BU GÜNDEN TEZİ YOK, BARIŞ ŞART…
Uzağı yakın, yakını uzak görmek ile başlar her şey ve kan gövdeyi götürür. Öncesinde sonrasında kendini beğenmeler yoğunlaştıkça, şartı şurtu dillendirerek iyice yalnızlaşılır ve hiç gereksiz yalnızlaşıldıkça vahşi ortaklar çoğalır. Ve iç dış koalisyonlar kurulur barış kökten zedelenir.
Barış zedelenince savaş çığlıkları çınlar üslerden, üstlerden. Ve gökyüzü, yeryüzü savaşlarına gönüllüler sıraya girer. Maviliğin atlas perdesine duygularını sarıp sarıp barış çubuğu tüttüren barışçıl öksürüklüler ise bu kaosta ilk nasiplenenlerdir. İltifatlara iltimaslara boyun eğmeyen ve kendi benliğinde barıştan başka arkadaş bulundurmayanlar aykırılık reçinesine düşürülürler. Savaş hevesi bulaştıkça bulaşır herkese.
O bulanıklıkta genç yaşta ayaküstü sıradan ayaklanmalar da sıra dışı farz edilir. Kaç kere hatırlatılsa da kulaklar her saat başı çınlasa da anlaşılmaz biçimde değişmez hiçbir şey, savaşı kaynatan ateş körüklenir. Mekanik şekilde barış saf dışı edilir ve savaş aritmetiği ve gerçeği bir çırpıda güncellenir.
İşte o yüzden yeryüzü barışları gönüllüsü olmak zorlaşır, anında canlı cansız bombaların ve bombalamaların hedefi haline gelinir..
Bir nebze de olsa uzaklaşılınca barıştan, yarınlardan da uzaklaşılır. Bu günün iç karartan patırtı kütürtüsü karartır gönülleri. Çoluk çocuk düşünülmez hiç varsa yoksa intikam. Hangi tohumdur toprağa ekilen bilinmezden gelinir ve hasat zamanı ürünler asla doğruyu yansıtmaz. İntiharlar savaşı belletir insanlara. Bir alışkanlıktır başlar savaş üzerine diyaloglarda. Çünkü zihne dayanmıştır bir kere inançsızlık ve savaş ve barıştan kopulur evre evre. Zülfikara boyun eğmeler ise yolculuğun sonudur ve savaş içselleşir artık.
Gelişigüzel fikirler de yürek dayanmaz biçimde harlanır ve barışı geciktirir.
İç veya dış kargaşalar önlenmek istenmeyince, çoklu cephelerde çıkacak savaşlara da karşı durulamaz. Kim dost kim düşman birbirine karışır o ahenksizlikte. Ve fırtınalar eşliğinde Nemrutta gün batar, güneş barışa doğmaz bir daha. Kırıklar gereğince kaynamaz, insanlar kardeşler boşu boşuna kırılır orada burada. Hazırlanılır belki ölümden sonraki ölümsüzlüğe ama yüceler yücesi kabul etmez de etmez. Ayrıca o başka bir hikâyedir çarpıtıldıkça çarpıtılan.
Bu çarpıklıkta şans yaver giderse diye fener alaylarındaki gibi kol kolalıkla sabah ezanından başlayarak bet sesle yapılan açıklamalar da barışı getirmez. Bu naralanmalar ve aranmalar savaş borazancılığından öteye gitmez. Kötü sona yaklaşılır barışın yok edilmesi adına verilen çabalarla.
Barışçı görünse de her beyanat içten içe savaşı betimler.
Bilim tatlı sulu bir kuyudur. İnanç doygunluğunda müzakereler yapabilmek ise o kör kuyunun dibi delik kovasıdır. Kovanın içi barışla dolu olsa da maalesef savaş sızar deliklerinden. Kovayı ne kadar doldurursan doldur o kadar ballanır savaşın bilim dışı yüzü. Kovana çomak sokulmuştur bir kere. Uzağı yakın görmek de zorlaştırılınca, yakını uzak görmek kolaylaşır ve barışın yerine savaş tellallığı makul görülür. Ve hiç olmayacakmış sanılan savaşlar gerçekleşir.
Barış, elektrikten patlamış parmak uçlarındaki sızıltıdır aslında. Şok vurunca damla damla akıl yolunu kaplar. Ambulans sirenleri diğer sirenlerle karışıp ışıklarla uzadığında sızlayan yüreklerde de savaşın manyetosu çakar. Martavallar peşi sıra sıralandıkça her yan tek isimle anılır artık. Savaş…
Barış gözlere heyecanı vuran yoluk kırpık, telli kafesli, kelli fesli bir savaşa isyandır. Ve akılcı bir gözlemdir barışa dem vurmak. Darağacından yadigâr bir gözü karalıkla olgunlaşır barış ve barışçıl anılar. Ve temmuz ortasından sonra sabahlarda iç burkan karaltılara dönüşür tüm akıl tutulmaları. Yalandan nafile hüzünlenmelerle geçiştirilir ocaklara düşen ateş. Karanlığa gömülür tüm günler. Kara karaltılar arasında göze çarpan ise barışa inat yine tek kimliktir. Savaşseverlik…
Barışseverlik ise kemik sayımları ile ovalara, dağlara yayılan kara haberleri her fırsatta terslemektir. Gün gelip bedendeki direnç sıvılaşınca, akıldaki barış sıvışınca evrenin karanlık kuytularına savaş egemen olur. Bilinç içten içe körelir, karanlık yayılır ve ölümler mor kaftanına oturur. Ve barış adına her yola çıkana el sallar tertibe inat yolculuk dayatıları. Acı bir deneydir sükunete bomba gibi düşen bütün kandırmacalar. Yani savaş güdülür arap atı hızıyla.
Bir tek isim kanmaz bu yabani kamçılanmaya. Barış…
Orta doğunun kızarık nehirlerinde ölü balıklar, atlas gökte beyaz güvercinler ve barışa endeksli ilahi emirler aynalara yansır. Yansıdıkça nefti yeşillenir zorla dayatılan ve seyrettirilen film içinde filmler. Ve tek göz odalara sığınır canlar. Ortam gerildikçe savaş cansız bir varlık, barış ise canlı bir organizmadır ve dağıldıkça dağılır yeryüzüne. Barış ciddi bir ağırlık kazandırır tüm kimlik bunalımlarına belki ama savaş kapıdadır. Burada burada diye yanıtlanır sayılan tüm unutulmuş isimler.
İsimlerin silinen soy isimleri ise tektir; Barış…
Ve zaman su gibi akar, akar ama akan kan durulmaz. Çiçekler arılara, kelebekler ters esen yellere küser. Ve gözler savaş rejimlerine ve resimlerine açılır. Resimlerde, fotoğraf karelerinde barışın izleri, izlerden ise savaş albümleri seçilir. Ve kutsal görev başlar kendiliğinden. Hilalin görüldüğü tüm yerlerde kayan yıldızlara inançla savaşa karşı barış methedilir. Övgüyle sövgü arasında inanın özü değer akıllara ve omuzlara barış yüklenir. Ve hala yaşın yanında kuru da yanar masalına inanmazlar varsa ve çoğalıyorsa barış hiçte gecikmez.
Gücenen gücensin gecikmeyecek olan tek olgu vardır, Barış…
İdeale yakın yaylım ateşinde alabildiğine güçlenir barış. Çukur gözlerde körlük başladığında patlatılan bombalar, yağdırılan kurşunlar ve atılan füzelerle değil. Onlar savaşı tetikler çapına göre. Yitik armadadır barış, yitikler çoğaldıkça da kendiliğinden şekillenir. Savaş bezirganları kıyamete yakın kazaya başlar ama nafiledir. O vakit kan dolaşımı acayip etkilenir ve savaş yalancıları düz yolda kaybolur.
Tek yol vardır, Yol tektir; Barış…
Durmadan barış şartı şartlamak ve inceden savaşa şartlanmak ise bambaşka bir iş ve kötü gidiştir.
Şartı şurtu bir yana bu günden tezi yok; Barış şart…
Uzağı yakın, yakını uzak görmek ile başlar her şey ve kan gövdeyi götürür. Öncesinde sonrasında kendini beğenmeler yoğunlaştıkça, şartı şurtu dillendirerek iyice yalnızlaşılır ve hiç gereksiz yalnızlaşıldıkça vahşi ortaklar çoğalır. Ve iç dış koalisyonlar kurulur barış kökten zedelenir.
Barış zedelenince savaş çığlıkları çınlar üslerden, üstlerden. Ve gökyüzü, yeryüzü savaşlarına gönüllüler sıraya girer. Maviliğin atlas perdesine duygularını sarıp sarıp barış çubuğu tüttüren barışçıl öksürüklüler ise bu kaosta ilk nasiplenenlerdir. İltifatlara iltimaslara boyun eğmeyen ve kendi benliğinde barıştan başka arkadaş bulundurmayanlar aykırılık reçinesine düşürülürler. Savaş hevesi bulaştıkça bulaşır herkese.
O bulanıklıkta genç yaşta ayaküstü sıradan ayaklanmalar da sıra dışı farz edilir. Kaç kere hatırlatılsa da kulaklar her saat başı çınlasa da anlaşılmaz biçimde değişmez hiçbir şey, savaşı kaynatan ateş körüklenir. Mekanik şekilde barış saf dışı edilir ve savaş aritmetiği ve gerçeği bir çırpıda güncellenir.
İşte o yüzden yeryüzü barışları gönüllüsü olmak zorlaşır, anında canlı cansız bombaların ve bombalamaların hedefi haline gelinir..
Bir nebze de olsa uzaklaşılınca barıştan, yarınlardan da uzaklaşılır. Bu günün iç karartan patırtı kütürtüsü karartır gönülleri. Çoluk çocuk düşünülmez hiç varsa yoksa intikam. Hangi tohumdur toprağa ekilen bilinmezden gelinir ve hasat zamanı ürünler asla doğruyu yansıtmaz. İntiharlar savaşı belletir insanlara. Bir alışkanlıktır başlar savaş üzerine diyaloglarda. Çünkü zihne dayanmıştır bir kere inançsızlık ve savaş ve barıştan kopulur evre evre. Zülfikara boyun eğmeler ise yolculuğun sonudur ve savaş içselleşir artık.
Gelişigüzel fikirler de yürek dayanmaz biçimde harlanır ve barışı geciktirir.
İç veya dış kargaşalar önlenmek istenmeyince, çoklu cephelerde çıkacak savaşlara da karşı durulamaz. Kim dost kim düşman birbirine karışır o ahenksizlikte. Ve fırtınalar eşliğinde Nemrutta gün batar, güneş barışa doğmaz bir daha. Kırıklar gereğince kaynamaz, insanlar kardeşler boşu boşuna kırılır orada burada. Hazırlanılır belki ölümden sonraki ölümsüzlüğe ama yüceler yücesi kabul etmez de etmez. Ayrıca o başka bir hikâyedir çarpıtıldıkça çarpıtılan.
Bu çarpıklıkta şans yaver giderse diye fener alaylarındaki gibi kol kolalıkla sabah ezanından başlayarak bet sesle yapılan açıklamalar da barışı getirmez. Bu naralanmalar ve aranmalar savaş borazancılığından öteye gitmez. Kötü sona yaklaşılır barışın yok edilmesi adına verilen çabalarla.
Barışçı görünse de her beyanat içten içe savaşı betimler.
Bilim tatlı sulu bir kuyudur. İnanç doygunluğunda müzakereler yapabilmek ise o kör kuyunun dibi delik kovasıdır. Kovanın içi barışla dolu olsa da maalesef savaş sızar deliklerinden. Kovayı ne kadar doldurursan doldur o kadar ballanır savaşın bilim dışı yüzü. Kovana çomak sokulmuştur bir kere. Uzağı yakın görmek de zorlaştırılınca, yakını uzak görmek kolaylaşır ve barışın yerine savaş tellallığı makul görülür. Ve hiç olmayacakmış sanılan savaşlar gerçekleşir.
Barış, elektrikten patlamış parmak uçlarındaki sızıltıdır aslında. Şok vurunca damla damla akıl yolunu kaplar. Ambulans sirenleri diğer sirenlerle karışıp ışıklarla uzadığında sızlayan yüreklerde de savaşın manyetosu çakar. Martavallar peşi sıra sıralandıkça her yan tek isimle anılır artık. Savaş…
Barış gözlere heyecanı vuran yoluk kırpık, telli kafesli, kelli fesli bir savaşa isyandır. Ve akılcı bir gözlemdir barışa dem vurmak. Darağacından yadigâr bir gözü karalıkla olgunlaşır barış ve barışçıl anılar. Ve temmuz ortasından sonra sabahlarda iç burkan karaltılara dönüşür tüm akıl tutulmaları. Yalandan nafile hüzünlenmelerle geçiştirilir ocaklara düşen ateş. Karanlığa gömülür tüm günler. Kara karaltılar arasında göze çarpan ise barışa inat yine tek kimliktir. Savaşseverlik…
Barışseverlik ise kemik sayımları ile ovalara, dağlara yayılan kara haberleri her fırsatta terslemektir. Gün gelip bedendeki direnç sıvılaşınca, akıldaki barış sıvışınca evrenin karanlık kuytularına savaş egemen olur. Bilinç içten içe körelir, karanlık yayılır ve ölümler mor kaftanına oturur. Ve barış adına her yola çıkana el sallar tertibe inat yolculuk dayatıları. Acı bir deneydir sükunete bomba gibi düşen bütün kandırmacalar. Yani savaş güdülür arap atı hızıyla.
Bir tek isim kanmaz bu yabani kamçılanmaya. Barış…
Orta doğunun kızarık nehirlerinde ölü balıklar, atlas gökte beyaz güvercinler ve barışa endeksli ilahi emirler aynalara yansır. Yansıdıkça nefti yeşillenir zorla dayatılan ve seyrettirilen film içinde filmler. Ve tek göz odalara sığınır canlar. Ortam gerildikçe savaş cansız bir varlık, barış ise canlı bir organizmadır ve dağıldıkça dağılır yeryüzüne. Barış ciddi bir ağırlık kazandırır tüm kimlik bunalımlarına belki ama savaş kapıdadır. Burada burada diye yanıtlanır sayılan tüm unutulmuş isimler.
İsimlerin silinen soy isimleri ise tektir; Barış…
Ve zaman su gibi akar, akar ama akan kan durulmaz. Çiçekler arılara, kelebekler ters esen yellere küser. Ve gözler savaş rejimlerine ve resimlerine açılır. Resimlerde, fotoğraf karelerinde barışın izleri, izlerden ise savaş albümleri seçilir. Ve kutsal görev başlar kendiliğinden. Hilalin görüldüğü tüm yerlerde kayan yıldızlara inançla savaşa karşı barış methedilir. Övgüyle sövgü arasında inanın özü değer akıllara ve omuzlara barış yüklenir. Ve hala yaşın yanında kuru da yanar masalına inanmazlar varsa ve çoğalıyorsa barış hiçte gecikmez.
Gücenen gücensin gecikmeyecek olan tek olgu vardır, Barış…
İdeale yakın yaylım ateşinde alabildiğine güçlenir barış. Çukur gözlerde körlük başladığında patlatılan bombalar, yağdırılan kurşunlar ve atılan füzelerle değil. Onlar savaşı tetikler çapına göre. Yitik armadadır barış, yitikler çoğaldıkça da kendiliğinden şekillenir. Savaş bezirganları kıyamete yakın kazaya başlar ama nafiledir. O vakit kan dolaşımı acayip etkilenir ve savaş yalancıları düz yolda kaybolur.
Tek yol vardır, Yol tektir; Barış…
Durmadan barış şartı şartlamak ve inceden savaşa şartlanmak ise bambaşka bir iş ve kötü gidiştir.
Şartı şurtu bir yana bu günden tezi yok; Barış şart…