12 MART VE 18 MART'A DAİR...
12 MART’IN UNUTULAN İSİMLERİ VE YARINLARI AYDINLATAN SİMLERİ…
12 Mart 1971, roller ve isimler. Şimdi pek de anılmayan bazı isimler bir muhtıradan ötesini yarattılar.
12 Mart muhtırası bir muhtıradan öte, ilerici, devrimci, yurtsever ve aydınların üzerine karabasan gibi çöken, faşist bir darbeydi aslında. Ve o darbeciler o dönemki siyasileri, meclisi ve senatoyu çok iyi kullandılar, tüm faturayı 25 yaşında üç öğrenci lideri gence çıkarıp hesabı kapatana dek.
Ama gel gör ki hesap kapanmadı. 12 Mart’ı peydahlayanlar ilahi adalet gereği, ölümü en acısından tadarak, lokmaları boğazına takılarak cehenneme göçtüler. Jenerikte çok isim aktı ama Onlar, özellikle de o üç isim hiç unutulmadı ve unutulmayacak, anılarda daima yaşayacaklar.
Çünkü kazara solan o çiçekler ve her fidanlıkta gömülü-gizli, yasaklığı uydurma hakiki kitap sayfaları arasında yaşarlar…
O nedenle destansı ve dokunaklı bir 12 Mart yazısı kaleme almak değil derdimiz. Çünkü silindikçe isimler hafiften çıplak kalır yazı. Anımsandıkça isimler gün görmeyişin yazılara ektiği tohum yeşerir ve nesilden nesile uzanan bir başyapıta dönüşür acılar.
Derdimiz bu acıyı isimleştirmek sadece. Listeler dolusu isme, isimsize, saygıyı hak edenlere istimli-isimli bir esas duruş göstermektir gayemiz. Bu nedenle de yazıda tüm isimleri siyahlaştıracağız…
Kutsallara vahşetin kirinin bulaştığı o günden,
12 Mart 1971 saat 13.30 tarihinden itibaren isim isim başlayarak;
Emsali çürük tecelli Cuntanın başı
Memduh Tağmaç ve Kuvvet Komutanları
Faruk Gürler, Celal Eyiceoğlu, Muhsin Batur imzalı “12 Mart Muhtırası” nın radyoda okunmasıyla başlıyor, Ve her dünya darbesine özgü saçma sapan dönem vaatleri dökülüyor satırlardan.
Yorumsuz;
“ Parlamento ve hükümet süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu, anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirmemiş olup TC’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
Türk milletinin sinesinden çıkan TSK’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek, mevcut anarşik durumu giderecek ve anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde TSK, kanunların kendisine vermiş olduğuTC’yi korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize.”
O günlere gerisingeri bakarkör gibi bakılmadıkça, bu tuhaf muhtıramsal hengâme herkese çok tanıdık gelebilir. Ama pus içinde yol aramayı bilmek ve gözyaşıyla barışık olma kaydıyla. Kavramsal ve kuramsal ayrıntıların cam kavanozda birlendiği, gizli celselere gereksiz ve insafsız soruşturmaların, saldırmaların sıkıştırıldığı, dirlik üstüne bol yalanlı seçkinlik dayatıldığı yılların başıdır 12 Mart 71…
Cumhurbaşkanı, Meclis ve Senato başkanlıklarına da gönderilen bu muhtırayla 10 Martta Yüksek Komuta Konseyi’nin ‘istifa et’ isteğini es geçen Başbakan
Süleyman Demirel bu kez kayıtsız kalamadı. Hükümeti topladı, üç buçuk saat süren toplantı neticesinde istifayı Cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay’a sundu.
S. Demirel istifa mektubunda sadece; “muhtırayla anayasa ve hukuk devleti anlayışını bağdaştırmak mümkün değildir” diyebildi…
TSKdemokratik kurallar çerçevesinde, yeni bir hükümet kurulmasını ve başbakan olarak da emekli orgeneral
Fikret Esen’i istiyordu.
Cevdet Sunay ise CHP’den istifa eden Prof.
Nihat Erim’e hükümeti kurma yetkisini verdi.
N. Erim kurduğu hükümeti 25 Martta açıkladı,
C. Sunay 26 Martta onayladı.
İsim isim cuntanın bakanlarına girmeye gerek yok. Meraklıları bakar ajanların kırmızı kalemle üstünü çizdiği vatan evlatlarına kıyanlara ve analarını ağlatanlara. İsteyen araştırır üzeri çizilmişlerin akşamlardan sabahlara kovalanmasına seyirci kalanları.
CHP’nin kurulan bu hükümete bakan vermesine karşı çıkan Genel Sekreter
Bülent Ecevit görevinden istifa etti, genel başkan ismet İnönü istifayı kabul etmedi.
B. Ecevit ile beraber MYK da istifa edince işler değişti.
Bülent EcevitGenel Sekreterlikten ayrılırken şöyle diyor; “ Darbe ortanın solundaki CHP’ye yapılmıştır. Demokrasi ile önlenemeyen, seçimle engellenemeyeceği görülen bir hareket, bir darbeyle önlenmiştir.”
Ve mart ayı bitmeden ileri de bütün sorumluluk üzerine yıkılacak THKO Lideri
Deniz Gezmiş ve arkadaşı
Yusuf aslan Sivas’ın Gemerek ilçesinde, daha sonra da
Hüseyin inan Kayseri Pınarbaşı’nda
Mehmet Nakipoğlu ile birlikte tutuklanıyor…
7 nisan 71’de güvenoyu alan
N. Erim Hükümeti İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır, adana, Hatay, Eskişehir, Kocaeli, Siirt, Sakarya ve Zonguldak illerinde bir ay sıkıyönetim ilan ederek cuntanın arzuladığı icraatlara başlıyor;
İstanbul sıkıyönetim komutanlığı bu ilanla derhal DEV-GENÇ, devrimci doğu kültür ocakları, Türkiye öğretmenler sendikası, işsizlik pahalılıkla mücadele derneği, mücadele birliği ve ülkü ocaklarının faaliyetlerini durdurdu. Cumhuriyet ve Akşam gazetelerini on günlüğüne, Bugün ve Sabah’ı süresiz kapattı.
“Size kesinlikle bildiriyorum ki devletin boynunu bunlara teslim etmeyeceğiz, alınacak tedbirler balyoz gibi kafalarına inecektir...” diyen
N. Erim, yeni sıkıyönetim kanunu tasarısını meclise sevk etti.
Hükümetin aldığı bu faşist tedbirler üzerine Dev-Genç ve Sosyal Demokrasi Derneği; “Başbakan Nihat Erim demokratik hak ve hürriyetleri yok etmek için, anayasayı kuşa çevirmek için çalışıyor…” açıklamasını yaptı.
N. Erimyabancı gazetecilerle 1 Mayısta yaptığı basın toplantısında ise; “Bu günkü anayasa Türkiye için bir lükstür. Türkiye bu lüksü kaldıramaz. Anayasa da değişiklik yaparak temel hak ve hürriyetlerin, bu hak ve hürriyetleri ortadan kaldıracak şekilde su istimal edilmesini önleyici bir hüküm koyacağız…” dedi.
Bu arada ülkede; TİP kapatıldı. Milli Nizam kapatıldı. Bingöl depreminde 1000 kişi öldü. Ve 547 aydınla başlayan ve gözaltına alınan sayısı günden güne artan gözaltılar-tutuklamalar dönemi açıldı.
Yakın tarihe kara leke gibi düşen bu gözaltı-tutuklama döneminin mağdur isimlerinden birkaçı;
“TİP Genel Başkanı
Behice Boran, TÖS Genel Başkanı
Fakir Baykurt, ODTÜ Dekanı Prof
Yaşar Gürbüz, Prof
Bahri Saraç, Prof
Sadun Aren, Prof
Mümtaz Soysal,
Kemal Türkler, Yaşar Kemal, İlhan Selçuk, Samim Kocagöz, İlhami Soysal, Çetin Altan, Uğur Mumcu, Muammer İrfan Derman, Prof
Tarık Zafer Tunaya, Turhan Selçuk, Tilda Gökçeli, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Osman Saffet Erolat, Mehdi Zana, Mhri Belli, Yusuf Küpeli, Doğu Perinçek, Cenan Bıçak, Dr
Hikmet Kıvılcımlı, Uluç Gürkan, Doğan Avcıoğlu… “
Bu aydın avı sürdürülürken bir yandan da THKO ve THKP-C üzerine operasyonlar yoğunlaştırıldı, lider gençler bir bir ölü veya yaralı tutuklandı...
Yaz başı ise
Deniz Gezmiş ve 26 arkadaşı Ankara 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesinde; “TC anayasasını tağyir, tebdil ve ilgaya cebren teşebbüs etmekten…” yargılanmaya başlandı. Duruşmada savcı
Keramettin Çelebi ve Yzb.
Baki Tuğ 18’i hakkında idam talep etti.
Tuğgeneral
Ali Elverdi başkanlığındaki sıkıyönetim mahkemesi; “
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Atilla Keskin, Metin Yıldırımtürk, Ahmet Erdoğan, Recep Sakın, Mehmet Asal, Osman Arkuş, Ercan Öztürk, Semih Orcan, Hacı Tonak, Mustafa Yalçıner, Cengiz Baltacı,Metin Güngörmüş, Mete Ertekin, Mehmet Nakipoğlu, Mustafa Çubuk’a” idam verdi. Askeri Yargıtay Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf aslan hakkında verilen idam kararlarını onayladı, diğerlerini bozdu…
Yine idam talebiyle yargılanan THKP-C lideri
Mahir Çayan ile arkadaşları
Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Ömer Ayna ve THKO İstanbul sorumlusu
Cihan Alptekin Maltepe Cezaevi’nden tünel kazarak firar ettiler. Sonraki günlerde
Ulaş Bardakçı istanbul’da öldürüldü,
Ziya Yılmaz yaralı olarak tutuklandı.
Niksar’ın Kızıldere köyünde ise Onlar; “
Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Hüdai Arıkan, Sinan Özüdoğru, Ahmet Atasoy, Saffet Alp, Ertan Sarıhan, Nihat Yılmaz, Selahattin Kurt öldürüldü,
Ertuğrul Kürkçü sağ olarak tutuklandı…”
10 Mart 1972’ de 53 ret, 6 çekimser ve 238 kabul oyu ile Türkiye Büyük Millet Meclisinde, sonrasında Senatoda, 23 Martta Cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay tarafında onaylanan infazı, 25 Martta CHP’nin son çare Anayasa Mahkemesine taşıması da engelleyemedi…
Ve 26 Mayıs 1972’de saat 01.25 ila 05.20 arası geleceği-yarınları aydınlatacak simler; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında Askeri Yargıtay’ın onayladığı haksız ve yersiz karar uygulandı…
Darbeden bir buçuk yıl sonra tarih yapraklarında yerini alan üç beyanat aslında 12 Mart darbesini özetlediği gibi, hiç akıllanılmadığını ve inceden 12 Eylül darbesine hazırlanılacağını da ortaya koyuyordu…
Süleyman Demirel 72 yılı ortası Adalet Partisi Temsilciler Meclis Toplantısında; Türkiye’de bir sağ sol meselesi olmadığını, demokrasiye ve rejime karşı bir komünist saldırının mevcut olduğunu,1961 Anayasası’nda bu konuda bir boşluk olduğunu söylüyor ve hazırlanan bildiriye imzasını atıyor; “Komünizme kesinlikle karşı çıkılması zaruretine inanıyoruz…”
Demokratik Parti Genel Başkanı
Ferruh Bozbeyli; “Günahkarlar ittifakı her badirede dört ayak üstüne düşmek ustalığını gösterebiliyor. Demokrasinin tekerleğine çomak sokanlar şimdi yol göstericilik rolünde…”
Ve
Celal Bayar; “Yollar yürümekle aşınmaz diyen ölçüsüz insanların tutumu bu memleketi bu hale getirmiştir. Aslında Türkiye yükselmeye layık bir ülkedir…”
Son söz yerine;
Rol hep ayni rol, başrol de geçmiştekilerin tipi tipi. İsimler değişik sadece. Tarihe ve memlekete ait isimler. Arada kaybolup gitmişler de var, takdire şayan olanlar da. Kökü çok derinde olan da var, en uzun soluklu yolculuklarda belleği cezbedenler de. İsimler var bir yaşamsal hesaplaşmanın tarafları olan.
Ve tarihler, tarihler de var bir devrin muhasebesini yaparken isimlerle birlikte unutulmaması gereken; 12 Mart 1971 gibi…
“18 MART” SİPERLERDE VE BARİKATLARDA VERİLEN O ALTIN YÜREKLİ DİRENİŞ…
98 yıl önce, Tarihin en büyük siper savaşı başlarken 19. Tümen komutanı
Mustafa Kemal Mehmetçiğe süngü taktırıp
; “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum.” Dedi. Ve Yaklaşık 250.000 şehit verildi, vatan toprağı verilmedi.
Birleşik emperyalist güçler daha fazla zayiat vererek, bozguna uğrayıp arkalarına bakmadan kaçıp, çekip gittiler. Çanakkale yakın dünya tarihinin en önemli savaşlarından biri olarak tarihe geçti. Emperyalist Avrupa’nın İstanbul’a ulaşma sevdasını geçici olarak önledi
. “Çanakkale geçilmez” ana başlığında tarihe Şanlı bir destan sayfası eklendi.
“Denizlere hakim olan dünyaya hakim olur”, düşüncesiyle emperyalist güç birliği donanmaları 3 Kasım 1914 yılında Çanakkale boğazı açıklarına demirlediler. Kıyasıya
Deniz savaşı 18 Mart 1915’e kadar sürdü. Egemen güçler emellerine denizden ulaşamayacaklarını anlayınca
Kara Savaşı başlatmak için 25 Nisan 1915’te alaca karanlıkta Gelibolu yarımadasına, “toplama askerlerini” çıkardılar. 9 Ocak 1916 yılına dek sürecek mesafesi dokuz on metre olan
siper savaşları böylece başlamış oldu. Vatan evladı, Kadını erkeği siperlerde yan yana işgal kuvvetleri ile çarpıştı, Sonu zafer olan…
“18 Mart Çanakkale Zaferi” Anadolu’ya “ Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar geçebilir.” Diyen
Büyük Kurtarıcıyı armağan etti. Emperyalist paylaşımcıların İzmir’de denize dökülmesiyle biten Kutsal savaşın, habercisidir
“18 Mart Çanakkale zaferi”…
142 yıl önce, 18 Mart 1871’de
“Yaşasın Komün” naralarıyla sabahın kör saatinde sallandı Paris. Bu kez geçmişte benzeri olmayan bir isyana, İşçi ve halk ayaklanmasına tanıklık edecekti. 18 Mart dünyanın ilk “İşçi Devleti’nin” meşalesinin yakıldığı gün olarak tarihe geçti. 72 gün sürdü
“Paris komünü”, özgürlüğün kelepçelendiği, kıyım ve katliamın kol gezdiği bir karşı devrimi yaratarak sona erdirildi.
Komün devrim konseyi Paris’te memurundan masasına her şeye el koyarken dünya hoş görmez endişesiyle Merkez Bankasına dokunmadı. Milyarlarca frank, komünü yıkacak ordunun kurulmasına harcandı. Versay’da toplanan burjuvaların bu paralarla hazırlattığı ordu, 130 binlik donanımlı askerle 21 Mayısta Paris’i kuşattı. Komüncüler askerlikten bir haber, silah ve cephanesi yetersiz, işçi ve sıradan halktan kırk binlik bir güce sahipti. Burjuvaların kiralık askerleri Paris’e girmeye başlayınca işçi sınıfı sokak sokak barikatlar kurarak direndi. Komünarlar olağanüstü bir cesaretle 28 Mayısa kadar çarpıştılar. Kurulan barikatların arkasında kadın, erkek, çoluk çocuk savaşarak “İşçi Paris’i” savundular. Son barikat sekizinci günün sonunda düştü ve bu muhteşem direniş tarihe
” Kanlı Hafta” adıyla işlendi.
Barikatlarda binlerce insan can verdi. Ele geçirilen 17.000 direnişçi burjuvalar tarafından kurşuna dizdirildi. Öyle ki; tek tek idamlarla zaman kaybetmemek için mitralyözler kuruldu. Komüncüler gruplar halinde tarandı. Burjuva ordusu katliamın en inanılmazını yaparak, Paris meydanlarını, cadde ve sokaklarını cesetten örtüyle kapladı. Paris’i ikiye bölen nehir kan kızıl aktı günlerce. 43.000 komünar esir teşhir edildikten sonra mahzenlere, zindanlara kapatıldı. Sözde yargılama ve infazlar 1874 yılına dek sürdürüldü.
“Paris komünü” sonuçta nüfusa kayıtlı 90.000 insanın yok olduğu, vatandaşların ve komünarların hunharca katledildiği, ortalıkta dur duraksız idamların yapıldığı bir dönem yaşattı Paris’e. 18 Mart’ta başlayıp, 27 Mayıs 1871’de direnen, komün destekçisi elli kadar rahibin öldürülmesiyle son barikatta düşünce, tarihte kurulan ilk işçi devleti “Paris Komünü” tarihe karıştı.
Tarih baba, Her 18 Mart geldiğinde siperlerde ve barikatlarda verilen o altın yürekli direnişi hatırlatır bize;
18 Mart’lardan biri, küllerinden doğacak bir devleti muştulamış, diğerinin ise üstü küllenmiş…