10 Kasım 2016 Perşembe

“AFFERİN SİZE ÇUCUKLAR…”

“AFFERİN SİZE ÇUCUKLAR…”
 
Atatürk, gündelik yaşamında sevdiklerinin tamamına hangi yaşta olursa olsunlar ‘Çucuk’ diye hitap ederdi…
 
Temiz ve özenli Türkçe konuşan çok iyi bir hatipti. Resmi görüşmelerin dışında ise genellikle tatlı bir Rumeli şivesi ile konuşurdu.  Veya bazı kelimeleri özellikle Rumeli ağzıyla söylerdi. O yüzden yakınlarına ‘Çucuk’ vurgusu yapardı. Maiyetindekilere ve çevresindekilere genellikle “Çucuk”  diye seslenirdi. "Çucuk".  Erinden paşasına, vekilinden bakanına, makamından masasına tüm sercanlarına söze başlayacakken babacan bir tavırla “Beri bak çucuk” derdi.
 
Yine okudum yerine ‘ukudum’, topçu yerine ‘topçi’, tabanca yerine  ‘tapanca’, öptük yerine ‘üptük ‘, kulübe yerine " kulüba’ diyen tipik bir Rumelili şivesi yapardı.
 
Kullandığı en ağır kelime ise ‘Hebenneka’ idi…
 
Çocuklara ve gençlere sonsuz derecede güvenirdi. Onlara ve ailelere her fırsatta öğütler verirdi;
 
"Hedefe yalnız çocukları yetiştirmekle ulaşamayız! Çocuklar geleceğindir. Çocuklar geleceği yapacak adamlardır. Fakat geleceği yapacak olan bu çocukları yetiştirecek analar, babalar, kardeşler hepsi şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki, yetiştirecekleri çocukları bu millet ve memlekete hizmet edebilecek, yararlı ve faydalı olabilecek şekilde yetiştirsinler! Hiç olmazsa yetiştirmek lüzumuna inansınlar! Okullardan başka; gazeteler, küçük dergiler köylere kadar yayınlanıp dağıtılmalıdır. Bizim köylümüz ne gazete ne dergi okumaz. Bilenler bilmeyenleri toplayıp, okutmayı, onlara okumayı anlatmayı bir vazife bilmelidir."
 
Ve daima çalışmayı tavsiye ederdi;
 
"Türkiye Cumhuriyeti’nin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk’ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin. Bu belli. Fakat zekânı unut. Daima çalışkan ol”
 
Çocukları ve gençleri aşırı sevmesinin yanında onları çok iyi tanırdı;

“ Yaşamının son yıllarında bir eylül akşamı, gençler Florya kıyılarında iki sandal ile geziyorlardı. Gençler bir ara  deniz köşkünden bir sandalın kendilerine doğru geldiğini fark ettiler. Atatürk; ‘Çucuklar, eğlenmeniz çok hoşuma gitti. Aranızda bulunmayı arzu ettim…’ Gençler Atatürk’ün bizzat kendisinin kürek çektiği sandalı da aralarına alırlar. Üç sandal denize açılırken Atatürk : ‘Aferin Çucuklar…” der.
 
Gençler minnettarlıklarını dile getirir. Atatürk: ‘Çucuklar, ben bu inkılâbı sizin babalarınızla, dayılarınızla, analarımızla velhasıl bütün vatandaşlarımızla yaptım. Şimdi eğlenmek sizin hakkınız. Ancak, görüyorum ki, bana karşı güveniniz çok kuvvetli. Size bir soru soracağım: Kabiliyetsiz bir milletin başında bulunsaydım, bu inkılâbı yapabilir miydim? İçlerinden biri: ‘Atam, siz kabiliyetsiz bir milletin başına gelemezdiniz. Çünkü kabiliyetsiz milletten böyle şef çıkmaz.’ Diye atılır. Atatürk heyecanla gencin elini sıkar: ‘ Çucuklar işte bunu söylemenizi bekliyordum…”
 
Bakışlarıyla dahi insanın içini titreten sert görünüme sahipti ama bir o kadar da hoşgörülüydü;
 
“Bir halk toplantısında, bir genç hiç çekinmeden Atatürk’e: Paşam, size diktatör diyorlar, ne dersiniz? diye sorar. Atatürk; Çucuk, ben diktatör olsaydım, sen bana şimdi bu soruyu soramazdın? yanıtını verir.”
 
Ve Atatürk tüm ‘Çucuklarına’ kendisini özlediklerinde korkmadan aynaya bakmalarını salık verir;
 
“ Bir okul ziyaretinde öğrenciler Atatürk’ün etrafında bütünleşir.  Sevinçle alkışlarlar. Ancak bir küçük çocuk kenarda duruyordur. bu durum Atatürk'ün dikkatini çeker. Onu yanına çağırır: ‘Çucuğum, neden durgunsun? Derdin mi var? Hasta mısın?' diye sorar. Çocuk: ‘Bir şeyim yok efendim' der ve arkasını dönüp, gözyaşları gizlice siler. Atatürk: ‘Niçin ağlıyorsun Çucuk? Ağlamana çok üzülüyorum'' der. Çocuk, gözlerini Atatürk'e diker: ‘Atam, seni böyle yakından görmek isterdik gördük. Sevindik. Sıramızı savdık. Bir daha seni ne zaman göreceğiz? Onun için ağlıyorum.’ yanıtını verir.
 
Atatürk çocuklara döner: ‘Siz Türk Çucukları her biriniz benim parçamsınız. Bende sizin. Beni ne zaman görmek isterseniz, aynaya bakın.''
 
İşte o ayna, acı kayıptan tam 78 yıl sonra, İstanbul’un orta yerinde bir ilçede kuruldu. Atatürk’ü anma sabahında resmi program gereği kaymakamlık, garnizon ve belediye çelenk sundu. Tam iki dakikalık saygı duruşuna geçilecek safhada iki Atatürk genci, iki Atatürk ‘Çucuğu’ ortaya çıktı. Atatürk’ün Partisi’nin çelengini şaşkın bakışlar arasında saygıyla kaidesine yerleştirdiler. Ata’yı layığıyla selamladılar. Aynanın içinde Atatürk ile buluştular.

Atatürk’ün yattığı yerden; ‘Aferin Çucuklarım…’ dediğini duyar gibi oldum. Kime ve kimlere ‘Hebenneka’ dediğini çıkaramadım. İrkildim. Cumhuriyet Meydanı’ndaki ayna hazirunun çoğunu göstermiyordu. Korktum…
 
“Aferin size Çucuklar…”
 

kasım 1

TRUMP…

ABD’YE VE DÜNYA’YA TURP GİBİ BAŞKAN; TRUMP…

Ortadoğu başta olmak üzere, dünyanın krize açık benzer tüm bölgelerinde en gerçek dışı dünya haritası Trump ile çizilecek.  Süper Salı ABD ve Dünyaya turp gibi bir başkan armağan etti. Trump tüm dünyayı ters köşe yatırıp turp gibi ABD başkanı seçilerek yenidünya haritasının yeryüzündeki su ve kara parçalarını en orantısız format ile dizayn edecek siyasal bir iradeyi ve amerikal marka tekniğini de beraberinde getiriyor.

Bu kez tüm dünyada anketler yanıldı, medya yanıldı, sanal dünya eridi ve ABD Başkanlık yarışında zafer hiç beklenmedik biçimde ne çocuğu olduğu belli german soyundan çok zengin bir müteahhid oğlu müteahhidin, kiralık konutlar kralının, dünyanın en büyük emlak baronunun oldu.

Çok parası olan asla kumar kaybetmez…

Borunun sesi baskın çıktı, eşek filin gölgesinde kaldı. Trump siyaset kumarını da kazandı. Hayatı boyunca kazanmaya şartlanmış, her türlü kazanmayı bilen, televizyonların çaylak çırak eğiticisi, dolar kazanma delisi Trump, on sekiz aylık kampanya süresince kazanmak temelinde herkesi bıktırdı. “ Çok fazla kazanacağız ve kazanmaktan bıkacaksınız” dedi, dedi ve kazandı. Yeni ve muhteşem Amerika vadetti ve hayaller ile kazanmayı da hak etti. ABD yalakası tüm dünyaya karşı tek başına kazandı. Sözde cümle alem şaşırdı. Oysa gizli istek ve arzular Donald’ın kazanmasıydı. Kazandı.

Asıl kaybedenlerin kim olduğu uygulanacak politikalar çerçevesinde çok yakında belli olur. Turp Trump dünyanın bir köşesini kazandı kazanmasına ama dünya borsalarına bakıldığında ilk kaybeden, dolar karşısında en çok değer kaybeden para birimi Peso’dan sonra Türk Lirası oldu. Türkiye baştan kaybedecek gibi.

Filler tepişir çimenler ve karıncalar ezilir. Böyledir büyük sermayenin desteklediği dünya düzeni. Ancak kapitalizm ve kapitalizmin dünyaya dayattığı kanlı sistemler krizin tam kucağında. Çok sıklıkla gerçekleştirilen bölgeler bazında emperyal şok vuruşlar bile sistemin çökmesine mani olamıyor. Belgeler ve bölgeler etrafında ekonomik ve siyasal bir kaos yaşıyor tüm dünya.

Bu baş belası sistemi ve sistemsizliğe kurban dünyayı şimdi krizin pençesinden turp gibi seçilen Trump, kaptan America kurtaracak. Belki de Putin ile el ele vererek yeni bir dünya kuracaklar. Kurarlar ama yine de kurtaramazlar. Atılacak hiç bir adım hiçbir yaklaşım dünya sistemindeki bu derin krize, kapitalizmin yıkılmasına asla çare olmayacak. Tersine zaman ilerledikçe, uçurum korkunçlaşacak, kriz daha da derinleşerek ve zayıftan zengine herkesi yutacak. Yeni başkan terör hattına çekilecek ama terörü bu sistemin ürettiği ve türettiğini bilmeyen yok. Danışıklı bir dövüş. Belki de German kaptan Amerika öncülüğünde ortalık daha da gerilecek ve üçüncü paylaşım savaşına veya bölgesel paylaşım müdahalelerine kapılar aralanacak.

Turp Trump bu günden itibaren Oval Ofis'ten dünyayı ovalayacak. Her açıdan deneyimsizliği bariz ve ipe sapa gelmez tavırlarına rağmen ipe un sermeyi tam beceren, geri vites konusunda uzman bir kampanyacı Trump. On sekiz ay birçok kapı açtı ve tepkiler yüzünden anında kapattı.  Ancak para kazanma konusunda ustaların ustası. Sınırlarına Çin seddi duvarlar örecek türden inşaatçı ve müteahhit. ABD’de klasik bir söylem olan ve dünya ülkelerine de ihraç edilen ulusal güvenlik söylemlerini bu şekilde algılayan bir lider. Seçmen de karşılık bulup bulmadığı da apaçık. Kareyi buldu. Dünya karayı bulacak gibi. Güdülecek siyasetin belirgin işaretleri de ettiği lafı güzaf arasında gizli. Dünyaya egemen küresel sermaye ve küresel güvenliğe başka bir tehdit daha eklendi. Turp duruşuyla Trump.

Tüm dünya da hevesler kursakta kaldı,  beklentiler tutmadı, planlanan coşku yerini endişeli bir bekleyişe bıraktı. Başka bir netice beklemek de eyyamcılık. Dünyanın her bölgesinde kirlenen bir siyasi süreç yaşanıyor. Kirli politik ortamlar kendi umulmadık liderlerini yaratıyor. Aslında tüm siyasi liderler bu kirli yayılmanın suçlusu. Büyük sorumluluk taşımalarına karşın yeterli değiller. O yetersizlik kin ve nefrete dayalı bir siyasi kurumlanmayı ve bu gibi sonuçları doğuruyor. Orada da burada da durum ayni. Sonuçta kimsenin kazançlı çıkamayacağı savaşlara gebe yaşlı dünya.

Şu garip ülkede üstüne vazifeymişçesine ABD başkanlık seçimi lotosu oynayan ve oynatılan lotaryanlara da çok iyi oldu. Trump şen şakrak başlayan gecelerine kan doğradı hepsinin. Şu fakir memlekette ılımlı ve çalımlı fundamantalizmi destekleyen aydın pozunda mevcut iktidara yaranacaksın, tüm dünya ülkelerinde ve ABD’de oraların kendi çapındaki özel ve nesnel solcularını öveceksin. Trump bir güzel onları da halletti.

Bu yaygaracı cenaha inat iyi ki Trump kazandı. Turp gibi geçer göçer bir Amerikalı Trump. Trump'ın İslam’a ve ABD’deki İslamcı mültecilere yönelik tavrı, yüzde yüzü Müslüman şu garip ülkenin başkanlık heveslilerini hangi hizaya çekecek acaba? Yakında anlaşılır… 

7 Kasım 2016 Pazartesi


SİYASETİN BU GÜNÜ BU DAKKA…

SİYASETİN BU GÜNÜ BU DAKKA…

Siyaset bu gün bu dakka itibariyle ölçüsüz vezinsiz bir vedaya hazırlanıyor…

Son günlerdeki gazeteciler ve mebusların başına gelenler, beklentiler dâhilinde görülen tarife ayrımına da ilk seyrüsefer. Total veya parsel dağılıma siyaseten gün ay yıl tayin etmek tanrısal kuvvet ölçüsü. Ancak Presidens dansına preslenmiş siyaset amuru, gün geçtikçe çamurlaşıyor. Artık siyaset dakka dukka çerçevesinde hapis, pozitif ve rasyonel düşünce doğrultusunda özgürleşmesi ise çok zor. Artık işlerin rayında gitmesi de güç.

Öyle bir dönemden geçiyor ki şu garip memleket ve bulunmaz Hint kumaşı siyaset ile siyasetçileri, ileride bağımsızlığı korumak yolunda epeyce zorlanılacak gibi. Ve bir ileri iki geri ilerleyiş dört kutuplu batağa saplanmış. Bu yerli yersiz baştan çıkış ve çıkışların götürüleri, boşa niyaz etmelerle de sağaltılamayacak derecede vahim. Ayrıca ısrarcı tavırla, sözde kalender görünüşlü önder ve lafta ender görüntülü kelanter ipine sarılmalarla etrafı çevreleyen karanlık da yırtılamaz.

Bu gün bu dakka itibariyle memleketi ve siyaseti ve de siyasetçileri kara günler bekliyor…

Siyasetin bu günü bu dakka itibariyle siyaset iç danışma, iç dayanışma ve iç barış kapsamında ülke ve toplumlara gerçek yarar getiren taban çapında genleşemiyor. Güdülen siyasette iyice netleşmek gerekirken hala kaçak göçek güreşiliyor. Son on yılların mevcutlu itibarlı politikal iradesi küresel birleşme, kümesel kesişme ve külfetsel ayrışma yoluna sapmışçasına, iktidarda kalabilmek uğruna neler neler feda ediyor. 

Bu gidişle daha çok iç ve dış darılışlara hapsolur ülke siyaseti. Küçük ölçeklerde veya büyük çapta, memleket ve ülkeler boyutunda dinsel, mezhepsel ve etniksel açıdan hemen herkes bu tarihsel kavşakta. Kavşağın önemi kavranmadan siyaseten yavşamak rolü üstleniliyor. Arada bir şans kapıyı çalar türden anlarda, en canlı fasılalarda gecenin saltanatı alkışlanıyor. Politik polarik desenli bir dünyaya çakılmış ideler, akılcı realistler taşlandıkça taşlanıyor. Taçlandırılanların yüzlerinde ise karanlığın sırıtık parmak izleri süzülüyor. 

Bu gün bu dakka itibariyle siyaset nedeni besbelli yakın çağ paylaşım hastalığına gönüllü eşlik ediyor…

Sözde ileri demokrasi varyasyonları vizyona sokulup, araya darbe girişimi de serpilerek demokrasi yurtta ve bölgesel çapta, dünya ölçeğinde en demokratik görünen ülkelerdeki gibi hiç hissettirilmeden askıya alınıyor. Peşine toptan yakalanılan dukalık hastalığı.  Aymazlık öyle sinsice ilerliyor ki ayılan pek az. Sayılan da. Her mesele katı ve katkılı kaskatı bir eforla tarihsel ve dinsel manada yoğruluyor. Memleket ve siyaseti önyargılı ve tutucu yaklaşımlarla yanlışın ağa babasına sürüklenilen bir süreç ile karşı karşıya. Bir daha düşülmemesi gereken veya bir daha düşülebileceği olanak dışı bir yıkımla baş başa.

Bu gün bu dakka itibariyle hiçbir ideoloji ile bağdaşmaz ve neden uygulandığı anlaşılmaz bir siyaset kılıflandırılıyor...

Manşete sürmanşete çekilenler derhal zindana çekiliyor. Yasalaşırsa yakında dara da çekilir. Çekilmezi çekenler ise arenadan çekilir. Korkuyu çek edenler için de siyaset çekilmezleşir. Değişimin ve gelişmenin gözcüsü siyasetçilerin dünyası morarır. Ortam orta malı polenlere kalır. Ve Memleket içten dışa kararır. Lakin cumhurun umuru değil, başının başında ise başkanlık sevdası.

Başkanlık nafile bir koyu karanlığa gömülündüğü biline biline siyaseten inatçı kamplaşma kabadayısı kesilip her sulanmaya sünger çekenlerin bu sünepelikleri, pislikleri hasıraltına süpürerek hasırla altın götürme sarraflığı ve her şey olup bitip görüldüğünde sütten çıkmış ak kaşık ustalığı ve gevrekliği siyaseten enikonu hesaplanıp hesap sorulması gereken bir gerçeklik. Şimdilik izlemeyi ve gizlemeyi sürgünleyen ise acayip bir gevezelik.

Bu günü bu dakka itibariyle siyaseten umursamayanların asaleten veya vekaleten dumura uğraması pek yakın. Pek yakında görülecek ki sağlak ve sarsak siyasiler de bu dumur durumuna dâhil. Ayrıca mümin görüntülü mücriminler de…

Kesin hesap günü, bu gün bu dakkaya sürdürülen siyaset gevezeliğine asla inanılmaz. Zevzekliğin zerresi dünyaya kâfidir. Mazide neysen kimsen mizan öyle dizgelenir. Dizginler el değiştirdiğinde, döndükçe devran dönülen dünyada, insanlıktan niçin uzaklaşıldığı sorgulanır. Ve dünyanın nimetlerine nitel ve nicel ne densiz düşler kurulduğuna bakılır. Ne dolar düşlere, ne kadar dolar, düşlere bodoslama dalmalar niçin dallanır budaklanır masaya yatırılır.

Bu gün bu dakka itibariyle siyaset, dünyayı karşısındakinin gözünden görmeyen veya kendisini onun yerine hiç koymadan, hep ayrıcalıklı sayan kurnaz, şark kurnazı politikacıların tekelinde…

Son on yıllarda algı operasyonları ile toplumsal hayata iyice yerleştirilen, kamu ile dayatılan, tabu ile salık verilen uyduruk örnekleme ve çarpık uygulamalar ile güçlenen ama temelli siyasi bir anlayış olmayacak bir sistem egemenleşti, eğemenleştirildi. Bu tip siyaseti ve siyasetçileri hâkim kılma yarışındaki seçeneksizlik, sözde gelenek görenek pompaladı durdu. Ancak muhalifler gerektiğince sertleşerek, acı gerçekleri usulünce dile getiremedi. Arada bir getirdiğinde ise hâkim irade anında mağdurlaştı ve halktan ilgi alaka bekler oldu.

Sadece kürsü özgürlüğü bağlamında kalan, kürsi ve kürdi tembelliğine odaklanmış siyaset, ağır aksak işleyen hukukla buluşunca bir damlacık kalan akıl da çöktü. En dinamik ideolojiler bile bu yolla çöker, çökertilir. Saman alevi savrulan boş hayaller göğü deler ve oradan süzülenler kalan siyasal aklı da buharlaştırır. Pes dedirten türden ne siyasi yanılgılar vardır ki siyasi mezarlık öykülerine tescilli ilamlı konudur. Yakındır fesinin külahının altına sinmişlerle, sindirilmişlerin dünyasından fes başa siyasi masallar derilmesi. Her sıkışıklıkta kuşaktan kuşağa anlatılan nice masal ile uysa da uymasa da uyuyanlar uyutulur, uyumayanlar uyutulur.

Siyasetin bu günü bu dakka itibariyle görülmeye başlandı ki uyurgezerler için karşılıklı bolca siyaset edebiyatı yapılmış. Hala yapılıyor. Sedebiyat iş değil ama hala siyaset edebiyatına kandıkça kanan mutlu uykucular var…

Yeryüzüne akan güneş bile, maviye doğan deniz bile solda sıfır kalır bu düzen de. belki gün gelir uyaranlar anımsanır. Yanlışlar görülür. Siyaseten izleyin demeden, izler kendiliğinden izlenilince siyasi ortam kayganlaşır. Her kaynamada siyasi konuğu zengin ışıklarla uğurlamak da işe yaramaz. Çünkü orman kanunu işler ve kanunsuzlukta orman içi yollar dardır. O darlıkta siyasetin bu günü bu dakka itibarıyle kontroldan çıkar. Devletin kontrolünde memleketi yöneten politik din ve asosyal pratikler vazgeçilmezleşir.

Mevcut egemen siyasetin bir yandan yaşamları darmadağın, toplumları karmakarışık, ideolojileri paramparça edip, siyaseti resmen boğarak, kurgulamayı anlamsız dini hikayelerle donatarak memleketi kanları donduran aşamaya getirdiği bir gerçek. Hele hele baş dardayken o halk eylemine çağrı, evrensel bütünleşmeyi hepten yok eden diğer bir konu. İleride başı sonu kurcalanması gereken veya kurcalanması ihtimali yüksek bu siyasi zihin kaybı ibretlik ve ders niteliğinde.

Siyaset bu gün bu dakka itibariyle siyaseten vahşi bencilliğin, bireysel ve grupsal egoizmin tekelinde, toplumsal ayrışmalar ve kamplaşmalar sürecine kapı aralıyor. Sosyal içgüdüleri eziyor, toplumu yeniden biçimlendiriyor, devlette ve halkta onarılması güç bozulmaları endeksliyor…

Önyargılı, otoriter ve totaliter, kendinden olmayana mesafeli ve darlandığında inkârcı siyaset sergilenmesi kaderciliği perçinliyor. Ve tek tipleştirme tuzağı otoriteye boyun eğiş ile kutsanıyor. Otoriteye boyun eğmeyiş ise sosyal ve siyasi engellerden ve engellemelerden zarar gören birbirinden renkli ama direkt cana dokunan öyküleri yaratıyor.

Bu gün bu dakka itibariyle siyaset, yaşam felsefesi karışık kitlelerin oligarşiye empati ve sempati beslemesi sağlanarak oligarşik monarşik bir düzen kurulmasına hizmet ediyor…

Bu düzensizlikte oligarşiyi bilmeyen, monarşiyi tanımayan ve demokrasiden hiç anlamayanların bu deneysel maceraya atılması belki de son on yılların en büyük keşfi. Ve siyaset işte o keşfi düşlerle süsleyerek üç maymunu oynayanlara üç vakte kadar gelir kısaltmasıyla aktarıyor. Nabzın zorlandığı anlarda, ateşi düşüren anılara bir memleket şarkısı yerleştiriliyor. Kara karanlığın üzerine korkusuzca gidenler ise zihninde büyük karanlıkla çevrelenmiş gizli düşünceleri var safsatasıyla yaftalanıyor. Böylece karanlığın delinmesi, karanlığı boğmak için karanlığa nüfuz etme bilincinin önü alınıyor. 

Dolayısıyla siyasi bilinçaltılar fakirleşip, halk fakirleştirilip, zamane siyasetçileri zenginleştikçe zenginliyor. Oysa eklenip heklenip, yontulup budanıp yalnızlık kapısına sürülüyor siyasetçi. Böylece demokrasi çareyi celladına âşık olmuşçasına ayarlanan ayartan, ayartılan ve sultalanan sultanik formüllerde arıyor.

Siyasetin bugünü bu dakka itibariyle memleket ve siyasetçileri durmadan durağanlaşan hatta gittikçe geren, gerilen, gerileyen, gerileten ve gericileşen bir atmosferde döneniyor…

4 Kasım 2016 Cuma


MEDYANIN BU GÜNÜ BU DAKKA…

MEDYANIN BU GÜNÜ BU DAKKA…

Hadiseye gün ay yıl tayin etmek başka kuvvetin döngüsü. Ancak bugün bu dakka itibarıyla medyanın ve medyatörlerin yaşama dokunmak, yaşamı dokumak ve yaşam kurgusunu görüntülemek işi, manşetlemek ve neşretmek işlevi en çetin yolculuk…

“ Medya günden güne Feshane de semazen gösterisine, fesine püskülüne, külüstürüne püsürüne kulak kesiliyor. Felsefeye aldırmaksızın fesfeselere, semada harikalar patlatan hurafelere, el diyarlarından esintilerie, farklı fırıldak rüyalar tabirlerine kamera tutuyor, televizörler. Bir tutukluk bir tutukluluk sirayet etmiş yerelden geneline çanaklara…”

Öyle bir yaygın ve salgın hastalık, sekter sökellik bulaşmış ki zarına zerresine güncele damgasını vuranların, geleceğe imzasını atanların defteri dürülmüş, dünyası daraltılmış. Halkın gözü kulağı, eli ayağı, sözcüsü gözcüsü, öncüsü yöncüsü olmak gri tonlu, renkli fonlu silik anılarda tozu dumana katmak gibi bir şey. Kasırgaların en kasarına ve en kasıtlısına harbisinden karşı durmak ise kavalyesiz harp dansı.

“ Medya, Kâğıthaneden tabakhaneye salınan kağıttan sultan kayığına binmiş fasıla fasıla fosillere altın mikrofon uzatıyor. Sinirleri gerdikçe geren sihir ve fetbazlık istasyonunda duraklayarak il il geziyor canlı yayın kamyonları. Can bedenden çıkmayınca ruhaniler inmeyecek gibi kerevetten. Kiremit gibi kızarsa da kızarmaz arsız yüzler. Yine de ardı arkası pudralanır ehil ellerde. Her yüzsüze yüz mezar taşı mermerinden uydurulur…”

Şu yaşlı dünyaya gösterecek, yaslı dünyalıya öğretecek ve belletecek bir şeyleri olanların bu zemin kaymasında, zer kayganlığında bu gün bu dakka itibarıyla bir bir hangi renklerle karşılaşacağı malum. Durum güvensiz ve güvenliksiz günleri çağrıştırıyor. İş bilenin kılıç kuşananın desturuyla manşetler yerelden genele tepetaklak değişecek gibi.

“ Neyzen görse en gözde mekânlardaki çürümeyi kurardı yer gök mekân gök kubbe altına çilingiri. Sofrasında bin bir çeşit meze. Yani kuru ekmek ile soğan. Sofrasında âlimler ve abitler. Sofasına üflerdi hepisini. Safına softasına. Öküzün boynuzundaki tepside titreyen ve bacadan tüten şehriyarına da. Üflerdi topuna topuzuna. Üflediği ney sorardı neyi niçin üflersin ve ne sebep içer durursun Neyzen?...”

Hadiseye gün ay yıl tayin etmek başka kuvvetin örgüsü ama kırmızı kalemşörlar için tam da neylesin ki demek günü ve dakkası. Elbette mor kadifeden perdeleri aralamak, demir pencere kapaklarını açmak zordan da zor. Özellikle kelime oyunlarına girmeden tarihi tanımlamalarda tınılamak, tarihe tanıklık rikkati hepten kor. Yüreklere kor. Gönüllerde kor ateş…

“ Bir garip memleket bestesi, bir sıra kentler yalnızlığı ve beter derecede yarınsızlıktır günleri ve geceleri vuran. Anadolu’nun en ücra köşesindeki yalkıları da yaldırak beyazcama kilitleyiveren. Üstünü iğne oyalı dantel örtülerle süslenmiş kara camdan yayılan sahte renklere aldanmakla işler, her işe ilişir tehlikeli ilişkiler. Oysa açık büfede sunulanlara bakıp durup, durmadan bulgur aşına kaşık sallamaktır hayat. Hayatın özü. Ve gerektir, gereklidir medyanın dibini görmek…”

Bu gün bu dakka itibariyle yerelden genele gidişata dair, gelişata yönelik mim koymak, şerh düşmek, en doğrusundan çift sütuna manşet atmak sonsuzluğa uğurlanmakla eş. Eşdeğer. Üstelik eş dost çoluk çocuk düşünüldüğünde ise yoldan dönmemek en büyük borç. Bu gün bu dakka itibariyle belki borçlar da ötelenir, vazifeler de ertelenir. Ama medyanın bu günü bu dakkası ileride asla affedilmez. İşte o yüzdendir derisi yüzülenlerle bir anılmak ve sayılmak.

“ Bu gün yerleşik düzen, ritüel bağımlısı saf dizen şaşkınlığa kaçıklık ekleyen ve göçebeliğe zorlayan bir virajı geçiyor medya. Meddahlığı kutsayan bir güzergâhı, harici bir hal çizgisini takip ediyor media şorlatanları. Ve semazenlerin semine fesine, külüne külahına takık, yumru yumuşak koltuklara yerleşmiş yerleştirilmiş geçmişi öven hadsiz çapsızlara çarpılmış antenler. Ayni çanaktan yayılıyor…”

Hadsiz hudutsuz hadiseye gün ay yıl tayin etmek başka kuvvetin örgüsü döngüsü ancak bugün bu dakka itibarıyla neylesin Neyzen? Arkası yarın, devamı gelecek…

3 Kasım 2016 Perşembe


TARİHİN KISA ZAMANI…


TARİHİN KISA ZAMANI…

Tarihe diretildikçe, tarihin arka sokakları öyle çıkmazlar türetir ki,  tarih yaprakları bölünme ve parçalanma bölümlerine bir yenisini ekler. Tarihin en kısa zamanı işlemeye başlar, bedeli çok ağır olur ve etkisi uzun sürer…

Şu olmazsa, bu gelmezse bölünürüz parçalanırız diyerek değil, çoğunlukla gerilen iktidarla yüzleşememek doğrultusunda pekleşir ve gerçekleşir heyelan. Zaten tarihe mal olmuş tüm yıkımlar kral, sultan, başkan ve saire devri ürünüdür. Devir söylem ve boylam tutarsızlığına eriştikçe de, çelikten çivi kopar. Despotizm yerleşir. Zinhar en küçük özgürleşmelere dahi izin çıkmaz. Tarihten ibret alınmaz.

Yıkılışın alarmı bir kere çaldığında gözü dönmüşçesine hayat satın alma ve akıl kiralama girişimleri de tutmaz. Fazlalıkları ustaca törpüleyen ileri demokrasi iddiası da kar etmez. İşte o yüzden son günlerde başkanlık rejimi martavalına sarıldı sarılır bitkin siyaset. Çok yakında zulmün fermanını yazmak, zalimin mazbatasına tapınmak nasıl bir projenin gereğiymiş anlaşılır. Anlaşılır ama tarih tecelli ettiğinde tekerrüründen sakınmak da güçleşir.

Oysa olur, bu yanaşık düzen, gayri ihtiyarı saf tutmalarla mimlenmek ve ünlenmek üzerine kurgulanan iktidarlar da gün olur biter. Sinsi sistem çöker. Uyduruk tarihi iddialar da bir yere kadar, savlar sokakları öyle bir karıştırır ki tarih yaprakları tersine tersine işler.

Bu başkanlık projeksiyonu biraz da kurgu din merkezli çoğunluğu safında toplayarak, toplayamadığını yedeğe alarak toptan vakfediliş vakasıdır. Eninde sonunda dalavereci kalpazanlar ve duacı kaplanlar evcilleştirilir. Ve atı alan bir yerleri geçer gider. Ve tarih körü körüne adanmışlığı ve adakları fasikülleştirir sadece. Bu çalkalanma başka da bir sona varmaz.

Elbette; “ Geçmişini bilmeyen geleceğini de bilemez. Geçmişini iyi bil ki geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki nereye gideceğini unutmayasın…” tarihi öğüt unutulmamalı. Ama tarihin ağır demir kapılarını kuşkuların ve keşkelerin zayıflattığını da unutmamak gerekir. Gerçi şimdilik bu iktidarı zayıflatan zafiyetin önü bir şekilde alınıyor. Ama bu bodoslama gidiş mutlaka duraksar.

Her türlü allamaya pullamaya karşın, başkanlık mandalında serilip ülkeyi paramparça edebilecek hamleler ile devleti topyekûn ele geçirme çabaları da bir gün mutlaka tarih duvarına toslar.

Son on yıllarda, özellikle son günlerde Tarihin en kısa zamanına gizlenmiş, en iç bunaltıcı bir kesitinde azgınlaşan emperyalizme, büyük sermayeyi yönlendiren yedi düvele, köhnemiş dünya düzenine kutsal isyanın ve haklı başkaldırışın evrensel sürümü bir modele haksızlık var. Haksızlık günleri, tükenmeyen yandaşlık festivali fetbazlığı. Sanki saltanat ve hilafet özlemi tüm aldatmacalarla kıssadan hisse keskinleştiriliyor.  Monarşist hükümranlık cereyanına kapılmışlık kapı kapı dolaşıyor.

Ne hikmetse başkanlık tarzında direndikçe direniliyor. Genleşen bu siyasi tutum, bu tutucu gelenek tarihin en kısa zamanında yayılıp yaygınlaştıkça, yaygınlaştırıldıkça tarih başkaldıranları ve boyun eğmeyenleri yazar. İç ve dış mihraklarca hazırlanmış planlara kuzu kuzu helallik veren, lale severleri değil. Bu gidişle istikrarına istatistikler tutulan, tutup tutup tekleşen iktidarına rey verilen bu bozuk düzen daha da bozulur. Bozukluğu başkanlık da iflah etmez sonra.

Zaten tarih sahnesinde yer aldığı günden bu güne tarihsel yanılgılar, tatminsiz yanıltmalar ve faşizan dayatmalarla şu Cumhuriyetin başı belada. Şu cennet vatan ise tarihin kısa zamanı kurcalandığından daima tarihi bir kavşakta.

Tarih bundan sonra nasıl yazılacak, işin sonu nereye varacak hiç belli değil. Besleme düzenine dönüştürülen bu rejim millete başkanlığı yaslar mı, belki. Ama bu güdümlü diziliş, dirilişin kodlarını içinde saklar mı, asla.

Asla çünkü tarihe aykırı tüm diretmeler tarihin en kısa zamanını işletmeye başlatır ve tarih yanlışı affetmez…

1 Kasım 2016 Salı


CUMHURİYET’E OPERASYON VE YARI BAŞKAN ERDOĞAN…

CUMHURİYET’E OPERASYON VE YARI BAŞKAN ERDOĞAN…

Cumhuriyet Bayramı ertesinde Cumhuriyet’e yapılan operasyon ile “Bu gidişle ya ‘Cumhuriyeti yok edeceğiz…’  ya da ‘Yarın Cumhuriyeti çok arayacağız…’ endişesi” resmen tescillendi. Her telden her türden, her şeye her gerisingeri gelişmeye karşın kamuoyunda şimdilik değişmeyen, değişmeyecek ve değiştirilemeyecek görülen tek bir algı var; tek lider Erdoğan. Onun dediği olur…

Parlamenter sistemde şimdilik yarı Başkan gibi Erdoğan. Tüm dertler bitti tek gaye kaldı; Başkanlık Sistemi…

Şu fakir ülke, tüm idari ve yapısal sorunlarına, acı sonuçlarına karşın lidere dayalı siyaseti her dönemde her pozisyonda kredilendirmiştir. Bu yoksul halk tam dozunda veya hepten ayarsız lider siyasetini koruyan ve kollayan bir mahcup niyete sahiptir. Milli iradenin tesisi görülen bu keskin milli irade yalpalaması her ideolojinin kendi liderini yaratma hevesiyle siyaseti biçimlendirmeye temel nedendir.

O yüzden 93 yıllık tarih sürecinde işleri çığırından çıkaran bu kaçıncı tek başına iktidardır bakmak gerek. Ve bu tek başına iktidarların kaçı soldan kaçı sağdan görmek gerek. Ve bu tek başına iktidarlar kaç tek adam ortaya çıkarmıştır enikonu irdelemek gerekir.

Bu gün gelinen nokta aslında siyasette iddialar kalıplaşınca bütün sultalar anlamsızlaşır ve inatlaşmalar başlar noktasıdır. İnce planlanmış, bu geniş kapsamlı ilerleyiş isyanlarla zedelense de su akarını bulur. O akışkanlıkta idari karmaşa ve toplumsal kargaşalarla beslenen lider sultası beyinlerin arka tarafına hükmeder. Ve derinliği hissedilemez mesajlara aldanan nüfus çoğunluğu ise avantajı ele geçiren liderin lehine, demokrasi yerine tek lider egemenliğine evrilir.

Sağ bu ülkede bu tek lider sultanlığını sonucunda iktidara gelsin veya gelmesin çok iyi beceriyor. İdeoloji ve sosyal yetersizlikleri dini çerçevede renklendirerek demokratik ilkelere uymayan biçimde örgütsel bir ağda toplamak, piramidin en tepesindekine körleme bir bağlılık geliştirmek ve her arzuya yönlendirmek sağın en iyi yaptığı iş. Ayrıca sorgulamaz yönetilecekler bulundukça da acayip bir yöneticilik mahareti sergiliyor.

Ayrıca Sağ 93 yıldır bu dikenli yolda her çeşit enstrümanları kullanarak iktidarda kalıcı olmanın stratejisini en verimli kullanabilecek liderler çevresinde toplanmıştır. Yani sağ her defasında hedefi olmasa da projeksiyonu aldatıcı ve albenisi yüksek liderler ile kısa zamanda yaygınlaştırılabilecek metotlar izlemiştir. Öyle ki son on küsur yıldır Cumhuriyetin en kuvvetli iktidarı da böyle yakalanmıştır. Proje tutmuş sağlam lider bulunmuştur. Zaten her şey lidere sabitlenince millete çoklukla bu neyin siyaseti dedirten ancak ezici çoğunlukla kabullenilen bir siyasi mekanizma egemenleşir.

Bu egemenleşme sayesinde özellikle son on yılda hayata geçirilmesi ütopya olarak görülen, asla değişmez sayılan nice değer nice kazanım varsa bir bir değiştirilmiştir. Yenilikçi ve reformist duruşu bir kenara, gerçekleştirilenler sıkı eleştirilere gark olsa da millet referansı devreye sokularak her işin arkası toparlanmıştır. Bu yenidünyanın tek bir kişi tarafından yaratıldığı pompalandıkça pompalandığından, her hareketi ve tavrıyla parsayı toplayan her kim ise zirveye iyice yerleşmiştir. Bu yerleşimin de tarihle sabit elbette bir sonu olacaktır. Ancak her son bir başlangıçtır. O yüzdendir Başkanlık hevesinin millete sirayet ettirilen havası.

Şimdilik yarı Başkan gibi Erdoğan. Tüm dertler bitti tek gaye kaldı; Başkanlık Sistemi. Ve Başkan Erdoğan…

Sol ise on yıllardır toplumda sonsuz karşılığı olan liderler bulamamıştır. Bulduğunu da yeterince sahiplenmemiştir. Kadro partisi olma doğrultusunda sığ ve statükocu gruplaşmalar yüzünden liderleşemeyen, liderleştirmeyen bir kısır sürece mahkûm kalmışlardır. Böylece çok kısa sürede kredisi tükenen başkanlar ve genel başkanlar ortaya çıkabilmiştir.

Sol bir türlü lider kadro yönetici kadro bütünleşmesi gerçekleştiremediğinden iktidar pratiğine yönelik argümanlar da ortaya koyamamıştır. Koysa bile kendini halka anlatamamıştır. Ve her kırılma dönemlerinde yeni başlangıç olarak kongre ve kurultaylar sürecinden medet umulmuştur.  Güç ve ivme kaybettiren yarışlarla gözden düşülmüştür.

Sol siyasetin amacı iktidara ulaşmak, iktidar olmak, olup da elde tutulan erki halk yararına hakkınca kullanmak olduğu halde asla liderleşemeyerek, halkın koşulsuz onay vereceği lideri bulamayarak sadece takıntıları güncellemiştir. Günü kurtarmıştır. Yani uzun yıllardır tek başına iktidarı yakalayamamıştır. Bu gidişle yakalayamaz da.

Bu gidişle tarih tekerrür etmez belki ama nasıl bir rejime gidildiği belirsiz bu süreçte solun en büyük partisinin de üstü kolaylıkla çizilebilir. Maazallah kapatılabilir…

Çünkü bu garip ülke özellikle faşist darbe dönemleri ertesinde zahmetsiz çözümleri yeğleyen eyyamcı ve darbeci kadrolara ve liderine kayıtsız şartsız hâkimiyeti kullanma yetkisi vermiştir. Tek başına iktidar lüksü tanımıştır. Bu fakir millet neden ise her şart ve koşulda yeni tarz ve ilahi farz bağlamında sağa bağlanmıştır. Tapınma boyutuna taşınan bu yakınlaşma kısa vadede en doğru, uzun vadede tepeden tırnağa irdelenecek iğreti bir yakınlaşmadır aslında.

Bu yeni yakınlaşmanın getirisi ise, sanki tüm dertler bitti tek gaye kaldı; Başkanlık Sistemi. Şimdilik yarı Başkan Erdoğan. Yakında Başkan Erdoğan…

Tarihi gelenek ve talihsiz değerlemeler bu fakir ülkenin tüm siyasi aktivitelerini direkt etkileyince ve dini yapılanmalarla da ciddi boyutta etkileşince işte böyle hiç te barışık yolda ilerleyemeyen bir siyasi acze düşülür. Fırsat bu fırsat rejim sorgulanır. Cumhuriyet horlanır. Otoriter ve şiddet yanlısı, özgürlüksüz, benmerkezci, tam merkeziyetçi, gerici ve sivil faşist bir iktidarla yüzleşilir. Ancak yine de ya sevgiden ya korkudan tam destek devam eder. Çünkü kadrolar lideri değil, lider kadroları oluşturmuş ve yerleştirmiştir. O kadrolar da tabucu ve teba kıvamında kitleleri eğitmiş ve resmen kullaştırmıştır.

Ancak bu kör destek şimdilik Başkanlık Sistemine geçiş için veya Erdoğan’ı Başkan yapmak için yeter mi, yeterli midir? Veya ileriye dönük kiralanmış akıllar çelinebilir mi? İşte iktidarı darlandıran endişenin tecellisi budur. Budur yersiz yurtsuz salpa saldırganlığın sebebi. Yani kamuoyunda şimdilik değişmeyen, değişmeyecek ve değiştirilemeyecek gibi görülen tek bir algı var; tek lider Tayyip Erdoğan. Onun dediği olur, oluyor. Bu algı kırılır da ya olmazsa korkusudur ortalığı kasıp kavuran.

Olura ya olmazsa, hesap tutmazsa, bu yılmaz millet bir daha Cumhuriyet öncesine dönülmesin, Cumhuriyet aydınlanması tersine işletilmesin, büyük sermayenin uşağı olunmasın, bu millet bir daha kurtuluş savaşı verecek konuma düşmesin diye direnişe geçer ise başkan yine Erdoğan’ mı olur acaba.

Veya ‘Cumhuriyeti yok edeceğiz…’  ya da ‘Yarın Cumhuriyeti çok arayacağız…’ endişesi boşa çıkarsa, yani Cumhuriyet bunca operasyona karşın sağ ve diri kalır başkanlık sistemini yerse sağın 93 yılda yetiştirdiği en etkin lideri Erdoğan yine bunca sevip sayılır mı acaba… 

26 Ekim 2016 Çarşamba


BU GİDİŞLE “CUMHURİYETİ YOK EDECEĞİZ…”

BU GİDİŞLE “CUMHURİYETİ YOK EDECEĞİZ…” 

93 yıl önce “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz…”  Ata sözüyle, ‘Aydınlanma Devrimi’ ilk kez bir İslam ülkesinde gerçekleşti. Aradan neredeyse yüz yıl geçti, koca İslam coğrafyasında başka örneği de yok. Hala ilk tek…

Son günlerde içeriden dışarıdan iyice kuşatılan bu cumhuriyet, zamanında emperyalizme karşı verilen, göğüs göğüse çarpışılan uzun savaşlar sonrasında küllerinden doğmuştu. Ve bu yeni devlet, yokluk, yoksulluk ve cahillik batağından kurtulmak için sürekli yenileşmeyi öngören bir yönetim anlayışını benimsemişti.

İşte Cumhuriyet’in kuruluşu ile uygarlığın özüne uygun değişim ve dönüşümler bir bir hayata geçirildi. Şimdi ise bir bir kaybediliyor…

Cumhuriyet hiç te kolay kurulmamıştı. Emperyalizmin ağır kuşatmasında koca imparatorluk parçalanmış, çok kan dökülmüş, çok ağır bedeller ödenmişti. O yüzden Cumhuriyet ile birlikte medeniyeti yakalamak için; devrimci, ilerici, çağdaş, laik, akılcı ve bilimsel temellere dayanan demokratik bir yönetim anlayışı geliştirilmeliydi. Yani yeni Cumhuriyet laik çerçevede, demokrasi ve kültürel değerler üzerine büyümeliydi. Akıl ve bilim yolunda ilerlenmeliydi.

Son on yıllara kadar doğrudan bir ilerleme sayılmasa da öyle veya böyle gelindi. Ancak bir kırılma yaşandı ve aniden bir geriye dönüş başladı…

Kuruluş dönemi koşulları dikkate alındığında Cumhuriyet elbette bir aydınlanma hareketi aydınlanma sürecidir. Ancak bilimsel açıdan değerlendirildiğinde aydınlanmaya zemin oluşturacak sermaye birikiminin yani milli sermayenin olmayışı Cumhuriyet kurgusunun topraklara nüfuzunu zorlaştırmıştır.

Aydınlanmanın toplumsal isteğe bağlı bir düşünce akımı olarak gelişmeyip cumhuriyetle yukarıdan aşağıya getirilişi ise güce tapınmayı ve kindarlığı körüklemiştir. Dolayısıyla, toprağa dayalı bir ekonomiden sanayiye geçişte devletin sırtına yüklenmiştir. Sanayi devrimini gerçekleştirememiş olmak ise zamanla sosyal ve siyasal parçalanmayı tetiklemiştir.

Bu son on yıllara denk düşmüştür. Büyük sermaye tarafından tetik çekildiğinde ise kurmaca din sarmalına giren ve çıkamayan cumhuriyet bir gerileme süreci yaşıyor. Emperyalizmin çoğunluk tarafından görülemeyen veya görülmek istenmeyen sinsi amacı ise cumhuriyetin tamamen yıkılmasıdır…

Tarihin sararan yapraklarına doğru bakıldığında görülen, öylesine geri kalmış bu küçük toprak parçası üzerinde, bin yıllık tarihsel sürecin sonunda, kullaşmayı kayıtsız şartsız kabullenen sosyal dokuya aydınlanmayı adapte etme girişimi ve ülkeyi cumhuriyet ile yönetme gayesinin gerçekten ciddi kararlılık ve cesaret gerektirdiğidir.

Umulanın aksine çok kısa sürede, kültürel birikimleri asla yok saymadan akla dayalı eğitimle başta insanı değiştirmek sonra ülkeyi geliştirmek tamamıyla bir mucizedir. Devrim koşulları her türlü yaptırıma uygunken cılız da olsa gelişen karşıt direnci kırmak için bilinçli siyasal kararlık gösterilmesi önemli bir olaydır. Böylece her şeye rağmen ekonomik açıdan tüm yetersizliğe rağmen aydınlanma süreci diriliğini muhafaza etmiş ve dirilişi sağlamıştır.

Uygar dünyada ayakta kalabilmek için ‘On senede on milyon genç yaratan’ Cumhuriyet son on yıllarda ise kendisini sevmeyen ama nimetlerinden yararlanmayı farz kabul eden, eninde sonunda ise yıkmayı mubah sayan milyonları yaratmıştır…  

Elbette Halk Egemenliği ve tam bağımsızlık cumhuriyetin dayandığı başlıca ilkelerdir. En zor dönemeçte ‘ya istiklal ya ölüm’ düsturuyla uçurumdan kurtulan ve kurulan yeni ülke diğer temel ilkelerin de işlerliğe kavuşturulması ile misak-ı millî içinde ulusal bütünlüğü de gerçekleştirmiştir. Çağdaşlaşma yolunda ilerleyişin sekteye uğramaması için ise laikliği vazgeçilmez bir unsur olarak görmüştür.

Son yıllarda saltanatın ve halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması ve diğer inkılâplar lâiklik ilkesi ile ilişkilendirilerek cumhuriyete karşıtlık körükleniyor. Memleket ikiye bölünerek uzlaşı ve barış yok edilmeye çalışılıyor. HattaCumhuriyetin temel ilkelerinden birisi sayılabilecek ‘yurtta sulh cihanda sulh’ ilkesinden resmen vazgeçiliyor.

Ülke savaş ve savaşlar bataklığına sürükleniyor…

Yaklaşık yüz yıllık Cumhuriyet Atatürk’ten, Atatürk'ü de Cumhuriyet'ten ayrıştırmak suretiyle Atatürk, devrim ve ilkelerinden gittikçe uzaklaşılıyor. "Cumhuriyet'in temeli kültür, yol göstericisi de bilimdir" diyalektiği hırpalandıkça hırpalanıyor. Çağın en göze çarpan aydınlanma devrimi hiçe sayılıyor ve halkın aydınlanma süreci tersine işletiliyor.

Atatürk'ün "en büyük eserim" diye nitelediği ve gençliğe emanet ettiği Cumhuriyet, bu gün Ata’nın yüreğinin sızlatacak uygulamalarıyla, zihni 1071, 1453, 1940, 2023, 2071’lere takılmış siyasi anlayıştan hükümetlerin emanetinde. Kaçıncı cumhuriyetçi, kaçıncı saltanatçı oldukları bilinmez bu emanetçiler bir dizi yasa ve etkinliklerle cumhuriyetin geçmişten geleceğe yürüyüşünün önünü kesiyor. Cumhuriyetin zenginliklerini har vurup harman savurmak, kökü derinlerde bir geçmişe sahip olmakla övünmeye tam tezat teşkil etse de teşkilatlar kurulmuş. Piyasada parsayı topluyor.

Bu millet bir daha Cumhuriyet öncesine dönmemeli. Cumhuriyet aydınlanması tersine işletilmemeli. Büyük sermayenin uşağı olmamalı. Etraftaki paylaşım gelişmelerini, içsel dinamik öğesi haline getirmemeli. Bu millet bir daha kurtuluş savaşı verecek konuma düşmemeli diyenler ise gittikçe yalnızlaşıyor, yalnızlaştırılıyor.

Son darbeyi teğet atlatırken silme ‘Nutuk’çu kesilmelere, değme ‘Cumhuriyet’ ipine tutunmalara karşın, tehlike bertaraf edilince yine aynı aymazlık devrede…

Bu gidişle ya “Cumhuriyeti yok edeceğiz…”  veya “Yarın cumhuriyeti çok arayacağız…”

23 Ekim 2016 Pazar


Eşgüdüm şeytanı

Eşgüdüm şeytanı

Papatyadan mahrum kırlar
eşek arısı cenneti
bir cehennem…
Kelebek kanadına kılıç darbesi
kelepçeli birkaç adam
şeytan çıkmazında
melek pozunda.
Oğul arayan bal arısı
ve özgürlük arzusu
meydanlarda.
İki utanç arası işkencelerdeyim
Günler gecelerce.
Bakır tel ve mayın döşeli yollar
çiçekler tutsak
papatyadan mahrum zindanlar.
Kelebek kanatlarına kör kılıç darbesi
kelepir fiyatına birkaç adam
satışlarda.
Özellikle ressamlığını arayan odun
piyasa moruğu
kaldırımlarda.
Diğerlerini siktiret gitsinler artık…
Maden arayan cehennem narı
eşek arısı cennetinde
hardan harlı
iki bacaklı eşekler de.
İki dünya arası nefretlerdeyim
yıllarca asırlarca.
Bakır tel ve manyeto döşeli bedenler
kırık kanatlara kılıç darbesi
kalender birkaç adam
Atamıza sözümüz var
bezeli.
Bu toprakları asla çiğnetmeyiz nidalı
kelepir pazarında ressam müsveddesi
müsamerelerde.
Sen tuval kirletmeye devam et hacı
kelepçeli birkaç adam
oğul arayan bal babası
oğul veren anası
eller yakanda.
Ve on sekizlik idam sehpası…
İki ilenç arası muhabbetlerdeyim
Papatyadan mahrum kırlar
eşek arısı cinneti.
Eşgüdüm şeytanı
eşeliyor dünyayı.
Arsızlığın bu kadarı da fazla
Kara gözlü eşeğe yazık.