12 Aralık 2014 Cuma

ŞİİR SEVDASI…VE YAZILAR...



TAŞ FİNCAN
 
Kim kalmış ki
Ölürsem bir gün eğer
Sizden uzaklarda bir başıma
Nazım’ ın yanına defnedin bedenimi
Anadolu’ da bir köy mezarlığına
Kuzeyde olsun uyarsa size
Karadeniz kıyılarında en yüksek rakıma
Nasılsa koca çamları vardır
Veya fındık ocakları
Nazım taş maş istemezdi bilirim ama
Küçük bir mermer parçasıdır tek dileğim
Adım soyadım kazılı olsun ayıp olmazsa,
tarihsiz, rakamsız, resimsiz
Kim kazık çakmış ki şu kahpe dünyaya
Öleceğim bir gün evet
Ahret yoldaşım çok kalmam bir başıma uzaklarda
Sayın Nazım’ dan başlayarak daha niceleri var
Hani insanın şimdiden ölesi geliyor
Kim kalacak ki şu taş fincanlı kervanda…
 
DENİZ KARADENİZDİR
 
Karadeniz kıyılarını yurt eylemişiz evvelden
Kararmış uygarlıklar sahnesini memleket
Uçuklaşmış griyi vatan
Ve dalga dalga mavilerdeki biricik adacığı evlat
Durduk yerde birbirimize benzemişiz sonra
Çekik gözlü, çevik bedenli, çelik yürekli
Dalgalı düzlüklerle şakalaşan çelişkide yayılmışız.
Vazgeçmeye gör yalı boyunu
Çıban acısından beterdir denizin hasreti
Paraşütle inercesine yaylalarına in de gör
Kara kanatlı kartalı gör dağlarında
Zıpkın gibi delinen yeşilin ortasında deliyi divaneyi
Yurt eylemişiz Karadeniz kıyılarını çok evvelden
Deniz ben var olmaz isem eğer durma, Karadenize sor
Birkaç çavuşla başlar anılar demeti, öğren
Sürer gider ustayla, çırakla, muhtarla
Mısır ekmeği, hamsi, kara lahanayla vesair
Yeşermiş uygarlıklar sahnesidir memleket
İşte sen önce benimsin sonra onlarınunutma
Enternasyonal bir ailen var yani inan ve diren
Merkez İstanbol bin kilometre doğusuna
Bin kilometre batısına yekpare Karadenizdir
Kader artık nerde doğarsan doğ Deniz,
Doğacaksın Parıldayan uygarlıklar sahnesine
Uçuklaşmış pembe ve bumburuşuk bebek
Ve dalga dalga mavilere, ama adamca
Durduk yerde birbirimize benzemişiz kime ne?
Deniz karadenizdir, Karadeniz Deniz, hepsi sen.
 
MARTI
 
Sevdalandın belki ama
Sen hiç denize sevdalandın mı?
Kaptan köşküne sorup
Deniz fenerlerine aldanıp rotaya nokta koydun mu?
Sonra soru işareti gibi bir yol izledin mi?
Seyir defterine not ettin mi denizin en son halini?
Düşünmedin belki ama
Heyamola ne anlama gelirse gelsin yazdın mı dalgalara
Köşkten saraydan, hazineden defineden vazgeçip
Sen hiç denizi kucakladın mı?
Göğsünden kıyı köşe itilerek sığındın mı hiç denize
Ve fena bulandırdı mı içini deniz?
Kara dalgalara aldanarak
Her limana uğradın da o limana vardın mı peki?
Hani birlikte martıları izlediğiniz
Gün batımına özendiğiniz...
 
HAFIZA KAYIP İLANI
 
Sloganları unuttu önce.
Unuttuğundan atamamıştı yani,
Korkmak ve yalan ne kelime!
Yumruğu havada öylece asılı kalmıştı.
Sonra marşı ve Şarkıyı da unutmuştu aniden.
Slaytlardan görüp tanıdığı şairin Şiirinden mısraları da.
Şairi de.
Tablet tablet yutmuştu oysa her kelimeyi.
Korkmadan yazdığı duvar yazılarını da
Kuşlamaları da, pankartları da unuttu
Şaibeleri de,
İçmişti sanki ecel şerbetini zorla
Amenna yutturmuşlardı sanki zokayı
Cebren ve hileyle hem de.
Çakmıştı imzayı da boş bir kağıda
Sonra neden imzaladığını neyi imzaladığını da unuttu
Yatırıldığı falaka, atıldığı hücre,
Asıldığı askı, İşkence mişkence falan
Acıtmadı yüreğini tek kere.
Acımadı bedeninde filizlenen yaralar hiç
Tütün tadında bunca sene,
Sızlayan kemikler çürüyen etler
İz bırakmadı usunda asla,
Unuttukları için hayıflandı sadece
Unuttukları için yandı durdu
Sloganları ve şiiri ve şairi
Şarkılar ve marşları unuttuğu için
Kanadı yürek, dağıldı hafızası
Şaibeli olmak bitirdi enerjisini
Ve hafıza kayıp ilanı pankartını astığı gün
Önce şarkıyı duydu derinden, sonra marş geldi aklına
Dilinde şairin şiirinden mısralar
Ve patlattı sloganı can havliyle.
Gerisi zırva...
 
 
YOK Kİ
 
Soyumda şair yok ki;
Kendi kendime parolasız yazayım leylak rengini,
Ayağı sekili ata binmiş dedemi.
Taraçadan mendil sallayan yavukluyu,
Sahte kavukluyu
Öbür dünyanın karışık renkliliğini,
Kokulu mektupların esansını
İmli imlalı birkaç kelime belki ama
Suyunda, İçinde şiir yok ki;
Zorlu geçitlerde korkusuzca okuyayım
Genlerimde ozan yok ki
Kendi başıma notasız çalayım göçer dengini
Mitolojik bir çalgıyı fetheden ninemi
İlaveten günlüklerin tutulduğu gecede ki öğütleri
Akıl yaşta değil baştaymış diyerek uzaklara dağılmayı
Başta bir rakam sanıp düşünerek, çözülemeyen o iletiyi,
Çok eski deyimlerle eski zamanları anlatan halleri.
Şarabımda zehir yok ki;
Kendi canıma dağlanayım, ateş renginde
İçtikçe ince urgana dolanayım çakır keyf
Bir papağan gibi aynı cızırtılı sesle tekdüze
Söyleneyim, öfkeleneyim, yoklanayım
Altın kafesimde bülbül yok ki…
 
VOLGALI USTA
 
Volga üstünde Nazım,
İçinde taşkın tutku İstanbul
Paltosuna yatar.
Tasarımı çok yönlü hasattır hasret
Tepede elektrik ampulü ihbarıyla bellekte ağır hasar
Hat boyu yoldaş, memleket dolusu arkadaş.
Buradan daktiloyla yazar.
Orada benzin sıkıntısı var
Parasızlık, onur ve gurur iksirlidir duyulmaz
Rüşvet reddeden polise kol saati hediye edilir.
Ustam, zaman durduğunda İstanbul başlar.
Volga üstünde Nazım,
Göğsünde yuvalanmış sıcak yuva özlentisi.
Yayla doğanı siner soluna.
Ve diline şarkılar Kızıl ordu, kızıl ordu!
Ey Volgalılar Nazım nerde durdu?
Durup ta çemberden içeri
Dedi mi? size merhaba, merhaba…
En halisinden Türkçe’siyle emsalsiz
Ve yürek titreten sesiyle
Ustam sadece aklına geleni söylese sesi şiir
Volga üstünde Nazım
Aklında taşkın tutku memleket
Anadolu’ da bir köyde tapusuz, kapusuz
Tek başına yatar.
Başında ulu bir çınar
Taşsız koca dev gibi bir mezar.
Ustam hayali bile güzel
Vallah billah sen ordasın
Volga üstünde Nazım
Paltosunun yakasını kaldırır
Suya şiir yazar, şiir okur, yazar, şiir söyler.
O su bize akar, akar, akar.
Hala durmaz akar...

ŞİİR SEVER…


 GÜNEŞ ÖLÜNCE GÖRMEK
 
Güneşe yürüyenler soyundanım
Fırtınalarla savrulan ruhtan
Tenim köz gözüm güneş zerresidir
Toz kervanındayım, aşk şerbetindeyim.
Aklımın kuraklığına tutsağım
Ateş filini içerim
Dilsizim dinsizim miş
Peygamberi nebilerin soyundanım
Fırsatları yaratan ruhtan
Etim toprak sözüm deniz.
Zerre kervanındayım, aşkı muhabbetindeyim.
Aklımın kuraklığına özgürüm
Ateşin gözünü öperim
Alım kızılım mış
Bayrağı bayraklaştıranların soyundanım
Farazaları yok sayan ruhtan
Elim solak , dilim solak, aklım solak
Kum kervanındanım, aşk yolundayım
Aklımın kuraklığını seveyim
Ateş topunu tutarım buzulları
Tenim güneş gözüm köz
Bir garip yolcuyum
Güneşe yürüyenlerin soyundanım..
 

SÖZCÜKLÜ

 
Ekmek,
Tanrı kadar kutsal
Elinden tutup kaldırılan
Yerde konmayan alınan
Üç kere öpülüp koklanan
Baş üstünde yeri olan
Piştikçe güzelleşen
Güzelleştikçe doyuran
Sakınmadan bölüşüp paylaşılan
Biricik sevgili, yegane yar, tek tükenmez aşk.
Emek,
Emek ve ekmek
Sanki aynı sözcük
Ayni renk
Berekete denk
Asla bitmeyen devsel aşk
Ekmek daha bebelikte belletilir
Emek nedendir hiç mi hiç öğretilmez
Belki rahatça sömürülsün için
Günah ama, günah…
 
 
İSTANBUL SANA EMANET
 
Sana İstanbul’ u
Özlemlerimi
Ve şiirlerimi bıraktım.
Gözün gibi bak
Hangi mesaj kapını çalarsa çalsın aldırma.
Çağla yeşili sabahlarda kalkıp
Ölmez tutkuyla sarılacağım
Kızaran anılara
Özledikçe şiirselliğini
İstanbul’ da sana yazacağım, İstanbul’ ada başka diyarlarda
Gözüm iyi oku bak
Ta ki görmeyene dek
Hangi kolaj kalbini çalarsa çalsın
Çağlayarak yeşerecek toprak
Ölümlü canla ona sarılacağım
Kararan anılarımla doğaya
Özledikçe şiirselleştirilmişliğini
Yedi tepede yedi çam altında
Mermerlere kazıyacağım resmini
Gözüm gibi bak
Sana İstanbul ‘ u
Özlemlerimi
Ve şiirlerimi bıraktım.
Hangi ölüm kapımı çalarsa çalsın korkmam
Çağla yeşili gözlerindir kalkanım
Ölmeyeceğim
En iyi şiir yazılmadan.
 
SİYASİ SÖVGÜ
 
Dönersem eğer siyasi kitaplarımla
Ve sen büyümüş isen azıcık
Saçlarımdaki beyaz teller utansın
Sakalımdaki tek tükler
Ben değil.
Bıyığımı kesmem ama
Boya dersen asla
Demir parmaklıklı pencereler utansın
Sen değil.
Sigara sarısı parmaklarım
Dolaşsın dolaşsın sarı saçlarında
Gönüller tutuştuğunda kayıp yıllar utansın
Güneş kısığı gözler ağlasın,
Ve sen okumuş isen azıcık
Aklına siyaset bulaşsınğlasın
Biz değil.
İşte o zaman anlayacaksın beni
Söversem hakkınca söverim
Allahına kadar
Ya bide seversem
Allahına severim
Ve sen büyümüş isen azıcık
Sevgilerden sevgi beğen
Ve iste hiç çekinmeden
Siyasi kitaplarımla dönersem eğer.

11 Aralık 2014 Perşembe

EKRAN AKRAN SALTANATI…

EKRAN AKRAN SALTANATI…

Olup bitenleri ekrandan görüp anlamadan, bilmeden akranlaşmak son yıllarda acayip kolaylaştı ve moda oldu…

O ekranlar ki herşeyi doğru dürüst korkusuzca yansıtan çizgiden koparıldıkça zenginliğe ulaşmanın en basit yolları yeğlendi. Kur kendi ekranını ve akranlarını yarat ve yaşat. Yetişkinleri sıkıya düşüldüğünde çocuk belgeselleri ile oyalamak da yayıncılıktan sayılınca ekran akran bağlamında yayıncılığın da cılkı çıktı. Bağımlılığın da suyu çıktı.

Derme çatma, izne tabi ve izin verildiğince çat kapı toparlama haberlerle saydam bantlı haberciliğin tütsülediği türdeşler çelik tavlı miğferlerde kocaman delikler açan yolsuzlukları son sürat aklama derdine düşünce, ekranların camı delindi…

Zaten ne zaman önemli bir şeyler gündeme düşse ve üzerine bir şeyler söylenecek olsa birileri freni koyar. Biri diğerlerinin diğerleri birilerinin peşinde bir sürek avı başlar. Başlar başlamasına da tüm güvenli alanlar tekinsizleşir. Ve artık kimse kendi evlerinde ve kendi yerlerinde bile güvende olmaz. Ekran akran çatışması işte budur.

Ekranların tamamına yakını akranlarını tuzağa çekip her şeyleri tamamen unutturacak şekerleme tadında programlarla ahaliyi oyalar ve programlar. Ciddi tehdit olarak görülenler takımın en iyi oyuncusu olarak sevilenlerden olsa da, panolarda yakışıklı güzel fotoğrafları kullanılmış olsa da gün gelir tasfiye edilir.

Bir sosyal içerikli toplumsal filmdir aslında çekilen. Kendi sıkletinde olmayanlarla dövüşü maharet saymak, mahalle kabadayılığını mahalle kültüründen görmekle tüm belaların yok edileceği sanılır. Ama yağma yok film öyle gitmez ve bitmez. Ve tüm olup bitenler yeryüzünde büyüklük taslayanların ve tasmalananların kolkola yürümesi ile şekillenir ve ekranlardan akranlara taşar.

Oysa “ sen ne yerleri yarabilir ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin “ uyarısı içten içe bir daralma hissettirir ama başrolü ayarsızlar ve sahte kuvvetlendiriciler  zil çalıp oynar. Hal böyle olunca ekran akran karartmacasında renkli kolor türünde film üstüne film çekilir. Türdeşliğin eşliğini eleştirmek kolaydır martavalıyla sürdürülür replikler. Bu bilinmeyenlerin nasıl öğrenileceği, yanlışların nasıl düzeltileceği belirsizliğine alenen darbedir.

Olup bitenleri ekrandan görüp anlamadan, bilmeden akranlaşmak son yıllarda acayip kolaylaştığından ve moda olduğundan tüm beşeri hisler süfli duyguların tutsağı olur…

İşte böylesi bir ekran ve akran kurmacasın da kurulmuşlar ve kurumlanmışlar ile asla tartışılmaz. Tartışılsa da netice gelmez. Hazirun ekran başına huzurla kurulduğundan insanı ve insanlığını unutan bir mahlûkat olur baba lafı misali. Gerçeğe varmanın işleyişi kesintiye uğrayınca, gerçek varoluşun yok olduğu insanda ancak psikolojik rahatlık sağlar ekranlar. Ve bir renkli cama dönüşür yanlamış ekranlar ve uslu ulemacık akılcıklarıyla kasılır, kısılır kalır akranlar.

Kâinatı gezip dolaşıp dün öldü, bu gün hasta, yarın doğmadı akıl darbelerine maruz kalmak yerle bir olmaktır aslında. Güzellikler doğmaz kuşkusuyla yeryüzü gerçeklerinin tersine uhrevi tanıklıklar da beş para etmez sonra. Ayrıca dost, düşman, ateş, hastalık ve bilim karşıtlığı asla küçümsenemez, küçümsenmemelidir. Ve elbette büyütülmemelidir de. Her dertli insanın önce aklı dumanlanır, sonra sakinleştirici ve sakinlik özellikleri sakatlanır. Bir bir yok olur insanlık nüveleri. Zalim zırhını o demde çıkarma eylemliliği baş gösterse de verilen avanslar kaderi tersine işletir. Kederine yenik düşmek işte budur. Ve değme mazlumlara taş çıkartırır ekranlar. Ve özel koruyuculuk duyguları ile gem tutarlık akranlıktan ekran komikliğine dönüştürür marifetlileri.

Gerçek izleyici iyi fikir, kötü fikir ayrımında her adımda yoldan çıkılacak durumları ve kaygıları öteleyebilir. Ama insanlık tarihinde birçok tecrübeler göstermiştir ki kötücül bencillik tüm iyilikler kötülüğe dönüştürür. O nedenle yola devam ederken çok tehlikeli oyunlar ekranlardan taşar ve sessiz bir ruh, sessiz bir siluet gibi kucaklar akranları. Bu ilk ve son bağlamında bir ekran ve akran kurgusudur. Kurcalandıkça her şey arada kalmışların algı yönetimi de acayip kolaylaşır.

Mutlu bir son olmayacağı biline biline, bilgeliğin sırrına ermeden kumu altına döndürme çabaları daima zorbalık ve zorlama taşır. Zalimlik ise o ekran sümbüllerine eksiksiz güven duymakla katmerleşir. Az ışık olan ve az ışık alan mekânlarda aciz, bereketsiz ve beceriksiz oluşu gizlemek üzerine canlı renkler taşır ekranlar ve akranların yüzü hiç kızarmaz.

Gecelerin ruhunun farkında olmak artıları artırdığı gibi, çok yönlü eksileri barındıracak oldubittiye gelmeleri de önlemektir aslında. Gerçi gerçeği anlamak mümessili olmayan zaptu rapta direnmektir tek başına kalınsa da. Anlaşılmak şeraiti anlakla mümkündür ve günleri gündüzlemek  iyiden iyiye zorlaştığında küçük şeylerle avunmak ve onlardan zevk almak en büyük zenginlik olarak yazar ekran alt yazılarında. Akranlar dipnotları okudukça ona buna dua ederler hala. Oysa uzak yönelişlerin hikmeti alameti zor da olsa uyanmaktır. Ekran müptelası akranları uyandırmak ise alameti farikasıdır uzağı yakın etmenin. Çünkü akara kokara bulaşmadan umut oranında mutluluk yakalanamaz her zaman.

Olup bitenleri sadece ekrandan görüp irdelemeden, anlamadan, bilmeden akranlaşmak son yıllarda acayip kolaylaştığından ve moda olduğundan tüm beşeri hisler süfli duygulara tutsak olur. Esaretin bedeli ise oldubitti ne yapalım tarzında davranmak, ekran akran bilmecelerinin yanıtını bilerek susmaktır, oyalanmaktır.

Ekran akran marifetiyle saltanat da bir yere kadar…

9 Aralık 2014 Salı

AKIL YOLCULUĞU VE AKIL BUHARLAŞMASI…

AKIL YOLCULUĞU VE AKIL BUHARLAŞMASI…

Akıl buharlaşması bulaşırsa kendini yerin ve gökyüzünün hakimi sananlara, ürperten naralar memleketsiz kalır…

Keşke herkesler uyumazken uyusam, herkesler uyurken uyanık kalmak yerine geçer tüm nazlanmalar. Yağmurdan kaçarken birileri ben yine binlerce milyonlarca kez devrimciliğin kızgın kızıl ateşiyle ıslansam ve sevdan terk etmese beni diyerek direnir akıl tüm ara nağmelere. Çünkü ampulden yıldızlara terfi etmektir ufku gören yolculuğun kazanımları. Ve din bulamacına bulaşmışların akıl buharlaşmasına uğramışlığına uymak akıl yolcularına hiç yakışmaz.

Sultanı sultan eden aklı buharlaştırılmış insanlardır ama insanı insan yapan sağırlaştırılan sultan değil bilimdir. Dünya değişip tazelendikçe insan kendini bulur, kendine gelir ve bir daha da pusulayı kaybetmez. Ama değişir görünüp dinler tarihi hikâyelerine tav olup aklını buharlaştıran karşı tavır tazelerinin kalbinde su katılmamış sultanlık hevesi saklıdır aslında.

Buharlaşanlar yolculuk başladığında sonsuza borçsuz harçsız gidilmesi gerektiğini bilirler lakin alacaklıların daha musallada naaşlarına haciz koymaları aczine düşeceklerini bilmezden gelirler. Borcu harcı tüm zevata kuruşu kuruşuna ödeyip gravatlara hakkını helal etmeden göçüp gitmek demektir asıl sultanlık. Yolculuğun gereği budur. Akıl yolculuğunda aklını buharlaştırıp, kalbini çamurlaştıranların kıt akıl ve bilgileriyle ulema kesilmeleri ise denize sam yelleri ile savrulmak, Karadeniz şarkıları ile aklı buharlaşanlar ve din safsatalarına bulananlar mezarlığına uğurlanmaktır. Mesele ise aklın vergisini ödemektir, bilime inanmışlık ve gerçek dindarlıkla. Zaten şu sahte dünyada bir göçmen kuştu o, deseler bile yeter de artar insan olana.

Akıl buharlaşması bulaşırsa kendini yerin ve gökyüzünün hakimi sananlara, ürperten naralar ve uydurma ilahi nakaratlar da memleketsiz kalır.

Keşke divanlar kurulmuş olsa her kalerajda. Virajlar tembel tembel akarken şaibelere, gök gürültülerinin dünyayı ikiye yarmasıyla lale bahçelerinin düş artığı buharlaşmalarına gezintiler de mezhepsizleşir. Meritlere, peritlere dadanan kargalar karıncaları yerken, bülbülvari tavırlar gizleyemez asla softa gerçekleri. Ve kutsal kitaba aykırılıklar din olur akordu bozulmuş akordiyonlara. Marş sarhoşluğunu yuhalayanlar, şişeler dolusu ayyaşlıktan sonra metrosu yol ortası eski konaklardan, güller döşenmiş patikalara akıl buharlaşması ürünü yeni anti tezler yuvarlıyorlarsa akıl yolculuğunda sınıfta kalırlar hepten. Bin milyonlarca kez devrimciliğin kızıl ateşiyle ıslansa da bu bedenler akıl buharlaşmasını önleyemezler ve terk etmedi sevdan beni diyemezler hiç.

Bravo o orman yolcularına. Keşke yol kenarlarına saçılmış tomruklar farklı kültürlerin, dinsel motiflerin kaynaşmasını sağlayabilse. Raydan çıkmış akıl hocası aklı buharlaşmışlar yol yordam tariflese de tarife komisyonuna takılırlar her akıl yolculuklarında. Çünkü iksiri fazla kaçırmış insanlık bu akıl buharlaşmasıyla er ya da geç ay sarhoşu oturur divana.

Akıl buharlaşması bulaşırsa kendini yerin ve gökyüzünün hakimi sananlara, ürperten naralar ve uydurma ilahi nakaratlar da memleketsiz kalır, yolda kalır. Bilim yolcusu ilerler…

Divan da tavandaki ampul tembelce akar sarı sarı, arada kesilir. Hangi sır çözülecekse çözülsün ama aklı buharlaşması yaşayanlar akıl buluşmalarında tökezlediğinden kararır ve kinlenirler. Yazılara, yazmalara ve dahi en kutsallara dil uzatırlar. O dilden dökülen kelimeler partal kilimlere saçılınca yürekler kırılır, korlaşır ve akıl buharlaşması da nasırlaşır. İşte bilimsel yolculuğun sırrı budur.

Hazmedemeyenlerin önce aklı buharlaşır sonra…

Yolculuğun atom zerresi kadardan evrilerek denize ulaşması olduğunu bilemeyenler hangi yanık sesle terennüm edecekler acaba bu alemde bunca elemleri. Dekor her sokak başıdır ve efor limana kadar uzar. Bal gibi yakamozlar baldan tatlı titreşirler kara sularda kararır. Balolar görmüşlük eskiden kalmış bir fener olarak kalsa da yollarda, yolculuk oralardan başlar devenin oturduğu yere kadar uzanır. Uğurlanma estetik kaygısıyla kum zerresinden denize, denizden gemiler çekeğine buharlaşmadır. Ancak akıl buharlaşması yaşamayanlar bilir ve görür kaleleri düşmüş kentlerin topallamasını. Hayat aslında ağalık yolları kapanmışların yarı ölmüşlüğüdür. Ve gerçekleri görüp görüp, art niyetli  fısıldaşmaların ortasında yolsuzluğa ilahi yollar aramakla olmaz canlanma, kanlanma.

Akıl buharlaşması bulaşırsa kendini yerin ve gökyüzünün hakimi sananlara, ürperten naralar ve uydurma ilahi nakaratlar da memleketsiz kalır, yolda kalır. Bilim yolcusu ilerler anılar denizinde…

Sanki eskiden bu yana en bildik manzaradır bu buharlaşma. Deniz kadardan atom zerresine çekilince akıl topu aklın çeperi iyice daralır.

Ve adına namına, değişim, dönüşüm, bilişim ne derse denilsin akıl buharlaşmasının o meşhur haykırışları asılır göğe. Evet asılır ve tüm duvarlar yıkıldığında, dünya çöktüğünde, son yolculuk başladığında dile gelir sehpadakiler. Sokak ayni sokak, sokakbaşı sonduraktır o vakit. Arkası, markası, ilahisi ilahesi yoktur o zaman yaşamanın ve yaşamın. Olsa ne çare yolculuk akıl buharlaşması ötesine olunca yol bir daralır bir genişler ve eposlarda sırıtır ibrail.

Akıl buharlaşmaları bulaşırsa bir gün paçaya ve buharlaşırsa bir gün her şey hiçbir derbi maçın favorisi olmaz. Gücü yeten yetene arenasında ortada ne amaç ne de inanç silsilesi kalır, toptan buharlaşır akılla beraber. Huzura durma vakti gelip çattığında ise ayni safta namaza durulmazlık netleşir panolarda. İrislerde o eski resim kalıntıları umutları ufka gömer. Yolcuların ve yolculuğun profili değişince fazlar da birbirine karışır ve ampul aniden söner. O karanlıkta akıl buharlaşmaları stil steril her yaşama bulaşır ha bulaşır.

Akıl hartamasında çatlaklar oluştuğundan buharlaşma sirayet eder her akıllıya, kendini akıllı sanana. Madalyonun iki tarafını da görmüşlük ve bilmişlik yoksa serde beyin zamanla çamurlaşır. Hiçbir operasyona yanıt vermeyecek bir musibet musallat olur hücrelere. Tertemiz bir düşman hattı hatlaşır ve aklı kurcalayan buharlaşmalar egemen olur tüm profillere.

Akıl buharlaşması bulaşırsa kendini yerin ve gökyüzünün hakimi sanıp, gören ve gördürenlere, ürperten naralar ve uydurma ilahi nakaratlar da memleketsiz kalır, yarı yolda kalır. Sadece bilimci akıl yolcuları ilerler anılar denizinde ve akıl buharlaşmasından onları karşı yakalılık kurtarır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder