1 Ağustos 2015 Cumartesi

BU GÜNDEN TEZİ YOK, BARIŞ ŞART…

ANILARDAN


ANILARDAN






BU GÜNDEN TEZİ YOK, BARIŞ ŞART…

Uzağı yakın, yakını uzak görmek ile başlar her şey ve kan gövdeyi götürür. Öncesinde sonrasında kendini beğenmeler yoğunlaştıkça, şartı şurtu dillendirerek iyice yalnızlaşılır ve hiç gereksiz yalnızlaşıldıkça vahşi ortaklar çoğalır. Ve iç dış koalisyonlar kurulur barış kökten zedelenir.

Barış zedelenince savaş çığlıkları çınlar üslerden, üstlerden. Ve gökyüzü, yeryüzü savaşlarına gönüllüler sıraya girer. Maviliğin atlas perdesine duygularını sarıp sarıp barış çubuğu tüttüren barışçıl öksürüklüler ise bu kaosta ilk nasiplenenlerdir. İltifatlara iltimaslara boyun eğmeyen ve kendi benliğinde barıştan başka arkadaş bulundurmayanlar aykırılık reçinesine düşürülürler. Savaş hevesi bulaştıkça bulaşır herkese.

O bulanıklıkta genç yaşta ayaküstü sıradan ayaklanmalar da sıra dışı farz edilir. Kaç kere hatırlatılsa da kulaklar her saat başı çınlasa da anlaşılmaz biçimde değişmez hiçbir şey, savaşı kaynatan ateş körüklenir. Mekanik şekilde barış saf dışı edilir ve savaş aritmetiği ve gerçeği bir çırpıda güncellenir.

İşte o yüzden yeryüzü barışları gönüllüsü olmak zorlaşır, anında canlı cansız bombaların ve bombalamaların hedefi haline gelinir..
Bir nebze de olsa uzaklaşılınca barıştan, yarınlardan da uzaklaşılır. Bu günün iç karartan patırtı kütürtüsü karartır gönülleri. Çoluk çocuk düşünülmez hiç varsa yoksa intikam. Hangi tohumdur toprağa ekilen bilinmezden gelinir ve hasat zamanı ürünler asla doğruyu yansıtmaz. İntiharlar savaşı belletir insanlara. Bir alışkanlıktır başlar savaş üzerine diyaloglarda. Çünkü zihne dayanmıştır bir kere inançsızlık ve savaş ve barıştan kopulur evre evre. Zülfikara boyun eğmeler ise yolculuğun sonudur ve savaş içselleşir artık.

Gelişigüzel fikirler de yürek dayanmaz biçimde harlanır ve barışı geciktirir.

İç veya dış kargaşalar önlenmek istenmeyince, çoklu cephelerde çıkacak savaşlara da karşı durulamaz. Kim dost kim düşman birbirine karışır o ahenksizlikte. Ve fırtınalar eşliğinde Nemrutta gün batar, güneş barışa doğmaz bir daha. Kırıklar gereğince kaynamaz, insanlar kardeşler boşu boşuna kırılır orada burada. Hazırlanılır belki ölümden sonraki ölümsüzlüğe ama yüceler yücesi kabul etmez de etmez. Ayrıca o başka bir hikâyedir çarpıtıldıkça çarpıtılan.

Bu çarpıklıkta şans yaver giderse diye fener alaylarındaki gibi kol kolalıkla sabah ezanından başlayarak bet sesle yapılan açıklamalar da barışı getirmez. Bu naralanmalar ve aranmalar savaş borazancılığından öteye gitmez. Kötü sona yaklaşılır barışın yok edilmesi adına verilen çabalarla.

Barışçı görünse de her beyanat içten içe savaşı betimler.

Bilim tatlı sulu bir kuyudur. İnanç doygunluğunda müzakereler yapabilmek ise o kör kuyunun dibi delik kovasıdır. Kovanın içi barışla dolu olsa da maalesef savaş sızar deliklerinden. Kovayı ne kadar doldurursan doldur o kadar ballanır savaşın bilim dışı yüzü. Kovana çomak sokulmuştur bir kere. Uzağı yakın görmek de zorlaştırılınca, yakını uzak görmek kolaylaşır ve barışın yerine savaş tellallığı makul görülür. Ve hiç olmayacakmış sanılan savaşlar gerçekleşir.

Barış, elektrikten patlamış parmak uçlarındaki sızıltıdır aslında. Şok vurunca damla damla akıl yolunu kaplar. Ambulans sirenleri diğer sirenlerle karışıp ışıklarla uzadığında sızlayan yüreklerde de savaşın manyetosu çakar. Martavallar peşi sıra sıralandıkça her yan tek isimle anılır artık. Savaş…

Barış gözlere heyecanı vuran yoluk kırpık, telli kafesli, kelli fesli bir savaşa isyandır. Ve akılcı bir gözlemdir barışa dem vurmak. Darağacından yadigâr bir gözü karalıkla olgunlaşır barış ve barışçıl anılar. Ve temmuz ortasından sonra sabahlarda iç burkan karaltılara dönüşür tüm akıl tutulmaları. Yalandan nafile hüzünlenmelerle geçiştirilir ocaklara düşen ateş. Karanlığa gömülür tüm günler. Kara karaltılar arasında göze çarpan ise barışa inat yine tek kimliktir. Savaşseverlik…

Barışseverlik ise  kemik sayımları ile ovalara, dağlara yayılan kara haberleri her fırsatta terslemektir. Gün gelip bedendeki direnç sıvılaşınca, akıldaki barış sıvışınca evrenin karanlık kuytularına savaş egemen olur. Bilinç içten içe körelir, karanlık yayılır ve ölümler mor kaftanına oturur. Ve barış adına her yola çıkana el sallar tertibe inat yolculuk dayatıları. Acı bir deneydir sükunete bomba gibi düşen bütün kandırmacalar. Yani savaş güdülür arap atı hızıyla.

Bir tek isim kanmaz bu yabani kamçılanmaya. Barış…

Orta doğunun kızarık nehirlerinde ölü balıklar, atlas gökte beyaz güvercinler ve barışa endeksli ilahi emirler aynalara yansır. Yansıdıkça nefti yeşillenir zorla dayatılan ve seyrettirilen film içinde filmler. Ve tek göz odalara sığınır canlar. Ortam gerildikçe savaş cansız bir varlık, barış ise canlı bir organizmadır ve dağıldıkça dağılır yeryüzüne. Barış ciddi bir ağırlık kazandırır tüm kimlik bunalımlarına belki ama savaş kapıdadır. Burada burada diye yanıtlanır sayılan tüm unutulmuş isimler.

İsimlerin silinen soy isimleri ise tektir; Barış…

Ve zaman su gibi akar, akar ama akan kan durulmaz. Çiçekler arılara, kelebekler ters esen yellere küser. Ve gözler savaş rejimlerine ve resimlerine açılır. Resimlerde, fotoğraf karelerinde barışın izleri, izlerden ise savaş albümleri seçilir. Ve kutsal görev başlar kendiliğinden. Hilalin görüldüğü tüm yerlerde kayan yıldızlara inançla savaşa karşı barış methedilir. Övgüyle sövgü arasında inanın özü değer akıllara ve omuzlara barış yüklenir. Ve hala yaşın yanında kuru da yanar masalına inanmazlar varsa ve çoğalıyorsa barış hiçte gecikmez.

Gücenen gücensin gecikmeyecek olan tek olgu vardır, Barış…

İdeale yakın yaylım ateşinde alabildiğine güçlenir barış. Çukur gözlerde körlük başladığında patlatılan bombalar, yağdırılan kurşunlar ve atılan füzelerle değil. Onlar savaşı tetikler çapına göre. Yitik armadadır barış, yitikler çoğaldıkça da kendiliğinden şekillenir. Savaş bezirganları kıyamete yakın kazaya başlar ama nafiledir. O vakit kan dolaşımı acayip etkilenir ve savaş yalancıları düz yolda kaybolur.

Tek yol vardır, Yol tektir; Barış…

Durmadan barış şartı şartlamak ve inceden savaşa şartlanmak ise bambaşka bir iş ve kötü gidiştir.

Şartı şurtu bir yana bu günden tezi yok; Barış şart…

BEYİN GÖÇÜ…

BEYİN GÖÇÜ…

Her üniversite sınavıyla ve her kep atışıyla güzelleşen süreç beyin göçüne adım adım yaklaşmaktır…

Her alandaki üretimin bağımsızlığı, her alandaki özgürlüğü ve bireysel özgürleşmeyi doğurur. Özgürlük aşkı bir nevi zenginlemektir şu fakir dünyada. Bu doğurganlıkta emekleyen kavramsal bütünlük tüm ülkeler ve dünya için de geçerlidir. Yani bağımlılık ve bağımsızlık iki yandan en başta beyin göçünü tetikler.

Telin ucunda tüneyen iki değişik simgedir. Biri vatan, diğeri gittikçe küçülen dünya kuşu. Beyaz mermerin üzerinde harflerin simleri dökülmüş bir masa başı isimliğidir tüm gelişmeler. Anıların tortusu öyle kolay kolay temizlenemez. Silinir sanılır zihinden ama böyledir gerçeğin gözü, asla silinemez. Toz bezleri dayanmaz kum fırtınalarına ve beyaz tuvaller kararır. Kör olası karanlık fırça fırça dağılır, dağılır memleket memleket.

Bilgi fazlasına hayır diyebilmek yürek işidir. Fazla bilginin zararı olmaz deyişi de kocaman bir safsatadan ibarettir. Asıl ibretlik olan ülkeye yarar getirmeyecek ve üretime dönüşmeyecek bilgilerin bilenininden bolca yetiştirmektir. Şu gittikçe elverişsizleşen ülke ekonomisine asla yön veremeyeceklerin bilginliğidir bu karmaşa.

Eğit  yetiştir gönder dışarı…

Telin ucunda iki değişik alem biri vatan, diğeri koskoca denilen ama küçüldükçe küçülen bir dünya. Ülke üretiminin kullanamadığı değerleri tonlarca masrafla yetiştiren bir ülke bu ülke. Hırslar ile burslar ile çalışacak iş imkânları, istihdam alanları olmadan tesisleştirilmiş beyinler topu bu ülke. Ve top yuvarlanıyor çizgi dışına. Haklı olarak hem de. Çünkü değer yaratabilmenin yolu üretebilmenin durağında hapis. Dışarıdaysa geniş en geniş imkanlar gidilebilir, öğrenilenler uygulanacak elbet.

Yetiştir yetiştir beyin göçü…

Bu ülkede demek ki eğitim de dışarı bağımlı ve dünyaya endeksli. Hizmette sınır yok büyük sermayeye. Ülke için üretim gerçekleştiremeyecek alanlarda ülke insanını gençlerini ihtisaslaştırmak ne manaya manasız hizmettir.

İhraç merkezi bir yüksek öğrenim…

Göç toplumu olmaktan gelen vazgeçilmez alışkanlıklar genlerine işlemiş bireyler olarak yetişmişlik var serde. Yetişmiş insan gücünün ihracına yönelik beyin göçü gerçeğine göz kapamak resmen kayba davetiye çıkarmaktır. Hem göçeriz hem de vatan vatan diye hasretten ölürüz. Fiyatı ucuzlayan yöneticiliğin, seçmeyi bilmeye varışın önlenmesidir beyin göçleri.

Olamaz böyle bir beyin göçü…

Beyin gözü görür beyin göçü göçer ve suskun atılır kahkahalar. Issızlık kiminse kimindir ve çok uzaklara soluk soluğa sonsuza göçülür. Kaybediş suçuna umutla yapışır cılız kollar. Gözler açılır gurbete özleyişler tanrısal bir güç gibi yürek yakar.

İnsanlar ilim öğrenmeli, ilim Çin de olsa gidip almalı ve öğrendiğini de rahatça paylaşmalı. İnsanlık adına bir şeyler yapmalı. Böyle işler düzenek. Göçü güç eyledikçe en hakikisinden sınırlardan çıkışa acil yollar bulunur.

Öz yitimi, beyin göçü…

Uzun içlenişlerin ve nedenli nedensiz inleyişlerin bilimsel kaynaklara yansıyan tatlı görüntüsüdür beyin göçü. Ana ninnisiyle uyuyup çan sesleriyle uyanmaktır beyin göçü. Yüzlerde kırık çizgiler arttıkça yakınlaşmalar başlar göç uzağı bu ülkeye. Ama nafiledir, alışılamaz gençliğin anılarına. Şehirler yalnızlaşır her beyin göçüyle. O şehirler ki asla sabaha karşı bulutları selamlamaz bir daha. beyin üstüne beyin kaybettikçe dağılır. Sarı saçlarda bahar şarkısı, çıplak göğüslerde güz yağmurları sırtüstü yatışlarda kış güneşi bir daha hiç düşmez beyin göçerlerinin payına. Utangaç dudaklar tek bir kelimeye tabidir görülen eğitim ve bitirilen kurslarla, beyin göçü.

Beyin göçü, evin göçü…

Evlerden dışarı huzura bir elçi çıkar ve muhakkak biz seni en ciddi şekilde muhafaza ederiz ve abat ederiz der. Kaynaşılır bir süreliğine. Belki diz çöker, el etek öper kandırılır göçerler hepten. Çünkü lazımdır onlara iyi yetişmiş genç beyinler.

Öğret öğret beyin göçü...

Barış süngüleri çekilip demir villaların kapılarına dayanıldığında krediler biter. Nakite aldanmalar başlar. Issız bozkırın dediğinin dışına çıkılır. Beyin göçüne kapılanların hangi dünyaya uyanacağı da hiç bilinmez. İşte beyin göçü o ıssızlıkta sessizliğe saygı duruşudur. Ve başlar film, film başlar .

Bitmez hiç beyin göçü…