12 Ocak 2017 Perşembe

REJİM TUTMAK, REJİMİ TUTMAK…

REJİM TUTMAK, REJİMİ TUTMAK…
 
Seçilmiş partili cumhurbaşkanlığı veya Başkanlık talebi, sistem veya rejim tartışmalarını da beraberinde getirdi. Sistem veya rejim kavramlarını öncelikle dil bilimciler sonra da siyaset bilimcileri iş işten geçince nasıl olsa irdeler. Mesele rejim ise eğer yeni tip model ve açılımları bellidir uyum sorunu yaşatır. Sistem Türk tipi başkanlık ise eğer istim üzerinde bekliyor millet, sabırsızlanıyor.
 
Kim ne derse desin sınırlar aşıldıkça, kurumlar aşındıkça, tüm aşırılıklar meşrulaşır. Ve dost düşman sınır içinde dışında, bulanık suyun içine düşer. Ve bu kaosta rejimin değişmesi için bir kısım siyasetçiler de aktif roller üstlenir. Yok, filan denilse de, hepsi bir kaç maddeden ibaret değerlendirilse de aslı otuz iki kısım tekmili birden rejim anında değişir.
 
Rejim tutmak ve rejimi tutmak konusunda sınırlar da aşılıyor gibi…
 
Rejim ile yemek arasında sıkı bir ilişki vardır. Yakın tarih politikacılarının biyografileri ister karşılama, ister ortalama, isterse uğurlama, yemeklerinde olsun veya son on yılların modası iftar sofraları olsun CIA şefleri ile aynı masa etrafında birlikte oturmadıktan sonra yazılamaz.  İçeri de dışarıda fark etmez, yemek yemektir. Oruç tutulsun tutulmasın hiç mühim değildir. Zaten çoğunluk seferidir. Ayrıca önemli davetlerde davetlilerin çoğu da gayrimüslimdir. Ver İftarı, efradın ve CIA şefleri ile masaya kurul. Hepten kurtul, çoluk çocuk, akraba talukat geleceğini kurtar. CIA başta ortaya karışık MOSSAD, KGB, M16, BND ve onlardan geri kalmayan safi ajan konsol kültür ataşelerini da kat, memleketi ateşe at. Serpme gizli servis ajanlarına karizmatik bir teşekkür yap, ama önce danışmanlara yazdır sonra yazılanı kameralara bağlat oku. Bağlantı kesiliverince de kız ve söv. Afiyet olsun.
 
Elbette yeni rejim yapmak zordur…
 
Hazirun yetmezmiş gibi yandaş, yamama dinci, sözde tam dinli imanlı gurka gazeteci ve tel cambazı televizyoncuları da birer ikişer masalara oturt. Oturt ki mübarek günler hürmetine üzerinde yaygara gargara yapmalarını sağlayacak projeleri canlı kanlı duysunlar. Niyet belli buyursunlar, seve seve sevsinler ve uydursunlar, cansiperane duyursunlar.
 
Rejim tutmak o masalar da daha zordur…
 
O tip masalarda rejim, diyet sınırını aşmamak da güçtür. Aşılır. Görüştüm görüldüm yemeğe gömüldüm, yersen tarzında yaklaşımlardır tutulan, tutunulan. Zaten yesen de yemezsen de adama bir güzel yedirirler. Hiç mi yemezsin babında o halde kızılcık şerbetimizden nasiplen diyerek adama şerbeti içirirler. Acayip bolluk vardır masalarda. Ye ye bitmez nimet. Masadakiler boşa gitmesin, masadakiler evlerine boş dönmesin diye yumulur şehla gözler. Masadakilerin gitmesine ramak kala cevaba cevaplar yetiştirilir. Ama sorular hep es geçilir, zamanı vardır her şeyin günü gelir yanıtlanır denilerek.
 
Ve gelir çatar rejimi de yutmak zamanı…
 
Yıkmak ve yutmak formüllü CIA ve diğer açık saçık gizli yaklaşımların tamamı bol ciltli yayınlara geçer.  Tüm dengeleri bozan tasfiyeyi hızlandıran yöntemler işte bu kör sıcak ortamlarda dillenir. Dillenmiştir. Her şeyi yemeklerde bulduklarına şüphe duyulmasın tarzında masalar şatafatlı hazırlanılır. Sanki alışlar satışlar, ticaret ihanet, ibadet isabet o karma masalı, masalsı ortamların ürünüdür.
 
Artık rejimi korumak çok zor…
 
Kılık kıyafetini her ortama uyduran ve oynayan bu istihbarat şefleriyle şiflenmek bazen referansı acayip güçlendirir. Bazen de tüm karizmayı yerle yeksan eder. Biyografiler de özellikle masa şefleriyle sıkı fıkılık, aldı satılık bir şeyler yoksa dolmaz. Aşı tutmaz. Masa şefleriyle masalar şereflendirilmedikçe hedefler şaşar. Oval ofise çıkışın çalımı, ters köşe yalımı o masalar da atılır. Din iman bahane, ver iftarı, ver sadakat yeminini oval ofis koltuğuna otur. Başta mesele budur. Yoksa oturturlar adam olan adamı kara taşlara. Sadakat sözünü yine yinelet, iç yemini oval ofis koltuğuna kurul. Sonra sunumu yorumu hani çoktan belli bolluk vakti. Nerede bolluk orada yokluk memleketinde iptali de var lakin zümre gerek.
 
Bu yoklukta rejimi elde tutmak zor…
 
Ödüllendirmek üzere bir yaşam için sınır sabır düzleminde dürüstlük ve düzenlilik esastır. Esasında din iman sömürüsünü yap yapabildiğince böl milleti.  Yeter izlenimi vermeden, perhizde sınır tanımadan her şeyi oburca götür.  Öyle iftar masaları kurulur ki gerçekten oruç tutanlar yiyemez, gizli servis masa şefleri tıka basa şişinir ve dahi rejim perhizini bozar cinsinden.  Sonra, sonrası malum tek kişilik makam edebiyatı. Sınır tanımaz yakın zaman politikacılarının politikalarına bakıldığında görülen odur ki biyografileri asla kolayca yazılmaz. Yazılamayacak.
 
Rejim bozmak gerçekten zor…

OCAK2017-1

DOST MECLISI KURULDU

Büyük Millet Meclisi öyle bir meclis ki bir devlet kurmuş ve milletine en layık yönetim şekli cumhuriyeti ilan etmiş. Öyle başka meclislere hiç benzemez Kurucu Meclis. Meclis gibi meclistir.

Dünyada ilktir, tektir ve şimdiye kadar da asla yıkılamayandır…

Dost meclisi de öyle bir meclis ki yalanı olmayan, dostluktan şüphesi olunmayan, gerçek duygularla yüklü bir meclistir. Öyle herkes giremez ve yeryüzündeki temsili meclislerin de hiç birine benzemez.

İlk ve tektir, asıldır ve asla yıkılmayandır…

Yaş aldıkça yıllanmış şarap gibi demlenen, demlendikçe dinlenen, dinlendikçe olgunlaşan dostluklarla kurulur dost meclisi. Meclisi de, dost meclisini de kıymetlendiren her türlü şart ve koşullarda yaşanmışlıklardır.

Mecliste asla kolay kolay unutulmayan, yakalanmaz dostluklar vardır, bir ömre bedel. O yüzden dost meclisinden sayılanların başına hiçbir kötülük gelmesin istenir, dualar edilir.

Öyle anlar olur ki her türlü sıkıntı bir yana bırakılır geçen yıllar tekrar tekrar gözden geçirilir. Tatlı bir muhasebe için de saatler az gelir, artılar eksiler değerlendirilir. Ve gerçeğe ulaşılır.

Gerçekte gelecek yaşam bir avuç arsızın elinde şekillenirken, dayatılan hayat şekil şemal sıkıntısını her saniye hissettirirken her şey bir kenara atılır bazen.

Dost meclisi kurulur Dost Meclisine sığınılır.

Şimdilerde Büyük Millet Meclis artık iş başındadır. Kendine göre kanunları vardır. Bu kanunlar yetmez ise tasarı halinde yenileri konuşulur görüşülür. Yeni yol güzergâhı çizilir. Veya eskiler yeniler harmanlanır yeni nesillere yol gösterilir. Hayat örneklenir. Sözde yenilenme insana huzur getirir. İnsana güç gelir, kuvvet gelir mutluluk verir. Sonra gülünür eğlenilir mutlu olunur.

Hayattan başkaca beklentimiz nedir ki güzellikleri yakalamak, biriktirmek, birikenleri de geleceğe aktarmak. Ama olmuyor nedense, olmuyor.

İşin sonu Dost meclisinde başka, Büyük Millet Meclisinde bambaşka görünüyor. Sanki başka bir yerlere gidiyor, gidiyoruz.


Dost meclisleri üzülür, düşmanlar güler, dostlar böyle derde gülünür mü…

9 Ocak 2017 Pazartesi

SOLCU MÜSLÜMAN, MÜSLÜMAN SOLCU…

SOLCU MÜSLÜMAN, MÜSLÜMAN SOLCU…

Şu yüzde doksandokuz buçuğu Müslüman memlekette kendilerini has Müslüman sayan Müslümanlar hep sağcı olur. Yani kendini dini bütün Müslüman, sünnet ehli var sayan her kim varsa ömrü boyunca sadece sağa bağlanır, sağa tapınır. Dinciliğin layığı sağdıra inanırlar, Hayırlısı budura iman ederler. Bu cenahta Solcu Müslüman, Müslüman solcu asla kabul görmez. Asla kabullenilmez. Satanı şeylası bellidir ama Sol her dem şeytani sayılır.

Oysa mahşeri kalabalıkta kimin defteri kebiri veya sicili sağdan verilecek, kimin ki soldan açılacak bilinmez. Eğrisi doğrusu biline biline hep yanlışta ısrar edilir. Ettirilir veya. Ama su akar yolunu bulur. Ayrıca sular yükselince balıklar karıncaları yer. Çekilince de karıncalar balıkları. Çekirgeler de şarkılarını söyler. Yani kimin kimi yiyeceği iki cihanda da hiç belli değildir. O yüzden medcezire dikkat etmek gerekir. Lakin edilmez.

Şu yüzde 99 buçuğu Müslüman fakir memlekette kendilerini has Müslüman gören Müslümanlar, İktidar medcezirler yaşadığında, saltanat göz göre göre sallandığında bile kendilerini en yakın gördüğü sağa çeker, yaslar, yamar, yine sağı seçerler. Sadece bir kez olsun hataya düşmek kabilinden olsa bile sola geçit verilmez. Müslümanlar diğer İslam ülkelerinde solcu olabilirler veya solu destekleyebilir, ne günahtır ne büyük suçtur. Ama şu dini en alasından yaşadığı iddia edilen, yarı buçuk kutuplu fakir ülkede bu aşı tutmaz. İslamcı siyasiler ve siyasal İslamcılar daima her koşulda sağdan beslenir, sağı besler. Radikal Türkçülük ile bile asla sorun yaşamazlar. Gün gelir ayni safta birleşirler. Birleştirilirler. Onlar için tek sorun sadece Türk Solu, en başlıca tehlike ise Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Çepni, Arap, Urum, Acem fark etmez tüm solculardır.

Asla dinle bağdaşmayan din kisvesi altında mayalanan, dayatılan kültürel ve ahlaksal dürtüler uyanınca sola düşmanlık inancın temel ilkesi sayılır. Neredeyse İslam’ın temel ilkeleri sola düşmanlıkta birleşir. Müslüman sol, solcu Müslüman asla olmaz yalanı savruldukça savrulur. Ve şiddetle savunulur.  Meşhur laf bellidir; Müslümandan solcu olmaz, solcu Müslüman olamaz, solcunun dini olmaz. Kafirdir küffardır hepisi. Ama diğer dinlerden, mezheplerden, insan tanrılı dinlerden,  hatta ateistlerden bile sağcı olabilir. Sağcıysalar mutlak eyidirler, kızıllardan, solaklardan evladırlar. Eğer sağcılık Müslümanlık gerektiriyorsa bu nasıl bir tezattır, nasıl bir tesettürdür. Ki dünya âlem ahengi hiç bozulmaz. Pekiştirilir.

Her bunalımda, her sıkışıldığında; ”Müslüman mahallesi'nde salyangoz satılmaz, bu ülkenin yüzde 99 buçuğu Müslümandır” teranesi tekerlenir. Geniş İslam coğrafyasına, coğrafyanın bölgesel resmine hiç bakılmaz. Coğrafyada en zengininden en hırpanisine İslamcı milletler emperyal güçlerin, büyük sermayenin yani resmen Hristiyanlığın güdümünde. Bölgede neredeyse ‘bedavacı bedevi’ pozisyonunda taşeronluk yapılıyor. Oysa Müslümanlar kula kulluk etmez, kimsenin önünde eğilmez. Ayrıca tüm bu sağcı Müslüman geleneğin doğru dürüst bir emperyalizm kapitalizm tanımı bile yok. Varsa da vahşi sömürücü dünya düzenine muhalefet yok. Uydu konumunda yapılanlar dine uyduruluyor sadece. Şimdinin posta koymaları şaşırtmaca ve aldatmaca düzeyinde yalnızca. Ancak yıkılması mubah görülen rejim süresince bir rahatlık var. Rejimin yıkılması sonrasında kan ve vahşet. Haksızlığa mücadele yok doğru dürüst bir isyan yok. Yoklar meclisinde ağırlanıyor saf ve has sayılmış Müslümanlar.

Tüm paylaşım savaşlarının tamamının Müslüman ülkelerin öz varlıklarının talanı üzerine programlandığını gören yok. Hatta açıkça çaplı çapsız Antikapitalist antiemperyalist, antikomünist, antifaşist olmak da yok. On yıllardır ver siyonizmi al siyonizmi babında göstermelik Filistin, Gazze, batı Şeria restleşmesi. O da Siyonizm’in güdümündeki büyük sermayenin izni kadar.  Ezrael Museviliğine açılan kapsamlı bir direnç yok, hatta sık aralıklarla yakınlaşmalar söz konusu. Yani yok oğlu yok. Ama şu yüzde doksan dokuz buçuğu Müslüman ülkede sola ezeli bir düşmanlık var. Her şeyin baş suçlusu solcular.

İstiklalin temel idesi “…ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!...” olduğu halde “Hür yaşam ve tam bağımsız memleket” hedefi ve özlemini yakın tarih sahnesine sürekli devrim yolundaki solcuların koyduğu unutulur ve unutturulur. Genç yaşlı, kadın erkek yurtsever ve vatanseverlerin tamamı solcu yaftasında dinsiz ve düşman görülür. Aklı rehin alınmış Müslümanlardan kimse çıkıp da sola düşmanlığının nedenini hiç sorgulamaz. Sadece açık veya gizli düşmanlaşır.  Sağa yatkınlığının nedeni nedir onu da hiç sormaz ve araştırmaz. Sanki olağanı böyleymiş ve sanki ilahi emir buyrukmuşçasına sağa uysallaşılır.  Sola ise canavarlaşılır. Artık yapay dini derinlik kimin tekelinde ve kontrolünde ise bu tip Müslümanların eliyle islam coğrafyası bölgesel yıkımlar yaşayacak kıvama getirilir. Kanla kıvamlandırılır.

Kendilerini şu yüzde 99 buçuğu Müslüman memlekette has Müslüman gören ve sayan güruh sağın tüm suçlarını, günahlarını ve yanlışlarını da sola yükler. Oysa dibe gömülmekten kurtuluşun ve tam bağımsızlığa ulaşmanın yolu Müslüman da solcu olabilir veya en radikal solcu da Müslüman olabilir çizgisidir. Çünkü kabul edilir veya edilmez ama gerçeği öyledir, İslam'a en yatkın ideoloji tüm sol ideolojilerdir.

Kısa zamanda şu yüzde doksan dokuz buçuk bakalım kendine gelecek mi. Göreceğiz. Eğer gelmezse de getirilirler. Kendilerini has Müslüman sayan solu hep düşman gören ve hep sağcı olan Müslümanlara ezcümle;


“On yıllardır din iman adına yaptığın yanlıştan dön. Dön etrafına bir bak ve din kardeşlerine reva görülenleri gör. Gördüklerini Allah’ın doksan dokuz adıyla oku. Yarı buçuk kutbun dışına çık oku. Oku ama doğru dosdoğru oku…”

6 Ocak 2017 Cuma

TÜRK İSLAM SENTEZİ VE ÜLKÜSÜ…

TÜRK İSLAM SENTEZİ VE ÜLKÜSÜ…
 
Herkesçe bilinen yakın tarih gerçekliğidir; sol ideoloji, partileri ve fraksiyonları 12 Eylül faşist darbesinden sonra acımasızca kesintiye uğratıldı. Faşist sistem tarafından sadece bir ideolojinin önü açıldı. Bu çok uluslu egemen güçlerin, büyük sermayenin istediği ve yerli işbirlikçi faşist güçlerin sentezlediği yeni tür bir kurgu ideoloji idi. Topluma Türk ve İslam temelinde buluşulan bu sentez zerk edildi. Alt yapısı da hazır olduğundan kısa sürede yaygınlaştırıldı, Türk İslam sentezi…
 
Faşist darbe sonrası iktidara getirilenler daima Türk İslam sentezinin temsilcileri olduğunu dile getirdiler. Özellikle darbe öncesi dört eğilim bazında ayrışanlardan seçilmişler Hem Türk hem İslam paydasında buluştular. Eğilimleri Türk İslam sentezi çatısında birleştirenler ve bu sentez paylaşımında öncü olanlar zamanla yanlışlarından döndüler en değme demokrat kesildiler ama fatura ülkenin fakir halkına çıktı. Yoksul ve dışarıda tutulan toplum kesimleri on yıllar içinde yavaş yavaş dincileşti, dincileştirildi.
 
Soldaki tüm ideolojik örgütlenmeler ve solun fraksiyonel yaygınlaşması dergiler çevresinde olur, olmuştur. Dergisel bütünleşme ve ayrışmalar da eylemsel boyutta ideolojiyi keskinleştirmiştir. Özellikle mevcut demokrasilerin dar geldiği ilerici devrimci muhalefetin sokağa indiği dönemi hazırlayan işte bu dergisel yoğunlaşma ve yaygınlaşmadır. Elbette sol sadece dergi bazında kalmayıp solun diğer işlevselliğini ve devrimci yolunu da gerçekleştirmiştir.
 
12 Eylül 80 faşist darbesinden hemen sonra bıçak gibi kesildi denilen tırnak içinde “anarşik olaylar” aslında bir anlamda bu dergiler etrafındaki birlikteliğin, bütünleşmenin faşist güçlerce yok edilmesidir. Yoz ağızlardaki o sözde dinginlik dergiler çerçevesinde büyüyen sol siyasetin, legal aktif temsilcilerinin tümüyle ve illegal boyutta açığa düşürülenlerin tamamının suç işleyip işlemediğine bakılmaksızın toplanmasıyla sağlanmıştır. Solun sempatizanlarına kadar inilmiş kadro bırakılmamıştır dışarıda. Resmen zabıt kolluk güçlerinin baskısı ve zulmüyle solun ideolojik derinliği de, kadrosal birikimi de acımasızca tırpanlamıştır. Dolaplar da raflarda sol kaynak, kaynak kitap bırakılmamış yakıp yıkılmıştır. Faşizan yöntemlerle tüm sol fraksiyon dergiler kapatılmış, devrimci yurtsever insanlar yok edilmiş, kaybedilmiş, katledilmiş veya içeride iğrenç işkencelere tabii tutularak susturulmuştur.
 
Yakın tarih Faşizminin 12 Martta ve 12 Eylülde Solu tırpanladığı acı gerçeğini, Türk İslam Sentezi doğrultusunda eğitilmişler, semirtilmişler ile on yıllarca televizyon ve internet siyasetiyle beslenmişler asla anlayamaz…
 
Ama resmen böyle olmuştur. Faşist darbeci cuntanın onayında, kumandasında ve uzantısında kıytırık faşist dönem anayasası ve sözde seçimlerle iktidarı ele geçirip ülkeyi yönlendirenler bu kurgu ideolojiyi Türk İslam sentezini pompaladıkça pompaladılar. Bir şey daha oldu. O bir şey ki memleketi bu günlere getirdi.
 
Hemen darbe sonrasında bu gün ülke yönetenlerin dergileri mantar gibi çoğaldı ve serbestçe ortalığa sürüldü. Faşist darbenin nedense hemen hiç dokunmadığı ne kadar hayata dinsel gözlüklerle bakan, mevcut cumhuriyet rejimine takan, eli kalem tutan veya tutturulan varsa bu mantar dergiler çerçevesinde birleşti. Ve sözde dini içerikli özde bambaşka bu dergiler Türk İslam Sentezi doğrultusunda memleketin çocuklarını ve gençlerini birebir kuşattılar. Lafta dini duayenler bu besleme dergiler kanalıyla her alana her saf beyne sızdılar. Çok uzun yıllar tırnak içinde idealist dini bir uyanışı inceden inceye vurguladılar. Kendilerine sentezlenmiş bir felsefeyle zaten zemin hazırlanmıştı. Onlarda hazır ortamdan faydalanarak toplumun en ücrasına kadar sızdılar.
 
Öyle ki yeri ve zamanı geldiğinde Allah’tan korkmadan altın gümüş oluklardan Türk İslam Sentezine uydurulmuş oluk oluk sahte kurgu din akıttılar. Geçmişle desteksiz, sağlam ayaksız köprüler kurup, kof hurafe öğütlerden esinlenilmişçesine akıllara Fetih ve fethet duygusu işlediler. Dava Cumhuriyeti yıkma gerekçeleri ve girişimleri ile oluştu, dergiler çerçevesindekiler şahadet noktasına şerbetlendi,  sonucu dini zaferlerle perçinlemeye meyilli bir güruh yaratıldı.
 
Gittikçe kutsal kitaptan uzaklaşan, uzaklaştıkça da sayıları günden güne artan lafta dinci mevcut dergilerin iktidarına, özendirdikleri dinde reform ve dini hayat rönesansına sorgu sualsiz kapılanıldı. Hareket dini bir iktidar ve dini bir toplum yaratma amacına doğru büyüyüp geliştikçe kendi içinde çatışan tüm güçler aniden birleşti. İşte Türk İslam Sentezi ilk sendelemesini o zaman yaşadı. Ve cemaatlerle dergâhlarla, yurt içinden yurt dışına din simsarları ile birlikte yürünecek bir siyasal sürece geçiş sağlandı.  Bu süreç dergi boyutunu, dergisel birlikteliği çoktan aşıp Allah vergisi sayılan milleti hoş tutan yeteneklerle de birleşince güzergah değişti. Sentez umulmadık ama egemen güçlerce yıllar evvelinden bilinen noktaya evrildi. Bu bambaşka yanlışları da uyanışları da tetikledi.
 
Tünelin ucundaki ölgün ışık görüldüğünde, kararmış zihinlerde ampul yandığında dergiler de, ideolojileri de, politika teknolojileri de, dinci siyaset yönetimleri de değişti, değiştirildi, gömlekler çıkarıldı. Dergicilik te, Türk İslam sentezi de unutuldu. Millet on yıllarca uyutuldu…
 
Dinci siyasal gelişim kendi Ceolarını yarattı ama ulusalcıların tavrı ve Ulus devlet anlayışı düşman kimliklerde buluşmayı her daim engelledi. Yani yıllarca dikte edilenin bambaşka bir din ve on yıllardır şu fakir ülkenin başına bela olan sentezin de adının Türk İslam olmasının dışında bu topraklara uymadığının altı durmaksızın çizildi. Cumhuriyet rejimine karşı oluşun, milletin mevcut rejime karşıtlığının ve düşmanlaşmasının temelinde de bu uydurma sentezin yattığı iyice belirginleşti. Kim ne derse desin Türk İslam Sentezi ve Ülküsü çöktü…
 
Ancak değişmeyen tek bir şey vardır şimdi de o yaşanıyor. Temel ideolojisi ne olursa olsun inançlar dağılıp, ülkü de kaybedilince aynı merkezde buluşulur. Aslında bu ortaklık her ideoloji için, hatta her öteki karşıt ideolojiler içinde kayba dönüşür. Yani ideolojisiz ideologlar ortalığı kasıp kavururken başka sentezler bulunamaz. Bulunsa da işin içinden sıyrılmak zorlaşır. Kara kaba yöntemlerle solu sağı, doğusu batısı,  kuzeyi güneyi, yöresi bölgesi, belgesi yetkisi, dini imanı birbirine karışır.
 
İşte Türk İslam sentezinin de Türk İslam ahlakı ülküsünün de on küsur yıllık bu süreçte resmen çöktüğü ortaya çıkmıştır. Din, tin, mezhep esaretinde asla insanlıkla bağdaşmayan bir bağnazlık ve adanmışlık da çözülmeye başlamıştır. Çöküşler milletin gözü önünde tescillendikçe, çözülmüşlüğü gören ve çözümsüzlüğü yaşayan Türk İslam sentezi asli unsurlarına sarılmıştır. İşte son günlerde söz konusu edilenler, komisyonlarda yapılanlar ve meclise taşınanlar sürgün öncesi son çırpınışlardır. Zoraki kurulmaya çalışılan İslamcı ve Türkçü ittifak köprü öncesi son çıkıştır.
 
On yıllardır toplumda solcusu solcu değil, milliyetçisi milliyetçi değil yargısı oluşturan mevcut sistemin çizdiği memleket manzarası ortada. Mecliste ve halkoyunda sonuç istenilenin aksine seyrederse veya millet son hamlesinde dincisi dinci değil, Müslüman'ı da Müslüman değil noktasına evrilirse Türk İslam sentezi tarihin tozlu sayfalarına gömülür.
 
Çok yakında mıdır, evet. Ayrıca iyi de olur…

3 Ocak 2017 Salı

ŞAH MAT…

ŞAH MAT…
 
Memleket neredeyse iki mars bir düz yenilgi aşamasında. Kardeşin kardeşe zulmüyle parçalanan bölge şah mata ramak günler yaşıyor. Yetmezmiş gibi çokuluslu terör kapı içeri sızmış, paralı gurka dinci teröristleri kullanarak şu fakir millete kan kusturuyor. Memleket bir labirente girmiş, âlemin derdi başka, sözde din âlimi ulemasının bambaşka. Filhakika fetva fetbazlığı peşinde koşturuyorlar. Düne kadar akıl ve zekâ gerektiren bir strateji oyunu sayılan satranç birden suç ve günah kapsamına devşirildi. Satranç dini açıdan tavladan da beter lanse edildi. Satranca cezayı kesen bu devşirme ulemalar yarın tavlaya da aynı faturayı çıkarabilir.
 
Satranç ve tavla şu fakir memleket evladının başına ne mene bir belaymış meğer…
 
Aslında sarıklı, şalvarlı ve cüppeli ulemaların dinsel mucizeleri yaşamın ayrıntılarında gizli. Şakası şukası bir yana öğreticiler de. Gerçi günde bir kere olsun doğru ve olumlu bir şey göstermeyerek, söyleyemeyerek gündeme gelseler de bir şeylerin hakkınca öğrenilmesine de katkıları olmuyor değil. Belki de yıllarca satranç ve tavla oynayanlar, bu oyunların gelmiş geçmişini bilmiyorlardı. Gelmişi geçmişi bir yana bu kadar önemsenmiyordu. Hatta kumardan bile sayılmıyordu. Tahta zemin üzerinde bir strateji oyunu, bir tür akıl yarıştırılan soğuk savaş olarak değerlendiriliyorlardı.
 
Büyük sermaye destekli kanlı geçişlerin, kanlı savaşların güdümlendiği günlerde satranç ve tavlanın sevenine sevmeyenine, günahtır diyenine veya hadi oradan diyenine küçük bir katkı güncellemek şart. Neden ise şu ukela ulemalar en yüce dini misket akıllarıyla kullanırken ve her şeye bir bedel ödeneceğini sallarken hiç düşünmezler. Çünkü düşünce sanatını geliştiren bu oyunları bilmezler. Bilseler de akılları yetmediğinden günah menziline çekip oynamazlar, oynayamazlar.
 
Gittikçe ağırlaşan şartlar ve insana reva görülen bunca vahşi olaylar ortalığı kasıp kavururken, ortaya kimi etkilerse etkilesin biz işimize bakarız tarzı benzer ucubelikleri sıralamak ayıp kaçabilir. Gerçekten de ayıp. Ayrıca Dünya onlar için sadece kurguladıkları suni din çerçevesinde dönüyor sanki. Yine de dini çerçevede yaratılan her düzmece sorun ve yapay problem kendi içinde yeni fırsatları gizler.
 
Elbette tarihe mal olmuş anılar çok önemlidir ve değerlidir. Çünkü anılar kendi içinde sonsuz umut saklar. Lakin bu softi dengesizler yüzünden umutlar da çökmek üzere. Belki bilmeden yapılan hatalar, yanlışlıklar, yanılmadır diyerek affedilebilir. Ama gündeme gelmek ve gündemi değiştirmek maksatlı bilerek yapılan hatalar ve yanıltmalar günahtır ve ihanettir. Allah affetsin.
 
Ortalık ateşten deniz, içine düşen yanıyor şah mata ramak kalmış, memleket rejim derdine düşmüş neredeyse iki mars bir düz, dere tepe düz gidiyor; en değerli konu satranç ve tavla. Olsun bakalım…
 
Biriktirip biriktirip salvolanan her abuk sabukluğa, resmen deliliğe hiç araştırmadan din gereğidir sayıp inanmak satranç tahtasında şah oldurmaz, vezir oldurmaz. Hele temelsiz asılsız dinci hamlelerin bu yüce dinle ilgi ve alakasını kurmak hangi stratejinin ürünüdür enikonu bakmak irdelemek gerekir. Ama bu sapıtmada satranç ve tavla bilmeyişin de payı olduğu muhakkak.
 
Tarihte şah, padişah, sultan, kral, kraliçe oyunu olarak geçen satranç Piramitlerdeki kabartmalara göre ilk Mısır’da oynanmış. Yani dört bin yıl evveline dair bulgular var. Yine Çin’de, Mezopotamya’da ve Anadolu’da oynandığı da tarihi bilgiler içinde. Ancak satrancın Hindistan’da, şaturanga isimli oyundan geliştiği söylentisi daha yaygın. İlk yazılı belgeler zaten Hindistan’dan kalma. Satranç sonra İran’a, oradan Araplara, Endülüslüler sayesinde de İspanya üzerinden Avrupa’ya kadar da yayılmış.
 
Tavlanın bulunmasına da neden olan satrancın İran’a geçiş hikâyesi şöyle;
 
“ Hint imparatoru Pers İmparatoru’na bin yıllar önce bir satranç tahtası, simgesel taşları ile birlikte bir de mektup göndermiş. Mektupta ‘Kim daha çok düşünür, kim daha çok bilir, kim daha ileriye gidiyorsa ve görüyorsa o kazanır. İşte hayat budur.’ yazıyormuş.
 
Pers İmparatoru baş vezirini çağırır şu oyunu çalış, çöz ve karşılık olarak başka esaslı bir oyun bul emri vermiş. Emir demiri keser, Vezir haftalarca satrancın taşlarının her hareketini izlemiş, hamleleri zihninde canlandırmış ve oyunu çözmüş.
 
Aydınlatılan temel stratejiye göre satranç yarısı siyah, yarısı beyaz renkli 64 kare üzerinde oynanıyormuş. Taraflar beyaz ve siyah 16 taş ile oyuna başlıyor ve bir seferde bir hamle yaparak birbirlerini deviriyorlarmış. Tarafların karşılıklı dizilen bir şah, bir vezir, iki kale, iki fil, iki at ve sekiz piyonları varmış. Oyunun amacı karşı tarafın şahını almakmış. Diğer taşlar bir yana şahı kapan mat eder yani oyunu kazanırmış.
 
Pers İmparatoru’nun baş veziri satrancı çözdükten sonrasında haftalarca, aylarca çalışarak tavlayı icat etmiş.Vezir tavlayı hayattan ilham alarak tasarlamış. Aslında zamanın birliğini vurguluyormuş. Karşılıklı altışar iç kapı ayları temsil ediyormuş. Yine karşılıklı on beş ak ve on beş kara pul, karşılıklı on beş gece ve on beş gündüzü simgeliyormuş.  Karşılıklı on ikişer kapı ise günün yirmi dört saat olduğunu kanıtlıyormuş. Ve tavla o gün bu gün dünyanın her yöresinde hala en etkileyici biçimde bilimi öne çıkaran ve zamana direnişi öğütleyen bir oyun olarak oynanıyor.
 
Pers İmparatoru vezirin icadı tavlayı yanında bir mektup ile beraber Hint imparatoruna göndermiş. Mektupta; ‘Kim ki daha çok düşünüyor, kim ki daha çok biliyor, kim ki daha ileriyi görüyor ve kim ki daima ileri gidiyorsa o kazanır. Ama biraz şans gerekir. Hayat işte budur.’ yazar.”
 
Aslında hayat macerası Denizin dibindeki istiridye içinden inciler dermektir. Külliyen kusurlu ve yanlışları bol öğütler, hele hele dini nasihatlar verileceğine yaşanmışlıklardan doğru sonuçlar çıkarmaktır maharet. Düşmanlık gütmek yerine, dinci düşmanlık güdümlemek yerine bir tutam sevgi ve insanlık gerekir ve yeter.
 
Bunca gürültü ve patırtının ortasında eksik fazla hayata değer katan ne varsa onlarla uğraşmak ve çatışmak değildir ulemalık. İnsan zekâsı ürünü, bilgelik sürümü binlerce yıllık kazanımlara akıldışı kurguyla karşı çıkmak gerçek dini ve gerçek hayatı yeterince bilmemektir. Zaten şu bilgisizlik deryasında hayatı isim cisim boyutunda yaşamak hem çok çok önemli değil hem de büyük kayıp değildir. Asıl büyük kayıp yaşarken ölmektir. Hayatı canlı cenaze sürmektir.
 
Bunca afra tafraya, şu yüce dine mal edilen, binlerce din dışı safsataya karşın sır doğrusunu bilmek ve sabırdadır. Sonu esenlik belki ama sabrın da bir sonu vardır. Cübbeli satranç peçeli tavla geliştirilemeyeceğine göre bu devşirme âlimi ulemalar millete daha binlerce uydurma deneyim yaşatacak demektir.
 
Ama hala umut var, son bir umut. Son bir umudun var olduğuna inanmak var…

2 Ocak 2017 Pazartesi

PARALI GURKA DİNCİLER…


PARALI GURKA DİNCİLER…

İnsanlık tarihinde insanlığı paralayan böylesi dehşetengiz bir dincilik görülmemiştir kesinlikle. Ve bu yüce dine de asla yakışmamaktadır dini siyasete, siyasete dini bulaştıran görüntüler. Veya pek az görülmüş, görülür görülmez de icabına bakılmıştır. Ancak son yıllarda cephe genişleyip, sınırlar akıl dışı genişletildiğinden dur durak biraz zor olacak gibi…

Çünkü son yıllarda resmen tüm Tek Tanrılı dinlere takıntılı bir güruh yetiştirildi. Varsa yoksa benim dinim, bizim dinsel doğrularımız kapsamında bir dini bilinç kurgulandı. Öyle ki din açlığı çeken yığınlara kendi dini içindeki dincilere bile iflah olmaz düşmanlık hisseden bir din anlayışı benimsetildi. Dinsel erozyona açık yörelerde bölgelerde ise din dayanaklı isyanlar körüklendi.

Hal böyleyken on yıllardır birileri çıkıp da dinimize imanımıza söven, kutsalımıza dokunan, canımıza malımıza kastedenler her kimse Müslüman olsalar bari diyemedi. Bu nasıl Müslümanlıktır diyerek çıkışamadı. Hatta meydan resmen paralı gurka dincilere ve onların yaydığı kurgu dine bırakıldı. Belki de din tüccarlarının ve para baronlarının işine geldi bu durum. Kurgu dinin kurgu dincileri, din kurgulu siyasetin siyasetçileri ve emperyal destekleyicileri büyük olasılıkla işlerin bu hale geleceğini en baştan biliyorlardı.

Önceden biliniyordu veya bilinmiyordu ama sonuçta sınırlar dışında yaşananlar içeriye sıçradı.  İçeri sızan veya hazır kıta bekleyen yıllarca beslenenparalı gurka dinci örgüt mensuplarınca dinci anarşi hortladı, hortlatıldı. Koca yıl sürdü. Hatta yeni yılın ilk saatlerini bile boş geçmedi bu besleme paralı gurka dinci güruh. Şu güzel memlekette daha çok acılar çektirileceğinin sinyali verildi.

Ortalığı kan gölüne çeviren bu paralı gurka dinci terör örgütlerini ve paralı kukla teröristleri besle kargayı oysun gözünü emsali peydahlayanlar öncelikle parayı basanlar sonra da paralı gurka dincilerdir. Hatta devleti idareyle mükellef kılınanlar bile zamanlı zamansız bu paralı gurka dincilerin sapkın yolunda gitmeyi, kendileri gitmeseler de toplumca gidilmesi gerektiğini teşvik etmişlerdir. Anarşizmin çapının genişledikçe genişlediği görüldüğü halde din gurkalarını desteklemişlerdir.

Yani on yıllardır ihtirası tepe yapmış hâkim gücün güdümünde yüce din, paralı gurka dincilerin ve özellikle devşirme paralı gurka dincilerin akla ziyan fetvalarıyla bozuldu. Çıkış yolu aranmadı hiç. Yıllar içinde dine verilen zarar görüldü ve lafta onarılmaya çalışıldı. Ancak olması gereken din budur, böyleydi böyledir tarzında çarpıtmalarla bu günün dinci anarşistleri çoktan eğitilmişti.
Ayrıca dine yakın geniş halk yığınları bu devşirme paralı gurka dincilerin, büyük din âlimleri olduğu zikredilerek resmen kandırıldı. Zilliyetine bakılmadan, art niyetlilik fark edilmeden, er veya dişi ağlama duvarını kullanabilen, kurgu dinde uzmanlaştırılmış bu devşirme paralı gurka dinciler ve yerli yamakları memleketi kuşattı. Dört bir yanda emperyal dünyanın çıkarları doğrultusunda, egemen sermayenin finansıyla dini konferanslar veriyorlar, bu amaçla kurulmuş yazılı medyada makaleler yazıyorlar, yandaş görsel medyada özel programlara çıkartılıyorlardı. Kalın ciltli kitaplar bastırıyorlar ve bedavaya her önüne çıkana dağıtıyorlardı. Apaçık kurmaca bir din satıyorlardı.

En acısı emperyalizmin uşağı,  kapitalist sistemin paralı kuklası, bu devşirme paralı gurka dincilerin ve yerli paralı gurka dincilerin uydurduğu din, gerçek din budur namına toplumun kılcal damarlarına dek zerk edildi. Masum insanlar kurgu dinle resmen zehirlendi.

Din adına zehirleme operasyonları ardı sıra sürerken kimseler bu devşirme paralı gurka dinciler kimdir, neyin nesidir sormadı. Sormak isteyenlerin de önü kesildi sordurulmadı. Bu devşirme daltabanları kimseler yargılayamadı. Oysa devşirilmiş paralı gurka dincilerin açık seçik kime hizmetçilik ettikleri apaçıktı. Bu açık seçik durum bile görmezden gelindi.

Daha neler neler görmezden gelindi. Devşirme paralı gurka dincilerin tamamına yakını iki isimli ve iki soy isimliydi. Yani bu din paralayıcılar yerine göre bir yerli ve bir de ecnebi isim ve soyadı kullanıyorlardı. Bunların hepsine tıpkı basım yüceden yüce bir tılsım değmiş, değer değmez de değerlenmişler ve anında safi sufi,  dişi erkek pufidik dinci kesilmişlerdi. Lafta öyle sevilmişlerdi ki hangi milletten oldukları hiç önemsenmiyor, milletten sanılıyorlar, daha doğrusu ümmetten sayılıyorlardı.

Şu fakir memlekette yıllarca gerçek dinin kalesi o misyon bu misyon tarafından yıkılmamıştı. Ancak ayni misyonun paralı gurka devşirme dinci seyyahları, misyonerleri sayesinde tuğla tuğla sökülerek hırpalanıyordu. Gizli amaç önce cumhuriyete endeksli dini gelişmişliği geriletmek sonra da ulus devleti yıpratmaktı aslında.

O yüzden bu devşirme paralı gurka dinci misyonerler her sohbetlerinde fırsat yaratıp ulus devlete çakıp çakıştırıyordu. Hâkim irade destekli bu çapsız çıkışı da masum inananları aldatmak için yaymaya çalıştıkları kurgu dinin uydurma prensiplerine bağlıyorlardı. Ulus devlete yönelik haksız yakıştırmalarla taraftar keskinleştiriyorlardı. Yani kurgu dini de yedeğe alarak böl parçala yönet yöntemi işletiliyordu.

Mistik gelenek repertuarı yüklenip görücüye çıkan bu paralı devşirme gurka dinciler şıpsevdi misali ilahi aşka gark olur olmaz anında din değiştirdiklerinden dem vurarak izleyenleri de alnından vuruyorlardı. Yalandan gözyaşı sağanaklı bu ulvi hidayete ermek faslından sonra ise hissettirmeden özlerine dönüp gâvurlaşıyorlardı. Ama adı sohbet özü toplu hipnoz olan, din motifli Avrupai tarzlı bu şölenlerde kimse perdenin arkasını göremiyordu, tehlikeyi sezemiyordu. Gerçi bir sorgulama arzusu da yoktu. Kutsal tastan, altın kaptan beslenmişlik gereği marş, bayrak, toprak, sınır tanımaz bir dini pencere ayarlanıyordu. Rüzgâra sırtını verenler dünya dinlerinin hepsine düşmanlaştırılıyordu. Tüm katıksız saflaşmalar din ve ahlak dışına taşıyordu. Ve bu nasıl biçim bir hidayete ermişlik, hidayet bulmuşluk araştırmadan illüzyona kapılanlar, cehalet derecesinde diyet ödemeye koşullandırılıyor ve cihata heveslendiriliyordu.

Paralı gurka devşirme dinciler sözde bu güzel dinin tüm güzelliğini dünyaya anlatıyorlardı. Ama tek dünya tanıyorlardı para dünyası ve paraya tapıyorlardı. Şu fakir memleket ve memleketin din fakiri garipleri de bila bedel onlara hizmet ediyorlar ve neredeyse tapınıyorlardı. Her kuytuda, köşede, köşe başında mantar gibi biten ve ortalığa ulu orta serpiştirilen bu devşirme paralı gurka din parlatıcılarının, bu hep çift isimli şarlatanların, yanardöner hizmetçiler sınıfından pespayelerin maskesini düşürmeye kimseler yeltenmedi. Batı Dünyası bu tür, türdeş tehditleri, boş zırvaları sınırları dışında tutarken, resmen bâtıla kapı aralayan üçüncü dünya ülkelerinde ise emperyal sömürünün esenliği için devşirme paralı gurka dinciler kullanılıyordu. Ayrıca içten dışa din odaklı batı düşmanlığı körükleniyordu, fişekleniyordu. Düşülen kuyu öyle karanlıktı ki bilimsel düşünce ve çağdaş yaşam şeytani boyuta çekiliyor, resmen şeytanı gösteriliyordu.

Bu yerli ve yabancı ismi birlikte kullanan paralı gurka devşirme din bezirgânları ve yerli işbirlikçileri ümmetçilik bazında arabesk bir modele köleliği on yıllarca cilaladılar.

Nedendir, nedeni hangi ilahi güçtür anlaşılmaz biçimde bu dine geçen paralı gurka dinciler, devşirme dinciler anlaşılmaz derecede anında âlim kesilip yerli ulemaları bile hizaya çekiyorlardı. Hem de paralı gurka dincilere bile din dersi veriyorlardı. Kimse çıkıp muhterem sen kimsin, neyin nesi kimin fesisin sormuyor bu devşirme emperyal paralı gurka dincilerin plastik din satma eylemine çanak tutuyordu. Sanki bu sarık altına gizlenmiş, örtü altına saklanmış gözü de gönlü de doymaz güdüklere, sahte güler yüzü zübüklere kalmıştı yüce din. Bozuldukça bozuldu.Ve devşirme dinciliğe sığınıldı. Din tabanlı yaratılan boşlukta kıvranan millet hâkim dini düşünceye ve kurgusal iradeye boyun eğdi ve biat etti. Öyle ki hayatı din odaklı gören millet himmetten vaz geçti ve kime olduğunu unutarak bilmeden resmen ümmetleşti.

Dinin izahı izanı on yıllarca paralı gurka dincilere ve devşirme paralı gurka dincilere kaldığından kıble şaştı. Bu çağda dinsel kargaşa ve mezhep kavgaları başlatıldı. Ve kardeşler coğrafyası bu kıble şaşkınlığı yüzünden kana bulandı. Kini bu topraklara yayan, devletleri bu aşamaya getiren bu devşirme paralı gurka dinciler ve onların yetiştirdiği yerli yabancı paralı gurka dinci terörist örgütler kana doymadı. Bu bereketli topraklar her dinden misyonerlerin cirit oynadığı, ortalığı karıştırdığı, teröre zemin hazırlayacak kaos planladığı, krizler projelendirip proglamladığı bir cehenneme döndürüldü.

Şimdi böylesine feci bir atmosferin oluşmasında direkt pay sahibi olan paralı gurka devşirme dincilere, çift isimli, çift soy isimli soysuzlara terör ve din adına tavsiyeler vermek, reçete önermek düşmez de kalmaz da. Lakin meydan yine onlara bırakılmış gibi.

Gün ortalığı kasıp kavuran kıyametler kopartan bu paralı gurka dincilerin dinden bertaraf edilmesi günleridir…

1 Ocak 2017 Pazar

SUÇLU VE SORUMLU; SÖZDE VE SAHTE AYDINLARDIR…

SUÇLU VE SORUMLU; SÖZDE VE SAHTE AYDINLARDIR…
 
Yeni yılın başladığı ilk saatlerde, yılın ilk günü ilk yazısı terör yazgısıyla netleşti. Kör olasıca kara yazgı gerçekleşti. Ve eğlence mahallesini de teslim aldı terör. Yeni yılın ilk sabahında memleketin çoğunluğunca kanıksanan bir durumla uğraşıyoruz yine. Makaraya çok önceden inceden inceye sarılmış filmler devam ediyor. Makinist uyuyor, koltuklardakiler, localar kompartımanlar uyuyor, ahali yalandan ah vah içinde seyrediyor…
 
Şimdi her şey olup bittikten sonra suçlu aramaya, sorumlu aramaya başlanır. Bu sahte çabaya hiç te gerek yok. Hiç lüzum yok çünkü en baştan en dibe mesuliyet sahipleri bestbelli.  Kim ne derse desin adres bellidir; sözde ve sahte aydınlardır suçlu ve sorumlu olan. Maddi manevi münevver sayılan sahtekârlar ve onları ruşen sayanlardır mücrim…
 
Şu fakir memlekette on yıllardır toplumsal dizaynın virtüözü sayılan sözde ve sahte aydınlar bir daha ay aynı yerden doğmayacakmışçasına, güneş tersten doğacak itikadıyla tam karanlığa gömüldüler. Resmen aydın aymazlığına tutuldular, karanlık çağları övdüler, öğütlediler. Aydın aymazlığı denilip geçilemez öyle beter bir olgudur ki bu hastalık, üst akıl karanlığında hayal bile edilemeyecek yoz yobaz oluşumlara hizmet eder. Bu başkalaşım bambaşka hayranlıkları da besler. Eğer bu aymazlığın önü alınmaz ise veya bu sözde ve sahte aydınlar kendilerine gelmezse yaratılan hor hayranlıkların dozu arttıkça artar. Ve sonuçta tertiplenen hayranlıkların harı, dozu, pozu, kozu ve hazzı medyalaştırılıp, metalaştırılır. Her yurtsal değerin özü de boşaltılınca kuzu kuzu izlenilen ve hiç de alışık olunmayan vedalaşmalar rütunlaşır. Rotayı ayarlayanlar bir yana, politik sürece ritmi ayarlayanlar ise daima sözde ve sahte aydınlardır.
 
Böyle giderse eğer şu topraklarda özgür kalmak veya özgürleşmek daha çok aranır, tam demokrasi de hayal olur. Memleket resmen teröre emanet kalır. Ve her önüne gelen ne günlere kaldık sorusunu sorar. Yanıtları biline biline işgüzarlık ve ivecenlikle sorulur. Yalandan soranlar ve yarım ağız yanıtlayanlardır aslında olayların bütününe neden olanlar. Sözde aydınlar ve sahtekâr aydın kesimi ile onların her türden yönetsel platformda yücelttikleridir bu vahşetengiz gelişmelerin mucidi. Yani uluorta ortada ortodoks gözlüklerle ve sahte softa münevver kimliği ile dolaşanlardır günahkârlar.
 
İzlemesine, inlemesine, dinlemesine kör baktıkça, bakıldıkça memleketin portresi keskin ve kesik çizgilerle daha çok çizilir. Dini perspektifte çoğaltılan tipik kara yobaz gerekler ve gerekçeler ile yaşam yolları kısaltılır. Öyle bir kısastır ki memlekete yaşatılan an gelir bu uydurma gerekler ve gerekçeleri sunan şaklaban aydınların da, akillerin de önü arkası tıkanır.
 
O tıkanıklıkta birilerinin ünü memleket sınırlarını da aşar. Aşar açmasına da incelikle hesaplananlar tutmaz. Bu geçici hayranlık gemiyi Denizi ummanda gün olur karaya oturtur. Sivri kayalara çarpar gemi ve batma tehlikesiyle karşı karşıya kalınır. İşte gün o gündür, daha beter günlerinde başlangıcıdır.  
 
On yıllardır bilinen hainlik ve hinlik bezeli senaryolarla siyasal kimliklerin kamusal alanda ipleri eline geçirmesini yüzyılın devrimi olarak kutsayan sözde sahte aydınların suçudur, külliyen sorumluluğudur yeni yılın ilk saatlerinde başa gelen. Ve dahi maazallah gelebilecekler.  Günah bu sözde aydın aymazlığı ile topluma ayar çekenlerindir. Aymazlığın sapkınlık derecesine vardırılarak memleketi bin yılların karanlığına ampul yakıldığına inandırmaktır. Her türden her telden aykırılığı ve muhalifliği katli vacip sayılması gerektiği noktasına çekmektir günahkarlığın ağa babası. Durduk yerde memleket için üç beş milyonluk potansiyel tehlike yaratanlarındır vebal.                        
 
Yeni yılın ilk saatlerinde yaşanmak zorunda kalınan şiddet bu yıl için ilktir lakin son olmayacağının da açık seçik göstergesidir. Öyle resmi ağızlardan bildik açıklamalarla geçiştirilmeyecek kadar derin, çözülemeyecek kadar büyüktür mesele. Aslında ağızların değişmesini şartlayan günlere gelinmiştir. Başka arayışlar, kapıkullarınca kulplandırılan yasal gayrı yasal başkancı yöntemler de dibe vurmuştur resmen. Maalesef eksik kalan modernleşme ile hesaplaşma derdindekiler sözde sahte aydın mucitler ve dinci muhafazakâr politikacıların açtığı kanaldan memleketi dünyadan kopartıyorlar.
 
Düşünüp taşınıp üretilen kavram kargaşası ve anlam çatışmasıyla karanlığın evrimleşmesine yardım edildi ediliyor hala. İşte bu ziftli karanlığa kapı aralayan dinsel ve siyasal destekli yalaka yardımseverler, sosyosiyasal aktörler ile trolleri ve onları her dara düştüklerinde koruyup kollayan sözde ve sahte aydınlardır suçlu ve sorumlular. Aydın aymazlığı ve kafa karıştırıcı yaramazlığı yapanlarındır günahın büyüğü. Şu fakir memleketin geleceğine uyduruk akılla fal açanlardır her kötülüğün faili.
 
On yıllardır sahte ve sözde görüntüler bağlamında ne kadar unsur, öğe ve eleman varsa işte onlar sayesinde dinsel şekilcilik üzerine oturtulmuş bir değerlilik modalaştırıldı.  Dinsel ve tinsel değer yüklemesi ile gerçek anlayış ve arzular gizlendi. Memlekete büyük travmalar yaratacak bir dünya düzenine keşik verildi. Sosyal yaşamda çağdışı tersine dönüş, yüzlerce yıl geriye gidiş memleketin bileşenlerine göre renklenme ve zerk edilene göre zevklenme gösterildi. Yıkımsal faaliyetlerin her çeşidi yeniden inşacı ve tarihi keşif olarak sunuldu. Saraydan kalma ve kalıcılığı haklı olarak örselenmiş ne kadar uydurma adet ve kurgu görenek varsa siyasal ve kültürel yaşama monte edildi.
 
İşte bu montaj aydın aymazlığı içinde kıvranan sözde ve sahte aydınlar tarafından on yıllardır makul gösterildi. Devrin değişmesini ve gelişimi sağlayan macun sayıldı. Tarih canavarını uyandırıcı ne kadar kasvetli ve karanlık olay varsa bir bir aklandı ve yaygınlaştırıldı. Yayık ve susak ağızlılar resmen azgınlaştırıldı. Ve kısa zamanda terör, terörist, zalim, katil, suçlu, günahkâr, sorumlu, mücrim, kusurlu, dinci, rejim düşmanlığı, töhmet vb. kelimelerin içini dolduran bir sona taşındı memleket. Sonuç, yeni yılın ilk gününde ilk saatlerinde vahşet.
 
Sesi hayli uzaktan gelen yıkım ve yangın memleketi dört bir yandan kuşatınca, milyonlarca koluyla sarınca her yerden fırlarlar bu fırıldak, dönek, sahte ve sözde aydınlar. Neticede hiç sorumlukları yokmuşçasına yıkıcı, yakıcı, yok edici memleket meselelerine kaymaz doğrularla değil aymazlık derecesinde sapkın fikirlerle eğilen, maddi dürtülerle hayata yön tayin eden, eğime kot veren sosyal ilimci-bilimci pozunda yine ahkâm keserler. Bayat bilirkişi gözüyle bakarlar her meseleye ve beyanat üstüne beyanat verirler. Memlekette sanki daha iyi yönetecek mi var sorusuyla başlarlar hikâyeye. Hayal ile hayat birbirini tutmadığında, meydan kendini bilmezlere kalacağından ki kaldı yönetecek daha iyisi mi var yalanı ve yalancılarınındır tüm suç. Aydın kavramının içini boşalttıkça boşaltan, aydın olmanın gereği sapmaz ve kaymazlığını sekterleyen, neredeyse hiç eden bu sözde ve sahte aydınlar ile Politika ve politika patentlilerin mevcut iktidarından memnun olanlar bir kenara onların tam yol ileri sürdüğü politika patentlilerindir tüm kabahat.
 
Ve bir gün mutlaka suçlu ayağa kalk denilecek günler de gelecektir elbet…

31 Aralık 2016 Cumartesi

ÇOKBİLMİŞLERİN YILI; 2017…

ÇOKBİLMİŞLERİN YILI; 2017…
 
Yıl içinde gün güne yaptığımız gibi her yılsonunda da her attığımız adımın muhasebesini yaparız. Çokbilmişler bizi hazretlerden ne İsa'ya ne Musa'ya yaranabildi ne de Muhammed'e görürler ve söylerler ama işin aslı hiç de öyle değil. Çıkan bilançoya göre öyle olmadığımızı biliyor, görüyor ve inanıyoruz. Ayrıca kime ne…
 
Çokbilmişler için yarın 2017. Bize göre 2016 bitiyor, iyi ki de bitiyor. Gerçi 2016’nın gelişi 2015’ten belliydi. 2017'de yaşanacaklar ise 2016'dan belli. Belki de daha beter bir yıl bekliyor şu fakir memleketi. Çünkü ileri gittik diye sevine şişine daha da geriledik sanki. Daha da gerileyeceğiz galiba. Yani hepten gerici bir evrilme yaşıyor evren.
 
Zalim 2016'nın şu son günleri karakış burnunun ucunu şöyle bir gösterdi, memlekette elektrik yok, doğalgaz var ama tek başına işe yaramıyor. Buz kesti haneler. On yıllar öncesine döndü memleket. Üstelik ince ince bir kar yağıyor fakirlerin üstüne…
 
Onca gün, koca yıl yazdık çizdik karaladık okuyan yok. En söylenmezleri bile söyledikçe söyledik duyan yok. Yine de yılmadan sürdüreceğiz bu kara sevdayı. Geçen yıllarda özellikle yılsonunda yeni yıla iyi dilekler yolladık hepsi boşa gitti. Elbette 2016'nın bu son gününde iyi temennilerde bulunmak istiyor insan.
 
Ancak yeter artık diyeceğiz…
 
Ve alışılageldik yılsonu yeni yıl başlangıcı temennilerinde bulunmayacağız. Bu yılsonunda 2017 adına tüm iyi dileklerimizi saklı tutuyoruz. Ne olacaksa olsun, 2016’dan daha beter olacak değil ya diyerek susacağız. Belki ileriki yıllara da taşabilir bu kesin kararlılığımız. Barış, huzur, mutluluk vesaire kim kime ne dilerse dilesin. Biz dilemeyeceğiz. Dilemeyeceğiz çünkü 2017 daha girmeden hükmünü aynen sürdüreceğini gösterdi bile. Bile bile lades de bir yere kadar.
 
Kötü fena geçeceği şimdiden besbelli 2017'de azgın kullara yaranmak yerine, Yaradan’a sığınıp mücadeleye devam edeceğiz…
 
Demek ki bize yine protest nostalji kasetleri dinlemek düşecek. Dinleyeceğiz ve protest olacağız. Aklı sıra milletle kaset saranlara inat ilahi formatında şiirler ve şarkılara mesafeli duracağız. O formata âşık olanlar devam etsinler keyiflerine. Biz keyfekeder konuları irdeleyeceğiz. Kapkara gecelerin kimin suratına çatlatacağını bekleyeceğiz. Hiç belli olmaz ışık canavarı yine çetinceviz geceleri yuttum sanacak, kanacak ve yanılacak. Çokbilmişler yanılacak, biz yanacaksak eğer yanacağız. Dayanırız dayanacağız. Harcamak ve harcanmak üzere kurgulanacaksa bu yeni yıl kurulsun varsın. Biz de protestolarla harmanlanırız…
 
Madem yeni yıl için iyi dilekte bulunmayacağız o halde boş geçmeyelim şu son dakikaları. Yıllardır dini bir gelenekmiş ve marifetmiş gibi sokaklarda sahnelenen bir oyuna dokunalım. Yalandan yaranmak yerine de Yaradan’a sığınıp gerçeklere odaklanalım…                        
 
Öyle veya böyle geçip giden elli küsur yıla bakıyoruz da ortak bir kader paylaşıyoruz sanki bu hasretlerle. İsa, Musa, Muhammed ve diğerleri onca özveriye karşılık yaranamadı gitti şu sıradan insanlara. Yaranamadılar sadece yaralandılar. Biz kimiz ki ‘Bir Garip Bencileyin’ yaranacağız sıradanlara.
 
Hepsi bir yana biri var ki kurtaramadı yakasını şu sıradanlardan…
 
Her yeni yıl öncesi şu rabıtasız memlekette İsa’ya reva görülenlere ne demeli. Hazretin öldürülüp öldürülmediği bile muamma. Son kez dünyaya dönüp dönmeyeceği açık seçik. Ama Müslüm'ü gayrimüslimi onu yeryüzüne indirme gayretinde. Çoluk çocuğa karıştıranlar bile var. Binbir türlü ihanetler, safsatalar bir yanda, diğer yanda gencecik kızlar dünyadan elini eteğini çekmişler yolunu gözlüyorlar.
 
Dini bilmez değiliz, kitabını da yazacağız yakında. Ancak dini hakkınca bilmeyenlerden de Yaradan’a sığınıp dosdoğruları sıralarız…
 
Kendini yirmi beş bin hazrete inanan son kitap ehlinden sayanlar ve büyüğe Muhammet, ortancaya İsa, küçüğüne Musa ismini Ezan ile birlikte evladının kulağına fısıldayanlar ne oluyor topunuza. Her yeni yıl arifesi tırnak içinde yılbaşı veya noelde elde icraata uydurulmuş metinler bu yola dökülmeler de neyin nesi. Kimin nesi kimin fesi, neyin aklı kimin nefesi. Kutsal metnin dışında sözler aranarak Hazretin 2017 yıl önceki doğumuna, ‘Olduran ve Doğurtan’ gücün hikmetine suistimaller ne için. Resmen doğduğuna pişman ettiler hazreti ve 2017 yıldır da sürüyor yanlış üstüne yanlış.
 
İster doğumu olsun ister olmasın ki yılsonu ile yılbaşı Hazretin doğumu değil aslında ama her sene sergilenen bu parodi hangi dinin değme versiyonu. Birbirinden ıstıraplı, acı içinde geçen yılı neşeyle, gülerek, eğlenerek uğurlamayı günah saymak ise mesele bir nebze anlaşılabilir. Yine de şahsa ve vicdana özel bir konudur kimseyi de ırgalamaz. Yok, senede bir gün olsun eğlenmek gülmek ve neşelenmek karşıtlığı değilse asıl mesele işte bu anlaşılmaz. Anlatılamaz, maazallah daha da ayıp ve daha da günah sanki.  
 
Ey çokbilmiş muhteremler şu fakir memlekette zaten din adına yığınla çözülmemiş karşılıklar var. Çözülecek gibi de görünmüyor zaten. Her şey karman çorman edilmiş, Yaradan’ın istediklerini yayma görevi yüzünden çarmıha dahi gerilmiş Hazreti sıradanlaştırmak peşine düşülüyor. Bu kimsenin dini tekelinde değil ve olamaz da. Sanki koca Hazret sıradan kullardan daha yakın değil ‘Rahman ve Rahim Olana’.  Çokbilmişler ölçmüşler biçmişler mesafeyi çıkmışlar meydana.
 
Yahu, bu dini ne bilmezliktir, ne aymazlıktır, bu ne gaflettir diyen gerçek bir din adamı çıkmıyor şu yoksul memlekette. Son kutsal kitapta defaatle adı geçer bir hazrettir, her yılbaşı öncesi ve sonrası son dinin mensupları olarak İsa'nın doğum günü kutlamak günahtır demekte günahtır diyemiyor maalesef.                       
 
Gerçi bir doğum günü kutlaması değil fındık fıstık çerez ile süslenen bir yılsonu müsameresi bir seramoni ama çokbilmişlerin işine böyle geliyor. Diyelim ki öyle olsun, doğum günü olsun değil mi ki bu hazret seçilmiş kuldur, sıradanların anlayamayacağı ve hayal bile edemeyeceği uzak ara değerlidir. Tanrı katında müstesna yeri vardır. Yanlışa gitmez mi doğum gününde hazreti yaralamak.
 
Ayrıca dünyada var olan din zaten Onun yaymaya çalıştığı din değil, değildir. Ömrü de vefa etmemiştir görevini sonlandırmaya. Evet, kitabı tahrif edilmiş, dini de bozulmuştur. Öyle olmasa zaten son din de olmazdı. O halde Hazrete bu sahte ve softa düşmanlık nedir, niyedir. Son dine mensup olmak Hazretin doğduğu gün ise eğer yılın son gününde onu hayırla, vefa ile anmaya engel midir?

Madem eğlence ıvır zıvır istenmiyor Hazreti son dinin dini motiflerine uygun yöntemlerle dua ile hu ile Yaradan’a secde sonrası yakarışla yad etmek neden akla gelmez, getirilmez. Huşu içinde böylesi bir divanelik gerçekleştirilir ise günah bunun neresinde. Kim diyebilir ki hazretleri sevmek ve anmak günah. Bu günah tacirliği kime ne fayda sağlar. Ayrıca kimden yetki alınmıştır kim yetkilendirmiştir bu zatları. Günah saptayıcıları olarak her yılsonu niye sokağa dökülür bu zevat. Zaten kayıt altında değil mi her şey. Bu kayıtları aklı sıra sıfırlamak, tersine döndürmek kimsenin haddine değil. Ayrıca sıradan veya sıra dışı sayılan kulların vazifesi de değil. Hele büyük hesap günü hazretin doğum gününe karşı durmak, ona buna çatmak ve çıkışmak günahtan sayılırsa ki muhtemeldir vay haline o çokbilmişlerin.
 
Bu cevabı zor suallere Allah, din, kitap diyen ellere dillere yaranmak yerine önce Yaradan’a sonra son kitabına sığınırız ve…                       
 
Ve kahır yüklü geçen 2016'nın bu son gününde Hazretlerden ne İsa'ya ne Musa'ya yaranmak değil derdimiz, Muhammed zaten bizim. Takıntımız her dinde var olan din ve dincilik adına ortaya çıkanlara ve yapılan zulümler serisinedir.
 
2017 yılı işte bu çokbilmişlerin yılı olmaya namzet. Biz de yeni yılda o namı değer çokbilmişlerin hali nedir, necedir, nereyedir izlemeyi sürdüreceğiz.
 
O kadar…