11 Ekim 2012 Perşembe

YENİDEN YENİLEMELER...


Kırklar Kapusu'na Giriş

Kırklar Kapusu'na Giriş

Yazılanı anlamak gerek yazanı anlamaya çalışmak değil...

" Tarihin hafızasını yazı işletir. Sonra sanat olur, sonra da hayat. Hayatın ta kendisi. Sonra durduk yerde hapislik olur. Ve tarih yeni baştan başlar, sıfırlamadan. Sözlerin kaydıyla oluşur uygarlık. Her harfin bir resim, her resmin bir sembol olduğu günden bu güne, mahrem perdeler aralanır. Mateme dönüşür yalnızlıklar.

 ' Kurşun gibi ağır, kırmızı gelin çiçekleri. Bir kor parçası, üfledi yüreğime üşüten soğuğunu, ayazını. Kürküne büründüğüm ebruli felsefe kuşatılmış. Gölgesine uzandığım demir kanatlı özgürlük nabzımda atıyor. Dolduramadığım çile ilaç gibi yutulmalık. Tarih boyunca ne haksızlıklar var acımsı, yasak savıcı benzer yasalar, titreyen dillerde biçimlenir, isyanlar.'

Bakır ibriklerden dökülür büklüm büklüm güneş. Eski günlerdeki gibi saf ve temiz, ışık yelpazesi. İhale edilmiş ihraçlar ise ateşli sorgularda terler…

Taşa, palmiyelere, papirüslere işlenmiş, karşıyakanın altın ışıklarında yankılanan, yüzyıllar-binyıllar öncesinin sırrı. Gönül sarayına, geçici dünya süsü zorlanmaz. Hiçbir şey eskisi gibi kalmaz asla. Başka dünyalar dolsun ciğerime diyerek, sürekli uç noktalarda seyirteceğiz. Öleceğimiz güne dek, hayata dair ne varsa istifleyeceğiz. Tarihe not düşmek adına, inatla hararetle.

 ' Pırıl pırıl bir güneş doğdu. Güne uçuşuyor güller, bülbüller. Berrak havayı görmeden kirlenen yarışlara koruyucu duvarlar örülmüş. Kıyamet yolculuğu kıymete binmiş zamanı ahirde. Kıyamete yakın afra tafraya karnımız tok. Kıyam da kıyıma isyanımız atadan beridir..'

Bir varoluş sancısı bu sancı. Öykü sever gençlerin öykü kahramanına dönüştüğü. Yabancılaşan bir hayat çarparsa yüzlere, sonuç Donkişot sembolleşmesi. Eylem kuşuna dönüşmek evladır, hasbahçe balosunda olmaktansa. Tarihin belleğine kim kalıcı yer eder görülür, ileride.

 ' Cumhuriyet çalındı, viyaklayan dudaklara. Tek bir sıcak damla. Ay şehrinde nursuz bir gece cumhuriyeti alıp götürdüler. Ne ağız dolusu gülüşler kaldı, ne de ılık bir temas yüreklere. Ve artık resmigeçit izlemiyorum. Doğum gününde bandolar her seferinde, ölüm marşı çalacak korkusuyla.'

Tarihin hafızasını zayıflatır, ince ihmaller ve ince ince bir kar yağar…"  

Okumak gerek ilk emir gereği, okumak... 

Sonsuzluk Kapusu'na Varış…


Sonsuzluk Kapusu'na Varış…
 
Her yakınımız öldükçe...

"Ateşin rengine içim cız etti. Ben o ateşe yandım. Bari bu günlere Ata’nın ilkeleri yanmasın. Anlıyorum duygusal bir gün ve ışık zerresine yazılı hakikat. Romantik eğilimli yoğunlaşmalar eşiğinde vakit. Ne engellemeler ne serbestiler önemsenir oldu güpegündüz. Kararsızlığı ise ancak tarih cezalandırabilir. Ceberut saltanatı sürenler değil. Kararlılığı ise tarih baba, altın yaldızlarla düşer altın yapraklarına.
  
Yağmur bulutları fişekleyince zaferi, tek vücut olundu, kortej halinde cephe önü ve gerisinde. Bu direnişi görmek lazım, yaşamak ve hep bir ağızdan haykırmak. Çok ama çok gecikmiş iyi niyetle tek yürek olmak gerek.

Bir tehlike başımızda, bin tehlike köşe başlarında. Bu ucu bucağı yok gidiş yolunda dönülecek yüzlerce köşe var. Unutmadan, tarih çeşmesinden bir avuç soğuk sudur; kutsal isyan. Uyku mahmurluğunu bir çırpıda yok eden. Ön bahçede ateşe kızan terk edilmişlik, arka bahçede bayram. Ne vecizler saçıldı toprağa zamanında, şimdi fidana durdu hayat. Ekin yanıyor baştanbaşa. Her yirmi dokuz ekimde her isyanda bir hikmet var. Ne yazıktır bu gün özgürlüğü taksitle ediniyoruz. Çünkü hayata bağlanmanın güneşi tutulmuş ay çaresiz. Nesepsiz gücenikliklerin tortusu dibe vurmuş ve sular bulanmış.

Geride açıklanamaz önsezi eksiklikleri. Kızıla boyalı gökte bir çift kırlangıç. Kanatlarında ümit; kavgası yıllar önce verilmiş. Yeryüzünde dillenir nazlı al çiçekler, yerle göğün birleştiği yerde. Şanlı uğurlanışlar emanet millete. Bilmek gerek.
 
Toprağın bağrında kurtarılamaz denilen rehin ülke. Uzun çileler tarlasında erken hasatla, çok geç kurtarıldı. Kol kola yürüyüşlerin sıcağında hep ayni nida; tek ses tek yürek. Yüreklerdeki lamba sönmüşse ve küstah karanlık, zeytin karalığında çökmüşse yağ gibi kayar zaman. Zeminsel travma hat boyunda. Sadece; yüreklerdeki deli ateş tekrarlar anıları, kol kanat gerer yaratılara. Eğer, çekirdeğinde asalet varsa ve kaldıysa.
 
Önsözü olmayan el yazması kitabın son sayfasında, Ata’nın ateş gibi gözleri. O gözler ki hüzne boyalı. Kucak dolusu alev yakışır elbette yiğit ellere. Ateşin rengine yürek mi dayanır. Ben o renge yandım. Bari Ata’mın devrimleri yanmasın.
       
Çileden başka mülkümüz de yok…"

Yüreğimiz yanar...

TARIM ÜLKESİ OLMAK VEYA OLMAMAK


TARIM ÜLKESİ OLMAK VEYA OLMAMAK
 
Türkiye nüfusuna her yıl bir milyon kişi ekleniyor. Bu gidişle otuz yıl sonra nüfusumuz yüz milyonu bulacak gibi. O nedenle bugünden, yüz milyona bakan bir tarım sektörünün şimdiden planlanması gerekir. Türkiye çölleşmeye karşı savaş açarak tarımda; gelecekte kıtlığını yaşayacağımız ürünlere öncelik vererek, ürün çeşitliliğine ciddiyetle önem vermelidir.
 
Türkiye cumhuriyet tarihi boyunca, 87 yılda sanayide 192 kat, hizmet sektöründe 70 kat büyümüş olmasına karşın, tarımda ancak 10 kat büyümüştür. Nüfusa oranlandığında büyümek bir yana, korkulası bir küçülme yaşanmıştır. 70’lerin ortalarına kadar kendi kendine yeten bir ülkeden, dışa bağımlı bir ülke konumuna terfi ettirilmiştir ülkemiz.
 
12 Eylül darbesinden sonra ise tamamen dışa bağımlı, çiftçiyi üreticiyi darmadağın eden politikalarla tarım dışlanmıştır. İthalata kolaylık sağlayan yasa ve kararnamelerle müstahsil, ürünlerini elinden çıkaramaz veya yok pahasına tüccara satar hale getirilmiştir. Akaryakıt ve tohum fiyatlarındaki artış doğru orantılı taban fiyatlara yansıtılmamış, tarım kooperatiflerinin ve birliklerin içi boşaltılmış, işleyişine ve işlerliğine müdahale edilmiş, tarımsal üretici sahipsiz bırakılmıştır.
 
2000’lere kadar varıyla yoğuyla direnen tarım sektörü, 2000 sonrasında özellikle 2001 kriziyle yerle bir olmuştur. Devletin zerrece desteklemediği sektör, Türkiye’nin lider olduğu ürünlerde bile çayda, tütünde, fındıkta, pamukta egemen dünyanın biçtiği role rıza göstermiştir.
 
Dolayısıyla tarım sektöründeki gerileyiş, hayvancılık sektörünü de birebir etkilemiştir. Türkiye bugün çayını, fındığını, tütününü gerektiğince değerlendiremeyen; buğdayını, şekerini, çayını, çorbasını dışarıdan temin eden, eti dünyada en pahalı yiyen Hint fakiri bir ülke konumuna gelmiştir.
 
Dünyadaki küreselleşmeye koşut, devletin gücünü azalta azalta, hatta devleti ve devletçiliği dışlayarak, küreselleşme karşıtlarını çağ dışı kalmakla suçlayarak bu günlere gelindiğini çocuklarımıza öğretmek zorundayız. Devletin ekonomiden, sanayiden, tarımdan çekilmesini isteyenler, liberal ekonomi dünyada batınca tutuştu tutuşmasına da, devletçiliğe dönme nazlanışındalar şimdilik.

Tarımda ve hayvancılıktaki bu bitiş 80’lerden sonra izlenen yolun yol olmadığını acı bir biçimde ortaya koymuştur.
 
Bugünden ileri, yarının Lider Türkiye’si için tarımsal desteklemeler ivedilikle hayata geçirilmelidir. Doğrudan gelir desteği adı altında gübre ve mazot desteği artırılmalıdır. Topraksa toprak, tohumsa tohum, krediyse kredi üst düzeyde elle tutulur teşviklerle tarım sektörü canlandırılmalıdır. Çünkü çiftçi üretecek, fabrika işleyecek, geniş halk yığınları yiyecek. Bu çark herkesin bildiği gibi kendini döndürür. Üretim, üretim daha fazla üretim, işin aslı budur.
 
Ayrıca dünyanın hiçbir ülkesinde, 3. dünya ülkelerinde bile bizdeki gibi üretimi azalt, üretim yapma diye teşvik verilmez, ödüllendirirken, aslında onların geleceğini yok ettiğimizin  ne zaman farkına varacağız. İnsanı toprağına tohum serpmediği için ödüllendirme olur mu hiç. Bu ödül aslında onların geleceğini ipotek altına alma, bir nevi cezalandırma değil de nedir. Çocuklarımızın gelecekte açlığa mahkumluğu değil de nedir.
 
Bir bakmışız yüz milyon olmuşuz, Unu, yağı, şekeri olmayan koskoca bir ülke. Tarımı bitik, hayvancılığı sıfır, ekonomisi hak getire, sanayisi ithal ikame, tekstili kotalı ve hala AB kapısında. Helvamızı kim kavuracak, biz görmeyiz belki o günleri ama ya çocuklarımız…

FINDIK KURDU ÜRETİCİYİ VURDU...


FINDIK KURDU ÜRETİCİYİ VURDU...
 
 
Bu yıl fındık 4,3 liradan piyasaya indi...

"Babam fındık ekmeğiyle büyümüş. Buğday kıtlığında fındık unundan ekmek yaptıkları da olmuş, kandile takıp ışığından faydalandıkları da. Senede bir ayı bekleyip fındıktan elde ettikleri gelirle koca yıl geçindikleri de. 500 yılı aşkın süredir Doğu Karadeniz de fındık üretiliyor. 400 bin aile, yaklaşık 10 milyon nüfus hala fındıktan geçiniyor. Ne yazık ki üretici beş yıldır fındığını aynı fiyattan satmak zorunda.
 
Devlet fındıktan zarar ediyorum, fındık üretim fazlası var diyerek kenara çekilmiş durumda. Fındık ocaklarının sökülmesi ve alternatif ürüne geçilmesi için üretici teşvik ediliyor. Fiskobirlik kooperatif yapısı, örselendiğinden, geçmiş yıllarda olduğu gibi ihracatı kendisi yapamadığından iflas etmiş durumda. Kooperatif ile üretici arasındaki bağ kopmuş, üretici devletten medet umuyor. Sonuç; fındık üreticisi kaderiyle baş başa…
 
Oysa gerçekler çok farklı ve can yakıcı. Fındığın Türkiye ihracatına çok ciddi katkısı var. Sürekli ekonomik anlamda fayda sağlamış. İhracat ürünlerimizin temel ürünlerinden. Hiçbir zaman fındık ürün bazında Türkiye ekonomisine yük olmamış. Çünkü dünya üretiminin % 75’ine sahip olduğumuz bir üründen söz ediyoruz. Ve dünyada 800 bin ton fındık işlem görüyor. Fındık kullanım alanı ise % 80 çikolata, %15 pasta, %5 çerez vb… Özellikle çikolata sektöründe 650 bin ton fındıkla, 6 milyon ton çikolata üretildiği göz önüne alındığında fındığın bir sanayi ürünü olduğu, “ orman meyvesi “ denilip küçümsenmemesi gerektiği açıkça görülür.
 
Karadeniz’deki tarım topraklarının engebeli ve çok parçalı olduğu ve böyle olunca da üreticinin küçük çiftçi konumunda yaşadığı ortada. Toplam rekoltenin %65’ini işte bunlar, birkaç dönümle bir ton dolayında fındık üreten çiftçiler gerçekleştiriyor. Gerek ekonomik, gerek sosyal, gerekse arazi yapısı nedeniyle yöre halkı fındık üretiminden vazgeçemez. Alternatif ürünlere geçemez. 5000 hektar alan sökümü gerçekleşti gerçekleşmesine de, çoğunluğuna yine fındık ocakları dikildi.
 
Ortalama 450-500 bin ton fındık üreten bir ülke olarak bu üründen yararlanmasını bileceğiz. Devletin asli görevi, çiftçisini mağdur etmeden dünyadaki lider konumunu korumak olmalıdır.
 
Dünyanın iki yıllık fındık ihtiyacı bir yılda üretiyor olunabilinir. Eskiden üç ilde yapılırken şimdi otuz dokuz ilde yapılıyor olabilir. Ekim alanı 220 bin hektardan 700 bin hektara çıkmış olabilir. Yıllık rekolte 80-90 bin tondan, 700-800 bin tona ulaşmış olabilir.
 
Böylesi bir gelişme diğer üretici ülkeleri rahatsız etmesi gerekirken, rahatsızlık içten içe bizi kemiriyor. Çiftçi mutsuz, umutsuz, devlet çaresiz. Fındığın kilosu beş yıldır 4-5 TL civarında, maliyetine fındık satmak zorunda fındık üreticisi. Bakalım nereye kadar.

İhracat sayısı 150’lerden 10’lara düşmüşse, üretici tüccarın vicdanına bırakılmışsa, Fiskobirlik yok edilmişse, suç üreticinin mi? Bir diyet ödetiliyor ödetilmesine de önümüz genel seçim. İktidara ret oyu Karadeniz’ dede yayılırsa şaşmamak gerek…"

Tüccarlara fırsat doğdu, üretici kendi haliyle başbaşa bırakıldı...

EKONOMİYE GİZLİCE AYAR, ÇOK CAN YAKACAK


EKONOMİYE GİZLİCE AYAR, ÇOK CAN YAKACAK
Seçim ekonomisi-savaş ekonomisi denilirken; ekonomiye gizlice ayardan sonra piyasaların durumu halkın canını daha da yakacak...

" Para odaklı yaşam taklit eksenli sürdürüldükçe, al gülüm ver gülümle açılıyor tüm kapılar. Ve hayat dayanılmaz hale geliyor ekonomik açıdan. Her ne kadar ekonomi rayında, serbest piyasa denetimimizde denilse de işin aslının öyle olmadığı görülüyor. Piyasalar son günlerde allak bullak, ABD parası gün güne değer kazanıyor ülkede. Rekor kırarak değerleniyor lira karşısında. Tahtakale’nin belirlediğine mahkûm sektörler.
“Sakın cahillerden olma” kesin emrine karşın bu durum ya önemsenmiyor ya da görmezden, bilinmezden geliniyor. Halk nasıl olsa anlamaz diye. Şüpheyi terk etmek adama yakışmaz oysa. Senaryolar gittikçe kötüleşen bir hal alacak yakın zamanda. Paranın satın alma gücünün azaldığını söylememek ve önlem almamak suç-günah olmasının yanında ülke ekonomisine de ihanettir. Bu nedenle Ekonomiye gizlice ayar çekiliyor.
Bir paranın satın alma değeri “para biriminin satın alacağı mal, hizmet ve döviz niteliğiyle ölçülür”. Dünden bu güne belli tutara ayni değerlerin, dövizin edinilemediği bir gerçek ise işler tıkırında değil demektir. Paranın satın alma değeri en önemli ekonomik göstergedir.
Paranın satın alma değeri azalıyorsa, paraya yeni bir değer kazandırabilmek için ulusal para değeri yabancı para değerinden düşürülür. Kur ayarlamasına gidilir. Bu gün için söylenmese de yapıla gelen budur. Yıllarca bu ülkeyi içten içe sömüren ve sömürttüren enflasyon ve devalüasyon yüzünü göstermeye başladı yine. Kimse başka konjoktürel nedenlere bağlamaya kalkışmasın. Eğer para değeri düşüyorsa, fiyatlar yükseliyorsa ekonomi bilimine göre enflasyondan söz edilebilir pekâlâ. Enflasyon var ise devalüasyon da vardır.
Evet, gizli enflasyon var bu memlekette. Aynen gizli işsizlik gibi, gizli savaş gibi, gizli zenginleşme gibi. Açıkça belirlenememiş gösterilen ama apaçık nedenlerle para değeri yavaş yavaş düşüyor, düşürülüyor. Fiyatlar ağırdan ağıra el yakıyor. ABD krizi, Arap baharı derken bu seviyeye gelindi ve önlem almakta da gecikiliyor maalesef.
Dış ekonomilere kapıların kapatıldığı ekonomik yeterlilik günleri tarih oldu. Yenidünya düzensizliğinde küresel ekonomi masalından herkes etkileniyor hiç istemese de. Küresel kürecik düşüp yuvarlanıyor ve az gelişmişliğin, gelişmekte olmanın kucağında patlıyor. Egemen güçler sömüreceği emperyalleşeceği yer altı yerüstü zenginlikler peşine düşmüş çıkar yol arıyor. Hal böyle olunca işlek yolların dışında işlerin iyi işlemediği de dillere düşer. Kurtuluşun faturası da geniş halk yığınlarına kesilir her dönemde olduğu gibi. Ekonomi bakanı pek yakında acı reçeteleri açıklamaya başlar nasılsa. Başkaları harcar millet öder hesabı.
Ekonomik veridir, ekonomik göstergedir, devletin para ihtiyacından para değeri düşer. Hazinenin tıka basa parayla dolu olmasının pek önemi yoktur. Para gereksinimi kısa sürede hasıl olunca para değerini düşürme yoluyla tüketimin kısılması yoluna gidilir bir süre. Serbest piyasadan döviz, devlet eliyle çekilir veya sürülür günü kurtarmak için. Kurlar istenen seviyede dengede tutulmaya çalışılır. Bankalar devreye girer ve krediler kesilir. İskonto faizleri yükseltilir sırasıyla. Tüm bunların kısmen yapılmış olması da ülke ekonomisinin nerede olduğunu gösteriyor.
Sonuçta fiyatlar ve ücretler düşebilir. Ancak bu yöntemle üretim azalır, işsizlik devasa artar. İçinden çıkılması daha zor bir ekonomik kaosa sürüklenilir. Kemer sıkma filan da işi çözmez uzun süre. Bu gidişle, Bedene göre kalp olmayacağına göre ülkeyi akla gelmeyecek, dilin söylemekten azap duyacağı tehlikeler bekler maalesef.
Bu ülkede “gizli devalüasyon” yapılıyor. Türkçesiyle kur ayarlaması değer düşürme yapılıyor gizli saklı. Lira yüzde yirmilik bir değer kaybına uğradı diyenler var. Devlet erkânının AB-ABD turları yakında gerçekleşir. Aklını başına devşirmesi gerekenler analizleri yaptıkça-yaptırdıkça ürperiyordur eminiz. Ama yeterince uyaramıyorlar. Yakında acayip ekonomik sıkıntılar var bizi bekleyen diyemiyorlar. Enflasyonu torbaya doldurulan eşyalarla endeksleyip küçük gösterenler, liranın ABD parası karşısında gizliden gizliye devalüe edilmesine bakalım ne diyecekler. aydan aya gizlenerek açıklanan enflasyon rakamları şişince ve bütçedeki açık öngörülenin üzerine çıkınca gelsin zamlar, gitsin vergi oranlarındaki artışlar...
Kurlar üzerinden, döviz ve altın üzerinden son vurgunlar yapılıyor şimdilik. Kasalar dolduktan sonra krizi halkın üzerine yıkmaya gelecek sıra. Sen yanmasan ben yanmasam hesabı işletilmeye başlanacak, açık hesaplar kapanacak…"

Halkın canı yandıkça da Savaştır, sayımdır, seçimdir dinlemeyecek...

15 MİLYONLUK BORÇLANMAYA EVET DİYEN MECLİS…

15 MİLYONLUK BORÇLANMAYA EVET DİYEN MECLİS…

Esenler Belediye Meclisi Ekim ayı ikinci oturumunda 11 rapor içine sıkıştırılmış ilçenin geleceğini çok yakından ilgilendiren “2013 tahmini bütçesi” ve yıllarca arap saçına dönen ve dört gözle beklenen “1/1000’lik imar planı” görüşmelerine sahne oldu.

İlk olarak performans kitapçığı, ikinci rapor olarak 15 milyonluk borçlanmayı öngören tahmini bütçe bombası meclis üyelerinin kucağında patladı. Bir başka deyişle 2013 bütçesinin %7’si açık. Daha oylarken delinmiş bir bütçeyi onayladı meclis.

Perfomans, bütçe ve 1/1000 imar planları üzerine yoğunlaşan iktidar muhalefet konuşmaları tatsız tuzsuz oldu. Bunda meclis başkanlığını vekaleten yürüten muhteremin “aman siyaset yapmayalım, burası meclis” telkinleri etkili oldu. Baştan yenilgiyi kabullenişin ötesine geçemedi hiçbir hatip.

Hal böyle olunca, borçlanmayla denkliği zar zor sağlanmış veya öne çekilen yerel seçimlere kalem oynatma marifetiyle 15 milyon siyasi probaganda akçesi aktaran bir bütçe oy çokluğu ile güle oynaya geçti gitti.

Bu süreç ilçeyi nereye taşır, borçlanma boyutu ne kadara uzar göreceğiz.

Belediyenin icraatleri için” maket olarak değil, fiziki olarak görür halse gelinmiştir” övünmesi deklere edilse de “1/1000’lik  Yeni örnek paftanın” basit izolitleri meclis salonu duvarına bantlanınca komik durdu biraz kibirlenmeler.

On beş milyonluk borçlanmaya evet oyu veren meclisle esenlik şehri Esenlere eyvallah…

Herşey bir yana 185.500.000 lira gelir edeceğiz ama 200.500.000 lira harcayacağız varsayımı özellikle iktidar üyelerini hiç mi hiç rahatsız etmedi. Demek ki önceden harcama kalemlerine bir göz attılar, irdelediler. Kalem kalem göz çıkaran 2013 yılı ihtiyaç tutarlarını incelediler ki; Komşuda pişer bize de düşer heveslenmesiyle okey deyiverdiler sorgu sualsiz. Veya muhalefet üyeleri gibi şipşak bakıp, bazı harcama kalemlerine takıldılar ama boş verdiler siyasi terbiyeleri gereği; Büyüklerimiz en doğrusunu bilir, en alasını yapar. Bize de el kaldırmak düşer.

Pigme insanlar ıssızlığı bu olsa gerek, ya bilimsel insan sessizliğine ne demeli. Geveze akortlu bir dünyada, onca niyet birkaç satıra sığar…

İlçeyi borç batağına sürükleyen bu meclisin performansına maşallah…

200.500.000 liranın bir kısmı performansla ayan tahmini bütçeyle beyan işte böyle harcanacak;

Donatı alanı kamulaştırması 10.000.000,
Haber bülten aboneliği iletişim 200.000,
Dört adet çocuk dergisi 50.000,
On bir sayı 880 bin adet kentim gazetesi rakam yok,
Kamuoyu araştırmaları 60.000,
Sosyal doku araştırmaları 60.000,
Asfalt kaplama 6.000.000,
Belediye hizmet binalarının küçük onarımı 390.000,
Belediye hizmet binalarının güvenliği 2.620.000,
Belediye hizmet binalarının temizliği 700.000,
Tretuvar yapımı 8.400.000,
Tretuvar tamiri 1.800.000,
Yağmur suyu şebeke yardımı 1.250.000,
Metruk kaçak yapıların yıkımı moloz kaldırılması 1.300.000,
Tasarruf bilinci eğitimi 550.000,
Yaz spor okulları-yarışmalar-izcilik 750.000,
Yeni park yapılması-revizyonu 3.850.000,
Fitnes spor alanları-çocuk oyun grupları 495.000,
Cadde-sokak ağaçlandırma 140.000,
Mevsimlik çiçek-lale soğanı alımı dikimi 570.000,
Dış mekan süs bitkileri alımı 145.000,
Okul-camii bahçeleri revizyonu 462.000,
Kapalı spor salonu işletilmesi 210.000,
İşportacıların kaldırılması 215.000 Türk Lirası…

Vaatkarlığın abartılısı ölü doğumlara neden olur. O nedenle marketsel vızıltılı hengamelere uyanmak gerek. Rakamdır denilip geçilirse zekayla işlenmiş satır aralarına dikkat edilmezse, hüzün basar haneleri, evsiz barksızlara özgü sıcak düşleri ve kayıp yıllar başlar insan hayatında.

Esenlerin kayıp yıllarına kayıp yıllar eklemek kimsenin haddine değil, olmamalı da. Çünkü bu dünya ilahi adalet ile döner, zulüm olduğu an ise adaletten hiç kimse söz edemez…

KAPİTALİST TRAVMA VE REÇETESİZLİK VE SAVAŞ KAPIDA


KAPİTALİST TRAVMA VE REÇETESİZLİK VE SAVAŞ KAPIDA

Savaşlardan medet ummak yerine...

"
 Ekonomi hayatı belirler “  tezi eskiden marksizmle özdeşleştirilirdi. Artık günümüzde bu tezi kabul etmeyen toplum kesimi kalmadı. İlişkilerimiz, siyaset, günle-gece, yarınlar, geleceğimiz, kısacası hayatlar, hayatımız ipotek altında. Hayal gücünden bile yoksun politikacılar, tatlı su ekonomistleri, briyantinli gazeteciler daha düne kadar “ Özelleştime-serbest piyasa “ karşısında esas duruştaydılar. Bir anda uzunca süredir beklenen krizler patladı ve bütçe delindi. Saf değiştirmeler de inceden başladı. Toptan, perakende “sözde sosyalist “ oldular.
Pastadan pay kapabilme içgüdüsüyle yıllarca övüp durmuşlardı oysaki. Kapitalist kriz dünyayı sarınca önce teğet geçer ipine sarıldılar. Bir süre sonra o sav da fos çıkınca maalesef orta yerde kaldılar. İnsanca yaşamaktan, özgürlükten, demokrasiden söz edenlere “ Alternatifin ne kardeşim, bak komünizm bile çöktü nihayetinde, çare kim, çözümün ne “ deyip paylayanlar şimdi acze düştüler. Yani düzenin nimetlerinden aç gözlüce biraz daha faydalanmak uğruna devamlı maske değiştirenler bu sefer çırçıplak kaldılar. Kral zaten çok uzun zamandır çıplaktı, onlar göremiyordu.
Bu dalkavuklara göre “ Ekonomi, kontrol edilebilecek, insani amaçlara yönlendirebileceğimiz bir faaliyet alanı  “ olmadı ki hiç. Ekonomi, hayatlarımızı ona göre düzenleyeceğimiz bir zorunluluktu, hep bunu savundular ve zor oyunu bozdu. Görüldü ki ne bu zorunluluk anlayışı ne serbest piyasa ekonomisi ne de komuta ekonomisi gibi kapitalist anlayışlar toplumları ve dünyayı düzlüğe çıkaramadı, uçuruma itti.
Doğu bloğunun çökmesinden sonra toplumların kurtuluşu olacağına inanılan bu garip ekonomik model iyice açmaza itti dünyayı. Bu çöküş öncesi katılımcı ekonomiden söz edilemez olmuştu zaten. Kolektivizm rafa kaldırılmıştı. Ekonominin genel esasları üzerinde kafa yormadan toplumların sosyo-kültürel yapısına uymayan bu ekonomik sistemde diretildikçe diretildi.

Ekonomik hayatı dayanışma, özgürlük, adalet ve yaratıcılık gibi temel insani değerler üzerine oturtmak en mantıklı yol iken yoldan çıkıldı. Artık bizi teğet geçti diye inanmaya zorlanıldığımız bu kapitalist model önlenemez bir çöküş içinde. Tüm dünya ne yapacağını şaşırmış bekliyor. Yerine neyi koyacaklarını bilemediklerinden veya yenilgiyi kabullenemediklerinden gittiği yere kadar gider anlayışı hakim şimdilik.
Üretimi sabit bir grubun değil çalışanlardan oluşan bir konseyin yönlendirmesinin temel olduğu günlerin kapımızda olduğunu onlar da biliyor artık. Günümüzden ileriye üretim tüketim arasındaki ilişki ve dengenin toplumun katılımıyla, esnek ve demokratik bir biçimde planlanması gerektiği koşulu en serbest piyasacı ekonomistleri bile zorluyor. Çünkü oldukça işlek ve yepyeni bir ekonomik mekanizma beklentisi içinde uluslararası sermaye.
Büyük sermaye istesin veya  istemesin bütün çalışanların üretimde belirleyici unsur olacağı, direkt katılım sağlayacağı, toplumun tüm kesimlerine yönelik üretimin amaçlanacağı bir sistem var olacaktır yakında.

Asıl olan planlı ve programlı, sürekliliği olan, katılımcı ekonomik sisteme ihtiyaç duyulmasıdır. Bugüne kadar başarılı görülen mevcut sistem deprem yaşamış, artçı şokları da sürmektedir.

Eskiden Marks’ı eleştirenler, küfür kafir olanlar bugün gizlice satır satır Kapital’i okuyorlar. Ne garip bir dünya bu dünya…"

Yurtta barış, chanda barış diyebilmek ve dediğini uygulamak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder