13 Ekim 2013 Pazar

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN…

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN…
 
Kurban Bayramımız mübarek olsun.
 
Birkaç gün sonra Kurban Bayramı…
 
Bayramları tatil fırsatı bilenler veya tatil için fırsat kollayanlar ve rezervasyonlarını çok önceden yapanlarca ivedilikle güncellenmesi gereken ülke trafiği yine erkenden güncele bindi.
 
Muhakkak ki ölümün sesi kulağa eriştiğinde, insan zamanın nasıl geçtiğini anlamayan bir bilinçle ve aşırı heyecanla bayram seyran düşer yollara.
 
Muhteşem bayram turları, kurbanlık kavurma tadında şahane bir tatil, katkısız bayramlık kavurma lezzetinde günler ve ılık geceler ve uzadıkça uzayan asfaltı yumuşak yollar ipuçlarını kovalayarak dünyanın en itaatkâr toplumunun bireylerini tam şah damarından, can damarından yakalar.
 
Zihin ötesi tarihsel gerçeklere aldırmadan, güneşli bir deniz ve serinleten fiyatlar biçiminde bayramlaşanların yanı sıra, biz bu zihin sofrasında aç kalanlar; medyayı kontrol et ülkeyi yönet-haber saatlerine ailecek kuruluruz ve korkulu, kuşkulu gözlerle izleriz temaşayı.
 
Bir inanç geleneğine bağlı kalmak, körü körüne bağımlı olmak değil diyerek her keskin virajda, her şaşkın kavşakta bekleşen keskin dişli canavarların nezir almasına acısını iliklerimizde hissederek yanarız.
 
Böyledir işte, rüyaların eşiğinde her bayram hayata yeniden baktığımızda kaybolup giden suretlerdir ağına yakalandığımız bayram sevinci. Çılgın yolculukların sımsıkı tuttuğu hayatlar, tozlu yaşamdan nazlı anılarla ayışında savrulunca bir yerlere, o cümleyi sarf etmekte iyice zorlaşır ayrıca;
 
Kurban Bayramınız mübarek olsun…
 
Tuhaf bağlantılı yurt içi yurt dışı yüro tarifeli haftalık tatil turu listeleri milletin aklını başından alsa da kesmez bizi. Akdeniz mi olur Karadeniz mi, Dubai mi olur Venedik mi seçmekte de hiç zorlanmayız. Çünkü biz her bayram yine belleğin sınırsızlığında yitik kuşakları ararız akla hizmet. Milletin tuzu kuruları akıl başkaldırınca kabuslar kılıç gibi kesermiş ne bilir, bilmek istemez veya.
 
Her bayram yine o zor saatlerle baş başa kaldığımızda bu kez ülke tökezliyor diye düşünmeyiz bayramın hatırına. Ayrıca karda kışta her bayram güneşin etkisinin azalmadığı, hafiften yakıcılığını hissettirdiği sıcak ılık günlere denk düşsün diye için için duacıyızdır yaratana. Sırf yalan hayatı sorguladığımızdan ve mevsim kaçamağı yapanlarca kıskanıyoruz sanılmasın diye.
 
Zaten bir acayip atışmadır hayat dolambaçlı yollarda. Hangi tartışmalar edebiyat dışı seyreder ve hangi keyfe, hangi bayram neşesine keyfe keder dokunur iyi biliriz. Diyaloğun mırıltıları, epeyce derinliği olan, temeli sağlam ve derinden gelen ne varsa yıkıveriyorsa her gün, bize de kim ne derse desin bize her gün bayram demek düşer yalnızca.
 
Kurban Bayramınız kutlu olsun…
 
Akıl kafesimizdeki altın hatıralar, seçeneklerin en güzelini seçmeye zorlasa da, korkarız yıllarca doğru bellediklerimiz doğrudan çatırdar diye. Tırtıldan kelebeğe dönüşen bir döngüdür yaşam veya tam tersi. Sınadıkça öğreniyor insan ve arayan Mevlasını buluyor. Yanlışlardan dönüldükçe tercihler de arttıkça artıyor. Bayramlar son yılllarda ayni kalmadığından hüznümüz.
 
Değişmeyen tek şey ise teori ve pratik üstüne yanılmalar ve yazılanlar ve yazılmalar. Çünkü Bayramlar değişti, çocuklar da ve dahi memleket. Yoksa biz mi değiştik, işte orasını anlamak zor. İşin kötüsü maalesef kişisel uyuşukluktan kıpırdanmaya, uyuklamaktan toplumsal uyanışa ve büyük aydınlanmaya hasret bu coğrafyada dini bayramlar nedir, özü ne anlatır, ne için vardır bir yana bırakılıyor son yıllarda. Bayramların kutsiyetine yarım ağız değinilip tatile uzuyor tüm yollar. Kaç kurban veriliyor yollarda Allah muhafaza.
 
Bayram tarihi bir gezi mi olacak, dağ yayla havasını teneffüs ederek kafa mı dinlenilecek, muhteşem bir deniz sefası mı çekilecek, ormanla denizi, mavi ile yeşili birleştiren bir doğa harikası mı tercih edilecek, organik hayatla iç içe alternatif bir model mi denenecek, kaplıcalı ılıcalı cinsiyete özel havuzlu otel-moteller sülale boyu mu kapatılacak ise kapatılsın kime ne, bize ne.
 
Ama ekonomik kriz bizim köye de uğrar ise sorusu kafaya takılmıyor her nedense. Bu kapitalist cenderede envai çeşit düşüncelerle cazibeyi köreltmek ve yangını körüklemek değil derdimiz. Kurban kesilecek ise vekaleti bir başkasına verip bu amansız kaçışadır asıl  sitemimiz. Kapitalizmin batma noktasında olduğu şu günlerde ticarette sınır yok ama üretmeden tüketmek unutkanlığına dır dik tavrımız. Kavruluyor dünya, yanıyor ülke ama yeşil-mor banknot bolluğundan harca gitsin serbestliğinedir sinirimiz. Yoksa kota uygulamalı hacca gidip mebrur ve mecbur dönene değil.
 
Kurban bayramı hürmetine, ne yani sekiz dokuz gün tatil ne yapsaydık eve mi hapsolaydık bahanesini de hoş görebiliriz evel Alllah. Ama derin uykularda uykuya tutsaklık özendiriliyor ve geliştirilmiş alışkanlıklar başarıyla naklediliyor ise bayram sathına bu bayramlık zekayadır karşı yakalığımız.
 
Kıssadan hisse bu bayramlar artık bize fazla veya biz bu bayramlara fazlayız. Çivisi koptu her şeyin, gülünecek günler ve sevilecek güller artık çini mürekkebiyle nakşedilmiyor zihinlere. Kaderine kuvvet vazgeçilemez bir bağımlılık yaratıyor alın yazısı. Ve bu nimetleri bol aldanışla dini bayramlar bile gelenekselliğini yitirdi, boyut değiştiriyor sılayı rahim. Gurbetçilik zor zanaat zaten.
 
“Yemin olsun ki, o gün size verilen her nimetten sorulacaksınız”.
 
Kurban Bayramımız mübarek olsun, can dostum, babam…

BİR GÜNLÜĞÜNE BEDAVAYA ‘HERŞEY’Cİ KESİLMEK…

BİR GÜNLÜĞÜNE BEDAVAYA ‘HERŞEY’Cİ KESİLMEK…

Bu gün 10 Ekim 2013, bir arkadaşımın doğum günü. Nice nice muhalif yıllara can yoldaşım…

Ayrıca bu gün Esenler’de gazete bayilerinin tümünde Merkez medyaya dâhil bir gazete satılmadı. Satış yerine topluma açık her yerde, sabahtan itibaren duraklarda, parklarda, camii avlularında, meydanlarda belli ellerce yediden yetmişe bedavaya dağıtıldı…

Ve bu sayede Esenler bir günlüğüne de olsa bedavaya acayip ‘Milliyet’çi kesildi…

Dağıtıldı çünkü o gazetenin 14. Sayfasında; ‘Kentsel Dönüşüm Müzesi Kuracağız’ manşeti altında ‘Başkanla Başbaşa’ imzalı maksatlı bir haber vardı.

Esenler Belediye Başkanı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na da iletilen Müze önerisi hakkında bedava dağıtılan merkez medya temsilcisi bu gazeteye: "İlçemiz kentsel dönüşümle birlikte anılıyor. Bu sebeple bir Kentsel Dönüşüm Müzesi kurmaya karar verdik. Müzede, kentsel dönüşüm çalışmaları sırasında yıktığımız binaların nasıl yapıldıklarını göstermek için o binalardan çıkan malzemeleri sergilemek istiyoruz. İnsanlar yıllar sonra gelip görsünler. Ayrıca dönüştürülmüş mahallelerin eski ve yeni hallerini de bu müzede sergileyeceğiz.” Demiş… 
 
İyi de demiş, iyi de yapar başkan. Kursun bakalım kentsel dönüşüm müzesini, müzecilik literatürüne yeni bir tür ve kavram ekleyerek. Kentsel dönüşüm beklenen olumlu sonuçlara ulaştırılamayınca da kentsel dönüşüm mağdurları ve zarar görenler açılan bu yoldan ilerlemek suretiyle özel-muhalif müzelerini kurarlar. Dünyaya reklam olmak, dünya çapında reklam yapmak asıl o vakit gerçekleşir. Övünürüz bilmem kaç milyarlık reklam bedavaya geldi diye, ayni bedavadan bir günlüğüne ‘milliyet’çi kesildiğimiz gibi.

Sayfada Kentsel Dönüşüm Müzesi kurma mucitliği dışında, başkanın bizce bilindik beyanatlarıyla süslü röportaj. Ama röportaja flaş bir köşe yazısıyla da destek verilmiş depremden dem vurularak.

Dört başı mağrur, yandaşını zevkten dört köşe eden bu habere her köşede bir mağdur mahlasıyla başlayıp sürecek bir diyeceğimiz yok. Bu yayın köşe dönmeyen, köşe tutmayan, köşelere sinmeyen muhalif duruşumuzu hareketlendirdi biraz, o kadar.

Reklamın iyisi kötüsü olmaz, reklam reklamdır. Biz işin orasında da değiliz. Ama bu bedava dağıtılan gazetelerin bir maliyeti ve bedeli olduğu da su götürmez bir gerçek. Kimse başkanın karakaşı kara gözüne hevesinden, vay ne güzel işler çevirmişsiniz diyerek bu yayını yapmaz ve bedavaya da gazetesini orada burada dağıttırmaz.

Esenler Belediye Başkanı beş yıla yaklaşan görev süresinde ‘yerel basın divanı’ adıyla yerel basın temsilcileriyle ancak iki defa toplantı yaptı. Bu toplantılarda da kamuoyunun yerel basın vasıtasıyla hep aşina olduğu şeyleri söyledi, yeni sunumlar gerçekleştiremedi.

Yerel basına beş yıl boyunca verdiği değer ve destek bu kadarla sınırlı iken;

Ayrıca Belediyenin 2012 yılında 960.000, 2013 yılının ilk altı ayında 480.000 dağıtılan ve 2014 yılı için 960.000 adet dağıtımı hedeflenen ve “ belediye hizmet ve faaliyetlerinin afiş ve tanıtım mecraları yoluyla duyurulması” kapsamında tahmini 2 trilyon bütçe içinde maliyeti gizlenen “kendi-m özel gazetesi” var iken,

Ayrıca açıktan veya örtülü desteğini esirgemeyen ayda bir, yerine göre on beş günde basılan birkaç yanlı yerel gazetesi var iken,

Her halde bunlar bu işleri yeterince yapamadığından olsa gerek ihale merkez medyaya kalmış…

İhale merkez medyaya kalmış mı verilmiş mi bir yana gazeteceyim diyerek yerel ölçekte ortalıkta dolaşanlara ayıp edilmiş pekâlâsından.

Ama bir şeyi iyi biliyoruz. Bu reklam işleri hiç de öyle kolay işler değil, işi bilmek gerek. Okullu, akademili olmanın yanı sıra alaylı olmak da lazım. Denildiği gibi sektörde yakın tanıdıklarımız var ile yürümez bu reklam gemisi. Vermek gerek ve verdiğince almak gerek. Esenler Belediye Başkanı da gerçekten bu işleri çok iyi biliyor.

Biz yazarız bencileyin, kendi halinde, karınca kararınca. Zaten uzun zamandır şimdi şu satırlarda olduğu gibi de etliye sütlüye pek karışmıyoruz. Ama uzun müddet bu tavrımızı koruyacağız anlamına da gelmesin. Ayrıca yerel seçimlerin yaklaştığı şu günlerde, yerel basın es geçildi, yok sayıldı, arpa başkalarına gitti babında da yazılmadı bu yazı, böylece biline.

Peki, niye yazıldı bu yazı;

Esenler bir günlüğüne de olsa bedavaya acayip ‘Milliyet’çi kesildi diye değil. Bizim derdimiz başka. İleride seçim atmosferi kızıştığında, bu ve benzeri metotlarla;

Esenler bir günlüğüne de olsa bedavaya acayip ‘Cumhuriyet’çi, yarım günlüğüne de olsa bedavaya acayip ‘Radikal’, üç beş saatliğine de olsa bedavaya acayip ‘Yurt’çu, dakikalarla sınırlı da olsa bedavaya acayip ‘Sol’cu kesilir ise;

Halimiz nice olacak diye yazıldı bu yazı…

8 Ekim 2013 Salı

İSTANBUL’U ALMAK, TÜRKİYE’Yİ ALMAKTIR…

İSTANBUL’U ALMAK, TÜRKİYE’Yİ ALMAKTIR…

Ana muhalefetin siyasi arenada dolaşan aday adayı isimlerinden birisinin İstanbul Büyükşehir Başkan Adayı olarak mevcut iktidarla yarışmasına sayılı günler ve belli aylar kaldı…

Siyasi yelpazede ortanın solunu temsile başladığı günden bu yana Cumhuriyet Halk Partisi, ‘Sosyal demokrasinin temel ilkelerini, teorisini ve pratiğinin ülkenin gerçekleri ile bütünleştirerek, halkın özlemlerini ve gereksinimlerini bu yolla yanıtlama, bu doğrultuda her şeyin en güzelini halka sunma’ mücadelesi vermeye çalıştı.

Kimine göre bu saptama doğrudur, kimine göre ise yanlı veya yanlış. Ancak onca ağır sitemlerine rağmen halkın ve siyasilerin süreç içinde, belli aralıklarla yine bu partiden çare umdukları da tarihsel bir gerçektir. Sağın sağa muhalefet ettiği tabloyu oluşturan değerlere veya değersizleştirmeye bakıldığında hiç değil ise şimdilik bu partiye ihtiyacın olduğu görülmektedir.

Tarihin hiçbir döneminde solun bu denli kan kaybedişine tanık olmayan en azı yirmi beş, otuz yıl aktif siyasetin içinde yer alanlara bu paramparçalığa katkı sunmaması gerektiğinin de anımsatılması günleridir bu günler.  Gün yaşanılan ağır koşullar dolayısıyla yenilenme günüdür. Yoksa tarih yakın gelecekte bu dağınıklığın ve seçimlerdeki olası bir yenilgi ve kaybedişin sorumlularından hesap sorar. O gün gelip çattığında ise hiçbir bahane yeterince kabul görmez.

O halde bu günden, aday adaylığı potasında ‘devlette, toplumda ve siyasette devrim…’ misyonunu bayraklaştıranlar var ise, bu programsal başlangıcın ve yeniden doğuşun üstlenilmesi ve önünün kesilmemesi gerekir. Umulanın aksine bu partiyle ve ama yetkin kadrolarla devrim çizgisine yaklaşılabilir. Çünkü siyasi dengelerinin alabildiğine bozulduğu şu ülkede, yetmez ama yeniden demokrasi havarilerinin boşa cirit attığı dönemde, çağdaş, güçlü ve güven veren bir sosyal demokrat birikime ve öncülerine gerçekten ihtiyaç var. Ülkenin kuruluşundan bu güne hiçbir döneminde, karşı devrimcilere karşı direnecek ‘gerçek devrimcilere ve devrime’ bu denli yoğun ihtiyacı olmamıştır, olamaz da. Bu günleri esenlikle aşmanın temel dayanağı, sorumluluk bilinci ve siyasal duyarlılıkla çalışmak ve kıyasıya mücadele etmektir. İçinde devrim ateşini hisseden ve her şeye rağmen söndürmeyenlerin saflarda yer bulabilmesiyle koşuttur, İstanbul’dan başlayarak kurtuluşu güncellemek.

İstanbul’un mevcut iktidardan kurtarılmasından geçer, ana muhalefetin tümü olmasa da bazı sorumluluklarından kurtuluşu.
Bilinmeli ki; ‘sosyal demokrasinin tek ve değişmez bir kaynağı yoktur. Sosyal demokrasi sürekli değişimin ideolojisidir.’ Mevcut sistemi savunup, var olan değerleri olduğu gibi korumak sonuçta değişim kavramından uzaklaşmayı da getirir. Belli koltuklara bu gün itibariyle oturan ve yarınlarda siyasi istikballerinin ne olacağı meçhul siyasilerin koltuklarını sağlamlaştırmaları da bu aday adaylığı sürecinde verecekleri sınavla sınırlıdır. İleride silikleşecek bir politik tavırla hem kendileri hem de geniş yığınlar zarar görür. 

Sosyal demokrasi ve sosyal demokratlık göz ardı edilerek izlenen politikaların solu biteviye küçülttüğü gerçeğinden hareketle bu gün ilkelere sahip çıkma günüdür. Sosyal demokrasiyi geliştirip, güncele dönüştürme günü ise başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerde yerel parlamentoları kazanmakla başlayacaktır.

O nedenle, iktidara ulaştıran yolda çalışıp üreten, kendini aşan, kendi kendine ve birilerine tutsak kalmayan siyasal değerlerin aday adaylıkları sonrasında adaylaştırılan ile omuz omuza beraberliği etkili olacaktır. Çağın gerisinde olmaktan kurtulmak ve çağı yakalamak, sosyal demokrasi çağını yerelden başlatmak yine bu kadroların eseri olacaktır. İstanbul’un ülkeye armağanı olacaktır.

Çağın değişikliklerine ön yargıyla ve tutucu yaklaşmak ise asla sosyal demokrasi ile bağdaşmaz. Ayrıca insan yaşamında etkili olan her çeşit toplumsal ve kültürel değişimler sosyal demokrat siyasetin öncelikli politikasıdır. Toplumsal olaylar, sosyo ekonomik ve kültürel yapı dalgalanmaları, uygulanacak çözüm politikalarını da derinden etkiler. Bu etkileşim yok sayılarak yapılacak her üst düzey manevra seçimi zora sokar.

Çünkü İstanbul’u alan Türkiye’yi alır…

O halde çağdaş sosyal demokratların istemleri doğrultusunda çözüm alternatiflerinin belirlenmesinde ve uygulanmasında etkin rol oynayacak ve toplumla kucaklaşacak, öncelikli hedefleri belirleyen, çözümler oluşturan her kim ise, Ana muhalefetin İstanbul Büyükşehir Başkan Adayı o olmalıdır.

O saat itibariyle artık aday olan ‘ortaya yürek ve akıl koyup, değişim özlemini, gelenek ve yenileşme arayışını, geçmiş ile geleceği bütünleştirip yansıtacak bir yapı’ ile de desteklenmelidir. İstanbul yarışında o veya bu nedenle tökezlemek, Ulusça çalkantılı ve zor bir dönemeçten geçilen şu günlerde, bedeli ne olursa olsun denilerek atılan her yanılgı dolu adım, keskin uçurumun kenarından kurtulmayı pas geçmekle özdeştir.

Ve bu durumda yarınlarda ülke solunu ve ülkeyi kolay kolay atlatılamayacak ciddi tehlikeler bekler. Solun yerelden genele etkinleşememesi ise merkez sağı değil radikal sağı daha da güçlendirir ve daha da yüreklendirir. Belki de gizliden gizliye istenen ve arzulanan da budur.

Kabul edilir veya edilmez ama ‘sosyalizmi, demokratik sosyalizmi benimseyenlerin, devrimlerin ve değişimin, demokrasinin öncüleri olarak kalmak niyetiyle de olsa ana muhalefet partisini alttan yukarı yapılandırmak” suretiyle büyüdükçe büyüyen tehlikelerin önü ancak kesilebilir.

Tarih yapraklarında yazdığı gibi, gecenin bir vakti yataklarından alınıp siyaset mezarlığında gömü olmak var ise eğer, her şey İstanbul siyaset sahnesinde tersine işleyen ve işletilen bir durumla güncellenir. O güncelleme ise sadece mevcut iktidarın işine yarar.

Ve atı alan Üsküdar’ı geçer…
 

3 Ekim 2013 Perşembe

DEMO PAKET, PAKET- PLAKET DEMOKRASİSİ VE DEMO SİYASET…

DEMO PAKET, PAKET- PLAKET DEMOKRASİSİ VE DEMO SİYASET…

Sınıfsal eğilimi bal gibi belli, gerçek bir partizan olmaya adaylıktan bu güne çok on yıllar geçti hanemizde. Kaybolan o yitik yıllarımızda dahi adam olmayı unutmadık hiçbir zaman. Zaten her şey gün olur unutulabilir, ama adam gibi adam olmak unutulunca çöker hüzün, yıkıp geçer kasvet ve dem vurur beyne…

Dememiz o ki; her yeni gün birlik, beraberlik, bütünlük, dirlik, kuvvet,  büyüklük masallarıyla aldatılarak geldik son on yılda sona.
Ulusal ve evrensel birçok kavram ve kurum, devlet ve millet değişime uğrarken yenilenmek ve yeniden yapılanmak elbette en kaçılmaz ve kaçınılmaz gerçektir. Ancak çağın koşullarına göre yeniden yapılanmayı ve değişimi insanda, toplumda ve evrende yakalamak da bir o kadar zordur.

Güne ve geleceğe damga vuracak bir yaşamsallık kurgulanamayınca, hevesler ve hırslar zum yapınca zaman hem boşa geçer hem de tersine işler hayat. Geriye gidiş ve boşluğa yuvarlanış atmosferinde ise reformist beyinler tutulur geceden sabaha. Oysa en çok onlara gereksinim vardır ayazda buz kesince fikirler fakat ay tutulması yaşanır zamansız ve mekânsız.

Ters yönden gelen bir araçtır artık devrim farz edilerek alkış tutulan ve dümendeki için vaciptir vecibeleri yerine getirmek. Ve karşı devrim halkın çağdaş ve katılımcı rejim istemini bir çırpıda rafa kaldırır, benimle idare edeceksini dayatır süslü beyinlere. Vakit nakit hesabıyla demokrasiyi olgunlaştıracak teorem ve projeler üretmeden reformist görüntüler veren ama asla reformculuk yapmayan ve yapmayacak bir çizgiye hapsolur o sözde devrim çılgınlığı.

Aslında bu realiteyi ortaya dökmek toplumu iyi tanıyan ve toplumsal değerleri benimseyenlerin asli görevidir. Ağızlar tam açılmadan, diğer her toplumsal yakınlaşma acı bir bedel ödetir ve tahsil eder gider diyemeden üstüne çöker saltanat ve salt bu yüzden erir manzara. Satmışım anasını iç dünyası iş dünyasına kayar ve suskunluk ilacına gerek kalmaz hap yutulmuştur.

Oysa kendi içinde bütünleşen, ulusal değerlerden ve kişisel birikimlerden güçlenen her karar ve kararlılık gün olur devran döner evrenselliği de kucaklar. Böylelikle olur ancak çağı yakalayıp, hedeflenene hareketlenmek ve kitlenmek. Yoksa paket üstü paketler yığarak, yağdırarak ülkenin safdilliğinden yararlanmak ve sineyi millete racon kesmek değildir devrimin açılımı.

Belki biraz sol kaçacak ama bireysel ve toplumsal özgürlüğün, emeğin üstünlüğünün, eşitlik ve dayanışmanın geliştirilmesinin, ülke bütünlüğünde çoğulcu demokrasinin işletilmesinin dürüst yönetim açık toplum ilkesinin yaşatılmasının acilen yapılandırılması hayati bir ihtiyaçtır. Tüm bunları yok sayarak veya öteleyerek örgütlü veya örgütsüz sivil toplum yapısıyla her Allahın günü yerli yersiz oynayarak bu devrimsel gerçeklik sağlanamaz, sağdan da sollanamaz. Ayrıca yorum ve yöntemleri halka sadece dinsel ve mezhepsel motiflerle ulaştırmak ve garip halkı arsız sunumların paydası yapmak, en kolay yolu budur çünkü bu halk böyle anlıyor ve istiyor demek kolaycılığı yarın demokrasiyi de dinselleştirince, mezhepsizlere sığınacak liman kalmaz şu üç yanı deniz yarım adada.

Demek ki tüm bu yaklaşımları yönlendirecek anlayış asla ve kata dar kalıpçı ve statükocu olamaz. Halkın istemleri doğrultusunda dinamik, katılımcı, özgürlükçü, ilerici, örgütçü ve çağdaş bir süreç başlattık diyerek devrim, diyen herkes de asla ve kata devrimci olamaz.

Mevcut düzene yenilikler, değişim ve dönüşüm getiren ilkeleri topluma sunabilecek ve benimsetebilecek bir inanç biçimidir devrim ve devrimciye gerekli olan da bu bilinçtir. Düzene uyumun veya düzeni geriye ters yüz etmenin değil, değişimin ısrarcı takipçisi, tercihleri yarınlara yönlendirebilen, çağdaş toplumun kuruculuğu iddiasını söylemlerinde ve eylemlerinde taşıyabilmektir devrimcilik.

Aslında ülkenin böylesi bir birikimi var. Yürekli ve özverili insanları da var. Bir yerlerde izliyorlar belki, belki zamanı geldi sur unun üflenişini bekliyorlar derinden ve inceden. Toplum değerlerini en zirveye yükseltecek, delirten kuşkuları yok edebilecek çareleri düzenleyebilen ve yeni çıkış ve bakış açıları üretebilecek kadrolar elbette var bu ülkede. Gerçekten bu halk hak ettiği yere çok yakında gelecektir jargonuna tapanlar da var bu ülkede. Ancak önemli olan bölünmeden parçalanmadan bu günleri atlatabilmektir.

Sorunlar günden güne devasa büyüdükçe, ana sorunlar yok sayılıp ertelendikçe bu ülke hiçbir zaman ve hiçbir paket şenliğiyle esenliğe kavuşmaz. Korkudan dillerin titrediği, diz bağlarının çözüldüğü ileri demokrasi anlayışı ve paketsel demokratikleşme sihriyle ülkenin diğer tüm sorunları tetiklenir sadece. Ve asla çözülemez, aşılamaz, çare bulunamaz sorunlar yumağı istikrarın sağlanamadığı bir ortamı yaratır tepe taklak. İşte o vakit makaslar iyice daralsa da mutlaka daha faşizan çıkış yollarına sapar ileri demokrasi treni.

Ülkenin faşist dönem ürünü kurumlar ve yasalarla getirildiği durum belli iken, dönülmez kara nokta ortada iken, faşist ideoloji tasfiye edilmeden iyi niyetle de olsa yapılanların hiç biri gerçek çözüm olamaz. Demokrasi ayıplarının önüne geçemeyen geri kalmış ülkelerin genel yazgısı ufukta belirir ve boyun eğip kabullenişin alfabesi okutulur tüm paket isyancılarına. Tarih bu tersine işleyişin örnekleriyle dolu.

O halde sınırlı demokratik hak ve özgürlükleri halka ödülmüş, nimetmiş gibi sunmak ve toplumca görülmeyen veya göz ardı edilen paragraflara asıl gayeleri küçük puntolarla sığdırmak ve sıralamak, paketten taşanları bizden değil saymak ayıp etmek olur elmanın diğer yarısına. Elma ile armudu toplayarak paketlemek ise hemen yerel seçimlerin peşine halka acı bedeller ödetmek ve bir şekilde şekilsizce yönetmektir sallanan gemiyi. Plaketleri şimdiden hazırlanmış bir demo-paket işgüzarlığı ise tüm bu kopartılan yaygara ve yarım yarım halka yaranmak ise tüm çaba demo-siyaset otokrasisi millete hayırlı olsun.

Dememiz o ki; Demokrasi halkın geciktirilmiş hediyesi değil en temel hakkıdır. Yasaklar, sınırlamalar, baskılar, yıldırmalar ve süründürmeler ile üstü örtülü sürdürülen hüküm sürmenin taraflarının işi değildir devrimcilik ve çok ağır gelir, gelmelidir ve gelecektir sahte de olsa devrimcilik onlara.

Sınıfsal eğilimi bal gibi belli olan partizanların işi bu uğurda bu yolda daha da güçleştikçe adam olma ipine daha bir adam, adam gibi adam sarıldıkları ise devrim-sel bir gerçektir…