11 Ocak 2014 Cumartesi

BİRİLERİNE ZENGİNLİK, ARTA KALANLARA ISTIRAP…


ESENLER TDH’DAN GAZETECİLER GÜNÜ KUTLAMASI…

Esenler TDH İlçe Başkanı Cengiz Boztepe ve İlçe Yönetim Kurulu Üyeleri “çalışan gazeteciler günü” nedeniyle gazetemize kutlama ziyaretinde bulundular…

Esenler TDH İlçe Başkanı Cengiz Boztepe  tarafından “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” nedeniyle yapılan ziyarette TDH İstanbul İl Başkanı Mehmet Ali Oğuş’un kutlama mesajı ve selamları tarafımıza iletildi.

TDH İstanbul İl Başkanı Mehmet Ali Oğuş’un kutlama mesajı şöyle;

“ Demokrasinin vazgeçilmez unsuru basın, bir toplumun gelişmişliğinin, demokratik ve çağdaş yapısının göstergesidir. Zor koşullarda ülkemizin ve dünyanın her köşesinden bize haber alma özgürlüğü sağlayan, siz değerli basın mensubu arkadaşlarımızın ‘ 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü” kutlarız.

Çalışma şartlarınızın, özgürlük haklarınızın hiçe sayıldığı bu dönemin çok yakında sona ereceğini müjdeler, başarılı ve özgür bir yıl geçirmenizi dileriz.”

 

BİRİLERİNE ZENGİNLİK, ARTA KALANLARA ISTIRAP… 

Erozyona uğratılan değerler ve keseleri doldurmaya çevrilen emeller sınır tanımaz bir yol yordam kazası ve yolsuzluk sorunu yaratınca ülkenin kucağına bir ateş topu düştü. Dünya saltanatının sonu dünyada da vardır gerçeğinin unutulması ile hayatı, hayatları hiçe sayarak işlerine bakanlar böylece açık düştü. Ve gün ışığına çıktı gizli kapaklı tüm yapılmışlar. Ayrıca sürtüşmelerle su yüzüne çıkan ve yıkımlara yol açacak yeni süreçler de açıldı kendiliğinden ama gardlar alındı hemen.

Sonradan vatanperverlik taslamaların ve yakın zaman tutkularının tamamının paraya endekslendiği ayan beyan görülünce imparatorluk rüyasından uyanıldı bir anda. Aklın bir ucundan diğer ucuna, tadından yenmez iktidar aşkının nasıl kıytırık manzaralarda heba edildiği anlaşıldı maalesef. Uyduruk vatan cephelerinden bu yana bu güne böylesine kara suratlı gulyabanilik görmedi şu ülke. Radyo ajanslarında halkı halka jurnalleyen cepheleşmelerden bu güne faşist dönemler de dâhil böylesi bir yangın, ağır baskı yaşamadı şu garip halk.

Zorbadan mucize beklenmez dönemlerini direne, ezile, dayana aşıp gelmiş bu halk parsayı pis işlerin adamları toplar, temiz insanlar nal toplar gerçeğini çok iyi bilmesine karşın şimdilik susuyor. Buzdağını donmak pahasına bal tutan parmağını yalar iskele babasına bağlamak alışkanlığı yine hortladı, hortlatıldı. Ama nafile. Vaatlere, dualara inanıp, iyi adam görülenlere güvenmenin sonucu işlek ticaret yollarında, nefsinin arzularına direnemeyip nefsine esir düşenlerin ellerine tekrardan tutsak düşmektir post-realite. Çok yönlü esaretlerin yaşandığı şu fakir ülkede karşılıklı ve gönüllü tutsaklık azınlık birilerine zenginlik, arta kalanlara ıstırap dışında hiçbir katkı sunmayacak yakın gelecek. Herkes bilincinde artık gidişatın. Çünkü kendine Müslümanların yolu açıldıkça açıldı, kaldırımlar daraldı…

Kronikleşen geçim sıkıntısı ve açlık sınırında, toplumu dilenci konumunda gören bir devlet yapısı mantıksızlığı ile sandıklara oy depolamaya uğraşılıyor hala. Mahrumiyet ve ayrımcılık standardında aynılaşan ve yabancılaşan kitleler hizaya sokuldu ve safa çekildi afra tafrayla. Naza çekenlere ise sokakta harp var, düşman var üslubuyla saldırıldı, afsız hilafsız. Uyku çölünde bedevilik aşılanan halk tam her şeyi sineye çekmek üzere konuşlandırılmışken haram paraların haram insanları yüksek gerilim cereyanına çarpılıverdi. İkincisi, üçüncüsü ve diğerleri şimdilik önlendi, ertelendi gibi görünüyorsa da boş laf kampanyası çabuk geçer. Laf ebeliği köşe kapmacaya dönmez bu kez. Kumpanyada kampanalar bir susar bir çalar ve çan kulesinde yığılı çelişkiler olgunlukla notaya dökülür her fırsatta. Rota artık değişti...

Paranın madeni tınısında kaybolanların aile fotoğrafı her çevreden her çerçevede ayni pozlarda görülünce tafsilat, tahsilât gücü bir anda el değiştirdi. Tahribatı yapanlar sıyırmak için yalan kahramancıklara yıktılar ihaleyi ama tutmaz. Çıplak dağlara gölgesi düşecek, alık balık zehirleyen talancı sığıtmaçlar tarafından bile aklanamayacak tecrübelerin olabileceği geç de olsa anlaşıldı çünkü. On seneye varan uygulamalar ve uygunluğa duran uydurmalar apaçık ortaya dökülüverdi.

En mütevazi bakış açısıyla bile muamma, yüz bin altın değerinde ipek yolu üzerindeki gizli saklı kutulamalar, o seyahatlerde karaktere bulaşan haksızlık yapma sapkınlığı ve tüm yolsuzlukları, affetmek ise yine şu yoksun halka mal edildi. Bu dev boyutlardaki götürülüşe, seçimde hesaplaşılır kandırmacası ve yutturmacası bağlamında yine seçmen kesecek mükafatı veya cezayı.

Hayâ yırtılınca dikiş tutmaz saptaması yapanlar dahi maden kasnağında ihtiyaç fazlası, ihraç artığı kuklalar işleyen bu devranın gün olur biter gerçekliğini akıllarından çıkarmışlardı. Gelinen aşamada kumanda ipleri el değiştirir ise vay o kuklaların tahtasına, boyasına. Çünkü ilenyumlar yaşayan bu millet denkliğin zıtlığından doğan bu yer sarsıntısını, yeryüzü yarığını, bu kapatılması güç kara deliği er veya geç yozlaşmanın eseridir diye algılar ise kâseler, keseler, küpler boşalıverir aniden.

Elde avuçta ne varsa kutulanmışsa da, hele hele toplumun döğüşkenleri ayaklanır ise bu minval üzere, toplumun sözde değişkenleri sığınacak liman ararlar akından karasına tüm okyanuslarda. Çok yemin malı sattırır ama gürül gürül isyanlar da dükkânın kapısında yatar. Saltanatı sürerken unutulmuş olan budur işte.

Ayrıca karanlığa taş atarak, attırarak ışık vurulmazmış yalanına bu kez de aldanmak, adanmışlara ve aldanmışlara birinci sınıf biletin kalmadığı uzak yol kompartımanına bilet kaçaymış, derbi maç kaç kaçmış kaynağından, sızmasından öte bir nefes aldırmaz arada kalmışlara…

AİLE İÇİ MESELE KOLAYCILIĞINI SEÇMEKLE OLMAZ…

Aile içi sorun deyip, çözümü birbirlerine düşenlere, düşmüşlere bırakmak büyüyen olumsuzluğu ve asıl gerçeği inkâr etmek olur. Uyuşukluğun temel kaynağıdır sanal ve sayısal uyuşmazlıkların giderilmesini şahsında kıyamet kopanlara, kıyamet koparanlara havale etmek.

“Gemini yenile çünkü deniz derindir, azığını tam al çünkü yol uzundur, yükünü hafiflet çünkü geçit sarptır. Amelini ihlâslı yap çünkü Allah kalbin niyetine bakar”…

Çağın vebası yolsuzlukları aile içi meseledir, genetik yanılmalardır, oturur anlaşırlar deyip küçültmek işin dış görünüşüne bakıp aldanıp, mala mülke endekslenenlerin söylemleriyle yetinip asıl kaçağı yok saymaktır. Alenen suratlara çarpan ama görmezden gelinen, suretlerin peş peşe planladığı birçok haksızlığın, uğursuzluğun son perdesidir aslında.

“ Dünyadaki en sağır edici ses, acı çeken bir mazlumun suskunluğudur”…

Kim neyi şapkadan bir bir çıkarıp hayretle izleyenlere gösteriyor ve konuşuyorsa bu tavır çözüm bulamayan babanın ‘nasihat pahallıdır ama bazen ucuza gider’ hikâyesinden başka bir şey değildir. Bulutlar ağlar, yeşil vadiler güler ama pek acayip bir şeydir, erişkin ve yetişkinlere bulaşan bu kara serüven. Definecilik macerası peşinde emeğe ve yüreklere basarak yükselmenin, aniden dibe çakılışıdır bu süreç. Zaten küçük kıvılcımlarla oluşan nice yangınlar vardır tarihte, en yıkılmaz görünenleri bile yutan.

Aile içi meseledir belki ama en fazla zararı komşular çekecek ise bu sükûnet atmosferi de zamanla bal gibi zehirlenir veya şekerlenir. Çanak kırılır kırılmaz, ozon delinir delinmez olmasa da vakti zamanı geldiğinde bu millet karşıt fikirlerle payını, en doğru paylaşımı aramaya başlar. Toplumsal mütalaalar ertelendikçe ve didiklendikçe de aydınlatma ve aydınlanma işi de riske girer. Ve kuvvetlinin başaramadığını, zayıf görülenler bir an gelir başarır. Çünkü geciktirilen iş geciktirildikçe olanaksızlaşır ve her cenahtan öfke kabarmaya başlar. Mesele olanaksızı oldurmaktır, aile içi meseledir genişliği ile dayılanmak değil.

Aslında insanlığın doruk noktasıdır aile içi işlere karışmamak, müdahil olmamak. Ancak o aile en ulvi değerleri kullanarak yüceliyor ve paraya pula kavuştukça kendini yükselten ideleri unutuveriyor ise hatırlatmak gerek, uyarmak gerek harbisinden.

“Dil gönül perdesidir, perde arkası sırları da dil ifşa eder”…

Perdesiz peçesiz huzura kabul edilenler çoğaldıkça ve toplumsal huzur azar azar kaybedildikçe aile büyüğünün bile her şeyden sorumlu tutulma süreci başlar kendiliğinden. Uyum süreci tarihe karışır, ustalık da kar etmez oynanan uzatmalarda. Derin geniş uyuklamaktan böylesi on sekiz bin âlemde bulunmaz denilen büyük yolsuzluk,  Yolsuzluktan ağır uyumsuzluk doğar. Cinsi cibilliyeti, kabiliyeti belli tüm aile içi kavgalar,  sonsuza kadar yerle gök arasında asılı kalır ve fezayı dolaşır.

Aile içi şiddet deyip geçmek var ya, yüreğindeki kin ve hırsı daima en zirvede tutanlar kendi suçlarını bile kapı dışarı salladıkça yapamıyor insan. Sosyal dokusu çifte bayrama endeksli şu millet bile bayram değil seyran değil hissiyle savunmadan çıkıp hücuma geçebilir dönemidir yarın, yarından da yakındır.

Büyürken küçülen, kuvvetli iken insaf eden olamamak ve önemli görülüp sayılmakla artan sorumlulukların yerine getirilemeyeceğini kabullenememek aile büyükleri arasındaki çürümeyi hızlandırır. En baştan çürümeye ek, aile bireyleri arasına gizli hesaplar da girince karınca kararınca yüz milyar dolar civarında çökme ve yıkım yakın çekim evlere düşer. Seviyesi ve dozu ne merkezde olursa olsun inatla ve iddiayla savunulan her şey bir anda dağılır. İdeleri yumuşatarak verelim derken bu kaçırış yeni kaçışların resmi, kaçaklar kaçış yollarının üzerinde diken olur. Ve hayat her şeye rağmen sona kadar ilerletmez kara para katarını. Ve hayat taşımaz indiriverir sırtına arsızca, pervasızca binenleri.

Söylemek, söylediğini sanmak ve istediğini söylemekle her menfi durumu halledeceğine inanmış, inandırılmış olmak ise en büyük, en baba kusurdur, aile reisi kusurudur. Akıl anahtarı tevazu olmayan, gönül kilidi kibir olanlar tabiri caiz ise duvara toslarlar der hayat mühendisliği kitaplarında. Toplum mühendisliğine soyunup, hayal mühendisliği icra edenlerin sonunu ise kitaplar yazmasa da dünya alem bilir. Donup, durup aile içi standart sapmaları görmemek veya gördüğü halde yok saymak ise toplumu yok saymaktır. İşte bu durumda bir kere düzen bozulup, hayaller dağılmış ise er ya da geç aile de, hayatlar da alt üst oluverir. Ve aile hanedanlığı çöküşe geçer, yaprak dökümü başlar ve yıkılır saltanat.

“ Kanaat bitmeyen bir hazinedir, kanatır yürekleri”…

Ezelde takdir edildiğine inanıp, güvenerek ebede kadar bir ben bir Allah dünya yalanına kapılmak; anlayamamak, anladığını sanmak veya istediğini anlamaktan başka bir aldanış değildir özünde. Olanları görüp, söylenenleri dinleyip aile içi meseledir karışmam rahatlığıyla anlamamış pozunda uyuklamak ise başta bu aileye, komşulara ve mağdur edilen topluma karşı açıkça suç işlemektir. Asıl suç budur işte…

“Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!”…

İlahi Makam’dan daha ne meseller ne misaller var vahyedilmiş. Zorda kalındığında Bak-ara 155’ten başlayarak demek yakışık almaz belki ama okumak lazım ilk emir gereği, görmek ve de öğrenmek gerek en hakikiyi.

Aile içi mesele kolaycılığını seçmekle olmaz, aile içi problem deyip kolaycılığı seçmek yerine, koymak lazım kolaycılık yerine…
 
 

‘DİNDE DUA DA BEDDUA DA VAR’ DİYENLER VAR…

Bu alanda da bir süredir maalesef alınganlıklarımız oluşmaya başladığından, kıssadan hisse, hissemize düşeni yerine getireceğiz âcizane…

Üstümüze vazife değil deyip sustukça meydanları hiç de hak etmeyenlere bıraktık vesselam. Meydanlar başıboş kalınca da ilim irfan sahipleri bilir, söyler, ifade eder, ne eyler ise doğru eyler diye diye beyhude bekledik ve işler çığırından maalesef biz de dinden imandan çıktık, çıkarıldık. Ama son nefes aralığında ağzımız salavata dönmez, dilimiz kilitlenir endişesiyle âleme kör bakmadık hiç bakamayız da. Aleyhillanelerden olmamak içindir tüm kavgamız ve muhalefet şerhlerimiz. Koyarız şerhleri çekinmeden halka ve hakka duyduğumuz aşkla.

Tahtlar eşiğinde kul olmayalım, Kadılar kapısında kül olmayalım diye sustukça biz, şeytan atına binenler çoğaldıkça çoğaldılar, Burakları unutarak. Ayni akıbete uğramamak için hep Mevla’ya döndük yüzümüzü. Tez günde menzile uzanıp arınamayacaklara inat yine insana döndük cemalimizi. Ve yine yüzüne yüz evin karasını sürmüşler ve zalimlere uşak olmuşlar ile ve yedi ceddine dua ettirenler ile karşılaştık şu köhne dünya da. Allah gözümüzdeki ışığı almadığı sürece tüm kötülüklerin köküne kibrit suyu dökeceğiz, yazımız, yazgımız bu bizim. O nedenle kaderini bilmezlere, kadirini görmezlere kul olmak ne bize ne de hiç kimseye yakışmaz. Durduk yerde, biri birilerine dua ve beddua sarmalına girmiş diye yaranmak babında “ İslamda Beddua Yoktur “  şekerlemesi yapmak hiç şık kaçmaz.

Allah karanlıktan kurtarsın tüm akılları, akıllıları…

“Ebu Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu ve mahvoldu. Malı ve kazandığı şeylerin hiçbirisi kendisini kurtaramayacak. O, alevli bir ateşe girecektir…”

Yazısız veya Yazılı tarih boyunca, yaşamın her evresinde ve her inanç sisteminde Tanrı’ya yakarış anlamında dua var ise Tanrı’ya şikâyet anlamında da beddua vardır. Din temelinde dua ve beddua önemli bir yer tutar. İslam felsefesinde iyilik istemenin, Tanrı’ya yalvarmanın yakarmanın özünü dualar biçimlendiriyor ise, kötülüğün defi için Tanrı’dan yardım istemenin marifetini de beddualar ortaya koyuyor.

İslam çoğulculuğun ve insanlığın son uyarısı ve müjdesidir. İslam’ın Kutsal, ilahisel söz ve metinlerde zıtların birliği mevcuttur. Mevcut ise eğer, Dinin Kutsal Kitabında da dua ve bedduanın mevcudiyeti mutlak olacaktır. Kim yok diyor ise maazallah. Belli siyasi öngörüler veya ön görgüsüzlükler doğrultusunda inanç değerlerini ve kayıtlarını yok saymak, bu zıt kavramlara hüküm verme ve hüküm etme yolunu seçmek, yeni yer yurt edinme hevesi ve saçmalığından başka bir şey değildir.

‘Allah güvendiğiniz tüm dalları kırıp, kanadını kolunu kötürüm sarıp, cami avlusuna mendil serip, ellerini ellere salanlardan eylemesin’…

Allah kitabında O’na aykırı yaşayan toplum ve kavimleri yeryüzünden nasıl sildiğini Son Peygamberine bilgilensin ve insanlığa aktarsın diye vahyolunanlara bir kez daha âlimce bakmak gerek. Musaf’tan gayri İslam Peygamberi kimlere nasıl beddua etmiştir, etmiş midir aramak gerek tefsirlerde. Eğer literatürde beddua yok ise gerçekten o makamlar helal olsun size. Var ama o veya bu nedenle vardır, vardır fakat çok azdır, lakin bir sebebi vardır  bir yana,  var ise eğer gerçekten ne gerek var böyle süzme beyanatlara.

“Kese yüzünü hızar zor biçer’...

Tanrıya kulluk etmeyi, peygambere ümmetliği, sahabeye ve ehlibeyte bağlılığı, evrene insanlığı öğütleyen din hocası, din görevlisi, hoca, imam, müeezin, vaiz ve benzer unvanlıların duayla karışık nasıl beddua ettiklerine de başka bir pencere açmak gerek ama yeri değil. Eğer dini sorumluluk ve ritüellerin icrası, ifası ve edası dua veya bedduasal modlarda şekillenmiyor, şekillendirilmiyor ise eğer biz bu işleri bırakır gideriz helalinden.

İslam’da dua etme övgülenmiş, beddua etmek ise öğütlenmemiş olabilir. Ama bu dinler tarihinin ikiz kardeşlerine alenen yoktur diyebilmek ne ile iştigaldir Allah bilir. Tanrı katına ulaştıran Kutsal Kitaba ve Kutlu Sözlere bir daha bakmak gerek, çarpılmamak adına. Dua metinlerinin öz Türkçesine göz atmak gerek Arabın dili kendine diyerek. Şanlı kitabın mealine meyil etmek gerek temelinden.

Tüm ilkel dinlerde, totemcilikte bile olanı, âlemleri kucaklayacak kucaklayan bir dinde yoktur diye savlamak, ahkâm kesenlerin kayığına binmektir sıra beklemeden. Tanrı emri olarak çıplak uyarıcılık görevini haddimiz değil belki demeden ikinci kez yapıyoruz. Çünkü Had ve hudutlarımız içindedir bu türden her söyleneceğe bundan sonra yanıt bulmak,  böyle de biline.

İyi veya kötü kazdıktan, yazdıktan sonra hiçbir zaman ve hiçbir konuda daha iyi bilene danışanlardan değiliz. Çünkü Toplumun sadece bir katmanından beddua, diğer tüm katmanlarından dua aldığımızı çok iyi biliyoruz. Tasavvur edemediğimize soldaki şah damarımız kadar uzak, tasavvuf eyleyene de bir o kadar yakınız. Güncele ait konularda genel ilahi doktrinde asla yer ve mana aramıyoruz, aramayız. Çabamız boşa bocalamak olsa da, hâsılamız doğru tektir diyebilmektir, çok şükür.

Din kültürü mirasında asla yer tutmayacak bir makale de olsa, O an çattığında benden altta müftü var kıssasına hissedar olmamaktır bütün gayemiz…
 
BİRİNCİ SINIF YOLCULUK BİLETİ KAÇA?

“Kıyamet günü nereye gitmek istiyorsan hazırlığınızı ona göre yapınız”…
 
Öncelikle bilinmesi gerekiyor ki özgüven duymadan ulu orta ahkâm kesmekle ülkenin üzerine çöken bu açmazdan kurtulmak olası değil. Ne kadar garibi kandırırsak o kadar paklanırız, idesi ise mahşeri bir yanılgıdır. Kusurların azameti karşısında kıvranmak ve her akçesiyle milletin olanı görmezden gelmek,  hileyi milletten üstün tutmaktır. Bu fiil yeryüzündeki sözde en cesur olmak ile özdeştir, ama bir yere kadar. Çünkü toprağın altında hesap başka işler, kayıtlarda ise asla hile bulunmaz.
 
Dünyayı sadece kendilerine yaratıldığı yalanına kapılanlar,  kapılananlar, kananlar kendilerine adam kandırmayı seçerler doğal olarak. Milleti toptan küçük görmek işte o an başlar ve ötekiler oluşur kendiliğinden veya oluşturulur. Aslında milleti küçük görmek değildir işin özü, kendini küçültmektir olduğunca.
 
Öyle bir fırtına patlar ki ansızın en hazretleri bile vurur geçer peşi sıra kasırgalar.
 
Teğet geçme mantığı bu kez işlemez, işletilemez. Ve Üsküdar’dan Sarayburnu’na ulaşmak hayal olur o tufanda. Hüdayi yolunu iyi bilmek de hiçbir işe yaramaz. O; “Kimsenin bilmediği patikalar açar en gariplere. O patikaların götürdüğü nice cennet bahçeleri vardır emre amade. Ama fırtınayı çağıranlara nice cehennem odları ve kodları belirir dar geçitlerde.” Böyledir işte bollukta adam sanılmak, darlıkta ise  mihnetlenmek. Milletin unutkanlık hastalığına güvenerek heyecana gelmek ziyadesiyle boşlukta kalmaktır sel vurunca, volkan patlayınca.
 
Ampulü bulan Edison aslında karanlıktan korkardı bilmek gerek…
 
Birileri için basit görülebilir, basite indirgenebilir son olaylar. Yolsuzlukları daha başlamadan durdurmak baş ağrısı yaratabilirdi belki ama geçerdi kısa sürede. Ama açığa çıktıktan sonra tahkikatları engellemek travma yaratır. Yoktur böyle şey, iftira, komplo diyerek kapı kapı dolaşmak ise kanserin tüm organlara yayılması demektir bilmek gerek. Kefenin cebi yoktur hatırlatması yapan her dünyalıyı suçlu görmek ve suçludur muamelesi yapmak ise bu habis urdan ölmek demektir, bilmek gerek.
 
Gülüp geçmiyoruz bu ibretlik olaya, sevinmiyoruz da iyi oldu gibisinden. Ayni derde düşmemek merhametliliği taşıyoruz yürekte ve bu suça müptelalara her defasında bakış açımızı derinleştiriyor ve geliştiriyoruz. Duvarlarda oluşan delikleri ve çatlakları doldurmak marifeti kime mahsus ise ona direnmektir, mastara gelmemek gayesidir ve tarlan güneş görüyor mu diye sormaktır tüm yaptığımız.
 
Birinci sınıf yolculuk nasıldır, birinci sınıf yolculuğu kaçadır, ne pahasınadır bilmeden yapılamaz, yapılırsa böyle hüsran olur yolun sonu. Her terbiyesizliğin şaşkınlık ve tiksintiyle izleyenleri mutlaka çıkar her adi adli olayda bile. Bu devasa devasızlıkta, tansiyon yükseldikçe birinci sınıf uçmak, türbülanslara düşmeden yol almak ve kanatlar yere vurmadan inmek inanılmaz boyutta güçleşir bilmek gerek.
 
Hatayı önce kendinde sonra millette aramaktır aslında en erdemli davranış ve eda.
 
Yangından çıkış kapısı olarak görülen ve uygulanan hangi metot olursa olsun, önce halktan olmazsa Tanrı katından döner bilmek gerek. Hele delikler haddinden fazlaysa, geniş ve yama tutmayacak gibiyse kara delikler ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ise bir daha bir daha düşünmek ve bilmek gerek. yaprak dökümünün tarih yapraklarına işlendiğini…
 
İktidar ve ihtiyar olmak ve bu sebepten muktedir olmak en düşman kardeşleridir insanın, insanlığın.
 
Öfkeyi kontrol etmek veya zihni sakin kılmakla bir süreliğine sadece bir süreliğine dost kalırlar. Sonra o dost veya düşmanlık yani İktidar ve ihtiyar olmak ve bu sebepten muktedir olmak, performans artırmak için hayatın şekilciliğine konsantre olunduğunda değerden düşmenin temel taşlarını döşerler insanın önüne, bilmek gerek.
 
Zamanı veya devranı hep kendine kendine yorumlamak ve devir daimi kendince iyi kullanmak değildir bunca gürültüye sebep.
 
Dosta düşmana rezil rüsva olmaktır tüm mesele. Zaten birinci mevkide yolculuklar o aşamaya kat edilmişse, halkoyunun dikkati tüm hükümetsel faaliyetlere, kamusal alana çevrilmiş ise aktiflik süreci de pasifleşir bilmek gerek. Negatif enerji yayıldıkça endişeler arttıkça, bencilleşen şemayı inceleme çeşitliliği de edebiyat olmaktan çıkar, manşet olur. Ve her atılan adım uzak bir âleme veya sınıfsız bir yolculuk biletine dönüşür. İnce manalı ve imalı sözler ile araca binerek yola düşmek esenliktir, tepeden inme ağır sözleri sarf etmek ise içinde yeller esen dolmuşa binmektir, bilmek gerek.
 
Sırlamak, kollamak, suçlamak, yakınmak, kişisel marka değerinin ucuzlayışının en basit göstergesidir aslında. Ve kusurlar araştırmaya sebeptir, manasız inada sebep değildir. Birinci sınıf yolculukların vazgeçilmezliği bazen insanı kendi kendine yardım yapamaz mertebeye çıkarır.
 
Yol üzerinde uyumaktır asıl suç.
 
Hele hele gece uyunacak ise sıcak suyun soğuk sudan ağır olduğunu, tuzlu suyun tatlı sudan ayırtıldığını iyice bilmek gerekir…
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder