ŞİİR BİTER, ŞAİR USLANIR, İÇİM YANSA DA AKLIM ÖPER GÖKYÜZÜNÜ…
O melun hastalık zakkum-zehir anılar sıraladı beynimize, aklımıza canım abim.
Dünyanın gerçeğini, cennetin sırrını götürmeseydin yanında, maviyle örtüşünce zaman bizde de kanatlanırdı gizemli ipuçları. Gitmek değildi belki de yaptığın. Bir yolcunun yolculuk hevesiydi sadece ulaşılmaza. Ve bizim asla hakkıyla hafızamızda canlandırmaya alışık ve yetkin olmadığımız çizgi dışı ufuk ötesi sonsuz ışığa hicretti o zamansız gidiş.
Rüzgârın ıslığı perdeyi yakınca film koptu ve yüreklerimiz tutuştu ansızın. Yaktın fitilini hamsi laciverti gecede hayattan kopuşun. Yazboz tahtasındaki final setini kaybetmiş varsayıldın belki ama gizli gücün ruhundan ruh taşıdın geleceğe. Ve ak mermer üstüne al yazıyla bir tarih düştün sana biçilen ömür adına.
Cam hücrelerde koydun gittin bizi Arkadaş. Sulu ve oldukça verimli toprağa bir körpe fidan ekmek gibi bir şeydi bize tutturduğun matem. Tabasız, tabansız, paytak törelerin mal sahiplerine yaslı duruşu algılatmaktı belki de zamansız göç edişin. Belki de durup dururken terki diyar değildi yaptığın. Kim bilir yıllarca kalmaktı belki de yüreklerde, bir yolcunun yolculuk neşesini hissettiren. Yarıda kalan bir hikâye olarak değil de tamamına ermiş bir öykü olarak tanıdıklara eşe dosta anlatılma istemiydi belki de. Eskiden eskidendi denilmeden, öylece bugünü, şimdiki zamanı ve ışıklar içindeki hayalleri her daim anımsatma güdüsüydü sanki bu ayrılık.
Abim o yüzden güneş her yükseldiğinde artık gölgemle boğuşacağım, mor gölgelerle değil. Birlikte geçirilen hayatın azlığına veya çokluğuna takılmadan ve aldırmadan, namı şanı yıllardır umuda yürümek olan dostu arayacağım. Çünkü güneş ufukta alçaldığında ve yeryüzüyle kucaklaştığında bile asla gölgemle uzlaşmayacağım. Düşeceğim yine yollara iyi haberleri izinde, sonraki acı haberleri daima öteleyerek.
Kadim dost Öteki dünya hatırına iki koldan voltalayacağım bu sahte dünyayı. Hayatı son kez yanımdasın daima yanındayım dürtüsüyle bin kez durup binbir kez yürüyeceğim, süreceğim. Bir bardak suda tutukluluğum sürecekse eğer yine bir bardak su da fırtınalar yaratacağım savrulmadan.
Zaten güneş battığında ve sen yıldızlara nispet, yıldızlarla doğduğunda dokunulmazlık kartım iyice ışığa duyarsızlaştı. Elimde tuttuğum kalem, kelam isyanını dört bir yanda duvarlara kazıdı yine. O duvarlar ki ne yaman sloganlar, ne yaman çelişkiler karalanmıştı eteklerine, yumrukların havada asılı kaldığı yıldızlara yarenlik günlerinde.
Canlı şahitliğin şimdilik sonlandı can yoldaşım. Bir nemrut geceyarısından sonra söndü umutlar, hala tazeliğini koruyan anılar. Zaten düşlerin ayküsü düşük olunca düşüncelerde, fikirler de ileri izlemeye takılıyor. Takıldık ölüm meleğinin oltasına.
Abim hani yedi tepeli gezegende teslim bayrağı çekmek yoktu. Yoktu hani geceye uzayan cıngıllı renklere aldanmak. Makûs talihe başkaldıran yarenlik bitti mi şimdi. Demek geleceğimiz bundan kelli Taşkışla da ağlamaklı kalacak anbean.
Olmadı usta, hani vapur düdüğünü yutalı beri beklediğimiz özgürlük seller yaratan güz yağmurlarından sonra gelecekti. Gelmedi, gelmeyince de sen koştun gittin ebedi bağımsızlığa.
Gözler, eller, gönüller hıçkırık yanığı şimdi asil dost. Amaçsız kuru bulutlar dolaşıyor şimdi aklımızın kayıp hücrelerinde. Sensin müsebbibi. Dostluk feneri tutup aydınlattığın karanlıktan fersizlik yansıyor artık. İçe nakış nakış işleyen öğütler, gizemli bulutlar diyarında gün doğusundan gün batısına, doğumdan ölüme, ölümüne tam yol verecek yine bu garip yolcuya. Korkma kılavuz olacaksın yine kırık dökük yaşamlara. Kulaklar sağır, gözler kör, yalandan kim ölmüş akıl kürüne saplanmayanlara da cesaret. Zihin tutulması çığı altında kalmayanlara ise ümit çarkı.
İhmale gelmez, ikmale kalmaz çok bilinmeyenli denklemleri çözdün de kolayca, tek bilinmeyenliye hapsettin sevdiklerini güzel dost. Hediye kutusu boşalınca ömrün ders vermek gibi, içindeki gökyüzüne özlediğin rengi verdin, kayıp gittin.
Ve usturuplu sözlerinin içine o gidişi gizledin, gizledin ve gittin abim. Aklın direndi, bedenin direnemedi yeterince. Kuşandığın çelik zırh bilimdi ama doğa klasiğine boyun eğdin sessizce. Yenilmedin asla yalnızca şu rotu çıkmış dünyadaki faniliği bilmez-görmezlere faniliği hissettirdin ve şaşırttın. Abinin mezarı başında boşalan gizemli bir bakış bıraktın geride. O bakış gitmeden evvelki o zalim gece yarısı sıcacık bir dokunuş oldu tüm sevdiklerine.
İçime işledi gecenin karası. Zaten ben uslanmaz bir portreyim her nedense. Nota nota, söz söz yalnızlaşıyorum bu günden yarına. Bildiğim bilmediğim birçok şey öğrendiğim sahici dost yekpare uzayan hayatta ölü ışık zerresine asla kapılmayacağım inan. Yapayalnız bıraksan da bu kardeşini, kolumuzda ölüm patenti o eşsiz pırıltıları kovalayacağım usanmadan.
“Su zerresinde güneş, ışık zerresinde deniz, toprak zerresinde can, gönül telinde helim saklı” diyeceğim havadaki gökkuşağına. Çünkü ecel senin için cennetten bir önceki kapalı durak. Son durakta bekle bekleyebilirsen. Evvel ahir tipi bozuk, deli bozuk akşamlar bana da bir demek kırmızı karanfil sunduğunda ve çiçek tozlarından binlerce can canlandığında biz yarenliğimize devam edeceğiz bıraktığımız yerden başlayarak.
Dağın tepesi, tepenin arkası yakıp-kavuran güneşe teslim olduğunda, işte o günün ertesi kalan ömrümde ben dağ kırlangıçları ile dolaşacağım iki cihanı. Güneş batıncaya dek yolcuyum eğer teklemez ise nefesim.
O dağın zirvesi, zirvenin ardıda daima sen olacaksın abim.
Eğer yaşarsam uzun veya kısa her ne kadarsa, yaşadıkça “bir adam vardı adam gibi adam doyamadığım, hayli zamansız can verişine kıyamadığım, bir avuç toprakla yolculadığım” diye anacağım seni.
Abim…
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder