9 Aralık 2012 Pazar

PRESTİJ CADDELER VE TEKRAR TEKRAR “KUMA KADIN GÖMMEK”…

CADDELERE “TRİLYONLUK” PRESTİJ KAZANDIRMALAR FOS ÇIKINCA…

Şu prestij cadde izlenimleri üzerine tarihe kısa bir not düşmek belki gereksiz ama hüneri konuşturan bu kentsel panoramada bir dipnot bulunsun istedik. Çünkü Belediyeciliğin miladı gösterilen prestij cadde projelerinin hayret edilesi yanının ortaya çıkması toplum yararına.

Bilinmeli ki Prestij cadde uygulaması ile fors atalım derken, halk forsa, övünç kaynağı proje de fos çıktı fiskosları dolaşıyor caddelerde. Yani ‘itibari’ bir gerçek-gerçeklik var yol ortası…

Gerçek bir Esenlerli olarak kim istemez; şöyle halı gibi bir prestij caddede çocukluğun ve yetişkinliğin tadına varmayı. Dünyaya, dünya nimetlerine bu kadar gömülmek, taşla toprakla betonla bu kadar meşgul olmak hizmetinden faydalanmayı.

Ancak görünen o ki belli bir ortaklığa hizmet, tüm prestij cadde hizmet alışverişi ve başlangıçları.

Şu güzelim Esenler’de binaların arasına sıkışmış dört bir yandan içine sel gibi akan sokaklarıyla adı cadde kendi pejmurde anayollar var. Mevcuda bile yanıt vermeyen bu anayollara bir akıllı eli değsin diye yıllarca beklendi.

Değdi değmesine de prestijlenmeyle iş iyice çığırından çıktı, çıkarıldı…

Kim ne söyler neye inanır serbest ama; Belediye başkanı ve meclis üyelerinin yüzde sekseni ithal-misafir olunca bu caddesel sonuç gayet normal.

Sebep sonuç ilişkisi bir yana haddinden fazla prestij kazandı Esenler’in caddeleri. Saygınlık ve itibar kazandırılmayı bekleyen sırasını bekleyen çok cadde var daha. Denizi ilk gördük diye bu ayni kumaş ve ayni renkten projeleri anlamayacak değiliz. Bütün bu projeler başta değişikmiş görünse de kısa zamanda pek de muteber olmadıkları ortaya çıkıyor bir bir.

Kaldırımı devasa genişletmek zaten sabah öğle akşam çaresizlikten inleyen caddeleri sadece gidiş geliş şeritliliğine hapsetmek-mahkum etmek prestij oluyorsa, yandı Esenler. İstanbul’un orta yerinde kent kalabalığında trafik arapsaçı, insanlar kördüğüm, ahali perişan, araçlar konvoy ve bunca çilenin çilekeşliğin adı da prestij cadde.

Ayrıca saygınlık ve itibar kazanalım diye bedava versen alıcısı çıkmaz bu proje sarmalına, tutsaklık girdabına dökülen paraya ne demeli…

Örneğin; Namıkkemal Caddesi’ne yapılan çalışma. Namıkkemal mahallesi Namıkkemal caddesi prestij yol uygulaması işi, 2011/114021 kamu ihale kurumu kaydıyla alınan dört tekliften birine verilmiş. Ser-gün adlı firma iki, Tunay E. Ve Öner İ. Birer teklif vermişler. İhale Ser-gün’e kalmış. Tutarı 1 trilyon 381 milyar lira.

Yani Prestij caddelere harcanan onlarca trilyon…

İhlaller denetimsiz, ihaleler yerli yersiz olunca hatırı sayılır bütçeler de böylece akar gider müteahhit kasalarına. Durduk yerde eleştiri ve tespitlere hiç gerek yok denilebilir. Gözlem gücüne dayalı durum testi de belli. Ancak testilerin sessizliği yırtan fısıltılar gölgesinde dolması-doldurulması ilgiye mazhar bir durum olsa gerek…

Büyük şehir hayatı gerçekten sıktı. Şahsiyet kazandırmak böyle ise eğer, kentsel dönüm noktasıysa üç beş taş döşemek işi, bu parlak dönemlerde gelir geçer, gerilim tırmanır tavan yapar denilebilir rahatlıkla.

Tüm yapılanların en sarsıcı yanları da birilerinin rahatını kaçırır…


TEKRAR TEKRAR “KUMA KADIN GÖMMEK”…

Bu asırda hala ne yazık ki kadına şiddet var. Milletvekili, Başbakan hatta Cumhurbaşkanı olsan da, kadın isen eğer dayaktan, her nevi şiddetten kurtuluş yok…

Kuma kadın-kız gömme günlerinden bu güne değişmeyen tek acı gerçek bu maalesef…

“KUMA KADIN GÖMMEK...

Ülkede kadınından razı olmama, razı olup da memnun olmama gibi haller var. Hem ülke hem de birey iktidarındaki bu sapma, koyulan hedeflere de ulaşılamayınca erdemli ve temiz kalmayı zorlaştırıyor. Kuşkulu akçeli işlerle çarşıdaki hesap eve uydurulamayınca olan kadına oluyor. Yol ışığı, hayat arkadaşı, döl yatağı çekiyor ızdırabı, yer misin yemez misin, Ölür müsün ölmez misin hesabıyla…

Zenginlerde tevazuunun fakirlerde tokgözlülüğün tükendiği bir dönemden geçiyoruz hep birlikte. Üstelik ramazan ve orucun ilk günleri. Yine de hız kesmiyor kadın avı, kadına yönelik şiddet. Evrene yayılan pozitif ışıltılar sadece iftar ve sahur sofralarını aydınlatmıyor ki. Mahyalardan süzülen mutlu toplum mesajları da güme gidiyor böylece. Yürek sızlatan gerçekler de iftariyeliği oluyor düşünen insanın.

Kadına yönelik şiddet iftar sofrasının başköşesinde maalesef, yanında african açlığı. İkisi de teröre dönüşmüş boyutta kan-can almaya devam ediyor. Köhnemiş ideolojilerin tutsağı olundukça zorbalık işte böyle sokağa taşar. Dört duvar arasından sıvışır namahrem iktidarın sertliğine düz orantılı alır başını gider, ta ki ölümlere kadar. Kadına şiddet uygulamaları, göstermelik erkeksi tavır olarak literatürdeki yerini alır almasına da giden can geri gelmez. Cinayet olur canilik olur filmin adı.

Hayat felsefesinde geriye dönüş, tam dönüş değilse de ufaktan çark ediş, geriye özlem dolu bir bakış egemenleştikçe, erkek egemen toplumun kadına bakışı ve tavrı da taşlaşır. Katılaşır elbet ve sonuç hüsran olur.

Bir iki tokadın yerini acımasız dayaklar, dayağın yerini sakat bırakmalar, sakat bırakmanın yerini de zamanla şu günlerde yaşadığımız cana kast etmeler, öldürmeler alır. Kadın cinayetleri böylece son yıllarda yüzdesel zirve yapar. Cinsel saldırı suçları devasa artar. Elde son beş altı yılda dört beş bin kadın öldürülmüşlüğü kalır. Geriye kalan sudan sebeplerle bile, kadın canının hiçe sayılmasıdır. Üçüncü sayfa haberi olarak görülüp, gereğince hakkınca üstüne gidilmeyişidir kadın ölümlerinden iz bırakan.

Kendi kendine zulmeden başkalarına adalet dağıtamaz, adil davranamaz ki. Kadın erkek eşitliği halen görmezden gelinirse, kocaya kayıtsız şartsız itaat öğütlenirse, üç çocuktan aşağısı olmaz bir marifetmiş gibi dillendirilirse, kadın çocuk bakıcısı ev hizmetçisi, seks kölesi olarak görülüp sınıflandırılırsa ne kadar koruma altına alınsa da erkek her fırsatta çalar kapısını, kırar kafasını.

Çünkü kadın dayak yese de evinde oturacak, yeri kocasının yanıdır, tüm sosyal dengesizliklere geçim derdine sesini çıkartmayacak, boyun eğecek düsturu egemen. Ayrıca kadın boşansa, baba evine dönse de kurtaramıyor yakasını erkek illetinden-milletinden.

Hayatta hep kız çocuğu sahibi olmayı istemiş, anası, bacısı, karısı ve kız çocuğu olan birisi olarak utanarak yazıyorum bu yazıyı. Kızını dövmeyen dizini döver, kızı başıboş bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya gider sözlerine rağmen, zenginleyen erkek ilk iş arabasını sonra eşini değiştirir safsatalarına rağmen kadın tarafında olmak günü şimdi.

Kesenin ağzını kapatma ayı olmayan şu ayda, açlığa ve kadına dayağa karşı maddi ve manevi ciddi duruş göstermek gerek. Kadınlar ölüyor, bebeler ölüyor, analar öldürülüyor her gün. Bacılara kıyılıyor öre töre hesabıyla, kuma gömüldüğü günlerden beter.

Utanıp da tavşan uykusundan uyanmak bu kadar mı zor…”

Milletvekilleri de koca dayağı yedikten sonra... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder