15 Haziran 2012 Cuma
GÜL MEVSİMİ VE KEVSER SUYUNDAN İÇMEK
Erdoğan Aksu
GÜL MEVSİMİ VE KEVSER SUYUNDAN İÇMEK
Kevser suyundan içtim iktidara geldim.
Efendiler, yaz geldi. Sabah olunca kim ne yana dağılırsa dağılsın. Dengesi bozulmuş doğada, üst tabakası yanmış, yıkılmış ve ölü bölgede yaşıyoruz nasıl sa. Hafif kızarıklıklarla gün yüzüne çıkarak sedef izi bırakıyor güneş. Ve sen bir türlü gelmiyorsun iktidar. O halde içi su dolu irin dolu keselerle yaşamayı bileceksin. Hatta büzüşeceksin hiç kimsenin yaşamadığı topraklara. Derin derin, ön yargıyı dikerek toprağa, daima şüphe biçeceksin çayırdan. Akıllanmak ne derseniz, akıllı görünebilme çabasından uzaklaşmaktır. Minicik mantosuna sarılmaktır ümidin-umudun. Etrafta imha edilişin bölük pörçük hatıralarında asla hatırlanmak istenmeyen ipuçları var. O ipuçlarından yola çıkmaktır marifet.
Bıraktığında kâbuslara kaçışı, söz edersin doyasıya iktidardan. Talepler iyice azaldığında ilişkinin çok normal olduğunu varsayarak, daha fazla ailevi neden ararsın yıkılışa. Bu direklerde sallandırılası hayat sizindir ama aile başkasının. Mazeret nasılsa hazır kıta uykuda. Diğer araç gereçlerle ikiye bölsen de dünyayı, bölünmemişlik kısır döngüye vatan olmuştur. Güncel denemeler kime yar olacaksa olsun artık kökeninde mülk sorunu var nasılsa.
Kevser suyundan içtim, iktidardan oldum.
“Gül mevsimi Belgrat kapıdan yola çıktım. Şehrin bütün müzelerini gezdim. Arzuları kısıtlayıcı bir anahtar vardı elimde, emelim üç öğüde de katıksız uymaktı. Gençtim, güzeldim, yakışıklıydım, çirkindim, acemiydim, ustaydım demedim afişler astım. Yazılar yazdım taş-beton duvarlara. Kasten yaşadım o geceyi, arsız geceleri bilmeyen kalmasın diye. Umutsuzca direndim çünkü kendimi dışlanmış hissettim. Tasarım dışı bir güzelliğe uyandım, evet o an dostlarım acı çekmeye başladı, tarihte bugün ne var desen, uzun yıllardan beri diye başlarım.
Ne yaman hâkimiyetler gördüm ve bağımsızlığa yamandım. Artık büyümüştüm, sevgime karşılık veremeyen dünyalar ise küçülmüştü. Olayları iyice hafife alan donmuş dünya, gelecekle ilgili umutlarını, egsoz dumanı kusan şehirlere bırakmıştı. Kusursuz ama şımarık günlerdi o günler. Geleneksel kavramları un ufak eden suçlulukla ilgili absürd bir komediydi havai mirasçıların tasarladığı.
Sonradan öldürücü detaylarla övülen biyografiler döktürmekte ısrarcı gizli hayranlar çıktı ortaya birer birer. Canımı sıkan sahtekâr iddialar fikrimi değiştirdi. Beklenmedik çapraşık üçlemeler, o günle olan garip bağımı da kopardı. Çeviriler yaparak amaçsızlığımı taçlandırdım ve tüyler ürperten karanlığa inat aydınlığa dümen kırdım. Ağır ve tanımlanması zor devrin ihtişamı etkisini yitirmekteydi. Uydurmacaya işte o zaman son verdim. Kirli aldatmacalar su yüzüne yeni yeni çıkıyordu. Ayırt edilemez sahtecilik midemi bulandırdı. Doğum günümü hatırlayan bile yoktu, çünkü ölmekten beter edilmiştik. Eşsiz becerilerimi gösteremeden, yavaş yavaş göz yaşartıcı hikâyelerin içinde ölüyordum sanki. Her şey yolunda seyrederken ne olmuştu bize.
Kevser suyundan içtim iktidara yanaştım.
Çitlerden atladım. Peynir gemisini şen şakrak yürüten laflara kemik attım. Gemi söz denizine demirledi. Sindirimi zor vefatlarla hayata yeniden doğdum.
Gül mevsimi çifte gökkuşağının altında istilaya uğradığında, hiçbir şey hiçbir varlık insanoğlu kadar yükselemezdi ve alçalamazdı. Haberleştiğim dünyalar kasten izlerini kaybettirdi, akıl karıştırdı. Antlaşmalar alakasız meşalelerin arkasından yürüdü. Meselelerle aleyhte uğraştı vasiler. Son bir sınavdı, sınav heyecanı hiç yaşanmadı, nane şekeri emilmedi. Ilık suyla gargara yaptım geçmişi. Önce ağzımdaki yabancı şekerin boyası çıktı, tadı şekerden şeker oturdu kaldı mideme. O hizaya asla gelmeyecektim, asla yükselemeyecektim, inandım ve mönüde ne varsa tatlı tatlı içselleştirdim.
Sahibi olduğum birkaç parça anı bile elimden alındı. Her şeyimle bu gidişi durdurmak isterken, tabiat için kolay lokma oldum. En nihayet görünmez bir kazada, duyularım sonrasını ve öncesini hatırlayamaz oldu. Meğer terketmeye zorlanıyormuşum erkeği erkek yapan değerleri. Direndim çünkü elimde bir delikanlılık kalmıştı övünülesi. Esas aşağılanma ondan sonra gelecekmiş oysa ve bitirecekmiş bunca emeğimi.
Hayret edilesi biçimde uyandım. Maruz kaldığım muameleler övünülesi, dünya utanılasıdır, dünya utanç içindedir.
Adaletsizliğini vurdu yüzüme iktidarsızlık, kırkını aşmış bu kibar sessizlik, her dileğin hayatta olamayacağını ancak öğrenmişti. Aradaki uçurumu cesaretle atladım. İkiyüzlü bir darbe daha yemeyecektim. Manşetlerde biriken kılık kıyafeti perişan umutsuzluğu bu sayede okumayacaktım.”
Daha ne olsun, bulun işte bulabildiğiniz kadar ipucu. Boşa anlatmayı bırakın sonra, yazın. Onlar kendilerini bilirler ve bana doğaçlamalarla anlatırlar yazın yaşadıklarını. Biraz yaz sohbeti çekiyor can ile canan. Yolu bir yerde bir şekilde kesişeceklerin ihaneti ya da intikamı deyin veya ne derseniz deyin çekilin kumsallara. Maviye salın büyük günahları.
Ders yılı sona ermiş takdirnameli Minik ressam, boya bakalım sevgiyi ne renk istersen. Ödün kopuyor fırçalarından ama korkma. Korkma, en geniş ve en yumuşağını seç. Boya bakalım beni, bizi, sizi deniz karşısında kızaran halimizle. Sizler anlatın faniler inanılmaz masalları hala, boya çocuğum sen aldırma dolancılara. Alçak masanda resim taslaklarının arasında bir zarf var, içinde bomboş dünyam, ne bir telkin, ne bir isyan, ne bir yalan. Sadece ısrarınla renklendir yeter, zarfın içindeki hasretimi, özlemlerimizi.
Minik ressam, bütün yaz göğsüme bal renkli sevdalar çiz ve boya, durma, durmadan renklendir;
Şu “ Kevser suyundan içmiş iktidara yenilmişi...”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder