AY KIZILA ÇALINCA…
Yine ay kızıla çaldı. Tam çömezin düşüşü sahne alacakken panayır kan rengine boyandı. Bir kıyamet provasıydı. Peşinen olmasa da peşine yaşandı, geçti denecek ama küçük kıyametler koptu. Saçıldı meydana. Ayrılık senfonisi de çalmaya başlayınca Barış, aykırılık manifestosu yazılır...
İlençsiz, sabırlı dualarla varmak istenir Yaradana ama ay kızıla çaldı bu kez. Her ay doğduğunda yarı gecede bu kızılca kıyamet anımsanacak ve dizginlenemeyecek diller. Dizginlenemeyen bir tutkuyla haykırılacak frekans frekans hiç de yalpalamadan, Bu meydan kızıl meydan…
Her ay doğduğunda kızıla çalacak anılar. Naylon türbelere yakarışlarla da geçiştirilemeyecek bu kez yürek dağlayan ateş. Zirvede buluşacak mezar taşlarına barış kazınanlar. Histeri nöbetine yakalanmışlar toplum psikolojisini hiçe saysalar da içten içe utanacaklar. Kibir sahibi yurttaşın peşinde kendilerini yurttaştan sayanlar taş kesilen yüreklerine ve akıllarına ilahi adaletin ateşi değdiğinde iliklerine kadar donacaklar. Tarih, öncesinde ve sonrasında katılımcısı bol meydanda yere düşen gölgelerle nefeslendiğinde, yapay moda gelenekçilerinin nefesi kesilecek. O gölgelerden olmayı dileyecekler ancak onları tarihte affetmeyecek Allah’ta.
Her ay doğduğunda ve kızıla çaldığında şürekâsıyla ürperecek üç paraya piyonlaşanlar. Fiyonklu kravatlı süzülseler de kuytulara, kutularca istifledikleri kanlı lokumlar damaklarına yapışacak. Süzgeçler bol gelecek hayatlarına, süzülecekler, elenecekler. Ve dahası sürgünlerde bile darlanacaklar, darlaşacak damarları, kireçlenecek. Kan kanlığından utanacak ve dolaşmayacak ana damarından kılcalına, damarlarında. Akçalı oyunlar köprülerin altından akarken ay doğacak ve kızıla çalacak.
Her ay doğduğunda bir yudum suya hasret, bir damla kanda boğulmak, bir anlık hoşluğun derin boşluğudur anlaşılacak. Uhrevi boşlukta inanılmaz boyutta gaflet damgasını basacak alınlara. Kaderdi, fıtrattı fetbazlığı bu kez fetretleşemeyecek. Dem vurduğunda tutulan köşe başlarında fettanlığın yüz karası da parlayacak. Yüz yüzeliğin hasleti ininde, dininde servete doğmak ve servete boğulmak patavatsızlığını patlatacak. Varlığına armağan yalnızlık dağılınca meydanlara ve semada voltalayınca kızıla belenmiş gölgeler, volta alma vaktinin gelip de geçmekte olduğunu anlayacak karanlık konakçılar. Karanlık konaklardaki gümüş şamdanlar dalkavuk yağıyla beslenir. Sözde abdestli Besmeleli Beslemeler altın şamdanlı koridorlarda kompradorlaşınca kızıla çalan meydanlarda matadorlaşacaklar. Ancak büyüye kapılmak ve büyükleşene tapınmak sarhoşluğu yere serecek tüm tamahkarları.
Her ay doğduğunda ay kızıla çaldığında yalancı ağlamaların ve inlemelerin açık levhası acıklı yüzde gayri ihtiyari beliren anlık tebessümdür. İhtiyarı genci tünelde beliren cılız ışığa ellerinde barış güvercinleri koşarken, zevki sefada barış çubuğu tüttürenlerin vicdanı boşaldıkça boşalır. Aslında resmin dipnotunda vezinleşmiş ve sezinlenmiş ahmaklık ayrıntısı gizlidir. Kim kimi ayrıntılar ve ayıklarsa artık, meydan kızıla çaldı bir kere.
Her ay doğduğunda ay kızıla çalacağından, bir güzel güzelce işlenmiş, çalıntı nakaratlarla nazlanarak, bir güzel fişlenmişlere yaranmak en babasından Yaradana ihanettir. Şimdi en kabasından tüm olan biteni kirli bağlantılara, sınırsız güçlenme fırsatçılığına ve sebepsiz zenginleşmelere bağlamak var ya, ay kızıla çaldı. Yorgun, bitik, bitkin, acılı, acıyı bal eylemiş barış yolcuları bir anda başkentin bağrında ölümsüzlüğe bağıtlanınca Gar’dımız düştü bir kerelik. Dirsek temasından kaçındıkça bir başka harlı dağa tırmanıyor yürek, bir başka narlı çağa açılıyor yürek. İması, aması, teması geçersiz, hiç de durduk yerde olmayan bir katliam yaşandı. Bir rezalet günüdür bardakların içine kan kırmızı dökülen.
Ay kızıla çalmasın da ne yapsın bunca çalmayı izledikçe en tepeden. Her ay doğduğunda kızıla çalacak ve er veya geç doğanlar bu meydan kızıl meydanı duyacak, bilecek, öğrenecek ve kınayacak. Kınayacak ve kızacak. Bu denli uykuseverlik, uykuya dalmışlık, uykuculuk yuvarlandıkça yollara, meydanlara, oralara buralara, her seferinde yuvasız sabahlara inadına inadına ay doğacak ve kızıla çalacak. Gün ışığında bile görünecek çıplak gözlerle.
Her ay doğduğunda ve kızıla çaldığında müthiş acayip en güçlü ışık huzmesinde tek parça yaşayacaklar yüz parça meydana savrulanlar. Huzme hüzünlenenleri yetkinleştirecek, fetvazları ise körleştirecek. Tüm yetiler yetimleşecek ve o gudubet günden kalan geceye sarkan elem ve ilenç nidaları ay doğup kızıla çaldığında bin beter ayrışmaları sağaltacak. Peşi sıra sıralanması olası faciaların tetiklenmesi de soğuyacak bir süre. Ve meydanın kötü mirası böcek kurnazlığı ile yaşayan görmezlere kalacak, bu meydan kızıl meydan…
Her ay doğacağında hep kızıla çalacağından setleri aşıp arklarda tutsak kalmalarda geride kalacak. Son kertede karşılaşılan hilebazlara da o beklenen mucize ezberletilecek. Gelse de, istese de, gelemese de, meydana saçılan kızıla boyanmış tohumlar yeşerecek. O vakit ota böceğe felç olmuşçasına itaatle tapınmalar içgüdüsel tarzına indirgenip aklanamayacak. Hangi ilahi direnişin zorlamasıdır bu gözdağı, bu ilk kurşun neyin şavkımasıdır hiç anlayamayacak kalpten körler.
Her ay doğduğunda ay kızıla çalar ve vurur beynin çeperine, zarını deler, şok tedavi başlar. Karma sıkılmalar baş gösterince sıra dışı bir uyanışa çalar ziller. Ay kızıla çaldığında tüm meydan okuyuşlar meydanlara hapsolur. Gözü kararır meydanın canına okuyanların ve kuzuların sessizliği sonlanır, silkinişi başlar. Elvedalara yansıyan, kızılca kıyamete uğramış kızıla boyanmış gelinlik kızlar, damat olacaklar, analar, dedeler, bacılar, çocuklar, babalardır. Sınaya sınaya gelinen son aşamada her sınavdan çakanların düşüşü başlar, aynalara yansıyan işte bu sahteci suretlerdir.
Her ay doğduğunda ay kızıla çaldığında kılı kırk yaran dizelere saplanır dipsizlik disiplinsizlik. Disipline edile edile dipsizleşen meydanlarda patlatılan edepsizlik kimin yakını çıkar hiç belli olmaz. Hamili kart yakinimdir saplantısıyla görüş alanları da daraltılabilir. Kendi sesine yabancı figürler yalancı arzularını frenleyemezlerse de hakikat çok yakında ay ışığında belirir. Keşke vaktinde yaşanmasaydı diye diye ay kızıla çalar ve yine yine doğar. Çünkü doğanın doğurganlığıdır aslolan.
Her ay doğduğunda ve ay kızıla çaldığında dört yol ağzındakiler, ters orantılara hapis düşlerle, ateşten düşlerini çıplak çırılçıplak anılara eklerler. Ve ortaya düş mağduru uyanışların gulyabaniden çektikleri kalır. Aslında ayıklanmak ve ayıplanmak günleridir torbaya dolan, kızıla çalan meydanlarda.
Her ay doğduğunda ay kızıla çalar ve zor da olsa ışıyan, isli camlı şişe ışığındaki kızıllıktır aya çalınan, meydanlara dağılan, kan kırmızı. Bir de kan gölü maya tutarsa.
Işıklarda yaşayanlara barış, bu meydan kızıl meydan…
Yine ay kızıla çaldı. Tam çömezin düşüşü sahne alacakken panayır kan rengine boyandı. Bir kıyamet provasıydı. Peşinen olmasa da peşine yaşandı, geçti denecek ama küçük kıyametler koptu. Saçıldı meydana. Ayrılık senfonisi de çalmaya başlayınca Barış, aykırılık manifestosu yazılır...
İlençsiz, sabırlı dualarla varmak istenir Yaradana ama ay kızıla çaldı bu kez. Her ay doğduğunda yarı gecede bu kızılca kıyamet anımsanacak ve dizginlenemeyecek diller. Dizginlenemeyen bir tutkuyla haykırılacak frekans frekans hiç de yalpalamadan, Bu meydan kızıl meydan…
Her ay doğduğunda kızıla çalacak anılar. Naylon türbelere yakarışlarla da geçiştirilemeyecek bu kez yürek dağlayan ateş. Zirvede buluşacak mezar taşlarına barış kazınanlar. Histeri nöbetine yakalanmışlar toplum psikolojisini hiçe saysalar da içten içe utanacaklar. Kibir sahibi yurttaşın peşinde kendilerini yurttaştan sayanlar taş kesilen yüreklerine ve akıllarına ilahi adaletin ateşi değdiğinde iliklerine kadar donacaklar. Tarih, öncesinde ve sonrasında katılımcısı bol meydanda yere düşen gölgelerle nefeslendiğinde, yapay moda gelenekçilerinin nefesi kesilecek. O gölgelerden olmayı dileyecekler ancak onları tarihte affetmeyecek Allah’ta.
Her ay doğduğunda ve kızıla çaldığında şürekâsıyla ürperecek üç paraya piyonlaşanlar. Fiyonklu kravatlı süzülseler de kuytulara, kutularca istifledikleri kanlı lokumlar damaklarına yapışacak. Süzgeçler bol gelecek hayatlarına, süzülecekler, elenecekler. Ve dahası sürgünlerde bile darlanacaklar, darlaşacak damarları, kireçlenecek. Kan kanlığından utanacak ve dolaşmayacak ana damarından kılcalına, damarlarında. Akçalı oyunlar köprülerin altından akarken ay doğacak ve kızıla çalacak.
Her ay doğduğunda bir yudum suya hasret, bir damla kanda boğulmak, bir anlık hoşluğun derin boşluğudur anlaşılacak. Uhrevi boşlukta inanılmaz boyutta gaflet damgasını basacak alınlara. Kaderdi, fıtrattı fetbazlığı bu kez fetretleşemeyecek. Dem vurduğunda tutulan köşe başlarında fettanlığın yüz karası da parlayacak. Yüz yüzeliğin hasleti ininde, dininde servete doğmak ve servete boğulmak patavatsızlığını patlatacak. Varlığına armağan yalnızlık dağılınca meydanlara ve semada voltalayınca kızıla belenmiş gölgeler, volta alma vaktinin gelip de geçmekte olduğunu anlayacak karanlık konakçılar. Karanlık konaklardaki gümüş şamdanlar dalkavuk yağıyla beslenir. Sözde abdestli Besmeleli Beslemeler altın şamdanlı koridorlarda kompradorlaşınca kızıla çalan meydanlarda matadorlaşacaklar. Ancak büyüye kapılmak ve büyükleşene tapınmak sarhoşluğu yere serecek tüm tamahkarları.
Her ay doğduğunda ay kızıla çaldığında yalancı ağlamaların ve inlemelerin açık levhası acıklı yüzde gayri ihtiyari beliren anlık tebessümdür. İhtiyarı genci tünelde beliren cılız ışığa ellerinde barış güvercinleri koşarken, zevki sefada barış çubuğu tüttürenlerin vicdanı boşaldıkça boşalır. Aslında resmin dipnotunda vezinleşmiş ve sezinlenmiş ahmaklık ayrıntısı gizlidir. Kim kimi ayrıntılar ve ayıklarsa artık, meydan kızıla çaldı bir kere.
Her ay doğduğunda ay kızıla çalacağından, bir güzel güzelce işlenmiş, çalıntı nakaratlarla nazlanarak, bir güzel fişlenmişlere yaranmak en babasından Yaradana ihanettir. Şimdi en kabasından tüm olan biteni kirli bağlantılara, sınırsız güçlenme fırsatçılığına ve sebepsiz zenginleşmelere bağlamak var ya, ay kızıla çaldı. Yorgun, bitik, bitkin, acılı, acıyı bal eylemiş barış yolcuları bir anda başkentin bağrında ölümsüzlüğe bağıtlanınca Gar’dımız düştü bir kerelik. Dirsek temasından kaçındıkça bir başka harlı dağa tırmanıyor yürek, bir başka narlı çağa açılıyor yürek. İması, aması, teması geçersiz, hiç de durduk yerde olmayan bir katliam yaşandı. Bir rezalet günüdür bardakların içine kan kırmızı dökülen.
Ay kızıla çalmasın da ne yapsın bunca çalmayı izledikçe en tepeden. Her ay doğduğunda kızıla çalacak ve er veya geç doğanlar bu meydan kızıl meydanı duyacak, bilecek, öğrenecek ve kınayacak. Kınayacak ve kızacak. Bu denli uykuseverlik, uykuya dalmışlık, uykuculuk yuvarlandıkça yollara, meydanlara, oralara buralara, her seferinde yuvasız sabahlara inadına inadına ay doğacak ve kızıla çalacak. Gün ışığında bile görünecek çıplak gözlerle.
Her ay doğduğunda ve kızıla çaldığında müthiş acayip en güçlü ışık huzmesinde tek parça yaşayacaklar yüz parça meydana savrulanlar. Huzme hüzünlenenleri yetkinleştirecek, fetvazları ise körleştirecek. Tüm yetiler yetimleşecek ve o gudubet günden kalan geceye sarkan elem ve ilenç nidaları ay doğup kızıla çaldığında bin beter ayrışmaları sağaltacak. Peşi sıra sıralanması olası faciaların tetiklenmesi de soğuyacak bir süre. Ve meydanın kötü mirası böcek kurnazlığı ile yaşayan görmezlere kalacak, bu meydan kızıl meydan…
Her ay doğacağında hep kızıla çalacağından setleri aşıp arklarda tutsak kalmalarda geride kalacak. Son kertede karşılaşılan hilebazlara da o beklenen mucize ezberletilecek. Gelse de, istese de, gelemese de, meydana saçılan kızıla boyanmış tohumlar yeşerecek. O vakit ota böceğe felç olmuşçasına itaatle tapınmalar içgüdüsel tarzına indirgenip aklanamayacak. Hangi ilahi direnişin zorlamasıdır bu gözdağı, bu ilk kurşun neyin şavkımasıdır hiç anlayamayacak kalpten körler.
Her ay doğduğunda ay kızıla çalar ve vurur beynin çeperine, zarını deler, şok tedavi başlar. Karma sıkılmalar baş gösterince sıra dışı bir uyanışa çalar ziller. Ay kızıla çaldığında tüm meydan okuyuşlar meydanlara hapsolur. Gözü kararır meydanın canına okuyanların ve kuzuların sessizliği sonlanır, silkinişi başlar. Elvedalara yansıyan, kızılca kıyamete uğramış kızıla boyanmış gelinlik kızlar, damat olacaklar, analar, dedeler, bacılar, çocuklar, babalardır. Sınaya sınaya gelinen son aşamada her sınavdan çakanların düşüşü başlar, aynalara yansıyan işte bu sahteci suretlerdir.
Her ay doğduğunda ay kızıla çaldığında kılı kırk yaran dizelere saplanır dipsizlik disiplinsizlik. Disipline edile edile dipsizleşen meydanlarda patlatılan edepsizlik kimin yakını çıkar hiç belli olmaz. Hamili kart yakinimdir saplantısıyla görüş alanları da daraltılabilir. Kendi sesine yabancı figürler yalancı arzularını frenleyemezlerse de hakikat çok yakında ay ışığında belirir. Keşke vaktinde yaşanmasaydı diye diye ay kızıla çalar ve yine yine doğar. Çünkü doğanın doğurganlığıdır aslolan.
Her ay doğduğunda ve ay kızıla çaldığında dört yol ağzındakiler, ters orantılara hapis düşlerle, ateşten düşlerini çıplak çırılçıplak anılara eklerler. Ve ortaya düş mağduru uyanışların gulyabaniden çektikleri kalır. Aslında ayıklanmak ve ayıplanmak günleridir torbaya dolan, kızıla çalan meydanlarda.
Her ay doğduğunda ay kızıla çalar ve zor da olsa ışıyan, isli camlı şişe ışığındaki kızıllıktır aya çalınan, meydanlara dağılan, kan kırmızı. Bir de kan gölü maya tutarsa.
Işıklarda yaşayanlara barış, bu meydan kızıl meydan…
9 Ekim 2015 Cuma
BATAN GEMİNİN MALLARI…
Ortalama yaşam kaç yılsa ancak o kadardır en uzun süre kurulabilen yakınlıklar. Yani çok kısa. Bir de ortalamaları saptıran öyle eğreti yakınlaşmalar vardır ki kısa ömürlü olur her şeye rağmen. Ayrıca bin zahmet binbir marifet kusursuz olarak lanse edildikçe, taklitçi ve ağır kusurlu olarak lanse edenleri de çoğalır. Ve bu çokluk ile yokluk çizgisinde kendiliğinden uzak yakın evreli, kayıtsız şartsız kölelik başlar. Böylece en sıkışık zamanlarda efendisi ile kölesi ayni geminin yolcularıyız, batan gemiyi en son kaptanlar terk eder yalanlarından nasiplenir. Gel gör ki hiç de söylendiği gibi değildir film.
Oysa ortalama yaşamda kaç kere duyulduğu hiç önemsenmemiş, kaç kez sarfedildiği hiç hesaplanmamış bir cümledir benzer tüm yakınlaşmalara ayna tutan; Batan geminin malları…
Battı balık yan gider ama batan geminin bir yanı cennet, bir yanı cehennemdir. Hem yanılmışlar hem serinlemişlerin ellerinde kalan ise selametle son nefeslerini veremeyiş korkusudur. Akıllarında bir an evvel çekip gitmek arzusu yatarken hem de. Yatan geminin güvertesinde birbirine benzeyen yığınla insan bereketi yatar. Ve kızgın deniz ortasında en derin felaketlere demirlemişlik, demirlenmişlik kaygısı da. Aslında her şey sahteymiş, acayip kandırıldık ile biter tüm maddi manevi matrahlı maceralar. İşin mecrası değişince hiçbir saf, saf tutmaz ve saflar tamamlanmaz sonra.
Zaten ortalama yaşamda kaç kere okunduğu şüpheli, eksik okunduğu besbelli başucu kitabında anlatılır hazin sonlar. Kıssalanır bu güne ve geleceğe ayna tutacak benzer batan gemiler ve denize deryaya dibine dibine batışlar.
Sona yakın fırtınanın gözü kararınca bütün ayıklanmışlar, yağan yağmurlardan arınmış sözcükler seçerek, ayıp sayıp demeden ağlarlar kayıp batığa. Batak çoğaldıkça da nedensiz amaçsız batan geminin mallarına talep gittikçe azalır. Eksik iletişimler gözlerde eyvah kıvılcımları çaktırır. İtirazlar arttıkça koca dünyanın üzerinde döndüğü sanılan boynuzlar kırılır. Un ufak olur pembe hayaller. Şifreler çözüldükçe düzeltilmeli bu hatalar naraları arasında gemi yan yatar. Yan gelip yatanlar son bir gayret dümene geçse de artık nafiledir ve gemi batar. O andan itibaren kitaplara geçen ise batan geminin mallarıdır.
Gemi batar, birbirlerine yaren, yakın, bitişik duranlardan bazıları hasbel kader kurtulurlar. Lakin düzgün ve dostdoğru olmaktır batan geminin mallarından sayılmamanın derecesi. Hiçbir boşluğa yer yoktur bu çetrefilli hikâyelerde, malum özel ve tüzeller boş bulunduğu an boşluğa düşüş başlar. Ve yüreklere yeni yeni yapay yollar açar tüm batıklar. Davudi sesli bızdıkların canlı oratoryoları salaş mekânlarda ayak üstü harcanırken uzun dar ve nemli koridorlardan çıkış kapısına erişmek bayağı zor bir iştir. Ağır aksak dolaşmalardan geriye kalan ise ipe dolanmaktır sadece. Ve melekler kalplere huzur veren pencerelerin her birinin önünde nöbet tutar. Merhamet ve şevkatle dokunurlar ruhlara ve denizin yolu açılır. Okyanuslar yarılır paslı ve yaslı gecelere.
Ortalama mürettebat kaç kişi olursa olsun asıl mesele işte bu yolculuğun sonunda batan geminin mallarından muamelesi görmemektir. Muamele güdüsüyle tayfalıktaki esrar ve tafradaki aşırı ısrar görünür görünmez fırtınaları tetikler. Ve dışarıda kar, kapı içi har şaklar kızaran burunlara. Bu şaşırtıcı takdirleniş yıllar süresince karavana atıştır. Ve tam ayaklanacakken deniz, geminin batışıdır yalçın kayalıklara vuran. Ve dev dalgaları bir daha bir daha tetikler bu rotadan sapış. Şahitliği makbul sayılmayacak kaşlı gözlü kulaklılardan en uzağa durmaktır tek çare. Sığ girintilere yuvarlananlara Halikarnas balıkçısının sırlı kelimeleri de yol göstermez. Elbette bir sırrı vardır tüm akımların ancak kazılan tüneller sıralandıkça sırım gibi işlenmişlik de fayda etmez ve batar gemi.
Yani tiryakilik garipsendikçe burna, ciğerlere çekilen renksiz hava küçük bir inat uğruna dahi mavileşir. Reklamlar da işe yaramaz artık ve sılaya uzar tüm akıl taşı hikâyeleri. Akıl taşı yuvarlandıkça da hangara uğramadan ölünmez, limana uğramadan batılmaz. Artık her işitildiğinde bıktırsa da gönlü hoş eden, aklı hoş tutan olağanüstü başarı masallarıyla geçer hayatlar. Geçer geçmesine de hayatın bir noktasından sonra yalancı şahitlikler de kabul görmez.
Ve bir acayip mahcubiyet takılı kalır ilgililerin simalarına. Ve semada beliren vişneçürüğü başaklar sahipsiz kalmış yükseltileri yüksünmeden dipsiz mavi karanlığa hapseder. Ve orak vurduğunda çelik grisini içi daralır mürettebatın. Ve gemi arkasında çekicin dövdüğü sesler bırakarak batar. Ve Allah şahit hiçbir nasihat, ne de ıslahat mavi karanlıkta batan geminin mallarını heyecanla sattıramaz.
Zaten kanaat etmeyi içselleştiremeyenler kâinatın koordinatları gereği asla zenginleyemezler, olura zenginledikçe de azarlar ve azar azar batarlar. Gemi batmasa yan yatsa da onlar battığından batan geminin mallarıdırlar. İşte ondan sonrası bundan kellisi, kelli fellilerin vişne reçeli tadında engine savruluşudur tüm bilinen hikâye.
Mavi kürenin bir yerinde en derinde batan geminin dumanı tüter. Usul ve esas karmaşasında vişneçürüğüdür geminin tabanı. İlkin güneşe doğru bir hamledir duman duman, son çırpınışla. Sonra denizin mavi karanlığına akan bir şelaledir kulakları sağırlaştıran. O sağırlıkta sağ gözden sol göze fayda olmayınca körlük tamamen yayılır ve şelaleler de sellenir. Batışın belgesidir işte o dalgalanmalar ve gemi dayanamaz batar.
Batma batırma pahasına berrak denizde ahlakı kaybedenler, vicdan dengesiyle oynayanlar ve akıl sağlığını zedeleyenler asla mürettebattan sayılmazlar. Gemi batsın veya çıksın onlar batan geminin mallarıdır ve satan satar alan alır. Kime ne…
Oysa ortalama yaşamda kaç kere duyulduğu hiç önemsenmemiş, kaç kez sarfedildiği hiç hesaplanmamış bir cümledir benzer tüm yakınlaşmalara ayna tutan; Batan geminin malları…
Battı balık yan gider ama batan geminin bir yanı cennet, bir yanı cehennemdir. Hem yanılmışlar hem serinlemişlerin ellerinde kalan ise selametle son nefeslerini veremeyiş korkusudur. Akıllarında bir an evvel çekip gitmek arzusu yatarken hem de. Yatan geminin güvertesinde birbirine benzeyen yığınla insan bereketi yatar. Ve kızgın deniz ortasında en derin felaketlere demirlemişlik, demirlenmişlik kaygısı da. Aslında her şey sahteymiş, acayip kandırıldık ile biter tüm maddi manevi matrahlı maceralar. İşin mecrası değişince hiçbir saf, saf tutmaz ve saflar tamamlanmaz sonra.
Zaten ortalama yaşamda kaç kere okunduğu şüpheli, eksik okunduğu besbelli başucu kitabında anlatılır hazin sonlar. Kıssalanır bu güne ve geleceğe ayna tutacak benzer batan gemiler ve denize deryaya dibine dibine batışlar.
Sona yakın fırtınanın gözü kararınca bütün ayıklanmışlar, yağan yağmurlardan arınmış sözcükler seçerek, ayıp sayıp demeden ağlarlar kayıp batığa. Batak çoğaldıkça da nedensiz amaçsız batan geminin mallarına talep gittikçe azalır. Eksik iletişimler gözlerde eyvah kıvılcımları çaktırır. İtirazlar arttıkça koca dünyanın üzerinde döndüğü sanılan boynuzlar kırılır. Un ufak olur pembe hayaller. Şifreler çözüldükçe düzeltilmeli bu hatalar naraları arasında gemi yan yatar. Yan gelip yatanlar son bir gayret dümene geçse de artık nafiledir ve gemi batar. O andan itibaren kitaplara geçen ise batan geminin mallarıdır.
Gemi batar, birbirlerine yaren, yakın, bitişik duranlardan bazıları hasbel kader kurtulurlar. Lakin düzgün ve dostdoğru olmaktır batan geminin mallarından sayılmamanın derecesi. Hiçbir boşluğa yer yoktur bu çetrefilli hikâyelerde, malum özel ve tüzeller boş bulunduğu an boşluğa düşüş başlar. Ve yüreklere yeni yeni yapay yollar açar tüm batıklar. Davudi sesli bızdıkların canlı oratoryoları salaş mekânlarda ayak üstü harcanırken uzun dar ve nemli koridorlardan çıkış kapısına erişmek bayağı zor bir iştir. Ağır aksak dolaşmalardan geriye kalan ise ipe dolanmaktır sadece. Ve melekler kalplere huzur veren pencerelerin her birinin önünde nöbet tutar. Merhamet ve şevkatle dokunurlar ruhlara ve denizin yolu açılır. Okyanuslar yarılır paslı ve yaslı gecelere.
Ortalama mürettebat kaç kişi olursa olsun asıl mesele işte bu yolculuğun sonunda batan geminin mallarından muamelesi görmemektir. Muamele güdüsüyle tayfalıktaki esrar ve tafradaki aşırı ısrar görünür görünmez fırtınaları tetikler. Ve dışarıda kar, kapı içi har şaklar kızaran burunlara. Bu şaşırtıcı takdirleniş yıllar süresince karavana atıştır. Ve tam ayaklanacakken deniz, geminin batışıdır yalçın kayalıklara vuran. Ve dev dalgaları bir daha bir daha tetikler bu rotadan sapış. Şahitliği makbul sayılmayacak kaşlı gözlü kulaklılardan en uzağa durmaktır tek çare. Sığ girintilere yuvarlananlara Halikarnas balıkçısının sırlı kelimeleri de yol göstermez. Elbette bir sırrı vardır tüm akımların ancak kazılan tüneller sıralandıkça sırım gibi işlenmişlik de fayda etmez ve batar gemi.
Yani tiryakilik garipsendikçe burna, ciğerlere çekilen renksiz hava küçük bir inat uğruna dahi mavileşir. Reklamlar da işe yaramaz artık ve sılaya uzar tüm akıl taşı hikâyeleri. Akıl taşı yuvarlandıkça da hangara uğramadan ölünmez, limana uğramadan batılmaz. Artık her işitildiğinde bıktırsa da gönlü hoş eden, aklı hoş tutan olağanüstü başarı masallarıyla geçer hayatlar. Geçer geçmesine de hayatın bir noktasından sonra yalancı şahitlikler de kabul görmez.
Ve bir acayip mahcubiyet takılı kalır ilgililerin simalarına. Ve semada beliren vişneçürüğü başaklar sahipsiz kalmış yükseltileri yüksünmeden dipsiz mavi karanlığa hapseder. Ve orak vurduğunda çelik grisini içi daralır mürettebatın. Ve gemi arkasında çekicin dövdüğü sesler bırakarak batar. Ve Allah şahit hiçbir nasihat, ne de ıslahat mavi karanlıkta batan geminin mallarını heyecanla sattıramaz.
Zaten kanaat etmeyi içselleştiremeyenler kâinatın koordinatları gereği asla zenginleyemezler, olura zenginledikçe de azarlar ve azar azar batarlar. Gemi batmasa yan yatsa da onlar battığından batan geminin mallarıdırlar. İşte ondan sonrası bundan kellisi, kelli fellilerin vişne reçeli tadında engine savruluşudur tüm bilinen hikâye.
Mavi kürenin bir yerinde en derinde batan geminin dumanı tüter. Usul ve esas karmaşasında vişneçürüğüdür geminin tabanı. İlkin güneşe doğru bir hamledir duman duman, son çırpınışla. Sonra denizin mavi karanlığına akan bir şelaledir kulakları sağırlaştıran. O sağırlıkta sağ gözden sol göze fayda olmayınca körlük tamamen yayılır ve şelaleler de sellenir. Batışın belgesidir işte o dalgalanmalar ve gemi dayanamaz batar.
Batma batırma pahasına berrak denizde ahlakı kaybedenler, vicdan dengesiyle oynayanlar ve akıl sağlığını zedeleyenler asla mürettebattan sayılmazlar. Gemi batsın veya çıksın onlar batan geminin mallarıdır ve satan satar alan alır. Kime ne…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder