SEÇİM KİMYA BOZDU…
Seçim bitti, Onüç yıllık saltanat sona erdi. Seçim kimya bozdu. Kimyaları bozuldu. Kutu kutu pense, elmamı yerse arkadaşım âli veli kırkdokuz elli, altmış arkasını dönerse tekerlemesi tekerlendi. Oyun bitti. Kutu kutu penseleyenlerin kimyası bozuldu…
Ülkeyi yerkürede gittikçe yalnızlaştıran, moral değerleri akçalı hesaplarla birlikte sıfırlayan, etik değerleri yozlaştıran ve ülke halklarını acımasızca kutuplaştıran sandık demokratları on üçüncü yılda kandırmacalı kazanılan kaç seçimden sonra halktan gecikmiş cevabı aldılar. Yine kazandılar belki ama yıllarca açıktan açığa görülen ve özlemle beklenen seçim sonuçları bu kez sandık demokratlarının ve sözde ileri demokrasi havarilerinin vücut kimyalarını bozdu ki ne bozdu. İflah olmazlar artık…
Artık onüçün uğursuzluğu mu yoksa uğuru mu sayılmalı bu günden sonraya başrole çıkarılan siyasi aktörlerin yetkin tavrıyla ortaya çıkacak siyasal diriliş gerçekleşebilir ve rahmetlinin deyişiyle birilerinin de iflahı kesilir…
Zaten malum zat yüksek rakımlı tepeye çıkınca bir süreliğine hoşnuttu. Ancak zamanla başlayıp bitecek ve ömür boyu sürecek ve siyasi mezarlıkta son bulacak eşsiz tatilin erkenden başlayacağını gören en ve hisseden en birileri kimyaları bozulduğundan kimya bozacak biçimde seçime asıldılar. Asıldılar ama bu kez ince ayarlar tutmadı ve tutmadı ayarsız hesaplar. Bakkal çakkal hesabıyla buraya kadar sürebilir, sürdürülebilirdi kul kullanan hükümranlık. Oysa hüküm Allah’tandı.
Hükümranlık bitince de kimyalar bozuldu…
Şimdi asla verilmeyeceği sanılan onüç yıllık hesabın, biriktikçe biriken hesabın halkoyunda ve yargı önünde verileceği hesap günleri zamanı. Hesap günler kapıda. Onüç yıl boyunca sandık kutsaldır edebiyatından dem vuranlar, şaştı kaldı çıkan sonuca. Ve şimdi alelacele, eceline sandık düşmanlığına soyundular. Ama bu şaşkaloz soyunmalar çare değil, deva olmaz on üç yıldır kangrenleşen aymazlığa.
Kutucular kendi çaplarında hesap kesmelere giriştiler, hesap kesilmeye başladı bile. İlk olarak paydaş medyacılar, yandaş gazeteciler topun ağzında. Kirli sulu havuz medyasından kovmalar başladı bile. Hangi yanlı, harlı yalan yanlış manşeti atarsa atsınlar fırtına başladı bir kere tutmaz. Her alanda atılmalar, satmalar ve satılmalar arttıkça atacak. Saflar safralar boşaltılacak. Sıra kutlu kutucu siyasilere gelecek kısa zaman sonra. Sürecek av, üçe beşe parçalanacak bir particiksel süreç dövülecek tavında.
Tavı tavrı, lafı lafazanı, arsızı hırsızı, akı turuncusu, pulu ampulu kısmen sandığa gömülünce, sandık demokratlığının da sonu geldi nedense.
Çünkü kutsala değil kutulara tapınanların kimyaları bozuldu…
Demokrasi, barış, hoşgörü denildiğinde al sana sandık diyenlerin, milletin asını besini ebeleyenlerin, ananı da al git diyebilmelerin, makara bakara makaracılarının, ayakkabı kutularına dolar dolduranların, kutuları kutu kutu istifleyenlerin, kutucu yutucu bakanların, kutucuklara sahip çıkamayan bakamaz çocuklarının, besleme bebelerin arkadaşları yavşak sarrafların, topyekûn kutucu sandıkçı demokratların eninde sonunda şeffaf sandıkta çökecekleri gün elbette gelecekti. Geç olsa da gelecekti, geldi.
Günü geldi. Rüya bitti. Kimyalar bozuldu…
Yıllarca kırk numara on üç takla eğitim sistemi ile oynayarak eğitimsiz bırakılan gençlerin, dayatma dinle aldatılarak zevkle güçsüzleştirilen ve günden güne yoksullaştırılan geniş halk yığınlarının her seçimde kendilerini, sandık demokratçıklarını seçeceğine inanmak ve artan hırsla keskin kutuplaşmayı dinsel ayarlı programlamak günü gelecek ters tepecekti tepti de.
Bu seçimde terso gitti bir şeyler, ters tepti ve kimyalar bozuldu...
Kutucu yutucu demokratçıkların sandıktan medet umusu ve arzusu; evi barkı yananların, gururları yıkılanların, malı mülkü çalınanların, onurları zedelenenlerin, yaslı yaralı gönüllerin, işsiz güçsüzlerin, kaybedilen gezici evlatların, evine ekmek götüremeyen mahcup babaların, yiğit garip anaların, saf temiz halkların hışmına uğradı bu kez ve deniz göründü. Ve onüç yıldan sonra geleceğe dair ortaya konacak tüm hesaplar, geçmiş hesapların sorulması sorulabilmesi, hesaplaşılması ve kapatılması ile şekillenecek gibi görünüyor.
On üç yılın ilk yarısından bu yana bağımsız, bağlantısız tarafsız gazeteciliğin ve gazetecilerin hakkından gelerek kendi borusunu öttürtenlerin, öttürenlerin bir gün toptan seslerinin kısılacağını hiç düşünmemeleri kibri pahalıya mal oldu. Yıkılmaz görülen iktidar köküne kibrit suyu diyenlerin sandığına kilitlendi. Sandukadan hiç de sır ve sürpriz sayılamayacak bir tablo çıktı. Tabloyu tabletlere indiren yandaş yazarlar anında keskin bir dönüşle yeni kıblelere yelken açıtılar. Yeni iktidar yanaşmaları safında yer tutmaya çalışacakları gün gibi aşikâr. Ama önemli olan dün hükmedenlerin uçağında bu gün dudak uçuklatan iktidar muhalifi yorumlarda bulunacak kadar kimya bozulmasıdır. Ülke halkları bu kez kocakarı ilaçlarından beter bu tabletleri yutar mı yutmaz mı iyice bakılır, yutarsa da bakılır icabına.
Kimya bozulduğunda her telden çalınır notalar. Notalı notasız ve rotasız halkın bam teline basıldı ve kimyalar bozuldu…
Koalisyon iyidir kötüdür başka mesele, ama onüç yıllık şu sağır saltanattan çok daha evladır ve evladiyeliktir. Evladiyeliktir çünkü on üç yıldır süren şu sağır saltanatın kendi evlatlarına yaptıkları, küplere küp, gemiciklere gemicik eklettikleri ayyuka çıkmış inmez. Bu inişle en önemlisi biraz daha, birazcık olsun kendine gelir bu kendini bilmez sandık demokratçıkları. Çalanın çırpanın yanına kar kalmayacağı gerçekliği de tecelli eder belki.
Kader, ecel, tecelli, temenni, fıtrat sayıp, sövüp dövüp onüç yıldır iktidardan hiç düşmeyecekmişçesine afra tafra safra satmak uzlaşı zeminini hepten çoraklaştırdı. Düşene vurulmaz ama düşmeyi de hakkınca bilmek gerekir. Hakk adalet bilinmezse ve halk bir dirhem kalkınamamış bilmezden gelinirse eğer kimyalar bozulur ki ne bozulur.
Düşenin dostu olmaz. Dost kalmaz ama kendi düşen de ağlamaz. Düşeni düştüğü yer yakar, aldığı yaralar da geleceğini paklar. Kazara da olsa bir kez tökezlendiğinde manzara değişir, aksaray yasak, karasaray da hayal olur. Bundan böyle akla gelen geç gecikmiş barış, özveri, hoşgörü nazlanmalarına ve naralarına kuşlar da inanmaz. Asla kapatılamayacak sanılan açık hesapların yeniden açılacak oluşunu bilmenin verdiği taşınamaz devasa korku sarar hesapsız kitapsızları ve bet beniz atar. Denklemler tutmaz.
Halk vicdanında aklanılamadığının da sandığa dolmasıyla elbette kimyalar bozulur. Seçim, sayım suyum yapıldı ve kimyalar bozuldu…
Kutu kutu Pense çocuklukta oynanan materyalsiz oyunlardan biridir. Garip bir oyundur aslında ve neden oynandığı muamma oynanır durulur nedense. Kutu kutu pense elmamı yerse arkadaşım ali veli kırkdokuz elli altmış arkasını dönerse tekerlemesiyle sağa veya sola ilerlenir ve ismi söylenen arkasını döner. Herkes arkasını dönünce bu kez önünü dönerse diye oyun tamamlanır. Onüç yıldan sonra da olsa bu oyun gerçek oldu, kutu kutu penseleyenlere birileri arkasını döndü ve sahne tamamlandı.
Kutu kutu penseleme oyunu bitti ve kimyalar bozuldu…
Seçim bitti, Onüç yıllık saltanat sona erdi. Seçim kimya bozdu. Kimyaları bozuldu. Kutu kutu pense, elmamı yerse arkadaşım âli veli kırkdokuz elli, altmış arkasını dönerse tekerlemesi tekerlendi. Oyun bitti. Kutu kutu penseleyenlerin kimyası bozuldu…
Ülkeyi yerkürede gittikçe yalnızlaştıran, moral değerleri akçalı hesaplarla birlikte sıfırlayan, etik değerleri yozlaştıran ve ülke halklarını acımasızca kutuplaştıran sandık demokratları on üçüncü yılda kandırmacalı kazanılan kaç seçimden sonra halktan gecikmiş cevabı aldılar. Yine kazandılar belki ama yıllarca açıktan açığa görülen ve özlemle beklenen seçim sonuçları bu kez sandık demokratlarının ve sözde ileri demokrasi havarilerinin vücut kimyalarını bozdu ki ne bozdu. İflah olmazlar artık…
Artık onüçün uğursuzluğu mu yoksa uğuru mu sayılmalı bu günden sonraya başrole çıkarılan siyasi aktörlerin yetkin tavrıyla ortaya çıkacak siyasal diriliş gerçekleşebilir ve rahmetlinin deyişiyle birilerinin de iflahı kesilir…
Zaten malum zat yüksek rakımlı tepeye çıkınca bir süreliğine hoşnuttu. Ancak zamanla başlayıp bitecek ve ömür boyu sürecek ve siyasi mezarlıkta son bulacak eşsiz tatilin erkenden başlayacağını gören en ve hisseden en birileri kimyaları bozulduğundan kimya bozacak biçimde seçime asıldılar. Asıldılar ama bu kez ince ayarlar tutmadı ve tutmadı ayarsız hesaplar. Bakkal çakkal hesabıyla buraya kadar sürebilir, sürdürülebilirdi kul kullanan hükümranlık. Oysa hüküm Allah’tandı.
Hükümranlık bitince de kimyalar bozuldu…
Şimdi asla verilmeyeceği sanılan onüç yıllık hesabın, biriktikçe biriken hesabın halkoyunda ve yargı önünde verileceği hesap günleri zamanı. Hesap günler kapıda. Onüç yıl boyunca sandık kutsaldır edebiyatından dem vuranlar, şaştı kaldı çıkan sonuca. Ve şimdi alelacele, eceline sandık düşmanlığına soyundular. Ama bu şaşkaloz soyunmalar çare değil, deva olmaz on üç yıldır kangrenleşen aymazlığa.
Kutucular kendi çaplarında hesap kesmelere giriştiler, hesap kesilmeye başladı bile. İlk olarak paydaş medyacılar, yandaş gazeteciler topun ağzında. Kirli sulu havuz medyasından kovmalar başladı bile. Hangi yanlı, harlı yalan yanlış manşeti atarsa atsınlar fırtına başladı bir kere tutmaz. Her alanda atılmalar, satmalar ve satılmalar arttıkça atacak. Saflar safralar boşaltılacak. Sıra kutlu kutucu siyasilere gelecek kısa zaman sonra. Sürecek av, üçe beşe parçalanacak bir particiksel süreç dövülecek tavında.
Tavı tavrı, lafı lafazanı, arsızı hırsızı, akı turuncusu, pulu ampulu kısmen sandığa gömülünce, sandık demokratlığının da sonu geldi nedense.
Çünkü kutsala değil kutulara tapınanların kimyaları bozuldu…
Demokrasi, barış, hoşgörü denildiğinde al sana sandık diyenlerin, milletin asını besini ebeleyenlerin, ananı da al git diyebilmelerin, makara bakara makaracılarının, ayakkabı kutularına dolar dolduranların, kutuları kutu kutu istifleyenlerin, kutucu yutucu bakanların, kutucuklara sahip çıkamayan bakamaz çocuklarının, besleme bebelerin arkadaşları yavşak sarrafların, topyekûn kutucu sandıkçı demokratların eninde sonunda şeffaf sandıkta çökecekleri gün elbette gelecekti. Geç olsa da gelecekti, geldi.
Günü geldi. Rüya bitti. Kimyalar bozuldu…
Yıllarca kırk numara on üç takla eğitim sistemi ile oynayarak eğitimsiz bırakılan gençlerin, dayatma dinle aldatılarak zevkle güçsüzleştirilen ve günden güne yoksullaştırılan geniş halk yığınlarının her seçimde kendilerini, sandık demokratçıklarını seçeceğine inanmak ve artan hırsla keskin kutuplaşmayı dinsel ayarlı programlamak günü gelecek ters tepecekti tepti de.
Bu seçimde terso gitti bir şeyler, ters tepti ve kimyalar bozuldu...
Kutucu yutucu demokratçıkların sandıktan medet umusu ve arzusu; evi barkı yananların, gururları yıkılanların, malı mülkü çalınanların, onurları zedelenenlerin, yaslı yaralı gönüllerin, işsiz güçsüzlerin, kaybedilen gezici evlatların, evine ekmek götüremeyen mahcup babaların, yiğit garip anaların, saf temiz halkların hışmına uğradı bu kez ve deniz göründü. Ve onüç yıldan sonra geleceğe dair ortaya konacak tüm hesaplar, geçmiş hesapların sorulması sorulabilmesi, hesaplaşılması ve kapatılması ile şekillenecek gibi görünüyor.
On üç yılın ilk yarısından bu yana bağımsız, bağlantısız tarafsız gazeteciliğin ve gazetecilerin hakkından gelerek kendi borusunu öttürtenlerin, öttürenlerin bir gün toptan seslerinin kısılacağını hiç düşünmemeleri kibri pahalıya mal oldu. Yıkılmaz görülen iktidar köküne kibrit suyu diyenlerin sandığına kilitlendi. Sandukadan hiç de sır ve sürpriz sayılamayacak bir tablo çıktı. Tabloyu tabletlere indiren yandaş yazarlar anında keskin bir dönüşle yeni kıblelere yelken açıtılar. Yeni iktidar yanaşmaları safında yer tutmaya çalışacakları gün gibi aşikâr. Ama önemli olan dün hükmedenlerin uçağında bu gün dudak uçuklatan iktidar muhalifi yorumlarda bulunacak kadar kimya bozulmasıdır. Ülke halkları bu kez kocakarı ilaçlarından beter bu tabletleri yutar mı yutmaz mı iyice bakılır, yutarsa da bakılır icabına.
Kimya bozulduğunda her telden çalınır notalar. Notalı notasız ve rotasız halkın bam teline basıldı ve kimyalar bozuldu…
Koalisyon iyidir kötüdür başka mesele, ama onüç yıllık şu sağır saltanattan çok daha evladır ve evladiyeliktir. Evladiyeliktir çünkü on üç yıldır süren şu sağır saltanatın kendi evlatlarına yaptıkları, küplere küp, gemiciklere gemicik eklettikleri ayyuka çıkmış inmez. Bu inişle en önemlisi biraz daha, birazcık olsun kendine gelir bu kendini bilmez sandık demokratçıkları. Çalanın çırpanın yanına kar kalmayacağı gerçekliği de tecelli eder belki.
Kader, ecel, tecelli, temenni, fıtrat sayıp, sövüp dövüp onüç yıldır iktidardan hiç düşmeyecekmişçesine afra tafra safra satmak uzlaşı zeminini hepten çoraklaştırdı. Düşene vurulmaz ama düşmeyi de hakkınca bilmek gerekir. Hakk adalet bilinmezse ve halk bir dirhem kalkınamamış bilmezden gelinirse eğer kimyalar bozulur ki ne bozulur.
Düşenin dostu olmaz. Dost kalmaz ama kendi düşen de ağlamaz. Düşeni düştüğü yer yakar, aldığı yaralar da geleceğini paklar. Kazara da olsa bir kez tökezlendiğinde manzara değişir, aksaray yasak, karasaray da hayal olur. Bundan böyle akla gelen geç gecikmiş barış, özveri, hoşgörü nazlanmalarına ve naralarına kuşlar da inanmaz. Asla kapatılamayacak sanılan açık hesapların yeniden açılacak oluşunu bilmenin verdiği taşınamaz devasa korku sarar hesapsız kitapsızları ve bet beniz atar. Denklemler tutmaz.
Halk vicdanında aklanılamadığının da sandığa dolmasıyla elbette kimyalar bozulur. Seçim, sayım suyum yapıldı ve kimyalar bozuldu…
Kutu kutu Pense çocuklukta oynanan materyalsiz oyunlardan biridir. Garip bir oyundur aslında ve neden oynandığı muamma oynanır durulur nedense. Kutu kutu pense elmamı yerse arkadaşım ali veli kırkdokuz elli altmış arkasını dönerse tekerlemesiyle sağa veya sola ilerlenir ve ismi söylenen arkasını döner. Herkes arkasını dönünce bu kez önünü dönerse diye oyun tamamlanır. Onüç yıldan sonra da olsa bu oyun gerçek oldu, kutu kutu penseleyenlere birileri arkasını döndü ve sahne tamamlandı.
Kutu kutu penseleme oyunu bitti ve kimyalar bozuldu…
7 Haziran 2015 Pazar
VE AMPUL PATLADI…
Süreç yönetimi, algı planlaması, osu busu işe yaramayınca, kediler de trafolara dadanamayınca ampul patladı…
Millete hizmet için yola düşenlerin, yoldan şaştıklarında başına neler geleceği, bu millet için dermansız diyenlerin, her fırsatta ferman kesenlerin de gün olup işinin biteceği, kısır ki kısır görüşlerle devşirilen, kasrı şirinlerle gelinen boyutun üç beş saatte nasıl değişeceği açıkça görüldü. Alansız diyarsız vadeler, kutulu kutusuz vedalar, kutlu kutsuz doğanlarla allahsızlaştırılınca batmaz denilen Titanikin bile mutedil dalgalı denizde batacağı ortaya çıktı. Tarihte sabit lale mevsimi yağmurlar yağar, o yağışla yükselen laleler de çürür ve lale devri de çökerdi çöktü de. Buzdağı nafiledir Titaniğe, yağmur da laleye, baştankara batmışlık çok geç hissedildi hepsi o kadar.
Ayan beyanken nedense çok geç duyuldu gökte kayan yıldızlar ve genel geçer kurallar da peş peşe geçersiz kılındıkça ampul patladı…
Zaten her yolunu şaşıranın küsmesiyle, kesmesiyle şekillenmez hiç bir şey. Yenilen haklara arsızca yenilenen haklar da eklenince o dermansızlığın sahipleri bir kasar ki kasrı, ay dedesizleşir, pay sahipsizleşir. Sema kapkara bir çöle dönüşür. Ve o karartma gecesinde balkonlardan gözlerin kısılarak bakması, emanetçi natıkların nutuk yakması da hiçbir şey ifade etmez artık. Sislerin arasında görülmez epikriz kritikleri.
Süreç yönetimi, algı planlaması memleketin dört bir yanını kaplamış olsa da dermansızlık derbentleri fermanlarla yönetilemez. Yaptırım dengeleri bozulur ve hep bir olun diri kalın görüşleri de tozlanmış raflara kalkar. Ferman kesilmiştir ama amansız bir hastalık bulaşmıştır bir kere cana, canlara. İdam fermanları da artık eğlencelik lakırdı olur buzlanan camda, candanlara. İlletin kokusu bulaşır, korkusu dağılır bedenlere ve Titanik batar, dilek tutulsun tutulmasın masmavi gökte de sönük yıldızlar kayar.
Küçük büyük kıyamet senaryosu, keramet kurgusu da budur işte ve ya Allah bismillah demekle, sağlık olsun demekle asla geçiştirilemez. Geçiştirilemedi de tansiyon yükselip voltaj düşünce ampul patladı…
Methiyeler düzülmekle haşır neşir olununca anlaşılamaz bu yolda uyarı manalı başa boşa gelenler. Bu uğurda yıllarca çekilen eziyetlerin birebir yansımasıdır bu hasretle beklenen sonuç. Kalpler sıkışır sıkışır ve lisanî harbice dermansız millet kırar geçirir. Şimdi pek anlamazlar ama iktidardan düşmek ne demektir bilenler bilir. Kanunlar mecmuasına aykırı eksik eksenli, estetik dışı uygulamalarla faşizme savruluşa an gelir fasıla verilir. Hangi çeşit uydurma sertifikayla aksamalar giderilir gideriliyor görülse de sanılsa da sabahın akşamında Vezüv yanardağı bile sessizliğini ansızın bozar.
Aruz vezniyle yazılan rumuzlar patlayınca lavlar dağılınca da ampul hararete fazla dayanamaz patlar. Ve ampul patladı…
Şeytan en nankör yol gösterici, en hain rehberdir. Sıkışınca en yakın arkadaşların bile kılığına veya kılıksızlığına bürünür, fırsat kollayıp arkadan vurur. O vurgunda gün olur dermansızlığı tetikler. Binbir suratlı yakınlaşmalar da kurtaramaz zevatı. İsraf edilen kefenlere de bir gün olur ihtiyaç duyulur. Melekler örter çıplak bedenleri lakin bu yolda bu uğurda çekilen eziyetler bir yaz akşamında şıp diye kesilir. Sıratı geçmek üzere planlanmış hayatlar akçalı işlere bulaşınca, dünyevi buhran ve yıkım başlar. O sef seferberlik anında dermansız denilen millet faturayı hakkıyla keser. Lisanı harbice galibiyet denilen mağlubiyetin yoktur başka izahı.
Pişmanlık üzerine acil çıkışlar ve aciz paniklemeler doğunca yüksek rakımlı yer yurt gezmelerin de kifayetsiz kaldığı ortaya çıktı. Lavlar kaynar ve kaynar kazanlarda en erimez denilen suretler kemikler de erir. Yeniden doğuş ve diriliş süreci işte o vakit başlar. Balkon sefası pencere arkası dizilişler de inandırıcılığını kaybeder ki kaybeder üstelik de haybeyedir. Yapılan tüm sonuçsuz heybeci yolculukların da bir sonu vardır. Bu millet ne dermansızlıkların üstesinden gelmiştir ki yine gelir ve geldi de.
Zamanı vakti erişti ve sümme haşa patlamaz denilen ampul patladı…
Aslında nice taşkınlıktan sonra tarihe yol verecek köprü olmaktır millete hizmet. Gemiyi çılgın fırtınalarda ustalıkla iskeleye yanaştırabilmektir mesele. Veya kulelerle bağlantı kesildiğinde kauçuğa esenlikle yeri öptürmektir kaptanlık. Yoksa millete hizmet milleti dermansız görüp dosta düşmana karşı amansız bırakmak değildir.
Toplumsal katmanlar arasındaki uzlaşıyı buzlamak, buzu tuzlama, ağaçtan köprüleri yağlamakla derman olunmaz millete. Ferman böyle, fıtrat şöyle diye racon kesmekle çıkılamaz işin içinden. Camları döven betonu delen tarifsiz kuvvetle yağan yağmurlara vicdan muhasebesi yapmadan abanmak değildir millete hizmet. İleriyi on yıllar ilerisini görmek, görmeden görüyormuş izlenimi yaratmak da hiç değildir.
Anlayanın anladığı kadarıyla kadere karşı duruşun, sözde millete hizmet için yollara düşüşün son durağıdır bu var mısınız yok musunuz masalları. Sonunda yoldan şaşmışlık varsa bu millet öyle kolay kolay da kül yutmaz. Sonun başlangıcı artık görülmüştür. Çünkü süreci iyi yönetmek veya sürece kurban gitmek üzerine tasarlıdır hayat.
Muhalefet şerhi koymakla başlar her şey. Bu kez muhalefet şerhi koymalar işe yaradı ve ampul patladı…
Millete hizmet için yola düşenlerin, yoldan şaştıklarında başına neler geleceği, bu millet için dermansız diyenlerin, her fırsatta ferman kesenlerin de gün olup işinin biteceği, kısır ki kısır görüşlerle devşirilen, kasrı şirinlerle gelinen boyutun üç beş saatte nasıl değişeceği açıkça görüldü. Alansız diyarsız vadeler, kutulu kutusuz vedalar, kutlu kutsuz doğanlarla allahsızlaştırılınca batmaz denilen Titanikin bile mutedil dalgalı denizde batacağı ortaya çıktı. Tarihte sabit lale mevsimi yağmurlar yağar, o yağışla yükselen laleler de çürür ve lale devri de çökerdi çöktü de. Buzdağı nafiledir Titaniğe, yağmur da laleye, baştankara batmışlık çok geç hissedildi hepsi o kadar.
Ayan beyanken nedense çok geç duyuldu gökte kayan yıldızlar ve genel geçer kurallar da peş peşe geçersiz kılındıkça ampul patladı…
Zaten her yolunu şaşıranın küsmesiyle, kesmesiyle şekillenmez hiç bir şey. Yenilen haklara arsızca yenilenen haklar da eklenince o dermansızlığın sahipleri bir kasar ki kasrı, ay dedesizleşir, pay sahipsizleşir. Sema kapkara bir çöle dönüşür. Ve o karartma gecesinde balkonlardan gözlerin kısılarak bakması, emanetçi natıkların nutuk yakması da hiçbir şey ifade etmez artık. Sislerin arasında görülmez epikriz kritikleri.
Süreç yönetimi, algı planlaması memleketin dört bir yanını kaplamış olsa da dermansızlık derbentleri fermanlarla yönetilemez. Yaptırım dengeleri bozulur ve hep bir olun diri kalın görüşleri de tozlanmış raflara kalkar. Ferman kesilmiştir ama amansız bir hastalık bulaşmıştır bir kere cana, canlara. İdam fermanları da artık eğlencelik lakırdı olur buzlanan camda, candanlara. İlletin kokusu bulaşır, korkusu dağılır bedenlere ve Titanik batar, dilek tutulsun tutulmasın masmavi gökte de sönük yıldızlar kayar.
Küçük büyük kıyamet senaryosu, keramet kurgusu da budur işte ve ya Allah bismillah demekle, sağlık olsun demekle asla geçiştirilemez. Geçiştirilemedi de tansiyon yükselip voltaj düşünce ampul patladı…
Methiyeler düzülmekle haşır neşir olununca anlaşılamaz bu yolda uyarı manalı başa boşa gelenler. Bu uğurda yıllarca çekilen eziyetlerin birebir yansımasıdır bu hasretle beklenen sonuç. Kalpler sıkışır sıkışır ve lisanî harbice dermansız millet kırar geçirir. Şimdi pek anlamazlar ama iktidardan düşmek ne demektir bilenler bilir. Kanunlar mecmuasına aykırı eksik eksenli, estetik dışı uygulamalarla faşizme savruluşa an gelir fasıla verilir. Hangi çeşit uydurma sertifikayla aksamalar giderilir gideriliyor görülse de sanılsa da sabahın akşamında Vezüv yanardağı bile sessizliğini ansızın bozar.
Aruz vezniyle yazılan rumuzlar patlayınca lavlar dağılınca da ampul hararete fazla dayanamaz patlar. Ve ampul patladı…
Şeytan en nankör yol gösterici, en hain rehberdir. Sıkışınca en yakın arkadaşların bile kılığına veya kılıksızlığına bürünür, fırsat kollayıp arkadan vurur. O vurgunda gün olur dermansızlığı tetikler. Binbir suratlı yakınlaşmalar da kurtaramaz zevatı. İsraf edilen kefenlere de bir gün olur ihtiyaç duyulur. Melekler örter çıplak bedenleri lakin bu yolda bu uğurda çekilen eziyetler bir yaz akşamında şıp diye kesilir. Sıratı geçmek üzere planlanmış hayatlar akçalı işlere bulaşınca, dünyevi buhran ve yıkım başlar. O sef seferberlik anında dermansız denilen millet faturayı hakkıyla keser. Lisanı harbice galibiyet denilen mağlubiyetin yoktur başka izahı.
Pişmanlık üzerine acil çıkışlar ve aciz paniklemeler doğunca yüksek rakımlı yer yurt gezmelerin de kifayetsiz kaldığı ortaya çıktı. Lavlar kaynar ve kaynar kazanlarda en erimez denilen suretler kemikler de erir. Yeniden doğuş ve diriliş süreci işte o vakit başlar. Balkon sefası pencere arkası dizilişler de inandırıcılığını kaybeder ki kaybeder üstelik de haybeyedir. Yapılan tüm sonuçsuz heybeci yolculukların da bir sonu vardır. Bu millet ne dermansızlıkların üstesinden gelmiştir ki yine gelir ve geldi de.
Zamanı vakti erişti ve sümme haşa patlamaz denilen ampul patladı…
Aslında nice taşkınlıktan sonra tarihe yol verecek köprü olmaktır millete hizmet. Gemiyi çılgın fırtınalarda ustalıkla iskeleye yanaştırabilmektir mesele. Veya kulelerle bağlantı kesildiğinde kauçuğa esenlikle yeri öptürmektir kaptanlık. Yoksa millete hizmet milleti dermansız görüp dosta düşmana karşı amansız bırakmak değildir.
Toplumsal katmanlar arasındaki uzlaşıyı buzlamak, buzu tuzlama, ağaçtan köprüleri yağlamakla derman olunmaz millete. Ferman böyle, fıtrat şöyle diye racon kesmekle çıkılamaz işin içinden. Camları döven betonu delen tarifsiz kuvvetle yağan yağmurlara vicdan muhasebesi yapmadan abanmak değildir millete hizmet. İleriyi on yıllar ilerisini görmek, görmeden görüyormuş izlenimi yaratmak da hiç değildir.
Anlayanın anladığı kadarıyla kadere karşı duruşun, sözde millete hizmet için yollara düşüşün son durağıdır bu var mısınız yok musunuz masalları. Sonunda yoldan şaşmışlık varsa bu millet öyle kolay kolay da kül yutmaz. Sonun başlangıcı artık görülmüştür. Çünkü süreci iyi yönetmek veya sürece kurban gitmek üzerine tasarlıdır hayat.
Muhalefet şerhi koymakla başlar her şey. Bu kez muhalefet şerhi koymalar işe yaradı ve ampul patladı…
4 Haziran 2015 Perşembe
KOÇ ÖFKESİ…
KOÇ ÖFKESİ…
Uyan veya uymayan kafiyelerle acemi şair şiiri gibi peşpeşe dizilir öfkenin nöbeti. Ve koç öfkesi anıları acılı evrilmişliklere kuzu kuzu ev sahipliği eder. Gezbebeğinden sakınılan yaşanmışlıklar veya eksik yaşamışlık ganimetleri de öfkeyle sellenince beklenmedik eleniş de kendiliğinden başlar. Bu ağır düşüşte pratik tökezler ve pragmatigma çöker. Yolculuk uzayınca da sıklaşan öfke nöbetleri cansız kansız bırakır beyni. Öfkesini yutamayanlar çoğaldıkça da ezberler bozulur, sorulan sorular iktidarı sallar ama değişen bir şeyler de yoktur aslında. Ayni tas ayni hamam durumlar durulanır sarı soğuk sularla.
Esir olmak ve robotlaşmak üzere kurulu yeni dünyada ve eski düzende o ne yaparsa en doğrusunu yapar hakkı tanınan sınırsızlar, tanınmaz hale dönüşür sıklaşan öfke nöbetleriyle. O şoklamada akıl zenginliğini kaybedişle de başlar hasar hüsran. Toplumu öyle bir yakar ki katlanılan acılar volkan patladığında dur durak bilmez. O vakit her işi hasıraltı edenler sığınacak liman arar lavların yakıcılığından. Sırra gömülenlerin yüreğine her şeyi silbaştan yaşamak ise artık zor gelir. O atmosferde bir zorunlulukmuş gibi tüm şekerseverler gerçekleri sırlara sırıyıp öfkeyle sağdan sola, soldan enöteye ilenirler dururlar. Kendi payına sönmüş aşkta kavrulmak demektir, elde belde ilde doğruluk masallarıyla. Ve tek yudumda içivermektir bütün öfke nöbetlerini bir bebek gibi masum ve koç edasıyla yalandan.
Ne yazık ki koca koca ayıplar özüne düşmanlaştırır baharın yağmur sağanaklarını. Yaslı yasak anılar ıslaktır ama arındıramaz kara toprağı. Bulaşmıştır bir kere fanusuna, humusuna zehir. Bir camda öfke diğer camda dalkavuklar üşüşürler ve öfkeyle seyrederler yağmur tanelerinin sevincini. Çadırın orta direği kırıldığından gözyaşları güz yağmurlarından beter ıslatır aklın duvarlarını. Zerresi zerresine değse de dinmez öfke, büyür büyür ve seller sular gibi akar bir camdan diğer cama. Canlar dayanmaz bu arsız aldırmazlığa.
Her öfke nöbetine şahane yakıştı valla, sahiden mükemmel diye yaklaşan yancılar arttıkça giyip çıkarılan elbiseler gibi renkten renge girerler öfke kusanlar. Ne menem bir gururlanmadır ki bu kıyafeti üzerine tıp oturan belden büzgülü bir hastalığa doğru dönüşsüz bir ilerleyişi simgeler bu körlük. Genel manşetlerde yerel manşetlerde saklıdır aslında kırmızı kurdelalı armağanlar ve ziyafetli davetlerle şekillendirilen uçuk renkli yüzlerin ucubeliği. Yüzlü yüzsüz tokalaşmasıdır aslında ara nağmelerle uzayan uzatılan dönülmez akşamın ufkundaki fasıl.
Fukaralık başladığında nemli akşam üstülerinde dudak bükülen ve yüzde tatlı tebessümlerle sulandırılan iğreti dostluklar da gün olur biter. O bitiklikte öfke maddi manevi zarar veren bir kültleşmeye dönüşünce ne âlimlik kalır ne bilgi ne de kültür. Zalimlik kaplar ortamı ve dökülür ortalığa şiddetinin dozu ayarsız öfkelenmeler. Önceden hazırlanmış tabakalaşma ve emilecek ne varsa emme hırsı yalnızlaşma başladığında pespembeliği şüpheli yalanlarla bütünleşir. Zamanla o atıp tutmalar ve satmalar sataşmalarla kararır, kızarırı ve kararlılaşır. O keskin kararlılıkta azı karar çoğu zarar ibretliği unutulur ve herkes kötü, düşman, hain sanılır. Hak ve halk bir yana yerli yersiz öfkelenmek ise en doğal haktan sayılır.
İşte o övünülen sapkın tavırlılık aslında zamanında hiç arzulanmayan, hiç sevilmeyenlere artan dozda bir benzeşmedir. Efil efil esintilerle denizin otağında dinlenilen ve demlenilen akşamlarda gökkubbeyi dolduran yıldızlara ihanettir bu eşleşmeler ve benzeşmeler. Gerdana vuran kımıltısızlığı omuzlara değen meltemleri bir yana koyup tumturaklı yanlışlara sürüklenmenin ilk adımlarıdır bu yerli yersiz öfkeleniş ve öfkeyi kontrol edemeyişler.
İşte o beter günler geçip yeter günleri geldiğinde veya yaklaştığı hissedildiğinde pamuk yumuşaklığında ve saten tutumluluğunda sinirler gerilir ve ak günler kara gecelere dolar. Yıllarca sürecek sürgünleyecek birliktelikleri bir kalemde çizmekle yüzleşmektir aslında gün ışığına hasretlik ve çıkış yolu. Gün ışığına çıkarılmaması gereken ise o arsız kızgınlıktır. Hep varolacağı sanılanların kaybedilişini, kaybedildikçe kazanılanların hesabının verileceğini belirleyen bir ortamın doludizgin gelişinin görülmesidir o kızışmanın temeli.
Öfkeyi kurgulayan, kusursuzluğun kusurunun çok elden bol dilden ortaya serilmesidir. Öfkeyi kudurtan ise yetkinliğin, etkinliğin azalarak elden yitip gidecek olmasıdır. Göğüs gergin, baş dik, direnç sağlam günlerinden çürük zeminli kırılgan günlere basmak gerçekliğidir kafadan kopuşun nedeni. Camdan, candan uzaklaşmadır aslında öfkeyi her alana endekslemekle kurtulunacağını sanmak.
Öfkeden medet umusu biraz da akınlar ve akımlar karşısında çaresizlikten doğan hışımla akıl sağlığının zorlanmasıdır. Hakım derken hakkım demek sağlık bozulmasının emaresidir kılcaldan kanala. Zaten kimden kime dost, hangi ayıdan post çıkarılabileceğinin şaşırılmasıyla düşülür öfke tuzağına. Ve binilir uçan gemiye hakkıyla yüzme bilmeden. O şuursuzluk halısında kramplar damar damar yayıldığında ise su yuttukça ağırlaşır beden ve dibe vurulur.
O boğuntuda uyan uymayan kafiyelerin yerini duyan duymayanların içini ezen Kaf dağının ardına dahi ulaşan sinkaflar alır. Peşpeşe katarlanır öfke nöbetleri ve nöbet sahibini olabildiğince sahipsizleştirir.
Ve tatlı hayat uzaklaşır yavaş yavaş, seçimli seçimsiz ve hangi çılgın yürüyüş eylenmişse eylensin. O meylenmişlikte Maazallah en kötüsü ise acınacak hale düşmek veya eğlencelik olmaktır veya kifayetsiz kafiyelenmektir geleceğe.
Bu öfke kontrolsüzlüğünün hat boyu yayıldığı, had safhaya çıktığı günlerde 'koç öfkesi'ni hiç bilmeyenlerin öğreneceği, öğrendiğinde hiç olacağı günler de çok yakın gibi...
Uyan veya uymayan kafiyelerle acemi şair şiiri gibi peşpeşe dizilir öfkenin nöbeti. Ve koç öfkesi anıları acılı evrilmişliklere kuzu kuzu ev sahipliği eder. Gezbebeğinden sakınılan yaşanmışlıklar veya eksik yaşamışlık ganimetleri de öfkeyle sellenince beklenmedik eleniş de kendiliğinden başlar. Bu ağır düşüşte pratik tökezler ve pragmatigma çöker. Yolculuk uzayınca da sıklaşan öfke nöbetleri cansız kansız bırakır beyni. Öfkesini yutamayanlar çoğaldıkça da ezberler bozulur, sorulan sorular iktidarı sallar ama değişen bir şeyler de yoktur aslında. Ayni tas ayni hamam durumlar durulanır sarı soğuk sularla.
Esir olmak ve robotlaşmak üzere kurulu yeni dünyada ve eski düzende o ne yaparsa en doğrusunu yapar hakkı tanınan sınırsızlar, tanınmaz hale dönüşür sıklaşan öfke nöbetleriyle. O şoklamada akıl zenginliğini kaybedişle de başlar hasar hüsran. Toplumu öyle bir yakar ki katlanılan acılar volkan patladığında dur durak bilmez. O vakit her işi hasıraltı edenler sığınacak liman arar lavların yakıcılığından. Sırra gömülenlerin yüreğine her şeyi silbaştan yaşamak ise artık zor gelir. O atmosferde bir zorunlulukmuş gibi tüm şekerseverler gerçekleri sırlara sırıyıp öfkeyle sağdan sola, soldan enöteye ilenirler dururlar. Kendi payına sönmüş aşkta kavrulmak demektir, elde belde ilde doğruluk masallarıyla. Ve tek yudumda içivermektir bütün öfke nöbetlerini bir bebek gibi masum ve koç edasıyla yalandan.
Ne yazık ki koca koca ayıplar özüne düşmanlaştırır baharın yağmur sağanaklarını. Yaslı yasak anılar ıslaktır ama arındıramaz kara toprağı. Bulaşmıştır bir kere fanusuna, humusuna zehir. Bir camda öfke diğer camda dalkavuklar üşüşürler ve öfkeyle seyrederler yağmur tanelerinin sevincini. Çadırın orta direği kırıldığından gözyaşları güz yağmurlarından beter ıslatır aklın duvarlarını. Zerresi zerresine değse de dinmez öfke, büyür büyür ve seller sular gibi akar bir camdan diğer cama. Canlar dayanmaz bu arsız aldırmazlığa.
Her öfke nöbetine şahane yakıştı valla, sahiden mükemmel diye yaklaşan yancılar arttıkça giyip çıkarılan elbiseler gibi renkten renge girerler öfke kusanlar. Ne menem bir gururlanmadır ki bu kıyafeti üzerine tıp oturan belden büzgülü bir hastalığa doğru dönüşsüz bir ilerleyişi simgeler bu körlük. Genel manşetlerde yerel manşetlerde saklıdır aslında kırmızı kurdelalı armağanlar ve ziyafetli davetlerle şekillendirilen uçuk renkli yüzlerin ucubeliği. Yüzlü yüzsüz tokalaşmasıdır aslında ara nağmelerle uzayan uzatılan dönülmez akşamın ufkundaki fasıl.
Fukaralık başladığında nemli akşam üstülerinde dudak bükülen ve yüzde tatlı tebessümlerle sulandırılan iğreti dostluklar da gün olur biter. O bitiklikte öfke maddi manevi zarar veren bir kültleşmeye dönüşünce ne âlimlik kalır ne bilgi ne de kültür. Zalimlik kaplar ortamı ve dökülür ortalığa şiddetinin dozu ayarsız öfkelenmeler. Önceden hazırlanmış tabakalaşma ve emilecek ne varsa emme hırsı yalnızlaşma başladığında pespembeliği şüpheli yalanlarla bütünleşir. Zamanla o atıp tutmalar ve satmalar sataşmalarla kararır, kızarırı ve kararlılaşır. O keskin kararlılıkta azı karar çoğu zarar ibretliği unutulur ve herkes kötü, düşman, hain sanılır. Hak ve halk bir yana yerli yersiz öfkelenmek ise en doğal haktan sayılır.
İşte o övünülen sapkın tavırlılık aslında zamanında hiç arzulanmayan, hiç sevilmeyenlere artan dozda bir benzeşmedir. Efil efil esintilerle denizin otağında dinlenilen ve demlenilen akşamlarda gökkubbeyi dolduran yıldızlara ihanettir bu eşleşmeler ve benzeşmeler. Gerdana vuran kımıltısızlığı omuzlara değen meltemleri bir yana koyup tumturaklı yanlışlara sürüklenmenin ilk adımlarıdır bu yerli yersiz öfkeleniş ve öfkeyi kontrol edemeyişler.
İşte o beter günler geçip yeter günleri geldiğinde veya yaklaştığı hissedildiğinde pamuk yumuşaklığında ve saten tutumluluğunda sinirler gerilir ve ak günler kara gecelere dolar. Yıllarca sürecek sürgünleyecek birliktelikleri bir kalemde çizmekle yüzleşmektir aslında gün ışığına hasretlik ve çıkış yolu. Gün ışığına çıkarılmaması gereken ise o arsız kızgınlıktır. Hep varolacağı sanılanların kaybedilişini, kaybedildikçe kazanılanların hesabının verileceğini belirleyen bir ortamın doludizgin gelişinin görülmesidir o kızışmanın temeli.
Öfkeyi kurgulayan, kusursuzluğun kusurunun çok elden bol dilden ortaya serilmesidir. Öfkeyi kudurtan ise yetkinliğin, etkinliğin azalarak elden yitip gidecek olmasıdır. Göğüs gergin, baş dik, direnç sağlam günlerinden çürük zeminli kırılgan günlere basmak gerçekliğidir kafadan kopuşun nedeni. Camdan, candan uzaklaşmadır aslında öfkeyi her alana endekslemekle kurtulunacağını sanmak.
Öfkeden medet umusu biraz da akınlar ve akımlar karşısında çaresizlikten doğan hışımla akıl sağlığının zorlanmasıdır. Hakım derken hakkım demek sağlık bozulmasının emaresidir kılcaldan kanala. Zaten kimden kime dost, hangi ayıdan post çıkarılabileceğinin şaşırılmasıyla düşülür öfke tuzağına. Ve binilir uçan gemiye hakkıyla yüzme bilmeden. O şuursuzluk halısında kramplar damar damar yayıldığında ise su yuttukça ağırlaşır beden ve dibe vurulur.
O boğuntuda uyan uymayan kafiyelerin yerini duyan duymayanların içini ezen Kaf dağının ardına dahi ulaşan sinkaflar alır. Peşpeşe katarlanır öfke nöbetleri ve nöbet sahibini olabildiğince sahipsizleştirir.
Ve tatlı hayat uzaklaşır yavaş yavaş, seçimli seçimsiz ve hangi çılgın yürüyüş eylenmişse eylensin. O meylenmişlikte Maazallah en kötüsü ise acınacak hale düşmek veya eğlencelik olmaktır veya kifayetsiz kafiyelenmektir geleceğe.
Bu öfke kontrolsüzlüğünün hat boyu yayıldığı, had safhaya çıktığı günlerde 'koç öfkesi'ni hiç bilmeyenlerin öğreneceği, öğrendiğinde hiç olacağı günler de çok yakın gibi...
28 Mayıs 2015 Perşembe
GÖRMEZDEN GELMEK…
GÖRMEZDEN GELMEK…
Olan biteni görmezden ve bilmezden gelerek iç karartan tabloları, yan yatıp, kör bakıp iç rahatlığıyla izlemek hak mıdır değil midir yakında belli olur. Halkın içinde eğer böyle görmezler varsa ve böylesi yağmacı tercihler benim hakkımdır diyor ise şimdilik işin içinden çıkılamaz. Ancak vakti zamanı geldiğinde devran tersine döndüğünde de görmezden gelip yan cebime koyulsun babından geçen hiç kimse, kimse ayılıp bayılıp kendinden geçse de işin içinden asla çıkamaz. Acı olan ise acı tabloyu çocuk görür uslu görmez…
Çocuktan al doğru haberi denir; “Çocuk elinde kalın uçlu fırça, vakitsizce çekirdek görüntüsü ve izlenimi veren bölgeyi bastıra bastıra çağla rengine boyar. Ama bölgeler çağlamaz donar ağlar kalır. Fırça artık kimin elindeyse elinde bana mısın demeden kendi bildiğini okur. Eskilerden yenilere bir demet fırıldaklık sunar ama rengi sevilmez. Sonra dizleri kabuk bağlamış yaralarla kaplı çocuk tualin tam ortasına oturur. Elindeki fırçayı uzatır paletine ve çarpıyı çeker kırmızı kırmızı.
Ve çocuk tablonun sol kenarına imza yerine ‘doğru bilinmedikçe yanlışlar görülmez, yanlışlar ve yanlışta ısrar ise adım adım doğrudan uzaklaştırır’ yazar…”
Büyüklere aforizmalar sıralandıkça da doğrudan saralanılır; Yalan yanlışta boşa ısrarcılık birilerine rekor üstü rekor kırdırır, kasaları doldurur. Havada geceyi dizginleyen ne varsa metni yazar bozar ve her kurum tütsülendikçe büyülendikçe feci uysallaşmalar bulaşır adamakıllı akıllara. Böyledir işte lider olup lider kalamamak. Aboneliğin bönlüğü ise üzümler bir bir kararırken sapsarı güneşe tapınmaktır ve pestillik, pekmezlik üzümüm var bağımda diyerek böbürlenmektir.
Uğurlu uğursuz uğultulardan bunaldıkça nehrin bittiği yerde sessizliğe sarkan korkunç maceraları da görmezden gelmek değil aksine görmek gerekir. Çünkü yalan rızkın azalmasına geçim sıkıntılarının artmasına temel nedendir. Olan biteni görmezden gelmek veya görüp bildiği halde yalanlamak, yalanlamasa da yavanlamak ayıp ötesidir. Görmezler iyi bilir iki cihanda başa gelecekleri. Bilir de olayların kontrolden çıkmasını seyrederler azizler ve muhteremler katında.
Oysa ki dere boyu gün boyu çamaşır yıkayıp, çaplarını çaputlarını ak sakız hale dönüştüren emekçi kadınların altın terinde yakut alınyazısındadır ilahi hüküm ve ebedi hükümet. Ve kasten örülmüş duvarların asaleten yıkılışındadır öngörünün kuvveti ve görmezlerin zafiyeti. Apaçık yaşamı doğuran anaların sürüyle ağıtlarındadır en değişmez tanrısal olgu. Tüm bunları ve benzer değişmez algıları görmezden gelerek almak, allayıp pullamak ve sallamak medrebazlıktan madrabazlığa geçişi sağlar.
Ve her şakacı son yalan en çirkin ve en büyük günahlardandır ilkesini unutmakla başlar. Oysa görmezlerin en iyi bildikleridir bu ilke, yanlış sollarken unutulur nedense. Adam uyutmaya gelindi mi öyle bir ayar çekilir ki ayarsızca kapılar aralanır, aralanır ama ahlak yiter, din iman sallanır, bilene bulana aşk olsun. O demden sonra ihanet ve hıyanet başköşeye kurulur ve görmezleri bekler. Kutsal isyan ise bu yargısız, görgüsüz ve görmezden geliş sürecinin görgülülüğü ve örgünlüğüdür.
Ateş olsalar da gölgelerine bakıldığında zevattan kimileri bazen yüce bazen de cüce olurlar. Yücelik ile cücelik birbirine karışınca görmezden gelmek değil aksine perdeleri aralamak gerekir. Zaten bitli yorgan yandığında beyaz perdede endişe belirir ve kahırlı vedalarla donanmış düşük filmleri başlar. Vatan hasretliği ve millet aşkı derinden etkiler ve tetikler güneş tutulmasını.
Güneşe yolculukta, tutukluluk başladığında cennet ile cehennem yeryüzünde öpüşür. Kim bu sahteci edadan etkilenir ise sonrasında acayip buyurganlığa geçişin hızını artırır ve değişimin hızını engeller. Görmezden gelenler o an ayılsalar da ayyuka çıkmış şiddeti yine de görmezden gelirler. Görmezden gelseler de bezmeldeklerin gözüne gözüne ölümden hiç korkmayanların devri başlar. Ve zulme ve vahşete kölelikten muzdaripler son bir gayret saf değiştirirler ama nafiledir bu ham hamleler.
Umudun tükenişi boğazda düğümlenmiş parça tesirli bombadır. Karanlık yüzlü mayındır parlak ve soğukça ciğere saplanan. O yüzden sakınmak gerek sessizliğin bol tesirli aldatılarından. Görmek, bilmek ve duymak gerek sessizliğin çılgın sesini ve görmezlerin yalan dolan nefesini.
Gözde can tükendiğinde de görmek gerek kazara kayıtlanmış illeti. Fotoğraflanmış o günlerden her yol mubah sıyrılmayı görmezden gelmek çokbilmişliktir belki ama bilginliği zedeler. En gözdenin bile eline kara toprak bulaştığında adalet yerini bulur. Çukurlardan en yüksek çukur beğenilse de bir elmayı kırk kemale pay etmektir âlimlik.
Görmezden gele gele olan biteni yok sayarak ancak zulmün batağına adaletsizliğin sazlığına düşülür. Gözdenin gözdeliğine yazılmak köleliğin bereketine aldanmakla aynidir. Yarım yamalak fedakârlıklar yandım anam seviyesine dekorlandığında zindanlar gözde büyür. İşte o vakit görmezden gelmek işe yaramaz, görmek gerek kara taş duvarların herkese açık olabileceğini. Ve okumak gerekir duvar yazılarını. Kapalı devre canlı yayın gibidir hayat. İzlemek ve görmek gerekir tüm saklanmış gerçekleri. En açıkları bile görmezden gelmek abdest mi bozar yoksa neyi bozar bilmek gerekir enikonu.
Eni boyu olan bitene bakıldıkça örnek alınacak, dersler çıkarılacak binlerce mahrumiyet ziyaret ediyor adamakıllı akılları. Üç günlük dünyada görmek gerek yapılanları edilenleri. Ömür uzatmaz, günah azaltmaz üç maymunu oynamak. İleri geri tüm karışıklıklar karmakarışık bir hal aldığında görmek gerek ilahi emir ve bilimsel işaretlerin insanlık içiliğini ve insanlık dışılığını.
Görmezden gelmek yerine görmek gerek o ilk saftakilerin afra, tafra ve safralığını. Safça da olsa görmek gerek, görmezleri de…
Olan biteni görmezden ve bilmezden gelerek iç karartan tabloları, yan yatıp, kör bakıp iç rahatlığıyla izlemek hak mıdır değil midir yakında belli olur. Halkın içinde eğer böyle görmezler varsa ve böylesi yağmacı tercihler benim hakkımdır diyor ise şimdilik işin içinden çıkılamaz. Ancak vakti zamanı geldiğinde devran tersine döndüğünde de görmezden gelip yan cebime koyulsun babından geçen hiç kimse, kimse ayılıp bayılıp kendinden geçse de işin içinden asla çıkamaz. Acı olan ise acı tabloyu çocuk görür uslu görmez…
Çocuktan al doğru haberi denir; “Çocuk elinde kalın uçlu fırça, vakitsizce çekirdek görüntüsü ve izlenimi veren bölgeyi bastıra bastıra çağla rengine boyar. Ama bölgeler çağlamaz donar ağlar kalır. Fırça artık kimin elindeyse elinde bana mısın demeden kendi bildiğini okur. Eskilerden yenilere bir demet fırıldaklık sunar ama rengi sevilmez. Sonra dizleri kabuk bağlamış yaralarla kaplı çocuk tualin tam ortasına oturur. Elindeki fırçayı uzatır paletine ve çarpıyı çeker kırmızı kırmızı.
Ve çocuk tablonun sol kenarına imza yerine ‘doğru bilinmedikçe yanlışlar görülmez, yanlışlar ve yanlışta ısrar ise adım adım doğrudan uzaklaştırır’ yazar…”
Büyüklere aforizmalar sıralandıkça da doğrudan saralanılır; Yalan yanlışta boşa ısrarcılık birilerine rekor üstü rekor kırdırır, kasaları doldurur. Havada geceyi dizginleyen ne varsa metni yazar bozar ve her kurum tütsülendikçe büyülendikçe feci uysallaşmalar bulaşır adamakıllı akıllara. Böyledir işte lider olup lider kalamamak. Aboneliğin bönlüğü ise üzümler bir bir kararırken sapsarı güneşe tapınmaktır ve pestillik, pekmezlik üzümüm var bağımda diyerek böbürlenmektir.
Uğurlu uğursuz uğultulardan bunaldıkça nehrin bittiği yerde sessizliğe sarkan korkunç maceraları da görmezden gelmek değil aksine görmek gerekir. Çünkü yalan rızkın azalmasına geçim sıkıntılarının artmasına temel nedendir. Olan biteni görmezden gelmek veya görüp bildiği halde yalanlamak, yalanlamasa da yavanlamak ayıp ötesidir. Görmezler iyi bilir iki cihanda başa gelecekleri. Bilir de olayların kontrolden çıkmasını seyrederler azizler ve muhteremler katında.
Oysa ki dere boyu gün boyu çamaşır yıkayıp, çaplarını çaputlarını ak sakız hale dönüştüren emekçi kadınların altın terinde yakut alınyazısındadır ilahi hüküm ve ebedi hükümet. Ve kasten örülmüş duvarların asaleten yıkılışındadır öngörünün kuvveti ve görmezlerin zafiyeti. Apaçık yaşamı doğuran anaların sürüyle ağıtlarındadır en değişmez tanrısal olgu. Tüm bunları ve benzer değişmez algıları görmezden gelerek almak, allayıp pullamak ve sallamak medrebazlıktan madrabazlığa geçişi sağlar.
Ve her şakacı son yalan en çirkin ve en büyük günahlardandır ilkesini unutmakla başlar. Oysa görmezlerin en iyi bildikleridir bu ilke, yanlış sollarken unutulur nedense. Adam uyutmaya gelindi mi öyle bir ayar çekilir ki ayarsızca kapılar aralanır, aralanır ama ahlak yiter, din iman sallanır, bilene bulana aşk olsun. O demden sonra ihanet ve hıyanet başköşeye kurulur ve görmezleri bekler. Kutsal isyan ise bu yargısız, görgüsüz ve görmezden geliş sürecinin görgülülüğü ve örgünlüğüdür.
Ateş olsalar da gölgelerine bakıldığında zevattan kimileri bazen yüce bazen de cüce olurlar. Yücelik ile cücelik birbirine karışınca görmezden gelmek değil aksine perdeleri aralamak gerekir. Zaten bitli yorgan yandığında beyaz perdede endişe belirir ve kahırlı vedalarla donanmış düşük filmleri başlar. Vatan hasretliği ve millet aşkı derinden etkiler ve tetikler güneş tutulmasını.
Güneşe yolculukta, tutukluluk başladığında cennet ile cehennem yeryüzünde öpüşür. Kim bu sahteci edadan etkilenir ise sonrasında acayip buyurganlığa geçişin hızını artırır ve değişimin hızını engeller. Görmezden gelenler o an ayılsalar da ayyuka çıkmış şiddeti yine de görmezden gelirler. Görmezden gelseler de bezmeldeklerin gözüne gözüne ölümden hiç korkmayanların devri başlar. Ve zulme ve vahşete kölelikten muzdaripler son bir gayret saf değiştirirler ama nafiledir bu ham hamleler.
Umudun tükenişi boğazda düğümlenmiş parça tesirli bombadır. Karanlık yüzlü mayındır parlak ve soğukça ciğere saplanan. O yüzden sakınmak gerek sessizliğin bol tesirli aldatılarından. Görmek, bilmek ve duymak gerek sessizliğin çılgın sesini ve görmezlerin yalan dolan nefesini.
Gözde can tükendiğinde de görmek gerek kazara kayıtlanmış illeti. Fotoğraflanmış o günlerden her yol mubah sıyrılmayı görmezden gelmek çokbilmişliktir belki ama bilginliği zedeler. En gözdenin bile eline kara toprak bulaştığında adalet yerini bulur. Çukurlardan en yüksek çukur beğenilse de bir elmayı kırk kemale pay etmektir âlimlik.
Görmezden gele gele olan biteni yok sayarak ancak zulmün batağına adaletsizliğin sazlığına düşülür. Gözdenin gözdeliğine yazılmak köleliğin bereketine aldanmakla aynidir. Yarım yamalak fedakârlıklar yandım anam seviyesine dekorlandığında zindanlar gözde büyür. İşte o vakit görmezden gelmek işe yaramaz, görmek gerek kara taş duvarların herkese açık olabileceğini. Ve okumak gerekir duvar yazılarını. Kapalı devre canlı yayın gibidir hayat. İzlemek ve görmek gerekir tüm saklanmış gerçekleri. En açıkları bile görmezden gelmek abdest mi bozar yoksa neyi bozar bilmek gerekir enikonu.
Eni boyu olan bitene bakıldıkça örnek alınacak, dersler çıkarılacak binlerce mahrumiyet ziyaret ediyor adamakıllı akılları. Üç günlük dünyada görmek gerek yapılanları edilenleri. Ömür uzatmaz, günah azaltmaz üç maymunu oynamak. İleri geri tüm karışıklıklar karmakarışık bir hal aldığında görmek gerek ilahi emir ve bilimsel işaretlerin insanlık içiliğini ve insanlık dışılığını.
Görmezden gelmek yerine görmek gerek o ilk saftakilerin afra, tafra ve safralığını. Safça da olsa görmek gerek, görmezleri de…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder