesiyle, iki günde alelacele görüşülen 16 Mayıs 2012 de mecliste onanan 6306 sayılı yasayla;

“Afette en hasar görecekler diye 6,5 milyon binanın yıkılmasıyla büyük sermayeye arsa üretmek ve peydahlanan arsalara devlet eliyle taşaron ortaklar marifetiyle “en akıllı rezidanslar” ve en ananeye uzak karakterli avm-ler perdahlamak ve en son boş kalmış alanlara da afetengiz mantıkla hükmederek gökdelenler koymak, kentsel dönüşüm” ise eğer sözleşmelere parmak basacak ahalinin vay haline…

Oysa ki; Katılımcı, eşitlikçi, ayrıştırmayan, ötekileştirmeyen, tarihsel dokuyu koruyan, çevreyi bozmayan, kirlenmeyi azaltan, istihdam yaratıcı ve doğal afetlere karşı güvenlik için binaları yenileme, iyileştirme, dirençlendirme veya yeni mimari anlayışlarla en yeniyi yerinde uygulama işiyse kentsel dönüşüm kapsam içindekiler yasada açıkça belirtilmeyen her türlü sözleşmeye dahi gönül rahatlığı ile basar imzaları.

Ancak civardaki örneklerle sabit; konutların satın alınabilirliğin kaymak tabakaya kayması, malın asıl sahibi yoksulu hiç gözetmeyen, yoksulu dezavantajlı varsılı avantajlı kılan, her açık alana ultra katlı ucubeler konduran, yapılaşma oranını artıran, nüfus yoğunluğu ve denetimini hırpalayan, yaşayanların sosyal dengesindeki uçurumu artıran, kimliği sorgulayan kimlikleri korumayan, planlama ve şehir planlamacılığından ırak, pazarlık pazarlama ve alışveriş kolaylığı zengine paslanmış bir soylulaştırma ve soygunlaştırma yaşatıyorsa kentsel dönüşüm evi barkı güme gidecekler gelecek kaygısıyla basmaz imzayı.

Aslan fareye boğdurulur…

Esenler özeline gelince; bir yanı tem otoyolu bir yanı e5 olunca, orta kısımdaki üstünde bina olsun olmasın o toprak parçası en bulunmaz hint kumaşı olunca, mevkisel açıdan diğer ilçeleri yakalayınca en “asla doymayan açlar ve her gördüğüne iştahı kabaranların” en gözüne battı Esenler.

Ülkenin Kentsel dönüşüm startı Esenler’den verilmek suretiyle önemsendiği en açık bu topraklarda, en hazır görülen üç beş mahallede en enteresan uygulamalar harfiyen başlatıldı. Öyle ki aklıselimlere “iyi uçuşlar” dedirten bazda ve dozda.

Umarız; kentsel dönüşüm yoluyla “Esenler Esenleri yaşayan orta sınıfın elinden alınıp üst sınıfların eline bırakılmaz. Bu mahallelerde yükselecek bloklar yüksek kesim insanların rantiyesi olmaz. Dileriz, böyle bir paylaşım ve paylaştırım peşine düşmezler ve yalancı dünyaya aldanmaz ağır yöneticiler.”

Bu hafiflik akılları çelerse eğer yapı stoğu on yılda onbeşbine vurmuş Esenler’de bir deli rüzgar eser ki birilerinin en baba vurgunu yemesi de o vakit kaçınılmaz olur.

Ayrıca ” kentsel dönüşüm imar planları ile uygulanmalıdır. Plan yoksa ve küçük göze batmayan plan tadilleri ile hırsızlık yapılıyorsa, acayip anlaşmalar dayatılarak değerlenmiş yerler ucuz pazarlıklarla halkın elinden alınıyorsa, toki-kiptaş eliyle deprem korkutulmasıyla rantın yüksek olduğu yer ve araziler dönüşüme tabi tutuluyorsa, otopark hesabından belediye başkanlarının posterleri bastırılıyorsa, reklam harcamalarına aktarımlar vatandaşın otoparkından geçiyorsa, kamunun görevi plan yapmak” der birileri.

Vatandaşın yolunu açmak yerine kapatan, açıkça inşaat müteahhitliğine ve emlakçiliğe soyunan belediyelerle, hazine arazilerine ticaret merkezi yapmaktan ve atıp tutmaktan başka proje üretemeyen belediye başkanları ile, toplumu aydınlatmaktan uzak siyasiler ve stkcılarla, gerçeği dillendirmeyen medyasıyla “binmişiz kentsel dönüşüm alametine gidiyoruz kıyamete” demek de caiz olur…

Mayaların takviminin kıyamet mayası tutmadı ama biz göle maya çalanlardan geliyoruz. Tutsa da tutmasa da mayalarız. Deprem riski bulunsa da bulunmasa da Kentsel dönüşürüz. Yıkmazsan yıkarız. Yapmazsan elinden alırız. Verirsek biz istediğimiz kadar istediğimize veririz. Mahallende kalmayı isteyemezsin. Komşun hemşerin gökkubbede bir hayal olur. Yeşil alan ve park isteyemezsin. Yeni yapılacak konut için mutlaka borçlanacaksın. Projedeki payın ve yerin alımgücü zayıf müşteriden öte gitmeyecek. Al sana küçük kıyamet…

Bilmeden anlamadan imza koydun ise eğer yandın söylentileri egemen şu kentsel dönüşüm süzgecine. İtiraz hakkı var kullanabilirsin ama gidişatı engelleyemezsin. Bireysel takılsan sesin çıkmaz, çoğulculuğa aldansan sesin kesilir. Ne tür bir konuta ışınlandığını soramazsın, araştıramazsın. Barınmak hakkı anayasal ve en kutsal haktır ve güvenmek istersin fakat güvenemezsin. Oysa karşıda devlet bu yakada millet.

Üsküdar'da sabah olunca...

İllet olursun velakin ikiden biri olmanın bu en doğal tek kutuplu kentsel sonuçlarına boyun eğersin ve dönüşürsün. Allah devletimize zarar vermesin…

Kadersizlik; Maket projesi bile maketlendirilmeden paketlenen kentsel dönüşüm sahası ve alanları içinde kalmak…

Bu kadersizlik muammasında bu kısmetsiz yazıyı kaleme almak da bize düştü. Bu işin asıl suçlusu leyhte ve aleyhte tebliğleyen tüm panelistler. Yasayı çıkaran ve yasaya takılan tüm yönetimler. Bizim kimseye bir garezimiz yok böyle biline ama hesabımız var…

“MEVLANA VE ŞEB-İ ARUS” VE TİCARET…

 “MEVLANA VE ŞEB-İ ARUS” VE TİCARET…

Mevlana Celalettin-i Rumi’nin hayatı ve şahsiyeti, maddiyatı ve maneviyatı üzerine ne inceleme kitapları, ne bilimsel tezler ne romanlar yazıldı…

Yaşamak için kayda çekilmesi gerekenleri biz de bulup çıkarıyoruz ama asıl gerçeklik yazmak, güzel yazmak. Hele şöyle bir beyiti bildikten sonra yazamamaktır mesele;

“İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır. Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır.”

Tıpkı sonsuz aşk ve gönüller sultanı Mevlana’dan ve temeli dinsel, kaynağı kurallı kaideli bir ritüel olan Şeb-i Arus’dan dem vurabilmek gibi.

Zor zanaat yazmak; kelime bir yana bir hecede, bir harfte yanmak gibi. Şu garip bencileyin yazıdaki başlık gibi, “Mevlana ve Şeb-i Arus ve ticareti”…

30 Eylül 1207 ile 17 Aralık 1273 arası yaşamış Mevlana.

“Ayet ayet Kur’an ın bütün manası edepten ibarettir.” Düsturuyla ilahi aşk ateşine ömrünü adamıştır Mevlana. İsminde gizli Rumi’yi yaşamıştır yıllarca.  Yani Mevlana Anadolu’dur, Anadolu o’dur…

Mevlana Celaletin-i Rumi Anadolu’dur dolu dolu.

“Ümitsizlik semtine gitme ümitler vardır, Karanlık tarafa gitme; güneşler vardır.”

Ölçütünde aşka bitmeyen bir yürüyüş, büyük bir göçtür Mevlana.  Mevlana tasavvufunda gaye kulluk ve yokluktur. Daima sönmez bir aşktan beslenir yaratılış ve hayatın anlamı. Mevlana tasavvufunun asıl esası gönül sahibine erişmek ve cevher olmaktır, olunabilir ise.

Mevlana; “ Alçak gönüllülükte büyüklük, büyüklükte alçak gönüllülük; varlıkta yokluk, yoklukta varlık; hiçlikte kemal, kemalde hiçlik” tir…

Gerçek varlık kapısına ulaşmak, varlık makamına erişmektir tüm hedef;

“Senin taht dediğin şey, tahtadan yapılma tuzaktır. Konduğun yeri başköşe sanırsın ama kapıda kalakalmışsın.”

Mevlana bir 17 Aralık gecesi Mevla’ya erişme çaba ve çilesini tamamlamış ve ebediyete doğmuştur aşkla. İşte “Şeb-i Arus” da budur…

La makamında dolaşıp durmak gereksiz; Mesnevisini pek okuyup, anlayan, dersler çıkaran yok ama Şeb-i Arus’u görmeyen de yok gibi.

Post, posta tutkulu saygı, ağırdan hafiften en ağıra selamlaşma, semazenler ve müzik eşliğinde, içten dışa, yerden göğe devinen görsel bir şölendir Mevlevi semaı. Semaı ile tanınan ve anımsanan Şeb-i Arus törenleri de bir hittir dosta düşmana sergilenen.

İlk izlenişte pür dikkat heyecan, sonrasında göstermelik aşk, sonrası…

“ Mevlana bir gün kuyumcular çarşısında bir dükkânın önünden geçmektedir. İçeride varak yapmak için altın dövmektedir usta ve çırakları. Çekiç darbelerinden çıkan sesleri duyar Mevlana. Melodik tınıdan cezbelenir ve vecd ile sema etmeye başlar…”

Semazen döndükçe dünyanın başı döner. Dünya döndükçe de kadınlı erkekli semazenler döner.

İslamik kapitalizm asırlar sonra aklı nefse esir kılan dayatırlarına devam eder ve işi ticarileştirir. Bilmem kaçıncı geleneksel fonda gelsin anma törenleri, gelsin zamanlı zamansız şebi aruzlar, gitsin tasavvufi şarkı konserleri. Ve yetmiş iki buçuk millet dönsün bu dönencede. Dönenleri izlesinler, Mevlana ve semazen kolyeli küpeli bayanlar, semazen yüzüklü beyler; şebi aruz kardeşliğini yaşasınlar yeter ki Devlet erkanıyla...

Oysa Mevlana bir yolcudur, yol göstericidir. Gönül çeperlerine ışıltısı vuran bir güneştir Mevlana. Dünya döndükçe binlerce yıla doğuştur Şeb-i arus;

“Ben yetmiş iki milletle beraberim”…

Ve bir cümledir insanlığa emaneti;

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız, ariflerin gönüllerindedir”…