14 Nisan 2015 Salı

YEKPARE DÜŞLERE UZANIR MASALSILAR…

YEKPARE DÜŞLERE UZANIR MASALSILAR…

Güneşin bir mızrak boyu alçalacağı gün veya alçaldığı gün ortası tüm masallar o naif masalsılığını aniden yitirir. Ve gerçeğin karanlık yüzünü tesciller görgüsü kıtlıktan yeni çıkmışlara gülen ayva, ağlayan nar. Veya gerçekliğin en aydınlık yüzünü perçinler.

O perspektifte gümüş parlaklığında allı yeşilli bir masal diyarında yekpare düşlere uzanan, hiç de hayal gücü gerektirmeyecek hayatların yaşandığı düzlere yayılır akıl küpü. Dünyaya kendi çapında şekil vermelerin kulaklara çalındığı biçimsiz bir daralmadır zaman.

Zamansız mekansız denizaşırı püskürtülmek bir anlamda bundandır. Kim der, kim bilirdi ki tarihi kurgulayanların engin bilgisizliğinden ötürü belirsizlikler doğacak ve güneş batacak. Ve at izi it izine karışacak. Utanç yaftaları bir bir yazılırken günahlar bir bir üstlenilmeyecek. İnsanları ürperten tüm gölgelenmiş gerçekler de acilen alenileşir. Çil yavrusu gibi kaçışır, dağılır bu karışımda karmakarışık akıllılar.

O kaçkınlıkta insan daima ve her dönem kendisine aittir. Aittir ama bunu bilenler ve bilmeyenler vardır sadece. Kafası karışıklar bu nefti yeşile ve yeşille dağlanan diyara, kara toprağa bereketsizce yapışırlar. Sırtüstü kavramsızlıkta güneş yanığı, kızıl ötesi yoğunlukta ışığa doğru yansıyanlar un ufak olur bu koşuşturmaca da. İyimserliği belgeleyen, kötümserliği gölgeleyen, kuşkuların el yazması da, al yazması da yakılır, yutulur asit yağmurlarıyla.

Zaten kötülüğe sürüklenildiğinde tüm gerçekler bile bile aleyhte kullanılır. Tüm gerçek dışılıklar ise leyhte. Bu kullanım tarihi çoktan geçmiş kurumluluk ta gün olur devrilir çamlar, evrilmez can. Yani tüm iktidarları boğan çığlıklarda gizlidir tüm saklanan ve bastırılmış duygular.

Ayrıca önseziler kesinleşip keskinleşince sonuçlar oylumlu olumsuzlaşır. Yaş mı kuru mu ayırılmadan verilen tüm kararlar ise masal diyarını tersine efsaneleştirir.

Fersah fersah genleşen ve grileşen yeryüzünde umutsuzluk arttıkça pederşahi toplum önyargıları ile ümitlenmek, padişahvari tokmaklamalarla toplumlaşmak gittikçe güçleşir. Dostane bir şeyler yapmak yürek ister, bilek ister. Kolpa kalpazanlıklara dolaşmak ve komple cakalanmak yeşillenmiş masal diyarına özgüdür bir nebze.

Bu sahte özgünlük, özgürlükler engellendikçe iyice garipleşir ve içini ferah tutanlar dahi pusulayı şaşırır. Ve bal tatlısı kovansız ışıkları kara gölgeler yasaklar veya yasak savıcı tonda zehirler. Gölgeler uç bucak uzadıkça masal diyarına saplanan rengarenk isyandır artık.

Ve mutlu sonla bitmeyen masallara eklemlenir bir daha bir daha birileri. Bu baştankara belirsizlik isyanların kısıtlı ve şaşırtıcı kısırlığında ivme kazandırır belleklere. Ve bir anda değişir dünya. Med ile cezir derdin hal ve çaresine bakar. Coşkunun en yeşil pırıltısında saklanır kızaran masalsılar ve romanslar. Ve yıldırıcı bir durgunluk şeridine yıldırımlar düşer. Ve uçurumlara gelir tüm çalımlar, alımlar.

Gök yarıldığında dönem sınırlandırmalarından kurtulunmadıkça riskli ve değişken düşünceler yerleşimcilerin ruhuna yerleşir, tuzuna banar. Ama sonuç her halükarda hiç değişmez. Ayni kalır yoruma açık kalsa da. Aslında en mantıklı tavırlılık sonu zafer görünen masallara figüranlık, bedavaya rol çalımlısı düşkünlüğüne düşmemek, düşürülmemektir.

Ayrıca kulağa vuran seslerin, kulaktozuna bulanan sislerin derin melankolisi içine hapsolmak isyanların en babasına kapıların aralanmasıdır. Sansasyonların şaşırtıcı kısırlığında kıt kanaat servetlenmek masal diyarına üçüncü mevkide yolculanmaktır. Çepeçevre örülen duvarlar delinip geçildikçe her masal aynı fonda devam eder bir süre. Sonra ton farkı olmaksızın, fon farkı vurmaksızın deniz aşırı heveslenmeler serilir koridorlara.

Gün olup akıllar suyu bulandırınca rüzgarlı parketaşı sokaklar denize açılır can havliyle.  Ve çakmak çakınca çıkmaz, dönülmez sokaklarda ne o bilindik masallar ne de o masalları dar uzun masalarda anlatanlar kalır. İn ve cin top oynar kaldırımlarda.

Kimsiz, kimliksiz kaldırımlarda gümüş parlaklığında allı yeşilli yekpare düşlere uzanan bir masaldır zaman. Masal diyarı ise hayal gücü gerektirmeyecek ağırlıkta hayatlara en hakikisinden saygı duruşudur.

Hafifleyen hayatlara şeffaf kumaştan elbiseler biçmek ise başka bir meseldir, masal ötesi yalınlıkta…

YAZAR, YAZAR, YAZAR…

YAZAR, YAZAR, YAZAR…

Yazar,
Yeryüzünün okyanuslara döküldüğü derin sessizlikte yaşar.
Yazmak,
Bir yaz mavisi yolculuğudur
Akıl denizinde karakucak yüzmeyle başlayan…
Ve dahi okunmayla biter mavinin en mai tonu
Denizler okyanuslara döküldüğünde
Ok yaydan çıkmıştır artık
Ve yaz döner kara kışa
Baharlar çatışamaz şenliklerle
Ancak yazı dönmez asla
Dimdirek direnir..
Yazmak,
İlikleri donduran karakışa naziredir aslında
Zihin denizinde zindansız boğulmayla yüzleşilen
Ve dahi nice yüzler görünmezleşir mainin en mavi fonunda
Gece mavisidir yakamozlarla savrulan
Okyanuslar çöle döndürüldüğünde ise
Hayatın içine içine en mükemmellikte yazılar üflenir
Zaten kodlanmış tüm sözler usulca zaman ötesine yolculanır
Ve dahi anlatmaktır mesele evrenin bütün dillerinde
Mavinin en mai halini…
Yazmak,
Azar azar yazmamaya mayalandığında ise
Ekşir gider artık tüm ekmeklik hamurlar
Önce bir yaz mavisi yolculuğu hayallenir
Sonra var olmak ile yok olmak arasındaki o sihirli çizgide
Deniz alabildiğine mavileşir…
Kara yazgıdır o andan itibaren itibarsızlaşan
Ve göğe merdiven dayamak bile çaresizleşir.
Yazmak,
Karadenizlerin ardı arkası kesilmeyen fırtınalarında
Yürek hoplatan hoyrat dalgalara dayanmaktır
Ve dahi evrende bir yerlerde var olmaktır hiçten birlenip
Yazmak odur işte.
Yazar,
Dünyanın bittiği denizin başladığı yerde yaşar
Ve dahi yaşadığınca ağır

Yazar…

9 Nisan 2015 Perşembe

SON YAZILARDAN...

SON YAZILARDAN...

KIRIK DÖKÜK CÜMLELERLE…

Elbette kırıp dökmekle imparatorluklar kurulmayacağı gibi, kırıp dökmekle imparatorluklar da yıkılmaz. Ancak zaruret tecelli ettiğinde dünya halidir hiç de belli olmaz, meselenin özü kayar gider kelime kelime...

Kırık dökük cümlelerle imparatorluklar yıkmak çok zor görünebilir. Ama vadesi dolduğunda tüm imparatorlukların bir gün çöktüğü de tarihsel bir gerçektir. Kim ne derse desin o beklenen süreci o kırık dökük sayılan cümleler de ağırdan hızlandırır. O halde kırık dökük cümlelerle şu sonuca varılabilir;

Bizi biz yapan kalbimizin derinliklerinde taşıdığımız ve ebediyen taşıyacak olduğumuz yara izlerinden esinlenerek mücadeleye devam…

Atalarımızdan bize kölelik içgüdüsü değil de kahramanlık içgüdüsü miras kaldığından bu tavrın en muteber olduğu da bir başka alt kültür gerçeğidir. Yani var olmak ve yok olmak arasındaki o sinir bozucu çizgiden ileri geri yürümek bize yakışmaz. Ata baba mirası mücadeleye devamdır ve çizgi dışı kalmayı göze almaktır mesele. O mirasa ihanet en kutsala aykırı harekettir. Doğruluğun dostdoğruluğuna selam duruş, inanılan çizgideki en çizgi dışı diriliş olduğu halde, yok sayılsa da bu uğurda yapılan yolculuk en babasından ibadettir.

Zaten radikal düşünceler veya işe öyle geldiğinden radikal sayılan düşünceler asla anlaşılmak istenmez nedense. O bilinçten yoksunluk kırık dökük de olsa kendiliğinden oluşa gelen cümleleri asla tersine yazdıramaz ve asla okutturamaz. Bilinçli külden cümleler o çokbilmişlerin bildiğinin aksine Yaradan dilerse kıyamete kadar göğe asılı kalır. İlahi adaletin mahkemeleri kurulduğunda ise o kırık dökük farz edilen ve dışlanan cümlelere bel bağlayışta çare etmez. O Kırık dökük cümleler bizim kurtuluşumuz birilerinin de hezimeti olur diye başlamıştır ezelinden ebede. O yüzden yeryüzünün her gün sessizce okyanuslara döküldüğü saatlerde elde kalem dilde kelam tek bir an mir kelam olmadan sınır ötesi yolculuklar yaparız.

Ve inanırız ki canı gönülden sözler ve sesler zaman mekân ötesine geçince ve göğe çivilenince dünyanın tüm dilleri de artık hiçbir işe yaramaz. İşte o vakit artık tek bir dil kalır geriye. Ve o dilde kırık dökük cümlelerin incelikli aritmetiği de kolayca çözülür…

Yani dürüstçe üste verecek bir şeyi olmayanların pazarlığı orada da burada da hiç tutmaz. O nedenle bu kırık dökük cümleleri ardı arkası kesilmeyen bombardımanlara rağmen sırlamak ve sıralamak daima son görevdir. Sırası geldiğinde dilden dökülür, sırası geldiğinde ise harf harf kağıdın ipine sarılır. Arı kovanına çomak sokmak biraz da yürek ve bilek işidir kıssadan hisse. Kelimeler piramidinde nice hayatlar paramparça olur da zayıf düşmez, düşkün düşmez. Yani para piramidindeki gibi işlemez hesap.

Kendi içinde tutarlı iddiaları yetenek ölçüsünde kırık döküklüğün içine içine saklamak mahirliktir. İyi olan her şey daha iyi olabilir mantığıdır dünyaya dünyalıklara tapmamak. Şanssızlıklar hayat boyu peşimizi bırakmıyor olsa da yürekten inanırız sarf ettiğimiz her kırık dökük cümlemize. Ve cümlesine dünyanın bittiği denizin başladığı yerde en harbisinden görüşeceğimizi bildiğimizi bildiririz her bildirimizde. Bütün son görüşmelerde bizim kırık dökük cümlelerimiz hesap sorarken yalancı imparatorluktan ve imparatoriçelerinden yanalar, saltanatın tüm nüveleri hangi kırık dökük cümlelerle kendilerini savunacaklar bekleriz.

Cümleler kırık dökük olsa da kırıp dökenlere iktidar hırsıyla yol yordam şaşıranlara dokundukça dokunur. Bir dokun bin ah işit faslına geçildiğinde ise akan sular durur, yanan ışıklar söner. Sanki deri değiştirenlerden değilmişçesine bir havayı estirmelerde kifayet etmez,
kıyafet yetmez. Havası civası bir yana anlamsızlıktan, başka başka anlamlar çıkartmayı becermekle olmaz hakikat yolculuğu.

İşin hakikati kırık dökük cümlelerle belirtildiği üzere hak tecelli ettiğinde, halk eceli gördüğünde kırık dökük bir son bekler cemi cümlesini…

5 NİSAN, TÜM İKTİSADİ PAKETLER SAATLİ BOMBADIR…

5 NİSAN, TÜM İKTİSADİ PAKETLER SAATLİ BOMBADIR…
 
Tam tamına yirmi yıl geçmiş. Gençleşen Türkiye’de bu gün pek az kişi anımsar o yılları ama son on yıllarda moda deyimle tırnak içinde demodeleşen yeni Türkiye’nin temelleri o gün 5 Nisan günü atılmıştır denilebilir. Yakın tarihin meşhur 5 Nisan ekonomik kararları bir makalede anlatılamayacak denli girift ilişkileri barındırır. Üzerine hazırlanacak tezler, yazılacak kitapları hak eden yüzlerce yıllık bir gerileyişin ilk adımıdır 5 Nisan…

TC’nin 50. Hükümeti Başbakanı Hanımın ağzından 5 Nisan ekonomik önlemler paketi halka Ekonomik Kurtuluş Savaşı, 2. Kurtuluş Savaşı diye tanıtılır. Ve canlı cansız yayınlarda halktan her kesimden yediden yetmişe özveri istenir. Özveri süresi ilk etapta üç ay olarak belirlenmiştir. Sonrası ise belirsizdir. Yani üç ay sonraki hedefler ilk etap diliminde tutum ve tavrın uygulanırlığı ve geçirgenliğine bağlanmıştır. Hamfendi böyle söyler, bu günden kestirmek olası değil der.

Demesine der ama; zam, özelleştirme, devalüasyon, vergi gibi çeşitli yaptırımları kapsayan paket balonu üç ay içinde patlar. En az üç yıl sürecek, etkileri on yıllarca derinden hissedilecek bir yangına tutulur ülke ekonomisi ve ülke siyaseti. Yani tutmaz tedbirler ve beklentiler boşa çıkar. Kısa zamanda batan batar çıkan çıkar, bir gecede bitenler bir gecede bitlenenler olur. Bu sızlanmalar, arsızlanmalar ve yıkımlar sonrasında üç yıldan az sürede Ekonomik Kurtuluş Savaşı Başkomutanını değiştirir. Başkomutan yardımcısı ise koltuğundan olur.

Ve gayri safi hasıla açığı %22, yıllık enflasyon %125’i bulur. 10 Ocak ila 30 Nisan 94 arası işini kaybedenler kayıtlı rakamlara göre 144 bindir. Yılsonunda bu rakam 350 bini geçer.

İşin garip yanı 5 Nisan’ı başta çeşitli gazeteler, köşe palavracıları, televizyon kanalları, haykırmanları, iş dünyası, sanayiciler, siyasiler hemen herkes destekler ve seferberlik ilan ederler. Özveride öncülük etme işçi çıkarmak ve gazete sayfalarına reklamsal rakamsal desteklerden öteye geçmez. Beri yanda halk çıra gibi yanar.

Ve sonra her seferindeki gibi isyan başlar. 5 Nisan’a her telden, her renkten, her dilden gecikmiş isyan güncellenir…

Örneğin hükümete destek deklarasyonları yayınlayan Sanayi Odaları Kürsülerinden bile, ‘malımız mülkümüz ülkeye feda olsun’ diyenler kısa sürede saf değiştirirler. Ayni kürsüleri ‘hükümet sanayiyi yok etmek istiyorsa açık açık söylesin, kan değil can kaybediyoruz” feveranlarına dönüştürürler. Ülke feryadı figandan geçilmezken kıdemli işçiler kapı önüne konur. Büyük holdingler üretimlerini kısar. Çıkarılamayan kıdemli kıdemsiz işçiler ücretsiz izinlere çıkarılır. İlk ağızda ilk paylaşımda pakete tam destek veren medya bile sadece İstanbul’da 3 bine yakın basın-medya emekçisine kapıyı gösterir. Halkın alım gücü üst üste yapılan zamlarla yok seviyesine geriler, dibe vurur. Geçim sıkıntısı zirve yapar. Belli çevrelerde haki üniformalılara kırmızı ipli balmumlu davetiyeler çıkarılmaya başlanır.

Aslında 50. Hükümet ilk devalüasyon kararını gizlice 26 0cak 94’ta almıştı. Lira dolar karşısında %13.6 devalüe edilmişti. Gergin ekonomik ortam bir anlamda 5 Nisan’a hazırlanmıştı. Hal böyle olunca Merkez Bankası reeskont faizlerini artırır. Mevduat munzam karşılıkları düşürülür. Kamu Bankaları bile faiz oranını %88’e çıkarır. Ve hazine durmaksızın piyasadan para çekmeye devam eder.

Araya yerel seçimler girince bu hayati ve vazgeçilmez görünen kararlar kâğıt üzerinde kalır. Ağır sayılacak zamlar yapılmaz seçim sonrasına ötelenir. Güllük gülistanlık seçim propagandaları yapılır. Her şey toptan seçim sonrasına aktarılır. Tehlikeli gidişe siyasi ikballer uğruna dur denilemez. Ekonomik tehditler görmezden gelinir ve olanlar olur.

5 Nisan’ın özü üç beş maddede gizlidir aslında. Büyük sermaye tarafından dayatılan özelleştirme, memur zamları, tarım politikası ve iğneden ipliğe zamlar…

Bu kararlar doğrultusunda Erdemir, Tüpraş, Petrol Ofisi, THY, Petkim, Turban, Deniz Nakliyat, yılsonuna kadar, TEK, PTT, 95’te Sümerbank, Etibank en hızlı biçimde özelleştirme kapsamına alındı ve yok pahasına satıldı. Emlak Bankası’nın sözde halka açılması ile de 3-5 milyar dolar girdi sağlanacaktı…

Ayrıca sözleşmeli sözleşmesiz personelin ücretleri düşük tutuldu. Görüntüde personel alımları durduruldu. Geçişler yavaşlatıldı. Taşıt alımı ve kullanımı sınırlandı. Yurtdışı kadrolar azaltıldı…

Tarımda uygulanan destekleme daraltıldı. Fındık, tütün, çay, hububat, şekerpancarı ve birçok tarımsal üründe kotalar getirildi, taban fiyatlar tarih oldu, Birlikler çöktü…

Sözde üç ay ve sonrasında en az 38 trilyonluk getirisi olan bir ekonomik istikrar paketiydi 5 Nisan. Ama paketi getirenleri paketleyiverdi ve halkı canından bezdirdi. Olay paketin asıl ilginç yanı Merkez Solun TC tarihinde ilk defa böylesi uyduruk bir ekonomi paketine imza koymasıydı. Başka bir yönü ise ülke yönetiminin açıkça nerelere ve kimlere bağlı olduğunun bilinmesi ve görülmesini sağlaması veya sağlayamamasıdır.

Sağlıkları bozan 5 Nisan’dan iki hafta önce 18 Şubat 94’te Başbakan Hanım Brüksel’de kovboyların Başkanı Klinton ile görüşür. Bu görüşmenin peşine bir gizli mektup basına sızar veya sızdırılır. Mektupta Kovboy Klinton’dan Hamfendiye öğütler ve mesajlar yer alır. Dipnotunda ise ‘beklediğiniz kredi çıktı, bir an önce Dünya Bankası ile temasa geçin’ yazar.

Öğütlere hiç vakit kaybetmeden uyar çifte uyruklu Hamfendi. Önce uydurma ve uyutucu 5 Nisan paketi patlatılır. 14 Nisan’da Başbakan Hamfendi Amarika’ya uçar. IMF ve Dünya Bankası ile masaya oturur. Standbayı imzalar ve halka dayatılan zulmün karşılığı mükafat kredileri kapar. Yani halka baskı ve zulme karşılık hükümeti bir nebze rahatlatmak maksatlı faiziyle Amarika’ya borçlanır.

İşte böylesine basit yorumlanabilecek ama izleri derin ilişkiler ve kapalı kapı arkası anlaştmalar ve yeni siyasal süreçler içeren 5 Nisan kararları görünürde Kurtuluş Savaşı masalıyla bir güzel tezgâhlanır. İleride kimin ödeyeceği belli olmayan sadece üç beş kredi almayı öngören patlak bir pakettir 5 Nisan.

Yani her keresinde ülke ekonomisi radikal önlemler alınmasına karşılık yenilenmeden, mevcut yapılar korunarak, esaslı rötuşlarla rayına oturtulmadan günü kurtarmaya çalışılmıştır. Her ekonomik tedbir bir askeri darbeyi getirdiği halde bu kez sivil darbeler ile yetinildi ve bu günlere gelindi. Bu arada 5 Nisan ve devamındaki uygulamalarla borç ilk on yılda iki yüzlere, son on yılda ise iki yüzlerden beş altı yüzlere çıkarıldı…

Tüm iktisadi istikrar tedbirleri ve paketleri aslında bir saatli bombadır.

"MİLLET UĞRUNDA BİR BACAĞIMI ZİYAN ETTİM, İCABEDERSE…”

"MİLLET UĞRUNDA BİR BACAĞIMI ZİYAN ETTİM, İCABEDERSE…”

 “ Karadenizli milli irade kuvvetlerinin başında Osman Ağa isminde bir kumandan bulunuyordu.  Bunlar Karadeniz’den Giresun’dan gelmişlerdi. Bir askeri kuvvet olarak hemen bütün muharebelere sevk olundular. Muharebelere iştirak ettiler. Kahramanca cansiperane çarpıştılar. Muharebelerden sonra çok itibarlı ve çok fedakâr bir milis kuvveti oldular… İsmet İnönü.” 

 “ Ankara hükümeti, ne emir vermiş ise harfiyen yaptık… T.Osman Ağa”

Olayların asıl nedenleri anlaşılmadan, perde arkasında yatanlar ve sahne gerisinde yaşanlar ile süzme emperyalist oyunlar bilinmeden, yıllarca yok sayılan gerçeklerin özüne inilmeden, yüzeysel teranelerle Giresun uşakları ve Topal Osman Ağa’nın ülke için yaptıklarını anlamsızlaştırma ve hiçe sayma çabaları büyük bir tarihsel yanılgı, tarifsiz bir ön yargı ve Giresunluların yüreğinde hala sönmeyen yangındır…

“ Mütarekeden (Mondros) sonra husule gelen vaziyeti görünce, çıkabilecek bütün neticeleri tahmin ettim. Daha hiçbir şey olmadan 42 yere telgraf çekerek; Trabzon’da bir kongre yapalım, bizim imhamıza karar verilmiştir, savaşmaktan başka bir çare yoktur dedim… T.Osman Ağa”

Topal Osman Ağa mozaikçi değildir. Tüm Giresunlular gibi Oğuzların Üçoklar kolundan Gökhanoğlu bir Çepnidir. Çepnilerin kutsal simgesi ise sungur kuşudur. Bu simge çelik bakışları ve güçlü iradeyi temsil eder. Çepni boyundan her Giresunlunun babası veya atası, dedesi mutlaka Topal Osman Ağa’nın alaylarında onunla beraber milli mücadelenin değişik cephelerinde düşmanla savaşmış veya cephe gerisinden Osman Ağa milislerine lojistik destek sağlamıştır. Giresun uşakları ve Topal Osman Ağa, Kutsal isyanın öncü birlikleri olmuşlar, tüm Karadeniz’in ve ülkenin kurtuluşunda yüz yıllar öncesindeki gibi aktif rol oynamışlardır.

“Selçuklu ve Osmanlı kayıtlarında Vilayeti Çepni; başta Giresun merkez olmak üzere, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Gümüşhane illerinden oluşur.

Vilayetnameye göre, Anadolu’ya sonra da Suluca kara höyük köyüne gelen Hacı Bektaş Veli’nin ilk müritleri de Çepnilerdir. Çepnilerin önemli bir kısmı 1240’ta Baba İshak Türkmenlerinin isyanına da katılmıştır. Önemli sayılabilecek bir kısım klanlarının da Sinop’ta yerleştiği biliniyor. Çepniler Sinop şehrine saldıran, Trabzon Rum imparatorunu yenerek şehri layıkıyla korumuşlardır. Çepniler o tarihten itibaren de Samsun Canik’ten başlayarak Giresun’a kadar uzanan ormanlık bölgeyi ve devamında tüm Karadeniz sahilini yavaş yavaş fethetmişler…”

İlk ulusal kahraman ve istiklal isyancısı Gazi milis Yarbay Topal Osman Ağa Havza’da 29.05.1919 Perşembe günü Mustafa Kemal Paşa ile görüştüğünde Ermeni tehciri ile suçlanmışlıktan dolayı boynunda idam fermanı asılıydı. Bu ferman 7 Temmuz’da kaldırıldı, aklandı. Yeni görevi Karadeniz’de cirit atan, azgınlaşan Pontus Rum çetelerini çökertmek ve imha etmekti. Erzurum ve Sivas kongrelerinde Mustafa Kemal Paşa’ya kayıtsız şartsız bağlandı. Gönüllülerden oluşan milisleriyle doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm cephelerde düşman ile savaştı. Vatan ve istiklal uğruna ömrünü ve servetini harcadı.

Kuvvacıların en gözüpeklerinden, en çılgınlarından bir kumandan olarak tarih sahnesindeki yerini sağlamlaştırdı. Mustafa Kemal Paşa’nın askeri olma ruhuyla 42. Ve 47. alaylara komuta etti. İstiklal harbinde Karadeniz sahillerinde gönüllü ittifakını oluşturduğunda, bütün Mustafa Kemal Paşa muhalifleri ‘ Topal Osman ağa ve ölüm korkusundan’ Karadenizi terk ettiler.

“ Arkada kalanı vururum, ben arkada kalırsam sizde beni vurun… T.Osman Ağa”

Doğu cephesinde Ermenilere karşı durulması, Kars’ta bin uşaklı gönüllü Giresun taburu ile iç güvenliğin sağlanması, Sivas Koçgiri aşiret isyanının önünün alınması, Merzifon misyoner okulları ve uzantılarının imhası, Sakarya meydan muharebesine katılım sağlanması, Polatlı bozkırlarında gönüllü Giresun uşaklarından teşkil iki alayını da şehit vermesi uğruna çatışma, Haymana güneyinde Mangaltepeye kadar uzanan satıhta mangal yüreklice direniş, Rusya’dan gelen cephanenin İnebolu ve Amasra üzerinden Anadolu’ya sevkiyatı Topal Osman Ağa’yı efsaneleştirmiştir.

Topal Osman Ağa 1912 yılında, 29 yaşında zıpkın gibi bir delikanlıyken, ailesince savaşa gitmeme bedeli ödendiği halde Balkan Savaşına katılıp aldığı yara neticesinde ileride lakabı olacak ‘topal’ kalışından 1922’de milis yarbay olana dek cepheden cepheye koşturdu.

Topal Osman Ağa 21.10.1920 günü Ankara’ya çağrıldı ve Mustafa Kemal Paşa’yı koruyacak ‘özel birliği’ kurdu. Ölümüne Mustafa Kemal Paşa’yı korumak üzere zıpkın gibi on iki gönüllü Giresun uşağından oluşan yakın koruma fedai mangası böylece görevine başladı. Ta ki...

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk siyasi faili meçhullerinden Ali Şükrü Bey’in telefon kablosu ile boğulması suçu üzerinde kalınca Topal Osman Ağa zor duruma düştü. O hiddetle Çankaya köşküne saldırdı karşısında kimseyi bulamadı. Ortalığı dağıtıp döktükten sonra gönüldaşı Giresun uşakları ile Ankara Seyranbağ’daki bağ evine çekildi. Kendisini teslim almaya gelen birliklerle on sekiz saat süresince çarpıştı. Cephanesi bitince yaralı olarak yakalandı, kafası kesildi. Topal Osman Ağa ve On iki Giresun uşağı olay yerinde açılan bir çukura hiç hak etmedikleri biçimde öylece birlikte gömüldüler.

“ Birinci Meclis muhaliflerinin, Mustafa Kemal Paşa karşıtlarının, her türden mandacıların, saltanatçılar, şeriatçılar ve hilafetçilerin T.B.M.M’ye yoğun baskıları sonucu; Mustafa Kemal Paşa’nın muhafız birliği kumandanı, öncü kuvvacı Gazi milis Yarbay Topal Osman Ağa’nın başsız naaşı gömüldüğü yerden çıkarılarak bir kağnıya yüklendi. Beyaz gömlek giydirilerek Ulus’ta Meclis binası önünde ayaklarından asıldı…” 

Mayıs 1923’te naaşı Giresun’a getirildi. Silah arkadaşlarının cenazesine katılıp helallik vermesi ve alması için defni bir gece bekletildi. Ertesi gün Giresun kalesinde Kurbanlık mevkiinde toprağa verildi.

1925 yılında Topal Osman Ağa’nın naşı, Mustafa Kemal Paşa’nın emri ile Giresun Kalesi’ndeki bu günkü anıt mezarına nakledildi…

“…Ben bu millet uğrunda bir bacağımı ziyan ettim. Düşmanı denize dökünceye kadar icap ederse sedye üzerinde muharebe edeceğim..T.Osman Ağa”…

ÖNSEÇİM VE DEMOKRATIN KILICI…

ÖNSEÇİM VE DEMOKRATIN KILICI…

CHP’li üyeler doğum günü önseçimde parti içi emekten çok popülizme ve parti dışındaki yarım akademik kariyerlere prim tanıdı. Yani örgüt kendi popülizmini yarattı ve destekledi…

Bu yıllarca özlemle beklenen döneme ilişkin, “ CHP’de önseçim var ama sadece önseçim yetmez, işler iyi gitmez ise sadece afişe olmakla kalınır…” diyerek gerekçeler sıralamıştık. Öngörümüz doğru çıktı, büyük ölçüde. İstanbul'da üç Bölgede de parti emekçisi yerel adaylar kendi ilçelerinde ilk beşe girmekte bile zorlandı. Ve önseçimde aradan yine afişe olmuşlar, popüler adaylar sıyrıldı.

Yeniyetmelikten olgunluğa, olgunluktan durgunluğa, durgunluktan yorgunluğa devrilişte tek yıkılmazlık devrimcilik ve demokratlıktı ama kılıçtan listeler çekildi…
 
Sevilsin sevilmesin partiyi yıllarca sırtında taşımış parti emekçisi aday adaylarından yıllarca önseçimi savunanlar ve önseçim yapılmadığı için yıllar içinde adaylaşmayanlar on altı yıl aradan sonra yapılan önseçimde tüm beklentilerin ötesinde sandığa gömüldüler birer birer.

Zaten güneş ışıkları denizin otuz metre altına her ulaştığında buz kütlelerini devirdiğinde konsüller üşüşür sıcağa…

Seksen sonrasında on yıllardır tüm zorluklara karşın parti bayrağını taşıyan örgüt emekçisi adaylar, kendi ilçelerinde dahi hiçe sayıldı, taca atıldı. Hiçbir ilçede hak ettiğince ve gereğince desteklenmediler. Olmadı biraz ayıp kaçtı. Seçime kadar suskunlukla gidilir belki ama seçim sonrası bu önseçim kısa sürede üye sıfırlanmasından başlayarak yeni parti içi dizaynları da bu günden gündeme getirmiştir. Yıllardan sonra parti içi demokrasinin işleyişi ve işletilişi heyecan içinde gerçekleştirildi. gelecek günlerde parti içinde ciddi tartışma ve çatışmaları tetikleyeceği de daha ilk günden belli oldu. Şimdiden yeniden yapılanma gerekliliğini de gözler önün serdi.

Neden ise yakılış var sarılış yok, yıkılış var diriliş yok bu korku tünelinde. Son posta son istasyon nice nüktelerle nice veliahdı tahtından eder, etti de ama refikalara, tefrikacılara kapılar aralandı…

Birbirinden güzel vaatler verilse de nefisle baş başa kalmaktır aslında önseçim gerçeği. Kimilerine göre saltanatın gafletidir belki de. Hafifletilmiş dört duvar direnci, uyarılı veya uyarısız ahde vefa borçlanmasıdır veya alacaklanmadır. Orijini pir aziz de biten bir ayaklanmadır. Yaşanılan derin uykularda kısa bir rüyalanma hikayesidir, sultanlığı devretmeyle de kerevetine çıkar kerevitler. Demokratlık bizi ilgilendirmez bizim başka işlerimiz var, meşguliyetlerimiz var demekle olmaz. Bu tavır doğru sonuçlar çıkarmaz benzeri seçmeler ve seçilmeleri önceler. Ve bir bakarsınız güz kışa, kış kara kışa, gün geceye döner.

Pek usulüne uygun düşmeyen algı yönetimleri ile kara kömür duvarlara içi dışı bir olmayan demokrasi resmedilir ise demokratın kılıcı tersine hersine işler…

Köşe kapmak, köşeleri tutmak, köşe kapmaca oynamak iyi güzel de bir yerden sonra tutmaz aşı. O halde zamanı gelince geldiği hissedilince köşeye çekilmeyi de bilmek gerekir harbisinden. Kurağı görmek, yeşile hasretlik ayni şey gibi görülmese de mesafeler okyanusa açılınca benzeşir tüm dünyalıklar. Hiçbir sanatsal ve siyasal nüktedanlık kapatamaz bu kabaran açığı ve dindiremez yıllardır artan acıyı. Ancak İlim ve bilim kapatır açıktan açığa görülen ama yok sayılan bu yıkılışı.

Devrimci demokratlık sosyal platformların her türlüsünde tek başına kalınsa bile adaletten şaşmayış ile tescillenir…

Günlerdir  “ CHP’de önseçim var ama sadece önseçim yetmez, işler iyi gitmez ise sadece afişe olmakla kalınır…” sözüne kitlenildi. Tüm aday adayları örgütün adaletine güvenerek asla tecillenemeyecek, tecelliler de aranmayacak bir sürece ayak sürüdü. Ama demokratın kılıcı nasipsizlik ifadesi ve rakipsizlik iradesiyle kendini kesmez, kendinden olanı biçmez kuralına inanış zedelendi. Her kesiliş aslında yazılı ve kayıtlı kuralı olmayan, kuralsız ve kuraldışı altın vuruşları netleştirdi. Ve cılız tartışmalar da şimdiden başladı. Seçim sonrası ve kurultay arifesi bu afişe çıkarılanların, popülerleştirilenlerin hangi rol modeller olduğu da ayan beyan görülecek.

On yıllardan sonra yakalanılan bir süreçte tam da yüzyıla uzayan köprüde tarihi bir karar verilecekken öfkelenmek üzerine modlanılan ve kodlanılan ve acemilik içeren bir önseçimdi önemsenen…

Devrimci demokrat kolayca hazmedilemeyen ne varsa o yoğun yığınların üzerine gider korkusuzca. Salar kendini eskiyen mitleşen değerlerin uzağına ve eksik nasihatlerden hiç mi hiç paylanmaz. Sollar her önüne çıkanı ve dağların yükselen görkemli görüntüsüne harmanlar tüm yönetsel yeteneklerini. Kusursuz bir ruh yapısına sahip olunsa da, öyle olunduğu söylense de aslında bir anda her şey tersine döner. Bir sıralama ve sınanma yanlışlığı sürecine açılır tüm sırlar. Sınırlar zorlanır ve ve asla eski ruh hali kazanılamaz bir daha, kayıplar arttıkça da kazanımlar unutulur.

Yeniyetmelikten olgunluğa, olgunluktan durgunluğa, durgunluktan yorgunluğa, yorgunluktan yoksunluğa ve yoksulluğa evrilişte tek yıkılmazlık veya önlenemez bir yıkılıştır aslında devrimcilik ve demokratlık, kılıçtan listeler çekilmesi hariç…

Emek vermeden, direnç göstermeden, göğüs germeden, kafa yormadan kazanılmış neler varsa bir bir elden yitip giderken korkup ürkmek dehşete düşmek de hiçbir şey ifade etmez. Önleyici etkiler uzun vadede, gürültücü öğeleri kısa sürede görülecek bir yıkım vakitli vakitsiz sürer. O sürgünde apar topar etrafa kanıp heveslenenlerden olmamaktır özünde demokratlık. Önünde arkasında, özünde sözünde devrimci demokratlık maske takmaktan yorulanlara aynalar tutmaktır. Kendisini dev aynasında, boy aynasında görenlere tutulmamaktır. Yeryüzü köşkünde güneşi avize sayıp, kara gözlükler takıp, renk cümbüşüyle dönen dünyayı karartmak değildir devrimci demokratın işi ve işlevi.

Yeniyetmelikten olgunluğa, olgunluktan durgunluğa, durgunluktan yorgunluğa, yorgunluktan yoksunluğa ve yoksulluğa evrilişte tek yıkılmazlık veya önlenemez bir yıkılıştır aslında devrimcilik ve demokratlık, kılıçtan listeler çekilse de. Örgüt doğum günü önseçimde parti içi emekten çok popülizme ve parti dışındaki yarım yamalak akademik kariyerlere prim tanısa da, yani örgüt kendi popülizmini yaratsa ve desteklese de,

“Neden usandık bu işlerden” cümlesine, cemil cümle boyun eğmemektir mesele…