KEŞKE ‘24 OCAK’LARI GÖRMEMİŞ VE YAŞAMAMIŞ OLAYDIK…
Senaryo hep ayni senaryo ve bilindik manevralar, Unutmak ne mümkün…
Bir gerçek var ki ekonomik paket uygulamaları bu ülke için ne ilk ne son olmuş bu gidişle ne de son olacaktır. Bu ülke öyle iktisadi paketler yaşamıştır ve yaşanmıştır ki rejim sallanmış sonrasında daha vahim kemer sıkma politikaları faşizanca uygulanmıştır.
Ancak bu acı reçetelerin hepsinde olduğu gibi daima bir uzak öncesi vardır.
Kapitalizmin 70’li yıllardaki bunalımının aşılması için türetilmiş model 24 Ocak 1980’de Türkiye’ye de dayatıldı. Modele evet denir denmez kapatılmış musluklar çok uluslu sermaye tarafından tez elden açılıverdi. Yine de 24 Ocak kararları dışarıdan ülkeye akıtılan para bolluğunda 12 Eylül faşizminin çizmeleri altında ancak uygulanabildi. İlk başlarda başarılı gözüktü ama halka benimsetmenin ve dayatmanın yolunu açmak için ülkede darbe yapılması bile ekonomik kaosu önleyemedi.
Demokrasinin tırpanlandığı darbe yıllarında sanayi daima geri plana itilerek, tüm yatırımlar durma noktasına geriledi. Teknolojik yenilenme ve transferler yapılamadı yaptırılmadı. Bir çivi dahi çakılmayan model 80 ortalarında tamamen hız kesti. Ve halk her zaman olduğu gibi adına kesilen faturaları ödedi.
Akıllanılmıştı ama ülkenin ‘orta direk’ adıyla var olan toplum katmanı-tabakası tarihe karıştı. 24 Ocak kararlarından sonra büyük bir hevesle ve teşviklerle sözde ihracata yönlenildi. Hazine olanakları dış pazarlarda ülke üretimini pay sahibi yapabilmek için seferber edildi. İhracatlar yalan yanlış, hile hurda, gerçek hayal alabildiğine desteklendi devlet imkânları çar çur edildi.
Hayal ürünü mamuller ve mahsuller dünyanın dört bir yanına vergi iadesi vurgunu için kargolandı. Rant ve faiz ön plana çıkarılarak üretim yıldan yıla dışlandı. Devlet gelir getiren akarlarını önceden ve kısa sürede yok pahasına bitirdi. Gelir ortaklığı, yap işlet devret işte o günlerde ülke gündemine girdi ve oturdu kaldı. Kap kaçır, al götür, talan falan, aklını kullan köşeyi dön yeni ekonomik modelin ağır gerçekleri olarak, gitmemek üzere ülkenin üstüne çöreklendi.
Sonuç; ithalat mayası çalınmış, tüketim tohumu atılmış bir ülke ve 14 milyar dolarlık cumhuriyet tarihinin rekor dış ticaret açığı, hayali ihracata ödenen 480 milyar lira ile batan bir ülke...
Oysa 80’lere gelindiğinde KİT sanayisinde önceden planlanmış 850 projelik bir yenilenme gerekiyordu. Yeniden yapılanma, teknoloji ıslahı ve teknolojik atılım gibi hayati konuları içeren bu projeler hayata geçirilmedi. Borç yiyen kesesinden yer sözü unutularak kaynaklar boşa harcandı. Sadece göstermelik 70 proje baştan savıcı biçimde yarım yamalak uygulamaya konuldu. Böylece KİT’ler üretemeyen, zarar eden kamburlar haline getirildi.
Yetmezmiş gibi, 27 milyar kilovat saat elektrik enerjisi geliri çok önceden tahsil edilip 86-89 yılları arasında kullanıldı. Alınan dış kredilerin 15 milyar doları f-16 ya harcandı. Telekomünikasyona 12 milyar dolar, turizm teşviklerine 8 milyar dolar, otoyollara 7 milyar dolar harcandı.
Ve kısa zamanda 70 milyar dolar dış borç ve 600 trilyon iç borç ile ülke ekonomisi çöktü...
Zaten iktidarların her ekonomik kurtuluş mücadelesi vereceğiz dediğinde mutlu azınlık hiç yük altına girmezken, tüm vebal mutsuz azınlığın sırtına yükleniyor. Sorumluluk asla eşit paylaştırılmıyor. Altmış yılda bu ülkeyi yönetmişlerin başına gelenlerden ders alınmadan son on küsur yıldır yine liberalizm tanrısına tapınma devam ediyor. Rakamlar ona yüze katlanmış ama ayni tas ayni terane. Yakında fedakârlık nutukları atmalar da başlar. Enflasyonu gizli devalüasyonlar ve ne idüğü belirsiz sıcak para akışıyla idare etmeler de bir yere kadar. Denge bir şaşar ise ki gidiş odur yine halk çeker cefayı, kimler sürer sefayı görürüz ama birileri yine gider.
Unutulmaması gereken tüm ekonomik açmazların bir siyasal ve tarihi yönü-yönlendirmesi olduğudur.
1946 devalüasyonu İnönü’yü iktidardan etmiştir.
1950 istikrar tedbirleri Menderes’in başını yemiştir.
1970 devalüasyonu 12 Mart muhtırası ve faşizmini getirmiştir.
1980 24 Ocak kararları 12 Eylül faşist darbesini yaptırmış, akabinde kararların mimarı Özal’ı iktidar yapmıştır.
5 Nisan devalüasyonu ülkede koalisyon dönemlerini yeniden başlatmış ve merkez sağ partileri siyaset arenasından silmiştir.
Sonrasında tüm denemeler denenmiş, sıkışan ekonomi neticesinde verilen e-muhtıra ise Erdoğan’ı hükümete getirmiştir…
Görüldüğü üzere, askeri rejim ve gölge parlamento ile uygulanan 24 Ocak kararları hem siyasal hem de ekonomik bir kıyım gerçekleştirmiştir. Aslında tüm ekonomik paketler ikiyüzlüdür. Bir yüzünde kararların gerekliliği dayatması diğer yüzünde belli kesimler dışındakilerin ezim ezim ezilmesi gerçeği mevcuttur. Ve gerçekten ikiyüzlüdür. Söz konusu tüm paketler birbirinden kopuk çözümlere dayanan ama birbirinin ayak izinden giden takipçi bir mantığa dayanır. Ekonomik önlemler temel bilimsel kavramların çok uzağındadır ve günü kurtarmaktan başka bir maharetleri de yoktur. Tüm ekonomik istikrar paketleri sonu en başından belli usta ellerde şekillendirilen bir film senaryosudur aslında. Senaryoya ayakkabı kutuları da eklendiğinde her şey tas tamamına erer.
Önce duygu yüklü konuşmalarla toplum etki altına alınır ve acı reçeteyi içmesi sağlanır. Yetmez ise faşist argümanlar kullanılır. Sonra iyilik, refah, mutluluk vaatleri ile milyonlar kandırılır ve çilenin içine itilir. Milyar dolarları ise o lafazanlık ve boşlukta birileri götürür.
Budur işte bilimsel değerlendirmeleri işin ehline saklı kalması kaydıyla unutulmaması gereken 24 Ocak kararlarının ve diğer bütün ekonomik tedbirlerin özeti.
Bu günleri yıllar öncesinden kestiren, araştırmacı-gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun “24 Ocak” 1993’te Ankara Karlı sokakta karlı bir günde katledilişini unutmak ise asla mümkün değil.
Keşke her iki 24 Ocak’ı da görmemiş ve yaşamamış olaydık…
Senaryo hep ayni senaryo ve bilindik manevralar, Unutmak ne mümkün…
Bir gerçek var ki ekonomik paket uygulamaları bu ülke için ne ilk ne son olmuş bu gidişle ne de son olacaktır. Bu ülke öyle iktisadi paketler yaşamıştır ve yaşanmıştır ki rejim sallanmış sonrasında daha vahim kemer sıkma politikaları faşizanca uygulanmıştır.
Ancak bu acı reçetelerin hepsinde olduğu gibi daima bir uzak öncesi vardır.
Kapitalizmin 70’li yıllardaki bunalımının aşılması için türetilmiş model 24 Ocak 1980’de Türkiye’ye de dayatıldı. Modele evet denir denmez kapatılmış musluklar çok uluslu sermaye tarafından tez elden açılıverdi. Yine de 24 Ocak kararları dışarıdan ülkeye akıtılan para bolluğunda 12 Eylül faşizminin çizmeleri altında ancak uygulanabildi. İlk başlarda başarılı gözüktü ama halka benimsetmenin ve dayatmanın yolunu açmak için ülkede darbe yapılması bile ekonomik kaosu önleyemedi.
Demokrasinin tırpanlandığı darbe yıllarında sanayi daima geri plana itilerek, tüm yatırımlar durma noktasına geriledi. Teknolojik yenilenme ve transferler yapılamadı yaptırılmadı. Bir çivi dahi çakılmayan model 80 ortalarında tamamen hız kesti. Ve halk her zaman olduğu gibi adına kesilen faturaları ödedi.
Akıllanılmıştı ama ülkenin ‘orta direk’ adıyla var olan toplum katmanı-tabakası tarihe karıştı. 24 Ocak kararlarından sonra büyük bir hevesle ve teşviklerle sözde ihracata yönlenildi. Hazine olanakları dış pazarlarda ülke üretimini pay sahibi yapabilmek için seferber edildi. İhracatlar yalan yanlış, hile hurda, gerçek hayal alabildiğine desteklendi devlet imkânları çar çur edildi.
Hayal ürünü mamuller ve mahsuller dünyanın dört bir yanına vergi iadesi vurgunu için kargolandı. Rant ve faiz ön plana çıkarılarak üretim yıldan yıla dışlandı. Devlet gelir getiren akarlarını önceden ve kısa sürede yok pahasına bitirdi. Gelir ortaklığı, yap işlet devret işte o günlerde ülke gündemine girdi ve oturdu kaldı. Kap kaçır, al götür, talan falan, aklını kullan köşeyi dön yeni ekonomik modelin ağır gerçekleri olarak, gitmemek üzere ülkenin üstüne çöreklendi.
Sonuç; ithalat mayası çalınmış, tüketim tohumu atılmış bir ülke ve 14 milyar dolarlık cumhuriyet tarihinin rekor dış ticaret açığı, hayali ihracata ödenen 480 milyar lira ile batan bir ülke...
Oysa 80’lere gelindiğinde KİT sanayisinde önceden planlanmış 850 projelik bir yenilenme gerekiyordu. Yeniden yapılanma, teknoloji ıslahı ve teknolojik atılım gibi hayati konuları içeren bu projeler hayata geçirilmedi. Borç yiyen kesesinden yer sözü unutularak kaynaklar boşa harcandı. Sadece göstermelik 70 proje baştan savıcı biçimde yarım yamalak uygulamaya konuldu. Böylece KİT’ler üretemeyen, zarar eden kamburlar haline getirildi.
Yetmezmiş gibi, 27 milyar kilovat saat elektrik enerjisi geliri çok önceden tahsil edilip 86-89 yılları arasında kullanıldı. Alınan dış kredilerin 15 milyar doları f-16 ya harcandı. Telekomünikasyona 12 milyar dolar, turizm teşviklerine 8 milyar dolar, otoyollara 7 milyar dolar harcandı.
Ve kısa zamanda 70 milyar dolar dış borç ve 600 trilyon iç borç ile ülke ekonomisi çöktü...
Zaten iktidarların her ekonomik kurtuluş mücadelesi vereceğiz dediğinde mutlu azınlık hiç yük altına girmezken, tüm vebal mutsuz azınlığın sırtına yükleniyor. Sorumluluk asla eşit paylaştırılmıyor. Altmış yılda bu ülkeyi yönetmişlerin başına gelenlerden ders alınmadan son on küsur yıldır yine liberalizm tanrısına tapınma devam ediyor. Rakamlar ona yüze katlanmış ama ayni tas ayni terane. Yakında fedakârlık nutukları atmalar da başlar. Enflasyonu gizli devalüasyonlar ve ne idüğü belirsiz sıcak para akışıyla idare etmeler de bir yere kadar. Denge bir şaşar ise ki gidiş odur yine halk çeker cefayı, kimler sürer sefayı görürüz ama birileri yine gider.
Unutulmaması gereken tüm ekonomik açmazların bir siyasal ve tarihi yönü-yönlendirmesi olduğudur.
1946 devalüasyonu İnönü’yü iktidardan etmiştir.
1950 istikrar tedbirleri Menderes’in başını yemiştir.
1970 devalüasyonu 12 Mart muhtırası ve faşizmini getirmiştir.
1980 24 Ocak kararları 12 Eylül faşist darbesini yaptırmış, akabinde kararların mimarı Özal’ı iktidar yapmıştır.
5 Nisan devalüasyonu ülkede koalisyon dönemlerini yeniden başlatmış ve merkez sağ partileri siyaset arenasından silmiştir.
Sonrasında tüm denemeler denenmiş, sıkışan ekonomi neticesinde verilen e-muhtıra ise Erdoğan’ı hükümete getirmiştir…
Görüldüğü üzere, askeri rejim ve gölge parlamento ile uygulanan 24 Ocak kararları hem siyasal hem de ekonomik bir kıyım gerçekleştirmiştir. Aslında tüm ekonomik paketler ikiyüzlüdür. Bir yüzünde kararların gerekliliği dayatması diğer yüzünde belli kesimler dışındakilerin ezim ezim ezilmesi gerçeği mevcuttur. Ve gerçekten ikiyüzlüdür. Söz konusu tüm paketler birbirinden kopuk çözümlere dayanan ama birbirinin ayak izinden giden takipçi bir mantığa dayanır. Ekonomik önlemler temel bilimsel kavramların çok uzağındadır ve günü kurtarmaktan başka bir maharetleri de yoktur. Tüm ekonomik istikrar paketleri sonu en başından belli usta ellerde şekillendirilen bir film senaryosudur aslında. Senaryoya ayakkabı kutuları da eklendiğinde her şey tas tamamına erer.
Önce duygu yüklü konuşmalarla toplum etki altına alınır ve acı reçeteyi içmesi sağlanır. Yetmez ise faşist argümanlar kullanılır. Sonra iyilik, refah, mutluluk vaatleri ile milyonlar kandırılır ve çilenin içine itilir. Milyar dolarları ise o lafazanlık ve boşlukta birileri götürür.
Budur işte bilimsel değerlendirmeleri işin ehline saklı kalması kaydıyla unutulmaması gereken 24 Ocak kararlarının ve diğer bütün ekonomik tedbirlerin özeti.
Bu günleri yıllar öncesinden kestiren, araştırmacı-gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun “24 Ocak” 1993’te Ankara Karlı sokakta karlı bir günde katledilişini unutmak ise asla mümkün değil.
Keşke her iki 24 Ocak’ı da görmemiş ve yaşamamış olaydık…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder