25 Temmuz 2013 Perşembe

Giresin düşlerime-1-



Giresin düşlerime-1-

Ben önce benim. Ya sonra? Sonra benden içeri başka bir ben. Sanki bensizlikle iç içeyim. Veya nice beni olan bir yanardağ, volkanik bir dağım. Her patlayışta başka bir yanım belirir, kızgın kor alev lavlarımda. Kızıl alev renginde arzın merkeziyim. Soğumaya yüz tutmuş yer tabakanın bilinmezliğinde acayip bir katmanım. Bilinirliğim belirsizliğe tutsak, kabuk içinde sert kabuğum. Kabuklarımı çatlatıp, tüllerini araladığım penceremden sesli sedalı acımasız yaşamı izleyenim. Benim hepsi de hangi ben. Bilmiyorum açıkçası benim işte. Meltemlerle şuh içinde uçuşan perdeler ardındaki ben. Demir mazgallı pencere sürgünü ben. Düşünüyorum da neyim aslında, neydim? Kimim?

Dörtbin yıllık şenliğim ben. Eski takvim uyarınca mayıs yedisinde kutlanan bir şenlik. Önce insanlar aksunun denizle uluorta öpüşen ağzında toplanırlar. Ardından kemençe gıygıylarının konçertoları eşliğinde şölen başlar. Ok yaydan çıkmıştır artık, ben başlarım. Kayıklara takalara doluşan çoluk çocuklu katılımcılar siyah ürkütücü denizin biricik adasına yollanırlar. Dalgalar yol gösterir onlara yunuslar dalga geçerler. Küçük bakir adacıkta martılar eşliğinde devam ederler eğlenceye. Serüven üç gün dört gece sürer gider.

Çocuksuzlar, ya da uşak evlat arzulayanlar o umudu kırıklar daha gönüllü, hoyrat asılırlar küreklere. Sandallar ada doğrultusunda dalgalarla boğuşurken su yarılırken, düş bolluğu ve özlem kabartır gönülleri. Köpük köpük uzaklaşılır kısır döngüden. Tekdüzeliğe isyan edilir içtenlikle ve tek bir ağızdan. Delikanlılar genç kızlara hava basmak için, adaya kadar yüzerler, ciddiyetle yarışırlar. Elma yanaklı kızların hiçbiri öyle kolayca tava gelmezler. Cakalara aldırmazlar. İlgisiz görünür sır yükü nazlanırlar. Utangaç tavır maskeleri ardında varlıklarını sinsice çıldırmış ateş gibi hissettirirler. Birbirlerini gözlerine kestirenler büyüklerin kıskacından kaçılacak. Köşe bucak aranırlar, bulan da bir çırpıda sıvışırlar. Şenlik bahanedir onlara, işte o bahane benim. Bir bahaneyim ben, o şenlik benim. Dört kere bin yıl yaşında bir şenliğim.

Ben önce benim, sonra şenlik, peşinden isa doğmadan sekiz yüzyıl önce miletosluların kurduğu bir kentim. İsayı meryeme doğurtan güç adına o şehir benim. Şimdi kocaman bir yarımada olarak anılıyorsa bu cennet ülke, işte ben o ülkenin kuşkusuz küçük yarımada yavrusuyum. Yarımada ülkenin yarımadacık özevladıyım. Ben bu ülkenin bölünmez bir parçasıyım. Bu ülke de herkes kadar benim. Parsel parsel sahiplenilse de koca vatan, inadımız inat ben yarımada o şehirim. Hürriyetim elimde, o şehir benim. Ben o şehirim. Yarini şehla gözlerinden sımsıcak öpen. Asla beni terk etmeyen, seven sevdiren o tükenmez sevdayım.

Yüksek tepelere salınarak tırmanır, gül gibi biçimlenirim. Göğe doğru uzadıkça uzarım. Selvi boyum eski kale kalıntılarında son bulur. Eski kent artığı çapkın ihtiyarla yasak aşkım başlar. Ve doğuya ve batıya yeşil yeşil yayılırım cömertçe. Engebeli arazi yüzünden deniz kıyısına yalı boyu hapsedilsem de, yüzyirmi kilometre denizle sevişerek avunurum. Hapisliğimin en güzel yanıdır bu. Ancak önemli köy ve kasabalarımın çoğunun kıyı boyunca kurulması bu yasak sevdanın ürünüdür. Yani aşka doymazlığa kesilen cezadır bire bir yalı boyu dağınıklığım. Acıklı bir kopuş yaşarım denizden içeri köylerimle, kasabalarımla. Onlar üvey evlatlarımdır. Mahpusluğumun meyveleridir ve benden utanır uzaklaşıp da uzaklaşırlar. Onlar kaçar ben kovalarım anlayacağınız. Küçük öbekleşmeler halinde, yalnızlığı ve yoksunluğu tadarlar her an. Atasız olmanın arkasız olmanın ezikliği içinde günden güne yoksullaşırlar. Ve ben yavrularımı gereğince anaç kucaklayamam. Kanatlarımın altına alıp kollayamam, koruyamam, etrafımda toplayamam. Güzel bir şehirim evet, iyi bir ana iyi bir baba mıyım bilemem. Sizi delicesine seviyorum demeye korkar, çekinirim. İşin aslı utanırım böyle gördüğümüzden. Kendimi onlara adamaktan ne hikmet ise sakınırım sanki. Büyüklüğümü gösteremem alenen, engin şevkatimi arada sırada. Oysa uzaktan severim onları, koklarım dokunamam, çok arlanmaz uslanmazım. Dar ve küçük körfezler yerine kıyı boyu göze çarpan kumsallarda denizle öpüşmekten alıkoyamam kendimi. Geniş koylarda güneşlenir, denize açık yamaçlarda saçlarımı kuruturum. Tuzlu bedenimi sunarım sıkça rüzgarlara. Siyah denizin rengi hiddetinden ve kıskançlıktan bir kat daha koyulaşır. Bile bile aldatırım onu, zevkle,isteyerek. Yaptıklarım ezelden beri töreye aykırı olsa da ettiklerim az bile derim ona. Çünkü bana kızdıkça kararır ve Karadeniz olur. Ve evlerimden, ocaklarımdan, kızgın denizin derin maviliği, deli dalgaları, korkunç fırtınaları seyredilir aylarca. Karadenizin hırçınlığının artmasından, azdırılmasından korkularak gözler kaçırılır binlerce yıldır. Sadece gizliden gizliye ve kuşkulu koyu lacivert bakışlar yeğlenir.

Deniz aşılması güç yalçın dağlarla birlikteliğime imrenerek, işin özü bozularak daha sinirli, kıskanç, hoyrat ve dayanılmaz ivmeyle vurur kıyılarıma. Un ufak olurum çılgın dalgalarla. Geçitsiz sıradağlar beni her dakika her an hırpalayan aşağılayan denize sitemler yağdırır. Birbirlerine husumet beslerler apaçık. Boğaz boğaza gelirler her fırsatta. Didşirler, yarışırlar, itişip kakışırlar. Ve inanılmaz güzellikte yeşil ile mavi harmanlanır. Böylece aradaki kinden habersizler denizle dağların kucaklaştığını sanır, kanarlar. Yemyeşil ve masmaviye aldanırlar.

O dağlar ki; varolduklarından bu güne yüzbinlerce milyonlarca yıldır hep bitki örtüsü kaplı ve nefti yeşildirler. O deniz ki; su kürenin en koyu, en kara renklisidir. Ve dağlar denizin gözlerini yeşertir. Aradaki it dalaşı asla bitmez. Sürer gider, sürüp geldiği gibi ve itler susar.

Tanrıların nurlu elleri bana erişemez. Tanrısız korlar beni. Himayelerine almaz hiçbir vakit himaye etmedikleri gibi. Küçük yarımada beni ve yavrum adacığı siyah denizin kollarına iterler. Sapık dalgalarla bizi çırılçıplak baş başa bırakırlar. Biraz da onların suçudur, tecavüzlere uğramışlığım. Onların suçudur tacizlerin biteviye sürmesi, sürdürülmesi. Onlardır zinaya neden. Madem koruyamacaklardı beni ne yüzle, hangi akla hizmet ilahım oldular. Tek başınalığımı, çaresizliğimi ne vakit giderecekler. Başka tanrı yok mu diye düşünsem günahım ne, niye haneme yazılsın tüm bu suçlar. Görmüyormusunuz azdıkça azan terbiyesizi. Siyah deniz aşikarane hinoğlu hin paralayanım ise cankurtaranım siz değimlisiniz. Sevaplarıma günah katmadan uzatın ellerinizi. Artık kafdağında sinkaflamasam kömür gözlümü. Yetin ne olur, yetti artık bulun aramızı…

Denizle beraberliğime gelince bir sevda değil bizimkisi. Aşk meşk hiç değil.     

24 TEMMUZ BASIN BAYRAMI; SENSÖRÜN, “SANSÜRÜN KALDIRILIŞININ 105.YILI”…

24 TEMMUZ BASIN BAYRAMI; SENSÖRÜN, “SANSÜRÜN KALDIRILIŞININ 105.YILI”… 

24 Temmuz Ülkede Basın Bayramı ve bu yıl basında sansürün kaldırılışının tam 105. yıl dönümü…

Yerel bir gazetede bize de bir kıyı-köşe verilip,  “Yaz bakalım ne yazarsan, ne kadar yazarsan.“ denildiğinden bu güne bizim de bayramlarımızdan oldu 24 Temmuz. Başlarken başlığında ilk yazıya başlarken körlüğümüz sonlandı sanmıştık. Devamında nice yazı yazdık ama sansürün kaldırılışından yüz beş yıl sonra içinde  ‘sansürle ilgili değişen hiç bir şey yok’ cümlesi de geçen bu makaleyi kaleme alacağımız aklımızın ucundan geçmezdi.

İlerledikçe zaman öyle olmadığını gördük ve Basın Bayramını buruk kutluyor kelimelerimiz…

Kan kaybeden ve can çekişen sarmal bize de arada sırada sirayet etmedi değil. Naçizane uyarılma gereği hâsıl olan durumlarla karşılaştık. Gazetecilik-Yerel gazetecilik yaftasıyla, toz pembe hayallerle geçici körlük yaşayanlara buradan duyurulur; İzahı, izanı, ilanı,  mizanı, meali olmayan bir durumdur sansür.Ne diyelim, Yedi uyuyanlardan beter bir kör uyku sarmış beyinleri, sadece fitne fücura çalışıyor köşeler.

Yine de yaşama tutunmanın ve güce başkaldırmanın en iyi araçlarındandır  gazetecilik-yerel gazetecilik. Son yıllarda kalpleri ‘tamu’ sarmış olduğundan bir o kadar da zor, zorlaştı ‘Kamu’ görevi de sayılabilecek yerel gazetecilik.  Her gece yunuslar gibi bir gözü açık uyumak gerekiyor ve karşılaşılan tüm aşırılıklar artık yüreğe yük getirmiyor, alışmaktan beter. Çünkü gün ağarınca, göz aydınlanınca, söz canlanınca tabiat ana ilmek ilmek işliyor her yeni günü.

Gazetecilere-yerel gazetecilere ise, üç maymunu oynamadan, insana benzer zıpır maymunluklara kapılmadan ateşine dönülen ve yanılan gerçekleri izlemek kalıyor. Dokuzdan beşe beleş bir işte çalışmayı erteleyen bir meslek olan şu gazetecilik mesleğinin derinliliğine ulaştıkça da gulyabani bataklığındakilerin acımasızlığı su üstünde yürüyen ve kalan değerlere özendiriyor insanı…

Ayrıca öyle bir kara beladır ki yerel gazetecilik daima hedefte kalmayı sabitler. Zamanla sözlere gözlere gelindikçe, gizlere ve gizemlere kulak misafiri olundukça, müsamerelere davetsiz konuk olunduğunda ya da ‘kapılar taş duvar’ kesildikçe, kolluk neferleri koltukçu efelerin direktiflerine her uyduklarında sizden defalarca özür dileyince kahredersiniz bu güne. Ve yarınların neler getirip getirmeyeceğine özgü fikirler, beyninizi kemirir durur her 24 Temmuzda...

Sanki övünülesi yetenekleri ve hırsları az çok olduğu halde gücü, süzgeci, hörgücü görünce silen, sinen, inen, dinen, direnmeyen, ortada gezinen ve dahi acayip bukalemunvari renklilik gösteren bireyleri de uhdesinde barındıran bu camia sansürü sürüden sayılmak, sansürü reddi ise sürüden ayrılmak sanıyor. Bu erksiz, renksiz, denksiz ve dengesiz, aks kesmiş bireyciliği de içine çeken iktidar erki saltanatını genişlettikçe de sansürü salıyor ortama.

Bu disiplini sağnak mahalde meydanlara kurulan uydurma çadır tiyatrosu sahnelerinde yövmiyeli gazetecilik oynamak en kolayıdır. Ama kilidin göbeğinde yalama boşluğu olunca işlevsizleşen anahtar boşa döner döner delikte kırılmaktan beter olur. Forumu yorumu budur sansür üzere meselenin…

Öyle bir saçma ağdır ki çelik tellerle örülen, işaretli boş sayfaları hakkınca doldurmak derya deniz bilgi, sevgi, sezgi, inat, direnç, özgürlük ve en önemlisi cesaret gerektirir. Yani makara kukara makaleler ile bayat ürün satmak değildir yarenlik ve yerellik. Yele göre yelken açmak, sele göre sepken aramak, göle göre maya çalmak ise hiç değildir. Gazetecilik, yerel gazetecilik tahıl ambarında dürüst muhacir gayretidir anlayana. Zaten “Ele toprak bulaşınca duygulara da tahliye vurur” deyişine kiriş vurmaktır, kirişi kırmak değil…  

Çok sesliliğin ve demokrasinin kökleşmesinde öncü rolün yerel basında olduğu bilimsel ve eylemsel bir gerçektir evet. Ama iktidarın değişmeyeceği öngörüsünü asla kesinleştirmeyen keskinleştirmeyen, dokunulmazlara dokunan, bir gece ansızın asla çark etmeyen bir rota izlemelidir yerel basın. Yoksa yerelden genele yer yokuş olur gerçeğe.

24 Temmuzluk çıkarılacak afişe sonuç; Yerel medya hâkim düşüncenin tutsağı olmaz, olamaz, olmamalıdır... 

Sıra bize gelince susmak  bizim kitabımızda yazmaz. Akçeli işlere hayatımızın her evresinde uzak durduğumuz gibi her dönemde de dim-direkt dururuz. Yaratılan yapay mutluluk atmosferinden paylanabilmeyi asla düşünmeyiz. Kazanılan harbin gazisi çok olur belki ama kaybetmeyi de göze almak gerekir yiğitçe mertçe. Sırça köşklerde oturmayan, bir eli yağda diğeri balda olmayanlardanız.

Ömründe bir makale yazmaktan aciz protokollerde arzı endam edenlerden değiliz. Korku tüneline girmiş, kuytu köşelerde saklanan, dehlizlerde yağ kandilleriyle dolar yakıp aydınlanan sonra da gazetecilik bizden sorulur diyerek övünenleri de iyi tanırız. Bizim kitabımızda korkmak da yazmaz.

Külliyen zarar, akla zarar, saraya köşke tapılır bu tabloda 24 Temmuzu sansürlü-sensörlü, Silivrilik yaşamak, sivri gazeteciliğin-yerel gazeteciliğin hüznüdür. Tüm gerçekleri ince ayrıntıları kabartmadan abartmadan, yanlamadan, yan çizmeden ve yandaş olmadan mertçe, onurluca ve yiğitçe tarihin emrine sunmaktır bencileyin yerel gazetecilik tanımımız.

Gazeteciliğe, yerel gazeteciliğimize yön veren üçlemeye gelince; her yaşanılan günün hakkını vererek yaşamaktır yiğitlik. Yenilenin gün olur da nefes borusuna kaçması nedeniyle, solunum yetmezliğinden ölünebileceğini de unutmadan geçirilen gündür asıl olan ve mertlik işte budur. Onur ise devrimci bir ruhla, değişimci reformcu, protest, entelektüel, asi, başına buyruk, baskıya ve zulme itirazcı, gerilemeye retçi, ihaneti asla affetmeyen, ahde vefasızları düşük saymaktır. Kırmızıçizgilerinde direnmek, yaratılmak istenen şatafattan ve karmaşadan sarsılmadan çıkabilmekte onurluluktur.
 
Aklı havada kıyafetiyle ve uyurgezer zarafetiyle kapkara bir geleceğe yürüyenlerin ayak izlerine de hiç ama hiç muhtaçlığımız yok. Takip etmeyiz o ayak izlerini kesinlikle. Duraklama, Gerileme ve Çöküşün palavrası bol literatürüne bir harf bir kelime dahi eklemeyiz asla hiç rahat bırakılmasak da. 

Değişimin, dönüşümün, dirilişin, kurtuluşun, kuruluşun kitabına bir harf katkımız olursa eğer, yaptığımız işi meslekten, kendimizi de adamdan sayarız.

İşte 24 Temmuz gazeteciliği, adam gibi gazetecilik-yerel gazetecilik de budur.
  
 

23 Temmuz 2013 Salı

HER AHVAL VE ŞERAİTTE RAMAZAN’I İYİ OKUMAK…

HER AHVAL VE ŞERAİTTE RAMAZAN’I İYİ OKUMAK…

İlk önce söz vardı, yazı yoktu. Sonra yazı vardı, okuyan yoktu…

Ve bir gün okumayı öğren, bil ve bildir, “Oku, Yaratan Rabbinin Adıyla Oku.” hitabıyla sil baştan, yeniden başladı her şey.
Öğüt, tavsiye, ihtar, anımsatma ve uyarılarla biçimlendi ve yenilendi cahiliyeden çıkma eski dünya.

Peki, biz gereğince Oku’duk mu, Oku’duğumuzu anladık mı, Oku’duğumuzu anlattık mı her ahval ve şeraitte?

Pekala, Gerçek Müslüman Ol’duk mu, Ol’duğunca olgunlaştıkmı,  Ol’duğumuzu paylaştık mı her ahval ve şeraitte?

Allah’ın indirdiğinde ve Allah indinde makam, mevkii, üstünlük, ancak takva iledir bilinciyle mazlumun bedduasından korkup, komşumuz aç diye aç yattık mı? Paraya pula tapmadan aklımızı, zekâmızı, dilimizi, dinimizi, mezhebimizi, yüreğimizi, sesimizi-sedamızı korudukça koruyup özgürleştik mi, yüceldik mi?

Acaba farkında mıyız, farkına vardık mı; Ramazan da oruç tutmanın, senede bir ay tutulan oruç sayesinde, diğer 11 ay oruç üzerinde, varlık-yoksulluk üzerinde düşünülmesi becerisi kazandırdığının ve vicdanlılık kazandıracağının.

Oku emrine uyarcasına düşündük mü hiç en yakınımızdan en uzağa, bir kutuptan diğer kutba açları? Aymazlığın veya ay parlağı yolculuğun neresindeyiz acaba? Hiç düşündük mü?

Son yıllarda modalaştırıldığı ölçüde, bu Ramazan da fakiri muhtacı, düşkünü zengini, kadını erkeği, genci  yaşlısı, çoluk çocuğu yani cümbür cemaat herkes İstanbul’un dört bir yanında kendi çapında bedavalaşmış iftarlara, eğlenceye, sohbet, dinleti ve konserlere akıyor. Akınca da; Ramazan oruç demek, nefsi terbiye demek, paylaşım ve dayanışma demek realitesi gelecek nesillere anlatılacak bir acıklı masal olarak kalıyor.

Kara-kuru-çatlak-kurak toprağın üzerinde sarı, siyah, beyaz çocuklar, bebeler yıl on iki ay her gün acından susaklığından kıvranıyor, ne çabuk unuttuk…

Kuşkusuz, gücün el değiştirmesiyle, paranın renginin yeşillenmesiyle ülkemizde de açlık sınırı artarken, yoksulluk sınırı yoksulluktan açlık sınırına terfi ederken, enflasyon bir önceki aya göre artış gösterirken, ramazan da bir aylığına topluma her şeyi unutturmak meseleleri çözer mi. Unutturur belki ama Bayramdan sonra hatırlanır nasılsa herşey.

Şu garip ilçede bile ramazan münasebetiyle dernekçisi, değnekçisi, mısırcısı, reklamcısı, televizyoncusu ihalecisi, çaycısı bazlamacısı, sucusu nabız şerbetçisi ile  ufak çaplı bir kasabanın panayır alanına döndürüldü meydanlar, cadde ve sokaklar. Sivil toplum örgütlerinin gelişmesine her daim iyi niyetle bakıyor olsak da, siyaset ve ideoloji şemsiyesi altındaki bu cıngıla katkıları hoşgörü sınırını da zorlamıyor değil.

Gökyüzünde hoş bir seda, geçmiş zamanda kaybolup gittiği sanılan güzelim değerlerin bir kısmı arada sırada mahallelere uğrasa da, mevcut hale şükür dilleri zorluyor, gönülden çıkmıyor hazan.

İhtiyar dünya bazen bir yanda bunca güzellikler içinde ise, diğer bir yanında açlığı da, ölümleri de, sakat kalmaları da gün ve gün yaşıyorsa eğer, üstelik anaysak babaysak, bacıysak kardeşsek, düşmansak yoldaşsak hasbel kader, iftardaki ilk lokmayla bile oh diyemiyor insan canı gönülden.

Düğüm düğüm düğümleniyor boğaza bir şeyler, tıkanıyor. Sözün bittiği yer işte o an. Ve sormak geliyor insanın içinden;

“Siz boşuna aç susuz kalmak yerine, hiç sahiden oruç tuttunuz mu, tutuyor musunuz, tutacak mısınız?...

İslam’da  ‘ibadet de gizlidir suç da kabahat de”. Ancak günümüzde suçlar ve kabahatler gizli kalmadan şöyle veya böyle devam ediyorsa da, maalesef ibadetin gizliliği de kalmaz. aşikare, meydan ortası yol ortası, desinler-görsünler manasında Müslümanlıklar konur masaya…

Ramazan ayına yakışır ölçülülük, yeterince ve dozunda tüketim, asla aşırılığa kaçmayan tutumun yerini, kuşkusuz manevi değerlerimizi rencide edecek biçimde, artık her alanda olduğu gibi bir böbürlenme ve şaşaa almış gidiyor.

Günah ki ne günah, hiç Oku’dunuz mu?...

Ramazan da İbadeti gösteriye dönüştüren etkinlikler gözümüzün önünde seyrediyor. Kimse alınmasın ama yerel yöneticiler için Ramazan ayı varsa yoksa, siyasi rant pastasından nasiplenme yarışı. Benim iftar masam seninkinden uzun, benimki seninkine on basar reklâmı kavgası. Televizyon kanallarında oruç-iftar bahane edilerek boy gösterme telaşlılığı. Hizmet yarışına gelince ise, açıklanan yıllık başarılılar kategorisinde yer alınamayınca, yer bulunamayınca, hafif yollu eleştirilince dahi aslı astarı olmayan bir kırgınlık asılır yüzlerde.

Hakkımızı yemişler teranesi. Ne yaptın bre Müslüman, yaptın da da biz mi göremedik? Onların da cevapları hazır ama mübarek ramazan…

On iki ayda bir kurulan en canlı en verimli pazar, kapital deryası, en diri getiri, en yüksek kar ramazanda mevcut. Mübarekmiş, İbadetmiş, oruçmuş, namazmış niyazmış, yardımmış dayanışmaymış, komşulukmuş insanlıkmış, umursayan yok!

Gelsin paralar. Varsa yoksa şovlarla oruç tutup oruç açmak, halkın içinde halktan imajı verip gariban halkı da kullanarak, göstermelik görkemli iftarlar yapmak.  Caizi bu olmasa gerek ama Erkânı umumi bu yolda.

Bu arada Diyanet İşleri Başkanını dinleyen yok. Oysa güzel vurgulamalar, ciddi ve olumlu uyarılar yapıyor en baştan. Yakında reisliği kalır mı bekleyip göreceğiz.

Velhasıl herkes kendi potasında kendi havasında, kendi dinini yaşıyor ve yaşatıyor, üstelik din-iman adına herşey.

Ulusal ve çokuluslu kapitalist firmaların güdümünde, yeşil kapitalistler ayı oldu ramazan on yıllardır;

İnsanın nefsine hakim olması ve terbiye etmesi için aç, susuz, oruç tutmasının, hatta dünya zevklerinden kendisini mahrum etmesinin tam tersine, Ramazanı her türlü dünya nimetlerinin daha çok tüketildiği tükettirildiği, çok kâr daha çok kar beklenen, bir ılımlı islamik liboş piyasa bayramına dönüştürdüler son yıllarda.

Günahı bu zemini hazırlayanların boynuna…

Ramazanın ve orucun diyalektiğine zıt iftarlar ve sahurlar, iftar sonrası sahura kadar süren boyalı cilalı-cılız cızırtılı programlar, meydanlarda çadırlarda, cadde başlarında sokak aralarında, köprü altlarında köprü üstlerinde, nerde boş yer, saha arsa varsa oraya kurulan derme çatma stantlarda acayip bir maneviyat istismarı, din iman sömürüsü, istismarı aldı başını gidiyor.

Bütün  bu işler parayla olacağına göre inanılması zor bilmem kaç trilyoluk bir maddi ve manevi sömürü de var…

Yapılan tüm bu masrafların, denilenlerin aksine kimsenin babasının cebinden çıkmadığını ama yerel yönetim bütçelerinden karşılandığını ise cümle âlem biliyor. Sesini çıkaran, bir dur diyen, bu israfın durdurulması gerekliliğini söylemese bile hissettiren dahi yok.
Sahte Kabadayılık nerede kaldı acaba?

Oku, Halkın cebinden çıkıyor dağıtılan her lokma, her yudum, her zerre. Onlar ki lokmayı yuvarlıyor, yudumu vuruyor, yuvarlayamadığı yüreklerinde kara leke. İlk ilahi emir gereği oku;

“Oku, Yaratan Rabbinin Adıyla Oku.”…

BARIŞ HAREKÂTI VE “KIPRIS’IN TOROSU”

BARIŞ HAREKÂTI VE “KIPRIS’IN TOROSU”

Bu gün 20 Temmuz…

Ayşe’nin Kıbrıs’a tatile çıkmasının üzerinden tam otuz dokuz yıl geçti. Ve o günün siyasi aktörlerinden çok azı yaşıyor. Gazilerden bir çoğu bir daha göremedi o toprakları.

Bu gün 20 Temmuz... Türklerin can güvenliğini, hürriyetini ve bağımsızlığını sağlayan Kıbrıs Barış Harekatının yıldönümü. Başbakan Bülent Ecevit'in başkanlığında kurulmuş koalisyon hükümetinin tarihsel cesaretini simgeleyen kararlılıkla ve Rauf Denktaş'ın liderliğinde Kıbrıslı soydaşların cansiperane direnci ile gerçekleşti Kıbrıs Barış harekatı. Tüm dünyanın muhalefetine rağmen ikincisi de gerçekleştirildi. Ve Harekat Kıbrıs Türklerini sadece rum baskısından kurtarmadı, sonuçta Kıbrıs'ı özgür ve demokratik bir devlet düzeni içindeki yaşama da kavuşturdu. 

Şimdi "20 Temmuz Barış Ve Özgürlük Bayramı"nın kutlandığı anavatan ve yavruvatanda nutukların havada savrulduğu bu günde biz “Kıpırızın torosu, gönüllerin Rauf’u” nu  anarak kutlayalım istedik, tüm özgürlükleri…

“KIPRIS’IN TOROSU

Akdeniz’in en yeşil adasında bayraklar yarıya indi. Cumaya kadar resmi yas var yavru vatanda. Çünkü “ Beni oğlumun yanına defnedin” dedi ve gitti Denktaş. Yaşama veda ettiği gece “Burası bağımsız bir cumhuriyettir” sözleri son sözleri, Kuzey Kıbrıs’a veda busesi olmuş bir çınardı.

Hayata dair dipnotlarda gizlidir gerçekler. Şimdi Denktaş adına methiyeler düzülecek bu aralar. Sonra Kıprıs ne olacak, Kıprısı neler bekliyor göreceğiz. Ve yavru vatanda alevden kılıçlar yeminleri doğrayacak belki de.

20 Temmuz 1974’de Ayşe’nin Kıbrıs’a tatile çıkışını aklı başında bir birey olarak siyah beyaz televizyondan paraşüt paraşüt izleyenlerdeniz. Kıbrıs’ı o vakit hafızamıza kazıdık hiç çıkmamacasına. Ulusalcı damarımızı kabartan ilk olaydır, birinci ve ikincisiyle barış harekâtı.

13 Şubat 1975 Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edildiğinde ise Rauf Denktaş’ı tanıdık. Seksen sekiz yılın kırk yılında hep beraberdik. O günden beri tanırız ve izleriz Denktaş’ı. Biz yaşlandık o hep ayni kaldı. Biz solcu olduk, sosyalist olduk, sosyal demokrat olduk o hep ayni kaldı.

Biz Kıbrıs’ta kim iktidar olursa olsun onu dinledik, ona inandık ve ona güvendik. Çünkü o kendini Kıbrıs’a adayan bir mücevherdi. Direnişin, mücadelenin, kavganın, münakaşanın, münazaranın, müzakerenin tartışmasız simgesiydi dünya kamuoyunda. Emperyalizme ve etnik yayılmacılığa karşı duruşun sembolüydü. Direndi durdu yaşamı süresince. Kıbrıs’ta Türk, dünyada Türk her yerde Türk tü en yılmazından.

Sallamazdı bu yolda, Rum, İngiliz, Amerikan. Çıkar anlatırdı her fırsatta Kıprız gerçeğini saatlerce. Akdenizin en büyük liderlerinden biri olarak tarihe maloldu. Çok bedeller ödedi, nice bedeller ödendiğini bilerek her oyuna, her dalavereye başkaldırdı yaşamı boyunca. Arkasında küçük ama çok büyük bir ülke bıraktı gitti.

Kuzeyliliğimizden ödün vermedik yaşamımızda. Kuzey Kıbrıs’ı da en bağımsız haliyle sevdik ve benimsedik Denktaş sayesinde. Kimler geldi kimler geçti Denktaş hep ayni kaldı yiğitçe, değişmedi. Kıbrıs üzerine hayalleri bitmedi ama ömrü bitti. Su üstünde yürünmez dediler o yürüdü. Ateş içilmez dediler o içti. Esas vazifesinden, bağımsızlık hevesinden hiç vazgeçmedi, uzaklaşmadı. Varoluşsal duruşu ve dengesi, her şeyi sadece Kıprıs içindi.

Ve şöyle derdi; “ Biz emanetçileriz. Üzerinde yaşayalım, hür yaşayalım diye atamızdan, babalarımızdan miras bu toprakları bir mirasyedi gibi, ne satabiliriz ne de bırakıp kaçabiliriz.”

Öyle işte, fazla söze ne hacet, uslanmaz bir cengâverdi. Ulusal bir kahraman, çark etmez bir ulusalcıydı. Kıprısın torosu, gönüllerin Rauf’uydu.

Huzur içinde yatsın…

17 Temmuz 2013 Çarşamba

KIRKBİR ARTI KIKBİR ZOR-2-

KIRKBİR ARTI KIKBİR ZOR-2-

SIKILAŞTIRICI KAYNAK
Ondört sene olmuş
Dile kolay
Yağmurunda ıslanalı sırsıklam
Yatak döşek bir hafta yatalı sonra
Kaç ocak daha senden sonra
Dile kolay
Ne sen sor ne ben söleyim
Aynı tas aynı hamam aynı kubbe
Ve illaki takunya
On dört sene sonra ben belki olmam
Dile kolay
Yağmurunda ıslanırız sırsıklam
Yatak döşek lafta beraberliğin sonra
Özgürüz aynı safta
Bir mum aleviydi en başta
Dile kolay
Güneşinde ısınalı sıpsıcak
Kaç on dört seneye bedel bir bilsen
Ömrümden verirdim
Uğursuz kalmaktansa yıllarca

CEM İ CEMALİ NUR
Cem toplandı
Cem tek şiirle hayatını topladı
Ne derli toplu ve yamandı
Beyaz camla büyüdüm onunla
Elini sıktım dostça
Gözleri dermandı denizdi
Yüreği ipek çilesi
Halkını sevmekti çilesi
Halk toplandı
Cem tek şiirle halkına veda
El salladı dostça
Ne deli dolu ne zorbaydı
Güleryüzlü bir beyefendi ve sosyal demokrattı
Türkiyeden onca uzaktayım
Giremedim cemine
Renkli camda öldüm onunla
Elimi sıktı dostça
Ve ağlama ağlama dedi ısrarla
Gözleri deryaydı denizdi
Yüreği ipek kozası
Halkını sevmekti tekçe günahı
Halk toplandı
Cem tek şiirle halkına elveda

TEK SEFERDE
Ya veyli
Kurak mı kurak bir çöl dalgası
Nilüferler yüzdüren bir göl rüyası
Ve dahası
Esaret ayak bileğine halhal
Hal böyleyken hürriyet narası
Ya veyli
Sahrayı yakar uçuşan yürüyüşler
Ne yeryüzü ne gökyüzü var
Zaman saklanmış kovuğuna
Ve sonrası
Nihayete dek toprağı yırtan yağmur
Mahmur gözlerde yaşam pırıltısı
Ya veyli
Ateşten hayallerin yolcusuyum
Yanarsam yanayım
Anasını satıyım

ŞİİR YAŞI SIFIR
Şiirlerimle aynı yaştayım
Sözcük sözcük ihtiyarlamış
Sarhoş bir…
Alkolden fazlaca hazzetmeyen
Meltem sigarasından mentollenen
Duman duman dağılmışım
Vincesterden çıkan mermiyim
Adres şaşıran
Şiirlerimle aynı yaştayım
Dize dize emekleyen
Memede çocuk…
Emzikten fazlaca hazzetmeyen
Ağlama naralarından kaçan
Sayfa sayfa toplamışım
Ofsette renklenen boş kağıdım
Milad değiştiren
Şiirlerimle aynı yaştayım
Uyak uyak uyuklamış
Artık uyanan cüce…
Gücüme gidiyor şiirsizlik
Bu yaşta küçük küçük
Embesilce bir…
Biliyorum biliyorum ihtiyarcığım
Sorhoş bir…

GÜNEŞ ÖLÜNCE GÖR
Güneşe yürüyenlerin soyundanım
Fırtınalarla savrulan ruhtan
Tenim kör gözüm güneş
Toz kervanındayım
Aklımın kuraklığına tutsağım
Ateş filini içerim
Dilsizim dinsizim
Peygamberi nebilerin soyundanım
Fırsatları yaratan ruhtan
Etim toprak sözüm deniz
Zerre kervanındayım
Aklımın kuraklığına özgürüm
Ateşin gözünü öperim
Alım kızılım
Bayrağı bayraklaştıranların soyundanım
Farazaları yok sayan ruhtan
Elim solak aklım solak
Kum kervanındanım
Aklımın kuraklığını seveyim
Ateş topunu tutarım
Tenim güneş gözüm kör
Güneşe yürüyenlerin soyundanım

DÜŞYAKASINA DÜŞ
Önüm sıra gideceksen
Öncüm
Eksi kaçlarda ağlıyor dünya
Veya insülüne
Ve eksik şekere
Kanar mı bu rüya
Düş yakamdan düşler yakası
Gönlüm
İstinat duvarları yıkıyor
Babam yarenim
Yardan oldum ardan olmadım
Güller açılıyor sofamda
Güllaç sofrası
Cananı sardıkça sonbahar
Güneşe eş arıyor Samanyolu
Önüm sıra öleceksen
Ölümsüzüm
Çeltik tarlasında üşüyor dünya
Özlemektir vakitli vakitsiz üşenmeden
Aşka erişim saltanatı
Tunçtan heykellere aldırmadıkça
Ardımsıra geleceksin
Ardıç kuşum
Eksi kırklarda donuyor insan
Veya doğuyor
Ve eksik bedende
Yanar başka rüya
Düş yakamdan düş yakası

VASİYETİM HAYSİYETİM
Er doğdum geç ölürüm belki
Geç olsun ama güç olmasın
Uykumda
Uy…
Uy adamcaz ölmüş desinler
Ölüme yalnız gidilir sevgilim
Yiğitçe
Ak kefenlere sarıldıkça ruhlar
Sular seller gibi yaşanır
Er doğdum geç ölecem sanki
Geç olsun ama güç olmasın
Yatağımda
Yat…
Yattı adamcaz yatış o yatış desinler
Ölüme ağıtlar yakılır sevgilim
Yakma
Kara toprağa yatırılınca bedenim
Sular seller gibi yaşayabilirsin
Geç doğdun er ölebilirsin
Unutma
Erin öldü diye ölecek değilsin
Alabildiğine yaşa

KOKU
Adam gibi adam olmakla başlar
Damarda dolaşan sevgiyle
Çık salın öpücüklerle
Islak güneşi anlatırken masallar
Kayalar deniz kokar
Yosunlar kaya
Sen bi başka
Arştan marşa
Pul pul dökülür hayat
Zarftan mektuplara
Sıran geldiğinde adamlaşacaksın
Beklediğin doğum
Suspus gecelerde kara bi çığlık
Yarılır yüreği gecelerin
Sen adam gibi adam korkmayacaksın
İncinmesi yüreği masalların
Deniz balık kokar
Ihlamurlar doğa
Sen bi başka
Karman çorman
Babakolik bebekler ağlamaz
Adam gibi adam olmakla başlar
İçeri akıtılan gözyaşları
Çık salın sözcüklerle
Güneş tutulmasını anarken şiirler
Işıklar sen kokar
Karanlık ben

KAÇINCI SUNU
Kaç tonluk pres kalbimi zorlayan
Her gece her gece
İstemdışı
Kar suları içiyorum
Atabarı dönerken fırtına
Karşımda koskoca bir tablo
Ecinni fırçasından çıkan
Acınma sıram geldi
Kaç tonluk pres ciğerimi daraltan
Her gece her gece
Soluksuzum
Ucu yanık hayatı çekiyorum içime
İstemdışı
Camekanları donarken gecenin
Can cana susamış
Cam cama sabahlarda şah
Gürler ağlandıkça yarınlara
Kötürüm doğar kırkayaklar
Her güne her güne
Doğa dışı
Bacalar pusarken akdumanı
Karla yuğarım yüzümü
Kaç tonluk pres aklımı kurcalayan
Her gece her gece

GÜNEŞİ BALÇIKLA
Bacılar alınmayasınız
Duyarsanız günün birinde birinden
İnanmayasınız aldırmayasınız
Alnımın çatından öpün yine
Vurun gerekirse alnımın çatından
Ondörtlü yatağımın altında
Kar yığınları kararırsa erkenden
Unutmayasınız her şey iyi bir gelecek için
Duyarsınız günün birinde birinden
Alnımın akından öpüldüğümü
Çarşı pazarda aynı bilmece
Anamın taze sütünden emdiğim günü
Ezansız ezalara inanmayasınız
Asi kentin asimilasyonuna
Aşkı kaybettiren iç güdüdür hırs
Evet gülün adı yok
Vurun dilerseniz alnımın akından
Ondörtlü şiltemin altında
Şahin pençesi boğazlamadan yarınımı
Altüst olunca sevdalar
Keyfe keder yaşanır kader
Çilli horozların ötmediği gündür son
Sonsuz teşekkürler orağı paslı
Bacılar üzülmeyesiniz

ONURSA TAVIR
Bir ipucu ver dedimse
Uydu mu ya şimdi
Kuzeydoğudan batıyor güneş
Hafızama kayıtlı tarihler sırasıyla
Kibrit alevi gibi rakipler
Oldu mu ya şimdi
Hangi hayatta hangi yeni sayfa
Bir ipucu ver dedik diye
Pera da aşk
Bıçak ucu sırlar şimdi sırada
Saf güzelliğini sergiliyor
Hangi anlaşma hangi birlikte hayata
Şükür anı küfür anı zaman içinde
Çile dimdik hayatta
Çöle döndü geleceğime dokunuldu
Serada arz
Göle çaldığım maya tutmadı
İçime çektiğim her nefeste sana dair ne varsa
Beynelmilel bir ipucu
Okul yolunda deniz kokusu
Pis şiirler yazıyorum diye
Kuzeydoğudan batıyor güneş
Oldu mu ya şimdi

OCAĞIN ORTASINA
Tabancalar patlar sinsice
Havaya uçar barış
Sakın şaşırma
Ailem var korunacak
Günlerim var yaşanacak
Vargeçmesede kaybettiren gala
Tabancalar susar ateş gülü
Yere yığılır barış
Sakın unutma
Ailen var korunacak
Günlerin var yaşanacak
Rüzgardan bir hançer içini deler
Tabancalar kusar ateş dölü
Toprağa uzanır barış
Adım adım çaresizlik
Sakın inanma
Ailen var yaşatılası
Aklın var korunası
Yalanlardan bir demet elini yakar
Tabancalar kusar ateş topu
Sele kapılır barış
Sakın korkma
Ailen de var aklında

BUZ GİBİ RÜZGAR
Bir bayram günüydü
Mavi gökyüzü doyasıya ağladığında
Sessizlik çığı düşüyor düşlerin içine
Sokağa çıkma yasağı şaşkınlığı
Kolaçan seviyesinde zırhlılar
Mırıldanışlar demir elbiseli
Namlular çömelmiş tepkisizliğe
Korkudan sarardı yapraklar
Bir bayram günüydü
Şehrin ana caddesinde devasa uğultu
Kızıl kestane gökyüzünde direniş çarkı
Dağlar kayalar titriyor bu kapışmada
Tanrıçaların göğsünde küfür ve beddua
Beşikler sallanıyor büberonsuz
Nişanlar takılı koca gövdeler düşlerin içine
Mavi gökyüzü delicesine ağladı
Bir bayram günüydü

SİHİR SİSTEMİ
Aileler dağıldı
Çocukların büyükleri hapiste
Baskı güç getirdi
İç savaş gölgesi kapıda
Toprak duvarlar bile ördü
Damlar çöktü
Ölümün ilk akşamıydı
Kuran dan ayetlerin gözü yaşlı
Göğü dolaşan ilahiler esrik
Bilinçaltı denizinde öfkeli destan
Aylaklık eden yıldızlar uslandı
İç barış zedelenmesi pencerede
Toprak sıvalar bile döküldü
Camlar patladı
Can mı dayanır bu acıya
Aileler dağıldı
Çocukların büyükleri hapiste
Kardeşleri mektup yazıyor
Dağlar göçtü
Ölümün ilk akşamıydı
Kuran dan surelerin gözü yaşlı
Göğe terk edilen umutlar eksik
Ne yapsaydılar imamı reddetmeyip
Allah ın hakkı üçtü
Canlar düştü
Ölümün ilk akşamıydı
Aileler dağıldı

ÇIRPI KİRPİ SAÇ VE ARIZA
Bir bitim bile yok
Su yok
Çinko leğen ve çırpı çocuk
Arap sabunu ve gazyağı
Maşrapa naylon
Su aşırı sıcak
Soğuğu yok
Bir bitim bile yok dedi çocuk
Arkadaşları etti hediye
Yaş aşağısı yukarısı yedi
Ve anacığından dayak yedi
Çinko kazanın altına yakıldı ateş
Ortalık yerde çinko leğen
İçinde ayaküstü çırpı çocuk çıplak
Küllü arap sabunu
Ve kapkaynar su
Kafatasını kazıyan dişli tarak
Acıması yok
Bir bitim bile yok dedi çocuk
Gazyağı oldu parfümü
Yaş aşağısı üstü yedi
Akşamı gaz ışığında ders çalıştı
Bir biti var idi hediye
Anacığı ellinden aldı
Af yok

TATLI DİL
Sıkıldım
Sıkılaştırıcı kaynaktan içtim
Cemi cemali nurdan
Tek seferde
Sıyrıldım
Şiir yaşı sıfır yalnızlıklardan
Güneş ölünce gör sen beni
Düş yakasına düşünce güneş
Vasiyetim haysiyetimdir
Tek nefeste
Sıyrıldım
Gül kokunu içince canım
Kaçıncı sunu bitmez umu
Güneşi balçıkla sıvadıklarında gör beni
Onursal tavır düşünce kalbe
Kaç kalibrelik bir patlamadır
Düşüveren ocağın ortasına
Buz gibi rüzgarla palazlanan
Tek nesilde
Savruldum
Sihir sistemi buğulandıkça
Şiir yaşı sıfır yalnızlıklara
Çırpı bacaklı kirpi saçlı çocukla
Usulca çık dışarı
Tek başıma
Sıkıldım.

USULCA DIŞARI ÇIK
Bermuda şeytan üçgeni yalanı
Ve ütopya
Kaç yılımı çaldı
Geriye kaç yılım kaldı
Kör şeytanından bulası bermuda
Ve ütopiya
Kaç ülke kaldı
Geriye kaç yalan
Akıl yaşımda kırkbir
Kırkbir artı sonsuz artık bir masal
Kırkbir artı kırkbir zor
Geriye zavallı bir yalım kaldı
Salım kaç kişiyle acaba
Geriye sayım başladı
Gözlerimi kör eden ışık
Ve güneş
Uçsuz bucaksız deniz
Kapkara
Bilginin eteklerinde bir çocuk
Ve zamansız ölüm
Sihrini sayısız hikayeye sakladı
Bu safdışı bir neslin gücü
Şeytanı boğazladı
Ve ütopya
Kırkbir kere maşallah
Aşk türküsü söyleyerek yaşadı
Ve bilgelik.