31 Ocak 2015 Cumartesi

“SOSYAL DEMOKRASİNİN İKTİDARI SOSYALİST DEVRİMİN TA KENDİSİDİR”

Bir siyasi toplantıda yaklaşan genel seçimlerde milletvekili aday adayı olmak isteyen emektar sosyal demokratların kendilerini tanıtımlarını ve siyasi sunumlarını dikkatle izleyince yaşanan akıl tutulmalarına karşı bazı açılımlarla katkıda bulunmak gereği kendiliğinden doğdu. Yılların birikimi bir gerçek var ki şu garip ülkede sosyal demokrasi hangi parti tabelası altında olursa olsun hiçbir zaman kolaylıkla iktidara gelemez, getirilmez.

Doktrini çok iyi bilenler ve inceleyenlerin dışında kalanlar bile, yani denizin dibinde batık hazine arayanlar ile iğneleyici sözlerden incili define çıkaranlar dahil bu değişmez gerçeği çok iyi bilirler aslında. Çünkü “sosyal demokrasi tarafından iktidarın ele geçirilmesi sosyalist devrimin ta kendisidir”, taş baskı resmidir. Onun için tüm emperyal güçler bu iktidarlaşmaya ne pahasına olursa olsun karşı durur. Eğer sosyalist bir devrim değil de demokratik bir değişim hedefleniyorsa o zaten geçici bir devrim olur ve sürekliliği olmaz. Konu da o değil zaten.

Ancak bu devrimci süreç anında tersine de işleyebilir, işletilebilir de. O yüzden çağdaşlığın, bilimselliğin ve demokrasinin temel taşları yerinden oynatıldığında tüm siyasi tasarımların cılkı çıkar ve umulmadık biçimde karşı devrim süreci başlar. Bu gün yaşandığı gibi. Bu saptamalar demir uçlu yazıcının resmi kaydında ise şöyle geçer;

“ Sosyal demokrat devrim boyunca, devrimi ilerletme olanaklarını en iyi biçimde sağlayabilecek, sosyal demokrasinin burjuva partilerinin tutarsız ve çıkarcı siyasetlerine karşı savaşımında kollarını bağlayacak ve devrimi burjuva demokrasisi içinde erimekten koruyacak bir konumu elde tutabilmek için çabalamalıdır…”

Bu çaba öyle yoğun ve keskin harcanmadıkça hele hele dinsel motiflerle süslenmiş bir karşıtlık alabildiğince cazibe kazanıp güçlenince sosyalist devrim yapmak bir yana, mevcut sosyal demokrat devrim bile avuçlardan kayar gider. Bu nedenle ülkede kendine solum diyen tüm partilerin en önemli meşguliyeti iktidar olma arzusu en çekici ve en muhabbetli şekilde bu paragraf çerçevesinde bir daha gözden geçirilmelidir.

Yani; “ Sosyal demokrasi geçici hükümette iktidarı ele geçirme veya ona ortak olma amacını gütmemeli, aşırı devrimci muhalefet partisi olarak da kalmamalıdır…”

Aslında hayatın gerçek anlamını çözmeden, tüm renklerini tanımadan siyaset öngörmek ve yaşamak, politika mezarlığında bol paraya yer ayırtmaya bedel bir tutumdur. Bu tutukluk toplumda hissedildiği an ise güvensizlik artar, devrimci tutku da biter.

O halde; “Sorun şu yada bu sosyal demokrat grubun burjuva demokrasisi içinde erimek isteyip istemeyeceği veya böyle bir şeyi istediklerinin farkında olup olmadıkları da değildir. Erimeyebilir, kişiliklerini ve kimliklerini de koruyabilirler. Ancak burjuvazinin tutarsızlığına karşı mücadelede elleri kolları bağlı kalabilir…”

İşte o vakit, onca emek, onca alınteri, onca sene, önlü arkalı seçimlerde boşa gider. Zaten sosyal demokrasinin biçimsel bağımsızlığına karşın ayrı bir parti olarak tam bir örgütsel yapıya sahip olmasına rağmen gerçekte bağımsız olmadıkları da şimdiden rahatlıkla ortaya koyulabilecek bir gerçekliktir. Bazen olayların akışı içinde kadrolar proleter bağımsızlığın gereğini meydanlara, alanlara yansıtabilir de yansıtamayabilirde. Yansıtsa da yansıtmasa da burada önemli olan siyasi çalkalanışa ve direnişe öncü olmak noktasındaki isteksizlik ve beceriksizliktir. Düşünülenin aksine çoğunlukla öyle zayıf kalınabilir ki bir bütün olarak burjuva demokrasisinin içinde erimeyle yüzleşilir.

Son ve sol tahlilde bu hiç de arzulanmayan eriyiş tarihsel bir olgu, siyasi bir realite haline dönüşerek en kılcal damarlara dahi sıçrar. İşte asıl tehlike budur.

Dört bir yandan kuşatılmışlığın getirdiği aşırı stresin yoğunlaştırdığı ve yorgunlaştırdığı örgütler ve kadrolarla sağa kaymadan devrimci bir duruş sergilemenin kolay görülmeyişi yeni benzeşmelere iter sosyal demokrasiyi. Bu sıkışmanın neticesinde sola açılmadan söz edebilmek bile hiç nedensiz ve gerekçesiz korkuları tetikler. Yani yapılacaklar listesi boşalmadan, boşaltılmadan düşünceyi eyleme dönüştüremeyecek yeni ve gereksiz yüklemelerle boşa zaman yitirilir. Örgüt emekçileri her zamanki gibi yine küstürülür. Zamanla uygulanan takdir yerine tekdir modası da içten dışa tutmaz, fayda vermez ve politbüronun manevra alanı gittikçe daralır.

Öyle ki aşağıdan yukarıya tam özgürlüğe kavuşulamayınca kitlesel boyutta ulaşılamayan her şeyin delisi divanesi olunur. Bu devinimde sosyalist devrimcilerin eylemliliklerinin nesnel niteliği bir nebze de olsa devrimci ve cumhuriyetçi burjuvazinin amaçlarının ve amaçladıklarının gerçekleştirilmesi görevine indirgenebilir. Ancak zamanla bu da kadrosal yenilenme dönemlerinde baş edilemez sıkıntılar yaratabilir. Ayrıca belli zamanlarda en aktif biçimde en ön saflarda yol, yön ve zemin bulma bir dönüşüm veya devrim hevesini tırmandırabilir. Ama iş listelemelere gelip dayandığında kim nerede niçin sorgulandığında başka genel geçer kurallar işletilince yol iz şaşırılır. Her şey yarım kalır.

Şark ve şirk sirkinde cambazlık edenler, canbazları işte tam bu aşamada acımasızca karalamaya başlar. Bir zamana kadar bu saldırılar sürer ve bir partinin ana çekirdeği olmaktan men edilenler çoğu kez kaderine küser. Veya sosyalist aydınlar grubu olarak kalmayı da bir seçenek olarak görür ve vakti zamanın kendilerine de geleceğini boşuna beklerler.

Formüle edilen tüm taktik tavırlar ve sloganlar demokratik devrimci ve cumhuriyetçi burjuvazinin sloganları ile çakışınca gidişatın durdurulması da iyice zorlaşır. Dinci değişimin olacağı gün gibi aşikarken sosyal demokrasi iktidara gelebilir mi, kim bilir?

Bir siyasi toplantıda yaklaşan genel seçimlerde milletvekili aday adayı olmak isteyen örgüt emekçisi sosyal demokratların kendilerini tanıtımlarını ve siyasi sunumlarını dikkatle dinleyince yaşanan akıl tutulmalarına karşı naçizane bilimsel açılımlarla katkıda bulunmak şart oldu…

ŞİİR ÇİZGİSİ...


ALTIN RENKLİ ÇİZGİ

Altı yıl var altın renk çizgiyi geçip
Devrimin beşiğinde önsözü okuyalı
Dalgalanan pankartlarda çocuksuluğumu
Erken yaşlandım besbelli çok erken
Yeğlediğim buluşmalar ziyaretçi tutkusundan
Manifestosunu çok geç yazdım aşkın
Kavganın kimi ise genç yaşta
Hapse yenik düşünce mayıs başları
Çepeçevre altın varaklı duvar yazıları
Katına ne girişimler sürdürdüm bilsen
Tüm izlerin silinmiş
angaryalar omzumda silindir
Kaygılı bir sürgünde ömrüm
Kayıplardayım yitik zamanlarda
En ücra köşesinde konforun eksikliğinde
Yaşanmışlıklarım var nicesi avucumda
Sonsuzluğu ölçüyorum ellerimde beynim
Ödeyemeyeceğim borç yükü altındayım
Nefesim bedava
Göz görebildiğince zenginlik adatısı yontusu
Kırsalda bir kıvılcım çaktığında sakince
Kaç yıl var acıyla geçmiş saymadım sayamadım
Yer kabuğu sancıyla çatlar
Sensiz bensiz yarsız
Ayaklarım ayaklandı çekincesiz,
Çotanaksız çötensiz
Dalgalanan al bayrakta orak çekiç
Len yoldaş in ovalara dağlara yayıl
O vakit hevesle doğacak kızıl güneş
Öpecek dudağından altın renk çizgiyi seçip
Devrimin eşiğinde öncesi sonrası dalgalı deniz
İyi ki hayatıma girmiş pankart çocuksuluğu


CAN PARAMPARÇA

Paramparça bedeni,
Can paramparça
Şarapnel parçaları ile civara dağılmış umut
Evlerin damında, balkonlarda meraklı gözlerde.
Gözlüğü ve kalemi kırık hatıra.
Duman tütüyor kitapların açılan kapağından
Gözyaşı sel olmuş,
Karadeniz de heyelan ki heyelan.
Karnesi iyi çocuklar huzursuzca uyuyorlar pencerelerde
Yarım yamalak dalgınlıklar siliniyor perdede.
Göz önünde gözler seyiriyor,
acı haber var yolcu!
Koskoca ateş topuna döndü, ayarsız zaman
Cehennem yer yüzüne indi,
Melek meleği kucakladı cennete taşıdı
Kontağı çevirten de ce tipi ameriko yapımı cinayet
Cinayet ki en babasından
Mumcunun yarım asırlık mumu uğursuzca söndürüldü
Uzaktan kumanda kahpelik vurdu sırtından.
Susturamazsan ortadan kaldıracaksın meçhullüğü
İleride bir Memleket
Memlekette yer yerinden oynadı ama
Asırlık çınarlara bir devrik delikanlı daha eklendi.
Vitesi boşa alındı yerli dünyanın,
Gözler dolu dolu, doldu boşaldı, doldu.
Beden parça parça yedi kat göğe savruldu,
Tanrı elini uzattı tuttu elinden,
Kuru karanfile can üfledi
Kıpkırmızı idi Canan yeşillendi
Tek parçaydı bedeni nur…


                         YAĞMURLUK

                          Duvardaki paslı çiviye asılı kırıp döktüğüm hayat.
                          Sarı yağmurluğun tam yanına
                          Sıcak küllerinden doğuyor benliğim,
                          Sıska gövdem kocaman koltukta bir avuç köz.
                          Kucağımda okşadığım gök gürültüsü
                          kül rengi dağlar
                          hendekte ölmemiş, siyah beyaz resimdeki o mavi göz                 
                          Kaç yıl önceydi?
                          Nice yıl geçmiş ışıklar kırılalı,
                          Yenibaştan acı,
                           izleri hala derin ve yakıcı
                           baştan sağma baş sallamalar açmazı balyoz gibi,
                           günler çıkmazında sarsıcı.
                          boğazını sıktığım kader ölmemiş,
                          soluğu zehirli sarmaşık.
                          sırılsıklam dünya, göğe çivilenmiş yağmur
                          dinmiyor sabahlara yağan ıstırap.
                          ölüm penceresindeki perde sensin,
                          beni kayırdın benden benliğimden
                          aynalara gizlediğim binlerce insan rastlantısı kayıp.
                          günlerce ne telefon, ne o, ne bu, suur kapalı
                           ne sen kaldın aklımda ne de
                         asıldığım gün artık sesini de duyamayacağım.
                          suspus olmuş günler devrilmiş çamura, batağa
                          o melun paslı çivide takılı kayıp
                          kayıp hayatım
                          sarımsı yağmurluğun. tam yanında…


OSAMET AGAN…

Dağlarına yeni yıl yağmış,
Köyümün kentimin
Bembeyaz ve bir başka güzel pamuksu
Sımsıcak ve özel.
Korkmadan sevgiyi yazarken orada
ayaz da ormanda
Utanmamışlığın ocağında bal ormanı yanmış
Ve bir küçük ahşap, ev
önemli yarınlarda mihrinev
unutkanlıktan sakınım
Bomboş ama alabildiğince istif istif.
Dağlarına yeni yıl yağmış,
Köyümün, kentimin, mahlemin, meftamın başına
Bembeyaz ve bir başka güzel nurumsu
Sımsıcak ve özel.
Sarsmadan aksu da yüzen kara yazgıyı
Bi başka nurlu ve ay aydın tertemiz.
Gül ağacında üç yeni yıl filizlenmiş saygıyla,
Gözlerini köyümün kestaneliğine açmış bahar.
Dallarına yeni yıl tünemiş düşüncelerimin,
Kenarı yırtık bir resmin esas duruşuyla.
Bi fındık kabuğu dolusu yalnızlık baş köşede
Bir Ocak günü lapa lapa  yağmış dağlarıma yeni yıl.
İkiçiftsıfırüçlemelere uğramadan geçmiş
sahte ölümlere takılmadan.
Damarlarımı mühürlemiş köyümün muhtarı,
Bir garip imza atılmış erkenden hepimiz için.
Köyümün kentimin, Dağlarına mahlemin meftamın başına
yeni yıl yağmış en insansı.

VASİYETDİR

 

Bu sana vasiyetim.
Kitaplığım, çekmecelerim, yazdıklarım ve
Ve cebimde ne çıkarsa senin
İşin Fihristimi açık isimlerle yazdım,
Şifresiz kodsuz
Sırayla ara arkadaşlarımı,

kendini bilirsin
Sen ikincisin, abin, sen ve ablan
Bilmem kim hakkın rahmetine dersin
Kavuştu evet  kavuştu
Ve siz arkadaşı olmalısınız
Veya her neyse bir yerden bir tanıdık, dost
Hakkınızı helal edin uyarınca temennilerle
Helal edilmese de kızma, ben de bilirsin
Cenazesi yok, tıp fakültesine bahşedildi, Çapa’ ya
Arta kalanları memleketine,
Giresin içeri, gir gir
Yok yok merasim falan yok öyle,
bilinesi türden yas da
Babasının değil ama anasının köyüne belki
Çünkü mezarlıkları genişmiş, çam ağaçlı falan
Senin görevin de burada bitti,
sağolasın kardeşim
Bir metrekarelik toprakta arsız kavga
Bükten yer alınmaya, tapu verilmeyesi yalandan
Ölüm, yüzümde silik anılar tavlı canlı kanlı
Sırayla değil mi, arada bir hakkınca
Sektirdiğin kurşunlar adına
Ardına bakmadan yiğitçe ölünesi

Cebinde ne çıkarsa vasiyetim
Bu bana çekinmeyeceğin vasiyetindir…

AÇIM VE GÜNEŞ VE YAĞMUR VAR

Açım ve yağmur var
Açım ve yağmur yağıyor.
Farkında olmadığım muziplikler
yüreğimde ölürken seninle cumalar
Zihnimde yanaklarına renk veren kirletilmişlik büyüsü.
Mırıldanıyorum
yağmalandıkça nefesler.
Değdikçe dik kafalılığın kırmızısı akla
Bürünmüşüm aşkın zor beğenisine
Çıplak sesler duyuyorum
karataş döşeli doruklarda.
Soluğum tutuluyor,
diz üstü tırmanışların iç çekişinden
Epey uzaklarda
göremeyip de hissedilen yalvarışlarda var
Kışkırtıcı karanlık fırıldak gibi
dönüşlerde damla damla düşler
Midemde bozuk gökgürültüsü
ve ezeli ıslaklıklar
Kollarım iki yana düşmüş yarı gecede,
çıngıraklı yalnızlık başköşede
Acıklı türküler söyler diller,
gözler kapalı açık gönüller
Gizli kapısını tokmakladığım uzak düşler
böcek sevişmesi hırslı
Sırt sırta vermiş sağlıklı bedenler
Aşk çıkmazındalar.
Buz saçan rüzgarlara sığındıkça
kanatlanır ömür.
Avcuna düştüğüm kocamış beden kök saldı içime
İnce incir dallarında,
en uçtaki taze meyveye uzanıyorum, korkulu
Senin yaprağın altında bağışlanmaz kaygılar yaşadım
tepeden inmelikti indik
İyi ki yaşadım sende seni,
arayışın girdabına takılıp kalmadan.
Savrulduğum müzik ilke atılmış imza,
başyapıt, başeser kalem yazdığınca
Güvenle tazelediğim kaçışlar
deniz aşırı hiçliğe övgüdür, adanmışlıktır.
Dönemecine kıvrıldığım bitkinlik aldanması
akan suya tekdüze dalıştır.
Erdikçe eresi geliyor her uzanışın
ballı tılsımından bal
Farkına varamadığım musikişinaslık
yüreğimde canlanırken anılar
Açım ve güneş ağlıyor.
Anladım geç de olsa takvimi
Açım ve güneş var

30 Ocak 2015 Cuma

SORUNLAR VE ÇÖZÜMLER PARTİSİ OLMAK…

SORUNLAR VE ÇÖZÜMLER PARTİSİ OLMAK…

Ülkede muhalefet partilerinin tek sorunu aslında başlı başına sorunlar ve de çözümler partisi olmasıdır. Özellikle solun tam karşılığıdır bu tahlil. İçinde tüm enerjisini kaybettirecek sorunlar türetme kötü alışkanlığından kurtulup ülkenin sorunlar yumağına çözümler üretecek sarmala bir türlü giremeyişidir yaşanan yalnızlık…

Ülkede halklar, sınıflar ve katmanlar arasındaki uçurum giderek derinleşiyor. İşsizlik, gizli işsizlik had safhaya ulaşmış boyutta. Bütçeden yüklü oranda, ilahlanmaya, silahlanmaya, resmi din ve mezhep istismarına, yandaş bulmaya, yandaş yaratmaya, yandaş kurtarmaya ve gizli dev özelleştirmelere resmi bankalar ve ihaleler yoluyla, alış satışlarla dehşet paylar aktarılıyor. Enflasyonist ekonomik sistem gizliden gizliye uygulanıyor, gün güne zamlar ve pahallılık yürek paralıyor. Dün eşitlenen döviz kurları on onbeş yılda yabancılar lehine üçe beşe katlamış. Amerikan parası bugünlerde yılların en yüksek kuruna kurulmuş. Serbest piyasa ekonomisi denetimsizliğin ve vahşi kapitalizmin kucağına itilmiş. Kaptıkaçtıcı, rantçı, hisseci, komisyoncu, ihaleci, ilaveci, hileci, hülleci, mülteci, sükseci bir ekonomik model geliştiriliyor.

Doğu ve Güneydoğu’da barış adına sırlı, silik hamleler demokratik bir program çerçevesinde yürütülmediğinden belli kişi ve kesimleri zenginleştiren, kurumları hırpalatan bir süreç yeğleniyor. İzlenen ve yürütülen siyasi süreç karşıtlarını keskinleştiriyor, yandaşlarını teskinleştiriyor ve sivil halk iki arada bir derede telef oluyor. Çift taraflı baskıların inceden inceye en derine kendini hissettirmesiyle yerinden, yurdundan, köyünden koparılmışlar dışlamışlığın, ezilmişliğin hissini hala taşıyor. Ayrıca Ortadoğu batağından zoraki veya keyfi kaçanların buralarda asil yurttaş durumunda salınmaları ve barındırılmaları ülke halklarının da bir nebze kanına dokunuyor.

Artırılabilecek nice, binlerce sorun siyasilerin işi ve becerisi kapsamında ortadan kaldırılır kaldırılmalıdır beklentisiyle; kısaca ve tek cümleyle ülke sorunları ekonomik geriliğin ve geleneksellikle alakası bulunmayan yozlaşmış hakim bir düşüncenin uzantısı olarak anlayışsızca devlet içinde, devlet adıyla ve devlet eliyle şekillendirilmesi ile büyütmekte denilebilir.

Ülkede bir çaresizlik yaşanıyor, yaşatılıyor ve bellek karışıklığı yaratılıyor. Topluma gelir dağılımı adaletsizliğine koşut yardım kamyonları ve tırlarıyla sözde sosyal devlet yalancılığı ve yabancılığı pompalanıyor. Aslında görünen ama saklanan ve kafeslenen gerçek tüm sorunları çözmek bahanesiyle ya temelinden dinamitleyen ya da durduk yerde üstüne vazife olmadan kaşıyan yine iktidarın ta kendisi olduğudur. Köşeye sıkıştığında ki pek nadir hemen onun zihniyeti bunun zilleti saptırmalarıyla nefes alma gayretinin adı da ustaca politika etmek ve hükümet hüneri sayılmasıdır. Böyle belletiliyor yurttaşa ve taş taş üstüne koymasa da veya bir koyup bin kaldırsa da mubah sayılıyor.

Oysa sorunları çözmekte zorlanan, hevesi ve gayesi meçhul, sorunlarla gereğince baş edemeyen, iç dış meseleleri birbirine karıştıran ve karıştırdıkça çoğaltan, geleceği göremeyen, hala geçmişte yaşayan ve geçmişin azameti ve şatafatına tapan bir kör zihniyet hüküm sürüyor. Bakan oylamasıyla çoktan güvenoyunu kaybetmiş hükümeti ise ayak sürüyor. Hal böyleyken halklar tüm hadsizliğin önlenmesini ve çapsız idarecilerin öngörüsüzlüğünü hala muhalefete ve sola, sol partilere yaslıyor.

Aslında parlamenter demokraside akla gelen gelmeyen ve gelecek bütün sorunların üstesinden gelecek olan parlamentodur. Çözüm mevcut rejimde parlamenter mazbatalı cumhura hizmetkar konumundaki epey yüksek maaşa çalıştırılanların ellerinde eriyor. Eridikçe de ülke geriliyor. Ülke halkları yararına önerilerin tekliflendirilip, projelendirileceği ve yürürlüğe sokulacağı mercidir parlamento.

Parlamenterler ise halka parlamak yerine görevlerini parlatmalıdırlar. Parlak fikirlerle kara makara paralarını parlatanları aklamak, paklamak değildir yüce mecliste bu yüce millete hizmet. Bu hizmet değil illettir illaki ve keşkelerle de olmaz bu işler. Parlamentoda işler organize işler parkındalığında park edip, farkındalık yaratılıyor masalıya işlemez, işletilemez. Kasadan, kutudan, kuytudan dökülenlerin faiziyle iadesine çanak tutmak, iktidar veya muhalif cumhur hizmetçilerini hiç bunaltmıyorsa bu akıl bunalımında bir yalanı daha doğrulamak gerekir; evet ‘Allah’ın sopası vardır’…

İşte bu ahvalde özellikle ve öncelikle sol şarttır ve solun partileri sorunlar ve çözümler partisidir son tahlilinin hakkının verilmesi, mevcut tablonun ve eskimiş şablonun değiştirilmesi gerekiyor. İçerisinde acayip dertler üreterek tüm enerjisini kaybetmekten yakasını kurtarmalıdır sol.  Mevcut hükümetin sorunlar türetme alışkanlığından ülkeyi kurtaracak yine de soldur. Sol partilerin sorunlar yumağına çözümler üretecek sarmala giremeyişin önündeki engelleri de bir an evvel kaldırması gerekir…

Herşey anormal seyrinde seyrilirken, hareket durağanlaşmışken, ülke uçurumun eşiğinde iken, hayat yakınma noktasına zımbalanmışken,  nedense yelpazeye yayılmış sol ve sol partilerden hiç biri çözümler partisi olduğu bağlamında inandırıcı davranamıyor. Sorunları çözmeye hazırım, çözecek sadece benim deseler de inandıramıyorlar. Herkes kendi tarzında, kendi havasında havanda su dövüyor.

Ülke genelinde her ne kadar sol bitti, battı deniliyorsa da öyle olmadığı tüm dünyada açıkça görülüyor. En son örnek komşu Yunanlılar. Ülke dibe vurmuşken başarı çatısında birleştiler ve kazandılar. Aslında sağ, tıkandıkça tıkanmış, uzun vadeli çözümler üretemeden günü kurtarmaya yönelik gündem yaratma peşinde. Deyim yerindeyse ki tam yerine rast geldi emperyalizmin, çok uluslu sermayenin kuyrukçuluğunu yapıyor yalnızca.

En acı olan ise bu ülkeyi girdaba sokma gayretkeşliğine karşı duracak, ağırlaşan sorunların tümünün halledilmesi ile mükellef olanların yani yelpaze solunun devrim süreci başlatma durağındaki korkaklığıdır. Beklemekle izlemekle olmaz. Bu zorunluluğu yok sayarak, kendi çaplarında türevledikleri siyaseti sadece ülke halklarından alacakları oya endeksleyerek ve temelde bir bölünmüşlük hissi yayarak gelecekten iyice kopuyorlar. Sol değerlerle uzlaşmasızlığı yayarak ve yaşayarak içten dışa sağla ve sağ politikalarla benzeşerek uzun yürünemeyeceğini bilmezden geliyorlar. Art niyet olmasa da bu iç sarsıntılar dışa dönük frekansları da, fraksiyonları da olumsuz etkiliyor.

Parti içi deprem ve erozyonlar, önlenemez kadro kayıpları ve ivme düşmesi objektif yaklaşımlarla da giderilmiyor. Soldan kopuşun ülkenin öznel şartlarına uygunluğu öngörüsü ise yepyeni tahlilleri geciktiriyor ve gerekli gereksiz tahliyeleri de sıklaştırıyor. Bu çekirdeğine sıkışma ise her seçim öncesi zor koşulları güncelliyor. Her daim önseçim yapacağız deniliyor, seçime yakın kalemi birileri kapıyor, kalem bende kahramanlığına soyunuyor.

Tam da kamuoyunda ve halklar nezdinde tüm organlarıyla bir bütünleşme beklenirken zar zor yakalanan bütünselleşme fırsatları da bir bir elden kaçırılıyor. Böylece halkoyuna tutarlı mesajlar, çözüm önerileri ve yöntemler üretmek gitmenin ve yepyeni programlar sunularak yıllarca kaybedilmiş yitik puanları yeniden kazanmanın mantıksallığı da her seçimde çöküyor. Küçük olsun benim olsunlar la varılacak yeri hala öğrenemedi şu sol.

Yılların birikimi güvensizliğe karşın her koşulda destek veren kesimlerin, desteğini hala çekmeyenlerin, geniş kitlelerin sola ve sol partilere umutsuz baktığı dönemlerde umut olanların, siyasi kulvarda önü de hiçbir zaman açılmıyor, açılmalıdır. Yol yol erkan bilenlere bırakılmalıdır. Sorunları çözecek parti olmak demek motivasyonu eksik, ümitsizliğe düşen, kopan, ayrılan, dışlanan, pasif üyeliği benimseyen ve sessizliği seçenlerin söyleyeceklerine ayrımsız kulak kabartmak demektir. Yoksa sol yönetsel kadrolar sadece yaşananları izleyen ve yaklaşımları hiçleyen konumdan çıkarılmadıkça olmaz. Düz mantık, düz kontak sağdan sollamaların solu düzlüğe çıkarmayacağının da artık iyice anlaşılması gerekiyor.

Bu gün bütün yönetim makamlarının ve özelden genele siyasetin her alanının yeterlilik ve yetkinlik yitimi ile özdeşleştiği bir gerçek. Öncelikli sorun ideolojik kayma ise eğer tüm eksiklik ve tutarsızlıklar bir bir giderilmelidir. Değil ise yaşanan iç sorunları programsal eksiklere indirgemek ise kolaycılık ve girişim yanlışlığından başka bir şey değildir. Eğer sorun taban kayması ise yıllardır tabanın sesine kulağını tıkayanlara dönüp son kez bakmak gerekir. Teori değil belki ama pratik kökten yanlıştır.

Yol yordam bilenlerin sorumluluğu işte burada başlıyor. İstensin veya istenmesin, izinli veya izinsiz sol ilkelere dayalı pratiğin işlerlik kazandırılması yolculuğudur başlaması gereken...

29 Ocak 2015 Perşembe

M.EROL YAZILARI-1-




GEZİ MAĞDURLARINA TAPEGAZ…

‘Yalan ile divan kuranlar Kadısını kendi bulur…’

Zalimler zulümlerini yandaşları, askerleri, yağcıları, olmadan asla yapamazlar. Onlar herkesten şüphelenirler, gölgelerinden bile korkarlar. Doğru olsun yanlış olsun amaçları sadece rakiplerini imha etmektir.

Her şeyi bilen zalimler, bir şeyi bilmezler, sonlarının nasıl biteceğini. Aynaları onlara hep yalan söyler çünkü. Bilinçaltı eksikliklerini hep orantısız güç ile kapatırlar. Ama diktatörlerin sonunu da halk tayin eder. Günümüz diktatörlerinin sonunun ektiklerini biçmek olduğu gibi.

Günümüzde kasete Tape diyorlar. Modamız da artık tape oldu. Eski CD, kasetçalar günleri geride kaldı. Şarkılar çalınmıyor, klipler çekilmiyor, milletlin malını mülkünü çalanlar revaçta bugünlerde. Ne Unkapanı-kurtkapanı kaldı, ne de aylarca emek veren sanatçılar.

Herkesin elinde demolar, kaset yapacak firma bulamıyorlar. Tapecilerin ise yönetmenleri ve senaristleri hazır.

Büyüklerimiz dinleniyor, en tepedekinden bakanına, bürokratından iş adamına, sporcusundan basınına yavaş yavaş aşağıya doğru iniyor liste. Bari bu dinlenenler yani tapesi olanlar dinlenmeye gitse de biz de biraz rahat etsek.

Dürüst insanı, temiz toplumu mumla arar olduk. Ortalığı cıvıtmaya çalışıyorlar acaba benim de Tapem çıkar mı, yayınlanacak mı diye. Ne de çok insan batağa batmış. Anlı-şanlı beylerin günleri çalarak çırparak geçmiş. Çıkar çatışmaları gösterdi ki egemen güçlerin, yönetenlerin ne kadar çok pislikleri varmış.

Tapelerde yolsuzluk, hırsızlık, para, rant, kadın, altın, maden petrol, eğitim, spor ne ararsan var. Daha neler neler var. El bebek-gül bebek geçinemeyen bu beyler Tapelerini inkar etmiyor, hiç de yalanlamıyor. Herkes dinleyenin peşinde.

Toplum Tapecilere refleks koyduğu zaman ise anında yasaklar başlıyor. Taksim yasak, Gezi yasak, Tandoğan yasak, meydanlar yasak. 1 Mayısta, Gezi de haklı temelde yapılan eylemlerde halkın karşısına Tomalar, plastik mermiler, biber gazları en son Okmeydanı’nda gerçek mermi çıkıyor.

Gezi nedir sorusunun cevabı, şehir merkezlerini ele geçiren, rant elde etmeye çalışanlara yağmacılara halkın koyduğu tepkidir. Sistemi yönetenlerin bu tepkiye -aferin siz haklısınız- demesini beklemek en basit deyimle aptallık olur. Geziye katılanların, tamamına yakını yağmaya karşı çıkmışlardır. Yağmacılar bunu provoke ederek sulandırmaya çalışıyorlar. Halkı terörist ilan edip güçle bastırmaya çalıştılar.

Ekonominin temel parametresi arz-talep dengesidir. Tomaya, plastik mermiye, biber gazına talep olacak ki daha çok tüketilsin. Ne kadar çok eylem o kadar çok tüketim. Biber gazı sıkana prim veriyorlar mı bilmiyorum ama üretenleri biliyorum.

Yeni ürünler peşinde ne kadar üretim o kadar para, ölenler sakat kalanlar, gözleri çıkanlar, kırmızılı kadın, siyah çantalı kadın ve diğerleri kimin umurunda, ne fark eder. Onlar halktır en az üç çocuk yapsınlar yeter…

Bu ülkenin muhaliflerinin genel başkanı suçsuzları değil, suçluları yargılayacağım dese, meydanlara çıksa dese ki Tapem yok, Tomam yok, gazım yok, iktidara gelirsem bunları toptan imha edeceğim. Paralel devletim yok, HSYK’am, AYM’em yok, polisim, jandarmam yok dese ne olur. Çok şey olur. Dürüst temiz toplum dese elbette iyi olur. Bunları zaman zaman söylüyor aslında, esas problem halkın gözlerini kapatan perde nasıl aralanacak, halk gerçeklerle nasıl tanışacak.

Bunun için genel başkan önce partisinin kapısını sonuna kadar halka açacak ve partiyi yeniden dizayn edecek. Küçük olsun benim olsun mantığından vazgeçecek. Ana muhalefet öncelikle iç problemlerini çözerse iktidar olur. Ve ortalıkta ne paralel devlet kalır, ne yolsuzluk. Hala bu şans var. Bu şansı kullanamaz ise bu mazlum halk daha çok biber gazı yer, daha çok genç ölür ve daha çok Tape yayınlanır.

‘Gezi Mağdurlarına da Tapegaz…’
O İKİ KERE ÖLDÜ...

‘Senden sonra yaşayamam ölürüm.’diyordu madencinin karısı. Sen olmazsan da yaşayamaz madencinin karısı. Onlar ki yıldızları, gökyüzünü göremezler, yalnızlığa, kimsesizliğe, garibanlığa, yoksulluğa katlanabilir belki ama ya yokluğunun olması, elması bile deler gözyaşları.

 İki kişilik yaşar hayatı madencinin karısı. Madenciyle girer birlikte ocağa,ocağı kararır. Alın terini verir kuyulara, nefessiz kalır, ölümü taşır her gün ellerinde, umutlarını gömer karanlığın içerisine. Madenciyle birlikte çıkar karanlıktan aydınlığa yüzü aydınlanır. O günlükte olsa.

Hıçkıra hıçkıra ağlayan iki kadın gördüm. Niye ağlıyorsunuz diye sordum. Zor bela konuştular eşleri madenciydi. Ya aynısı eşlerinin başına gelirse. Ne dramdı her gün kara haber beklemek, aynı yoksulluk ve korkuyla yaşamak. Acılı adana kebap yemeye benzemiyor. Acı ağıtlar sarmış yüreklerini.

Harp yoktu, savaş yoktu ne yiğit insanlar kaldı yer altında. Diyorlar sayıları 301 KDV’si hariç. Bu kadar basit ve ucuz madencinin hayatı. Kayıtlı, kayıtsız ve yalnız.

Her soru yeni sorular getiriyor. Ölüm taşeronları, ölüm avuçlarında taşeronluk yapıyor patronlarına. Kar, para zenginlik umursamıyor vicdanları cebindeki  banknotlar utanırken  Mecidiye köyde 1trilyon 200 milyon liraya daire satıyor .Yalan bile bulamıyorlar. Trafo patladı diyorlar onlarda çok iyi biliyor ki lastik patlar, trafo patlamaz.

Hoca gönderiyorlar SOMA’ ya  ev ev dolaşıyorlar. Şehitlik bile onların tekelinde. Cenneti bile parsellemişler yer satıyorlar. Eğer ki bu şarlatanlarında elindeyse cennete girmek kendi adıma peşin konuşuyorum o cenneti reddediyorum. Ahvalim böyle biline.

SOMA öncesi TAKSİMİ emekçilerden koruyanlar 1 Mayıs kutlamasına engel olanlar ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Ama bir şeyi yapmıyorlar. Emekçilerin yaşam haklarını korumuyorlar, yer altında çalışanların, işçilerin, memurların, kısacası emekçilerin senede bir gün olan 1 Mayıs bayramına bile katlanamıyorlar. Alın Taksim ‘de sizin olsun yeter ki geri verin 301 emekçinin canını veremiyorsanız yerin dibine kadar girin bir daha çıkmayın.

Tekrar kulak verin madencinin karısının feryadına Sen olmazsan yaşayamam ölürüm diyor madencinin karısı; kocası, kardeşi, oğlu, babası bir kere öldü madencinin karısı hem de iki kere öldü...
HÜZÜN ‘DENİZ’LERİNDE BOĞULUYORUM…

Öyle bir asır, öyle bir devirdi ki günlerden 6 Mayıs hüzün çöktü üzerimize. Bütün cismimin yandığı gün, arşa çıktı feryadım. Yıllar birbirini kovaladı. Vebalini taşıyanlar öğrenemediler müptelası olduğumuz bilincini aldığımız devrimciliğin görkemini. Binlerce çektiğimiz cefa en çabuk gözyaşlarımızı kuruttu. Ancak dinmedi yürek sızılarımız.

Akıp giderken zaman, ömür defterimizin sayfaları azalırken, yandım düne, çok acıdım geçen günlere. Ölümün bir şekli de darağacında halkın mutluluğu için asılmaksa, boğulmaksa safa geldi, hoş geldi. Lodos çıkıp gemilerimizi vursa karaya ve ondan sonra hiçbir yolcu gelmese buraya o bizim denizimiz. Hırçınlığını uzun boyunu, dimdik duruşunu hafızamızdan silmeye yetmez sürgünler, işkenceler ve hapisler.

Beyaz bir güvercin uçarken barışa, özgürlüğe aslanlar gibi korkmadan sehpaya vuruyorsa Yusuf, cellâda ne gerek var. Bizim cellata ihtiyacımız yok. Mesele halk ise kendi ipimizi kendimiz çekeriz. Ve Hüseyin gibi inanırsan devrime korku girmez yüreğine.

Tek suçları halkı sevmekti onların. Onlar Türkiye’nin namusunu korudular ve bağımsızlığını istediler yalnızca. Amerikan askerlerini Kabataş’tan denize döken devrimciler, nereden bileceklerdi ki yerli işbirlikçilerin onları suçlayıp idam edeceklerini. Türk kadınının, kızının namuslarını korumak, Denizler için devrimci namus göreviydi. Onlar namusları korudular. Ama Namussuzlar namussuzca onları astılar.

Baki tuğ ve ali elverdi de öldüler. Tarihin çöp tenekesinde yerlerini aldılar. Denizler, Yusuflar, Hüseyinler yaşam sürdükçe, insanlık var oldukça yolumuza fener olmaya, bizi aydınlatmaya devam edecekler. Tarih bu görevi onlara vermiş bir kere.

Dert çekmeyen bilmez, acıların acısını. Yine her yanımı sardı hüzün. Hüzün Deniz’lerinde boğuluyorum…
SEVGİNİN DURAĞI SONDURAKTIR  BERKİN’LERE…

Ecel suçludur, vadesini kısaltmış Berkin’in her şeyden koptuk artık. Ağız tadıyla çalakalem iki satır bile yazamıyoruz. Milyonların vicdan muhasebesi yaparak attıkları naralar, haykırışlar karşısında aldırmayan, sevinen, servet koltuk birleşiminde oturuma ara vermeyen, zalimler yalakalar dalkavuklar var.

Sebepler yok olsun, yapnlar kahrolsun… “Gücüm yetmez, zalim oğlu zalime kolum nerden aldın sen bu zinciri…” demiş Mahzuni Şerif…

Gündelik yaşamın gelgitleri statik bir yaşamın parçası yaptı bizleri. Hayatın acıları dilimizi yaktı konuşamadık. Gördüklerimiz bir daha bakmamak üzere kör etti bizleri. Duyduklarımız yalan-gerçek karışımı olsa bile en yüksek sesin rezonansında sağır olduk. Uzaktan gösterdiklerinde ‘o ne mutlu adam’ dediler. Anladım ki;‘hayatta hiçbir şey gerektiğinden daha fazla gerekli değildir…

Vurdumduymazlık aynasına baktığımda acının sarkacı salınıp durur sensizliğin girdabında. Anlamsızlaşır şarkılar, belki rast, belki nihavent olursunuz ama mahur makamı (sonsuzluğun senfonisi) çalar sazlar. İşte o an bir yıldızın kaydığı, bir dostun sonsuzluğa yürüdüğü andır.

Film şeridi gibi akar hayat göz pınarları kurur. Şebboy çiçeklerine bir küfür savurursun dağ menekşelerine inat.

Dört yapraklı bir yonca gibidir yaşam. Bir an kadar kısa vahşi bir aslan alıp seni götürmüş ise avuçlarımdan sensizliğin serenatıdır bu akşam. Berduşluğumu yaşar yıldızlar, puştluğunu yapar gece ve yıldızlar bir bir kaybolurlar.

Tüm acı ağıtlar sarmışken dağlarımı, dizeler birleşip tutuşurken, mevsimler renk cümbüşüyle inerken evrene biliyorum alamadılar yağmuru unuttular. Acımasızlığa umutlar ağladı, umutlar vermeyi unuttular.

Hiçbir neden yoktu. Umutsuzca gözlerini duvara dikti. El salladı sanki son yolcu vapuruna. Martılar çığlık çığlığa uçtuğunda her şey çoktan bitmişti. Bu da yeri göğü var edenin en son yanlışıydı belki, kurşunlar da bahanesi…

İnsanlığın güçsüzlüğünün, acizliğinin son yansımasıydı. Büyüklüğünün yanında tarihsel hatasının farkında mıydı? Artık benim yürek yangınımın yargısında sanıktır. Öyle ince öyle hazin bir bestenin güftesi oldu bu ayrılık, bütün ayrılıklar gibi. Büyük usta Sinan’ın metris duruşu, yürekte haykırışıdır artık…

Dokuzu beş geçe vapuruna beş dakika gecikmiş isen, ‘giden otobüsün arkasından boş yere beklemişsen ne anlamı var’. Sonsuzluğa giden dostlar ile aramda ince bir yol çizilmişse o yol işte sevginin durağı, son duraktır.

Onlar da Berkin gibi yüreğimizde yaşayacaklar, onlar ancak bizi anlayacaklar…
VURUŞUYORLAR-BÖLÜŞÜYORLAR BABAM…

Zavallı halkımız umudunu lotoya, ganyana, iddiaya bağlamış girmiş kupon yatırma sırasına. Bilmiyorlar ki beyzadeler, yakınlar çok önceden çekmiş kurayı, paraları kasalara sığmıyor.

Rahmetli Mahsuni Şerif bir türküsünde “Soyulmadık derimiz kalmıştı, soyun babam soyun, meydan sizindir. Bugün sizin ama yarın bizimdir” demişti. Hiçte öyle olmadı. 40 yıldır bekliyorum halkın iktidarı kurulacak diye. Emekçi hakkını alacak diye. Yinede umudum bitmedi. Umudumuz bitmedi…    
                                                           
Bir mağdur edebiyatıdır gidiyor. Malı götürenler, boğazımızdaki son lokmayı da alanlar bir ağlıyor, bir gülüyor, bir ağlıyor. Somali diyor, Gazze diyor gariban halkımız acıyıp hem oy veriyor, hem para veriyor. Yetmez ama evet diyenlerle yoksulluğu, yolsuzluğu ve yasakları artırıp rekora gidiyor. Bu acıları bir şiir dindirir belki:

Aşık  Hüdai diyor;

 “Adam sandık ayı çıktı, mazlum sandık dayı çıktı.
  Ortaya bir sayı çıktı, ben bu denklemi çözemedim.”

Bu kavram kirliliğinde milletin anasını alıp, allayıp-pullayıp tekrar babasına satıyorlar. Kafaları karışık, alan –satan belli ama ya paralel devlet varsa, ya kumpas varsa. Non Lineer denklemler gibi kompleks gözüken problem aslında çok basit sormak lazım:

-Benim gibi bir emekçinin 200 yılda kazanamayacağı dokuz trilyon ayakkabı kutusunda ne arıyor? Bu para kimin parası?

-Şehirlerin merkezi, en güzel yerlerini kim parselliyor? Kimler evinden, yurdundan ediliyor?

-Gezi parkı’nda, Kızılay da Gündoğdu da, Mersinde, Eskişehir de ülkenin her yerinde ne oldu da bu halk dövülüyor, biber gazı yiyor, gözler kör edilip gençler öldürülüyor.

Daha binlerce soru sorulup cevap istenebilir ama cevabı halk ozanı Ali Kızıltuğ versin;

“Ankara da dörtyüz elli beşyüz  tosun, Hepsinin öyle olduğu kesin
 Bunlar neyi yer bir düşün, Bölüşüyorlar babam bölüşüyorlar.”

Bu halk talanı, yalanı hak etmiyor. Baksana hepsi kınalı kuzu gibi tribüne çıkmış; okulları, madenleri, ülkeyi parselleyenleri seyrediyor. Malı götürenler mal çok olunca anlaşamayıp aralarında kavga çıkınca hâkim-savcıda işin içinden çıkamıyor. Delile belgeye bakıyor çalmış, alabildiği kadar almış. Polis yakala-bırak, bırak-yakala ikileminde şaşırmış. Allahtan “Çarşı her şeye karşı.” Karşı yaka da var Allahtan…

Bende bir şubat akşamı kara kışında cebimde yaz güneşi, dudağımda uzun samsun, önümüzde yerel seçim süreci, köşe başında üç beş serseri sokak lambası, harfler ile barbut atıyorum.

Ve gelecek günler adına şimdi daha ne yalan söyleyecekler diye beyhude düşünüyorum…
HALKIMIZ ALIŞIYOR ALIŞMASINA DA BAŞKA ESENLER YOK…

1980 ‘den önce rahmetli Nadir Bayır, Mustafa Yumak ve Çetin Aksoy’un Belediye Başkanlıkları zamanında Dörtyol-Atışalanı arası minibüsle yolcu indir bindir dahil en fazla 10 dakikaydı. Şimdi ise sinir katsayımızın dayanma gücüne ve trafiğin tıkanma durumuna bağlı. Sen de bir saat ben diyeyim yarım saat nasıl olsa: 

-“Esenler Belediyesi çalışıyor, halkımız alışıyor”.

Alıştık gerçekten beton yığınlarına, çarpık yapılaşmaya hızımızı alamadık, parsel bırakmadık. Kemer mezarlığının yarısına bile bina diktik.

-“Dik dur eğilme bu millet seninle”!

Dere tepe düz gittik belki de az gittik, Havaalanı mahallesinden başladık, Oruç Reis, Tuna, Çifte Havuzlar yetmedi,  Yavuz Selim adına kentsel dönüşüm koyduk. Sıra Dört yolda,  Nene Hatun mahallesine geldik. Diğer ilçelerde rezidanslar var bizim neyimiz eksik. Tokimiz var belediye meclisi üyesi müteahhitlerimiz, Her ikisini olmaya heveslenen adaylarımız var.                                                              

Büyükşehir Belediyemiz var.

–“Büyükşehir çalışıyor, (Hedef 2053) Halkımız hep alışıyor.”

Otagarı, hızlı tramvayı Bedrettin Dalan yaptı, Alt yapıyı Nurettin Sözen yaptı bu da bişey mi bizde nüfusu katladık. Bununla birlikte çağ atladık. Belediye binamızı, Kaymakamlık konağımızı 20 yılda dünya rekoru kırarak inşaatına başladık, inşallah yakında açacağız. Müteahhitlerimizin uhrevi işlerine rağmen bu başarıyı gösterdik.

”  Ağzı olan konuşuyor, Halkım bu işlere alışıyor”.

Mevcut belediye binasını yıktık, Hasip Dinçsoy ilkokulunu yıktık peki  ne yaptık. Dört yolu trafiğe kapattık, Atatürk heykelini ucube  yapıp bir köşeye attık. Hedefimiz Esenler İbrahim Turhan Lisesini yıkmak olmalı, nasıl olsa bir ikincisini yapmadık.

“Mikrofonu kapan konuşuyor,  halkımız hep alışıyor”.

-İçimiz yanıyor, kent olamadık, kentlileşemedik, kentleşmeyi rantla karıştırdık.

Şuayip Vardar’la, Ünaldı Özsoy’u emekli ettik.  Bir Hasan Ayar kaldı. Dalyanlarla, Hoşmenlerle, Gürseslerle ev sahibiydik. İsmet Taşkın, Genç Ali Kaya, Emin Duman, Ali Halbiş, İbrahim Çağlayan, Sevdakar Demir ve niceleri geldi geçti. Hepsi bir hoş sada bıraktı. Demek ki: Bizler gibi Esenlerde yaşlanıyor. Ne diyelim artık.

 “Ceketin kolu yok, geçimin yolu yok”.

“Bu işlerin sonu yok…”

Esenlerin bir tarihçesi çıkartılır, umarım daha güvenilir daha yaşanabilir bir Esenler yaratılır. Eskiden gökte yıldızlarımız vardı. Şimdi ampullerimiz var eskiden Ferhat Paşa Çiftliğinden süt alırdık. Şimdi marketten süt alır olduk. Bu günkü fakirliğimize baktığımızda eskiden ne kadar zengin olduğumuzu anlıyorum. Daha yazacak çok şey var ama şimdilik bu kadarı yeterli.

“ İskele sancak buraya kadar ancak”…
ACININ TEBESSÜMÜ OLMAZ!

Düşünmenin değil Düşünmemenin serbest olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Hayal satmanın ise bir bedeli yok, bedava.

Sanırsınız her yer gül bahçesi, herkes mutlu afişlere, bilbordlara bakarsanız. Televizyonlarda, basında saadet zinciri ile birbirinize bağlanmış, titanistler, numaracı takımları aklanmış, paklanmış bir vaziyette; Ada, pafta, parsel, kentsel dönüşüm, ucuz ev, rantiye, şantiye yollarda zaptiye ile günler geçiyor.

Faşizmin resmisini bıraktık, sivili geldi. Sonuç değişmedi. Acılar acımasızca devam ediyor.

Azı dişlerinizle acıyı ezdiğinizde benlerin bensizliğini, biz olamamanın yalnızlığını yaşıyoruz. İnsan Kasapları dev adımlarıyla yürürken yollarda sessiz çoğunluğunu düşünceleri dört duvar arasında kaldı.

Umutlar başka bir bahara kaldı. Her acı başka başka ağıtlar yaktı. Anladık ki;

“ACININ TEBESSÜMÜ OLMAZ! “…

Cebimize girmeyen, giremeyen banknotların ayakkabı kutularında saklandığını gördükçe fakirliğin yoksulluğun yeni değil babadan kalan miras olduğunu görürsünüz. Dönüp te yüzümüze bakmaz, sanırsın varsılla kardeştir. Geceleri bile uykuları bölen ekmek savaşı, yaşamak savaşı, bölüşememenin adaletsizliğinde yokluğa ve yoksulluğa alıştırır. Birilerini yolsuzluğa alıştırdığı gibi.

Eşitlenirsiniz bir anda, binlerce milyonlarca insan. Emek zammının en yüksek faizin orantısında günde bir simit parası bile olmadığını görürsünüz. Emekçi, işçi emekli haydalayarak yapılara harç çekerken bu kıt akımla diyorum ki;

“Egemene bağış yapın”… 

“DOYUN BABAM DOYUN, NASIL OLSA BİR SÜRÜ KOYUN”…

 Zenginle yoksulun evrenin var oluşundan beri ortak olduğu yıldızlar, ay güneş, hava korkarım gelecekte yeni bir ayrışma sebebi olmaz. Çünkü ortak olabildiğimiz sadece bunlar kaldı elimizde.

Yollarımız ayrıldı polisimiz, savcımız, okullarımız ayrıldı. Paralel devletimiz var, iç – dış mihraklar var, trilyonlar, katrilyonlar kazananlar var.

”Delikanlılığa verin “ …

Uçak alıp satanlar var, sınıfta kalan insanlığımız var. Merhamet, vicdan fakirin hanesinde seyahat ederken 50 bine köpek alıp, satanlar var…

Öyleyse sormak lazım; değerimiz Kaç? Bizim…
AMALAR VE SAĞIRLAR ÇARŞISINDA AYNA SALLAMADAN…

Uzun bir süreden beri Esenler’de olmamama rağmen siyaseti ve Esenler’deki gelişmeleri Yerel Basın aracılığı ile çok yakından takip ediyorum.

Sözün özü, “kimse körler çarşısında ayna sallamasın, sağırlar çarşısında da gazel okumasın, akıl akıldan üstündür”  ve bizimde Esenler adına söyleyeceklerimiz,  ifade edeceğimiz gerçekler, iddiada bulunacağımız sosyo-siyasal birikimler var.

Ayrıca bizi bilenler bilir, biz de onları biliriz…

Esenler Yıllardır dışarıdan yönetiliyor 

Dört dönemdir AKP zihniyetinin yönettiği Esenlerde nefes alacağımız alanlar kalmadı. İlçenin toprakları parça parça satılarak, bir şekilde Esenlerin geleceği karartıldı, karartılıyor.

Burada üzerinde durulması gereken iki hassas konu var. Birincisi Belediye Başkanı ve Belediye Meclisi Üyelerinin çoğunluğunun Esenlerli olmayışı, Esenler dışından oluşudur. Yani Esenler Yıllardır dışarıdan yönetiliyor.

İkincisi ise mecliste yeterli ve aktif muhalefetin yapılamayışıdır. Belediye Meclisi üyelerini ki çok yakın tanıdıklarım da var içlerinde dikkatle izliyorum. Çok dertliler ve devamlı sayısal azlıktan, azınlıkta kalmaktan şikâyetçiler. Ama böyle bahanelere sığınmak ve beyanatlar vermek onlara hiç yakışmıyor.

Esenler’e Hiç Katkısı Olmayanlar Alkışlanır Olmuş.

Esenlerimize hiçbir katkı sunamayan bir zihniyeti alkışlayan kim olursa olsun aslında kınanır. Övünülen projelerin içinin boş çıktığı görüldüğü halde görmezden geliniyor. Bir kesime çıkar diğer tüm kesimlere zarar oluşturacak çalışmalar planlanıyor ve projelendiriliyor Esenlerde.

Esenler de iyi şeyler oluyor, yapılıyor diyenlerle ileride zarar gören bu halk, oturup hesaplaşacak böyle de bilinsin. Şimdi, beyan ve söylemleri tutarsız başkan ve belediye meclis üyelerinin, tavrı kesinlikle yerel seçimlere ayna tutacaktır. Çok iyi yönetiliyoruz mecliste çok iyi anlaşıp uzlaşıyoruz söylemleri ise bir safsatadır.

Ayrıca çağdaşlaşmanın ve modern kentleşmenin önündeki engelleri kaldırdık denilen kentsel dönüşüm uygulamaları da pekiyi gitmiyor. Ona rağmen Esenler’e hiç bir katkısı olmayanlar alkışlanır olmuş şu garip ilçede.

Şark Kurnazlığı İle Siyaset Yapılıyor.

Şark kurnazlığı ile siyaset yaparak Esenlerin kentleşmesini, gelişmesini, kentlinin kentine sahip çıkmasını önleyen bir tutum hiç yakışmaz yönetenlere. Belediye başkanı yapıyor ise eğer, bu da Siyasi etiğe de uymaz. Meclis üyelerine düşen bu gibi durumlarda gerektiği gibi muhalefet yapmaktır. Esenler’in eskilerine sorun anlatırlar, şehrin menfaati için parti menfaati asla gözetmedik derler.

Uzlaşmacı bir mantık çerçevesinde hareket ederek Esenlerin yok oluşunu görmezden gelmek, ideoloji sahibi olanlara hiç yakışmayan bir davranıştır. Çok ciddi sorunlarımız varken bu sorunlara elle tutulur gerçekçi hiçbir çözüm üretilmez iken ilkeli bir siyaset yönlendiremeyenler de seçimlerde sıfır çeker. Tüm siyasilere düşen Esenlerin bu yok edilişi karşısında yürekli bir duruş sergilemeleri gerekliliğidir.  

Büyükşehir Belediyesine, Bakanlıklara Havale Edilen Projelerle Olmaz Belediyecilik. 

Şimdi Esenlerde yapılanlara bir bakın hangisi yıllardır seçim bildirgelerinde yer almadı. Seçimlerde halkın yararına yüzlerce proje, hepsi de gerçekçi projeler sıralandı. Hangisi yapılabildi; hiç. Öyle büyükşehir belediyesine, bakanlıklara havale edilerek işin içinden sıyrılınacak projelerle olmaz belediyecilik.

Kimse tutup da aksini ispata çalışmasın, bizde biliriz az çok belediyeciliği. Yok derler ise önlerine yığınla proje koyarız. İlericilik ve yurtseverlik, çağın gerisinde kalarak ucuz ve suni gündemin peşine takılarak siyaset üretmek değildir.

Halkın yararına siyaset yapma biçimi ve belediyecilik bu günü değil geleceği görerek onlu yirmili yıllar sonrasının projeksiyonunu hazırlayıp yapma girişimlerinde bulunmak ve gerekli kaynaklarını da üretmektir.

Ben Bilirim, Biz Yaparız Mantığıyla 

Toplumu, halkı, sivil Örgütleri dikkate almadan, sorunlar çözülemez. Halk söz ve karar anlamında etkisiz kılındığında, Düşünce ve ideolojiden tavizler vermesi beklendiğinde sorunlar artar. Anlamak hiç de zor değil yaşanan budur Esenler’de.

Baştan savmacı ve hoşgörüsüzce” ben bilirim, biz yaparız” mantığıyla hareket edilmekte. Sanılmasın ki halk yapılanları görmeyecek, değerlendirmeyecek ve hesaba çekmeyecek. Yerelden genele seçimlerde halkın gerektiğince hesap soracağını da bilmek gerekir.

O yüzden görevlerini iyi ifa edemedikleri halde başka görevlere talip olma hevesi içinde Esenler’e, Esenlerin geleceğine yazık ediliyor.

Sizinde günü gelip önünüzün siyasi açıdan kesileceğini göremiyor musunuz? O gün gelmeden akılları başa devşirmek gerek…