22 Kasım 2015 Pazar

babalık

KURULTAY DÜĞMESİNE BASILDI…

Yurtta son on küsur yıldır sanki bir anda birileri düğmeye basıyor, bir anda düğmeye basılıyor, hiç olmayacak denilenler mucizeymişçesine oluveriyor ve toplum düzenekleri bir şekilde yeniden dizayn ediliyor.

On yıllarca özellikle beklentilerin dibe vurduğu her yerel genel seçimden sonra, şu seçim-geçim çıkmazında, ana muhalefet partisinde ‘Büyük demokrasi şöleni’ adıyla genel merkez destekçilerinin ve parti içi muhalefetin havanda su dövdüğü geçmiş kurultaylara bakılmaksızın sonucu baştan belli kurultaylara yeniden hazırlanılıyor.

Şimdi de hazırlığı devam eden, delege seçimlerine başlanan son günlerde dosta düşmana karşı bir olağan-olağanüstü kurultay kapışması yaşanıyor…

Yurtta “Bir yanda kampçı katı bir bencillik, ortada sivil faşizm, bir yanda resmi çekilmiş isimsiz bir sefalet sürmekte” iken her özel değerlendirmeler ve tüm tüzel değerlendirmeler dinamik sol bakış açısıyla yapılmalıdır.  Yapılmalıdır ancak on küsur yıldır hiçbir seçimde bu olmuyor.

Yani seçmenin bir türlü eli gitmiyor, aklı varmıyor nedeni belli olsa da, olmasa da...

Yurttaş her seçimde sığ sağcılıkla hep güçlüden yana tavır takınıyor ve ana muhalefet partide anında siyasi hikâye nereye giderse biz de oraya kadar gideriz mantığıyla kurultay düğmesine basılıyor.
Basıldı yine.

Partide olağanmışçasına olağandışı yetkilerle donanmışlığın etkisi kamuoyunda yetersiz kalınca, özellikle peş peşe planlanan son iki genel seçimde iktidara yürüyüş bin bir vaade karşın periyodik olarak sağlanamadıkça, tüm rasyonel projeler Allahçı akıl ve ılımlı İslam irade duvarına çarpınca tüm siyasal arayışlar ve yılların bekleyişi yine açıkta kaldı.
Parti beklenen reform bilinçli bir pratikle ve düzeyli bir katılımla yine yeniden gerçekleştirilemeyince kurullar, kurultaylar toplayarak kendini kilitliyor, kapılarını kapatıyor topluma. Bu hayata mola vermek gibi bir şey ve her molada atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Siyasete yakın uzak her kesimin alaysı bakışla beklediği de bu aslında.
Bu alenen baskı ve kaos ortamında sıkıştırılmış iki genel seçimden sonra, sıkışık biçimde ardı ardına yapılacak ilçe kongreleri ve büyük kurultay asla ilaç olmaz yaraya.  Merhem olmaz Sosyal demokrasinin hastalığına.
Hastalık devam ederse kim ne derse desin beldelerden ilçelere yapılan, ilçelerden illere yapılacak olan kongrelerde büyük kurultaya kilitlenmiş asma kilit isimlerle, kilitli kapıları açmak gibi karmaşık tasarımları olan ve benzerleri geçmişte kalan bir kurultaylar süreci açılıyor partililerin önüne.
Partizan çıkışlarla gözler dünyaya kapatılıp bu kurultaylara hazırlık olanca hızıyla sürdürülürken CHP dışında bir sosyal demokrat partinin gereksinim olduğuna inananların da oranı maalesef yükseliyor.
Meseleye bir de bu açıdan bakmak gerek…
Son yıllarda öyle bir virüs bulaşmış ki partiye değişimin gücü daima engelleniyor. Sadece parti içi iktidar kollanıyor, kovalanıyor ve böylece asıl hedefler şaşıyor. Bu şaşkınlıkta Parti içi adaylaşmalarda beliren oranlar, koyulan kotalar kalkar ve her türlü adaylıkta ön seçim uygulandığında bütün sorun kökünden hallolur, demekle de olmadığı görülüyor. Parti yıllardan sonra iyi kötü bir önseçim yaptı, peş peşe sıkıştırılan iki genel seçim seçim sonucu da ortada.
Parti içi iktidar mücadelesi sıra dışı oyunlarla, yapay gündemler yaratıp, fırtınalar koparmadan içten içe, içten en dışa esecek sol rüzgârın muazzam fısıltısı dinlenerek yapılmaz ise sonuç elbette hüsran olur. Zafere vade uzar. Dâhice planların ve karmaşık tartışmaların ürünü her kurultayda olduğu gibi, bu kurultay öncesine sıkıştırılan bu üç beş ay süresince parti içi yarışta kuvvetliden yana imza verecek-oy verecek delegelerin peşine düşülecek yine.
Ve bu kurultay kim ne derse desin genel başkanı iyice yıpratacak ve kurduğu kadrosuna daha en başında güç kaybettirecektir. Çünkü bu sıkışıklık bıkkınlık verir. Değişim umudunu taşıyan kadroları yılgınlığa iter. Kenara iter. Kongre süreçlerinin işlediği şu günlerde yöntemi nasıl olursa olsun seçilen delegelerin kurultaya nasıl bir ağırlık koyacağı şimdiden belli ise ileri de yeni hayal kırıklıkları yaşanmaması da mucize olur.
Bu kurultayda bitik, yitik, silik hayatlardan benzer anılar derlememek için kemikleşmiş, keskin imajların kırılması şarttır.
Kırılmaz ise Genel başkanın etrafı ayıklanmadan sözde açılım ve katılımlarla, değme çalımlarla,  belirlenecek bir örgüt şeması başarı yerine çatışmayı günceller. Böyle bir sonuçla bitecek bir kurultay olması da gayet mümkün. Değişik vitrin süsleri ile süslü, kulüpleşen bir parti olunması da muhtemel.
İşte bu bozuk düzen tuzağına bu kez düşülmemelidir.
Ayrıca bu kongreler ve kurultayın Partide ayrışmayı tetikleyecek, tasfiyeleri başlatacak bir sürecin başlangıcı olabileceği de düşünülebilir. İki yapının da tam egemen olamayacağı kılıçların çekildiği bir bölünme sürecine de çekilebilir seçili kadrolar.
Bu nedenle her ilçe başkanı, tüm il başkanları ve Genel Başkan kılıcını ve maharetini parti içi yarışlarda değil, ülke siyasetinde kullanmalı.
Bu sıkıştırılmış sıkışmış trafik kitaplı kitapsız, analitik tahlillerle açılamaz, işler yoluna koyulamaz. Kongreleri ve peşindeki kurultayı, içi dışı bir kaynayan, yerelde tek adres, genelde çok ses, bol renk ama tek yürek bir parti imajı atağına dönüştürmedikçe sonuç zarar ziyan olur yine.
Yine düğmeye basılır ve en büyük düşler çalındıkça çalınır…
Değişimin doğal yöntemi şudur aslında, yerinmeye ve dövünmeye ve de övünmeye hiçte gerek yoktur. Her şey ortadadır. Reel iletişim kesildiğinde hesap kitap bir yana ilk ileri çıkanın boynu vurulur. Kulislerdeki, ayvanlardaki kırık sohbetlerde gönlü kırıklar dışlanır. Kitlesel yarışta iletiler öncü güç yöntemlerle açıklanmadığından sol için aranan kan da bulunamaz. Bu kongreler ve kurultay işlevi sadece sol görünerek soluklanmak olanların işine yarar. Ya da aranan kan bulunsa bile kan uyuşmazlığı baş gösterir bu seçimden seçime hırpalanmış bedenlerde.
Değişimin göstergesi ise ‘Emek borsası kolonicilerinin kongreler ve kurultay aşamasında mıymıntı faytonlara bindirdiği kafa kol takıntıları değil birilerine ağır gelecek ama emek esaslı komitesel ilkelerdir ve yerelden genele kurtuluş meclisleridir…’
Yaklaşık yüz yıllık genç Cumhuriyet umutları bir kurultayla filizlenmez. Bin yılda filizlenenler ise bir kurultayda kör orakla biçilemez. Ve değme simyacılarca asla gereğince değerlendirilemez. Her kurultay bir sonraki kurultaya genlerde var olan bir göçebelik yansımasıdır yalnızca. Anlayanlar anlar.
Biz de düğmeye bastık.
Her kongreler ve kurultay dönemecinde Dünyaya öğretecek hiçbir şeyi olmayanların, cevval siyasi tüccar kesilmelerini, solun yalancı cennet avcılarının, eskiye dönüş kavşağında göstermelik çabalarla delege belirleyiciliğine soyunmalarını, iyi giyimli kuşamlıların görkemli cellâda dönüştüğünü gördükçe, Delege seçimleri öncesi ilk ve son yazımız da bu olsun.
Kongrelerde bakarız icabına… 

11 Kasım 2015 Çarşamba

GALATAHANE’DE CAMLI ŞİŞE…

GALATAHANE’DE  CAMLI ŞİŞE…

Sular karardıkça kararır Galata’da
Galatahane’de camlı şişeler
Suskunca susuyor us.
Her uskumru sağanağında kararır uslar
Buğulanır anılar ve beyaz
Sular.
Aşklar, kara sevda, sevdalar
Köprü altı aşkları yakar demir köprüleri
Eritir dünyayı.
Cam gövdendeki suya kamış batıyor derviş
Çile denizini köpürtüyor zaman
Lüle lüle konmuş şehrin üstüne kubbeler
Kulpuna tutunmuşum yalımın
Çömlekçi çamuru çatlıyor cam Kabe’mde.
Serden geçen şarkılar hep bir ağızdan okunur
Okunurken tömbekiyi ısıtır nefesler
Üflenen camdan cana geçer tılsım
Kor ateşli bir keyifsin sen ey gafil.
Galatalı can dedenin efsunlu cam şişesindeki cin
cimcime korkuluğudur.
Marpucumun ucu sedef imamelidir
Elimin içi terliyor derinden
Nedeni bellidir.
Zaten banane zevkin zesinden
Tütsülenen yaşamın
zerresinden zerinden, zerrinden.
Can cana cam camadır hasıraltı edilen iş
Kehribar başlı Tophane’de lekeli güneş
batıyor işin doğasına uygun
Top atıyor Top ağacı’nda.
Hindistan cevizi tadındasın şahım
Ceviz kabuğuna gizlisin pirim
Ahım ateşim maşaya geçiyor
masa başında.
Naaşımın külleri arşınlar Manşı,
meşeyi delen kararlılığım usulca geçer arşı
kordon boyunda her köşe başı nargile marşı.
Nargile,
Denize ay beler
ayası hayası hülyası birdir bir
Ay ayşe ay yüzlüdür, yüzler camda şekillenir
Sular karardıkça kararır Galata’da
Galatahane’de camlı şişeler aydınlanır.
Suskun buğulu sularda anılar solar
gövdemi sular her gece
fokurdarım sabahlara kadar sayende
camlı canlı şişe.
Şişelerde can
lüle lüle yansın lülem Lalelim siyah lalem
İçine güvercin gibi süzülerek soğutacağım nefesini.
Çünkü gönlüm geciktirilmiş sohbeti arzular şimdiden
Zamanıdır şimdi dem de dem.
Meyve aromalı tömbekim bahane
Galata’daki camlı şişe şahane
Surlar kapandıkça tüm yönlere gizlerim seherini.
Her seher gaz lambaları ışıtır köprüleri
Canlanır eşsiz yuvanın kuramları kavramları
Işıtır bitmeyen kavgaları.
Ve kümbetlere dolar şavkın
aşkın şavkı vurur kızaran yüzüne
canlı fasıl başladığında serden geçilir
yardan geçilmez.
Geçilmez ne yardan ne anadan.
Bir camlı köşk dayanışmasıdır nefesime nefes
Nefes nefese değdiğinde
Kör kuyulu bir harcanıştır ömürden artan.
Güle güle, güle olan hasretliktir en hasından
fesinden, efesinden, enfesinden
gök kubbeden akandır kentin arastada kalan gövdesine ilişen.
Eli işte gözü oynaştalığın reddidir harbisinden
nitekim tercihim senle diye başlatılan
alın teridir terk edilen.
Ve sen eksik nefes
tek nefestir
tek başına benimle sonlanan.
Gül balım, keskin elma sirkem, ananasım, babayasım
Cam gövdedeki suya mahşere kadar yasağım
Yasaksın namıma, adıma.
Adım adım süzülürüm,
duman duman içine sürünürüm
Tesbih tesbih oltudan dizerim seni boynuma
Altın boynuza, boğazıma.
Boyumdan büyük işlere kalkıştım boyuna
Şimdi seni istiyorum
Sayıma suyuma, huyuma
Uyuma.
Dinliyorum seni Galata’da
dinlediğimde dinlenmiş ve senden sana af dileyerek.
‘Yar saçların lüle lüle, yar benziyor beyaz güle…’
Hala şansımız var sanki hala,
Sırça köşkte bekliyorum
Uyarına.
Terennümün arasında cam gövdene dokunuyorum
bir dokun bin ah işvesi
teneffüs arası
işitince tinimin telkinini mavi cam eriyor
erkenden eriyorum dumanlanan Galata fonunda.
Köprüaltı aşkları narlı, harlı ve cilalıdır
Bal ve süt banyosunda takılı aklım
Anılar salkım salkım, dağılıyorum
dağılıyor nurlu aklım.
Caymıyor bu beden senden şişe şişe
Şişe şişe işleniyorum.
Yazı kışı köşelerden sızıyor
Yaz ayları boyunca mekan mekan kışı özlerim.
Kışın mekansızlığında ise ilkbaharı
ama sonbaharı yaşarken yaşım
Kafamı takmadan özlerim
içimdeki canavarı dirilten narı.
Artık genç bir adam değilim
mutluluk kapım yarı açık kalmış.
Eşikten içeri bir cam billur kıvranışı
kamışa su yürümüş cam şişeden
dumanlanıyorum tam kıvamında
duman duman.
Gömlek değiştiriyor kubbeler, gümüş alyanslı küpeliler
çömlek çamurundan teneşir çatlıyor Kabe’mde.
Kavlimde kor ateş, kalbimde köprüaltı aşıklar ve kalem.
Kurşun kalem kazası, görünmez nefes
külliyen sanadır tüm evrilişim
yıkılmış kalem.
Kavrulmuş fındık kalem.
Acılar lale lale dağılsın gülüm, siyah lalem
bıldır sen içime bıldırcın gibi süzülecek
en sıcağım, son sıcağımsın.
En son durağımsın.
Tembihliyim anadan babadan, atadan
öncekim, sonrakim, ahretim,
tömbekim sensin.
Hisarlardan yayılıp şehrin gövdesine yapışan hale
tövbekar olursa sayılı zaman

vallahi  billahi helalimsin…

ŞANSLI YAĞMUR

ŞANSLI YAĞMUR

Şansıma tüküre yağmurlar, şanssızlığıma.
Şansıma yağmur mevsimi düştü
Üşüdüm ve üşendim akıl serinliğinde, üstüme üstüme sahipsiz şarkılarla.
Titrettin yüreğimi yine inceden
İnce telinden.
Şarklılığım şahlandı, kızgınlığımı kuzeyden aldım
bir şanslı yağmurla evrildim.
O eşsiz yağmurla vurdum aslımı kaleye, giresinden limana
zulamda topal bir kale.
Yağan yalnızlıkta valizlerim bir bir ıslanmış
Kırmızı hırkam da.
Bir şavalak yağmurla topladım denizi ıslak kaygan iskeleden
Ayın şavkına değdi başım.
Deniz yağmalanmış
Yağma yok yine mert ve yağız
Yalnız liğme liğme mavimtırak yağmurluklu.
Sarıp sarmaladım ölümsüzlüğe, ölümüme inatla
dağlı yaralarını yaralarıma merhemledim
lehimlendim sonsuza, ağılandım.
Kırklar kapısında eyilendim, ağladım.
Porsiyon porsiyon pozisyon sunağında sunalandım
Sundurmada taş baskılı bağışıklık zedelenmesi.
Asker çok uzaklarda acemim askerce ağladığında
bir kuru selamla uğurladım sapkın güneşi ve şemsi
şemsin mihrinevini.
Garipçe uzandım gökyüzüne
uzaklaştım abdalca yeryüzünden
usumda uz, uza duyum.
Bulutlar esas duruştalar iç kapıda
iç burkan içtimada içli uzafirelik.
Ne şans varmış bende be güzelim
Güzelim yağmurlar mevsimli mevsimsiz yarınlara zehrini akıttı
Akıntıya kürek çekmek mevsimi.
Eşyanın tabiatına aykırı bir benzeşi, kıyı köşe toplanmış
Zapturapt altında.
Boş yere basılı baskılı adımlar
o haki boşlukta kediler sardı dört bir yanımı
sokak kedileri başıboş boş sokaklarda
fareli köyün kavalcısı şerbetsiz ve korkak.
Komşu anneler beslermiş kedigilleri keçi sütüyle
Hemde hepsini hiç ayırmadan.
Bir avanak almanak yağmurla arındım
Maniaklara sitem
arımdan yandım ve uyandım.
Süt kokuyordu pembeler
açık pembe ağızlar
sanki kırkları elliye bağladım oralarda.
Ben bende değilim hiç
ve sanki haziran ortası da değildi
sıcağı da bambaşkaydı
sığınmacı sağcılık sağlığı köreltmiş
öğlen uykuları ararmışım sanki sağlakça.
Uyku peşine solumdan vuruyor salak yağmurlar.
Havayı nem kaplamış
canıma değsin hileciliği bozulmuş haller
bozgun hüllesi vurmuş dillere.
Dalgalar yükseldiğinde adam boyunca
adamlık sıskalayınca ve cüceleşince
ıskalanır insanlık.
Ve nem kapmış damlar çöker
Çöker, çatlar kızılca kiremitler, kıyamet kopar.
Ve damlar yüreğime izinsiz beklentiler umular ve umut.
Boyuna adam olmayı özlermişim meğer
ama şahsıma yalnızlıklar limanı ısrarcı
düştü yüreğime kırık düşler.
Üşüşür beynime düşkünlerin eli
kaç günlük zirve bu, kaç yıllık
buysa eğer kıvamına geldiğinde kıvraklık ayarı
zamansızlık vurdu çağıma, çağrıma kulaksızlık.
Aslında çok çok kolaymış ıslanmamak
bir ıslık çalındı çapsızlığa, çarpıldım
o tiz çığlıkla vurdum sisli limana.
Kendi kendine, kendimleyim özümle
o kadar özel ki özlemlerim
bu kıyıdan karşı yakaya öylesine öylece özlerim.
Kıyılara sığınmış hayat
sanki şanslı yağmurlarla yağan bebek yüzlü şeytan
kıyılmış hayatlara şeytanca.
Şeytanir racim.
Şeyhsiz şehlasız, evlasız ayılmışım aykırıca.
 
Ey kavrulmuş deniz
kavruldukça hayatın özüne sözüne savrulmuş deniz
sayende buldum kendimi.
Bir ben vardı benden dışarı bilmediğim
denizi buldum her mevsimde
içim ısındı.
Bir köy alacasında
tan yerinde, tam yerinde
bir toyda er doğdum.
Bu köyde çok zor işler var be gülüm
Gül desenli bir fonda
güzelim yalnızlık yüz yıllık çile.
Salınsan çarşıda pazarda
akşam üzeri alacasında gül kızarıklığında
her dükkan önü aç sokak köpekleri
dolaşırlar peşinde arsızca.
Alınırsın.
Kızgınım ahtıma bahtıma, tahtırevanlının tahtına.
Renk vermez titrek berber kimsesiz ihtiyarı traşlıyor
talebeyi kırpmış göndermiş
gönderin altında
sokak gezerleri aç açık uyurlar çomarlarla.
Çomak sokulmuş tekerler sevimlice tekerleniyor
Her tekerlemede tekerlenme kısır döngüye kör
Diller lal.
Ve döner dolaşır yağmurlu kıyılara çıkar tüm ana yollar
Sonra sana, sanmalara
Elimle koymuşçasına bir döngü
en sonra yakıp yıkan dövünmelere
en uçta bile sanrılara kavuşma.
Ayrısı gayrısı hepten ayrılık, her dilde sayrılık.
Bir davudi yağmura savruldum damla damla
zerrelendim, zerkedildim akan nura.
Kapansın artık gönlümün açık camları
Devrilsin gözümün özü aşık çamları.
camlara vursun çıplaksı damlalar
anlasın ki ıslağım
ıslak iğne yapraklı çamlar.
Islağım ve üşüyorum
Yüreğim tetikte
aklımda kurşun ağırlığında anlar
tartılamaz anılar
yaylı doldurmalıkta seriye bağlanmış ateş gülleleri.
Namlu yanıyor hasretinden
çamlar devriliyor hasetinden.
Yaşlıyım lakin
hala bisiklete binmeyi öğrenemediğim yaştayım
ve yastayım.
Koç başı ağır demir kapılara tosladığında
yakıştırmalara yakın çekim
diz boyu tuzlu sularda yüzer pişmanlığım.
Uzağım uzaklardan uzak
buz dağından kopmuşum.
Çilekli dondurma çekmez canım hiç mi hiç
donmuş kalmışım ıslak sokaklarda
demek çocuk olmayı da becerememişim gönlümce.
Merdanelere gelesi anılar,
Minareler arası yazılası anlar
bir iri daneli yağmurla büyüdüm
serpildim eridim, erdim.
Artık çok geç ama
serildi gerçekler yol boyuna.
Boyumdan uzun çiçekler arasından
kök salmışsın yüreğime oldu bittilerle.
Gözümün nuru sönmüş sürünmüş
Sürülmüşüm yivli tavlı, av şahane olsa da
alnımdan alınyazımdan vurulmuşum.
Vurgun yemiş süngercilere yumulmuş kara derin kuyu.
Kulum, kuzum kuzgunum
katarakt ameliyatı olmadan sen
ağrılarımı acılarımı kara denize salmışım
iste yeter, haber sal an dar anımda portakal bahçelerinden koşar gelirim.
Fındık içi kadar kaderimse kor ateş, or niyetlenmeler
kaderimsen sen
hiç kederlenmeden sırrına kelepçelenirim.
Kokulu sarı kavun, otlu peynir ve erik rakısı
zıbarana dek içmek var ya sevgiyi
cibinlik çökmüş.
Yağmurlarla yoğrulur en yoğun zifirilik
ziliflerinden düşen damlacıklar son şans
ve şanssızlığımı görüyorum aynileşen yeşilimsi gözlerde.
Gözüm kararıyor
şahsıma düşen her yağmur mevsimi.
Ve nevresim yekparesi bir deniz
ve sen ay yüzlü yağmur
nefesim kesiliyor gözden ırakta.
Nur gözlü deniz
oğlumu göreceksin her pırıltılı damlada
ay yüzlü yağmur
kızımı bulacaksın gökyüzünün deniz renkli her parlayışında.
Ve garipçe uzandığım gökyüzünde
şansıma şansızlığıma höyküren nursuz yağmurları…

8 Kasım 2015 Pazar

SOHBET HOŞ SOHBET

SOHBET HOŞ SOHBET

Söz göz yüz ve hürriyet.
Söz
İki çift söz ve kulüp rakı şişesi
Kilde pişmiş balık
Sarı leblebi
Ve büyükçe kulüp.
Ne sıcak bir ziyafet
Herkes hazır ve nazır
Bir tek Kara Kalpaklı Sarı Paşa eksik
Turkuaz taşlı yüzüğüyle
Denizden gelen dalgalı bir sesle
Ses
Sesler tütsülenmiş havaya
Tütüyorum bir baca gibi
Sönmeye yüz tutmuş köz halim
Beni hiç mi hiç tanımayan bu kente aşığım
Sırılsıklam âşık
Boğazın suları ise kıpkızıl
Kızgın kızamık
Boğazda gizli bir sığınak
Kilde pişmiş lüfer
Seramik kapta sarı leblebi
Karafakide kulüp rakısı
İnce uzunda buzlu aslan sütü
Milli ayıraç
Yeni düzeneklisinden
Ne alımlı bir hayal
Hal bu hal
Hayal ötesi
Herkes var ve bir afet manzara
Başdöndürücü güzellikler demlenmiş
Dem dem üstüne
Şöminenin karşısında pespembesin
Göz değdi bir kere
Göz
Bir çift göz ve şişede kırmızı balık
Balıketi
Tam far, kıyamet senaryolarından beter bir fon
Çolpanlarda bir ışık kayar sessiz sedasız
Dünya zehirlendikçe
Zehirlenir
Bir güzel
Tutsak yüreklerde hürriyet bereketlenir
Şahlanır özgürlük
Ey şah hürriyet, hürrüyet
Yüz görümlüğü anı heyecanlılığı
Yüz
Yüz yıllar geçse de yeter de artar bir çift göz
Bir çift söz
Gözler kararır dünyalar aydınlanır
İç gömleğini giydiğinde şiir
Çıkardığında şair
Dışarıda kar
Kar sepeliyor sulu sepken
İki muhabbet kuşu öpüşüyorlar buz camda
Sohbet
Sohbet hoş sohbet
Ve sen herkeslerden başkasın, bambaşka
Külden doğmuş bir beden
Benlikten kurtulmuş bir beden
Buzdağı bir ten
Ve nar renkli bir ateş
Ve sarı saçlarınla
Güneşin ağarttığı saatlerde yeni bir hayat
Yepyeni
Ne olacak sanki bir kerelik ol denilse ve olsa
Destursuz fütursuz
Alem elalem hazır ve nazır
Erketede erkenden minderler kapışılmış
Kurulmuş zemberek
Bu zemheri de
Bir kara kalpaklı sarı paşa gelmedi
Turkuaz taşlı şövalyesi bende emanet
Denizden esen lodos sensiz sedasız
Sessiz
Tütüyoruz Bandırma gibi
Beni hiç sevmeyen bu kentte sevgiliyim
Kendi kentimde mülteci
Sarılsam bana yazık
Boğazın kıpkızıl sularında canan
Sarılmasam aşka yazık
Bahane hazır kara toprak
Topraktan korku destisi kırılmış
Kilde pişmiş aşk
Kıpkızıl sularda nazlı yar
Sarı saç, mavi göz ve söz
Söz olsun
Masalda kulüp rakısı
Kırklar kapısı
Elimde ellilik, az ötemde yetmişlik, aklımda yüzlük
Sözün bittiği yer
Söz
İki çift söz var çığlık çığlığa suskunlaşan
Ay beyaz beyaz parlayınca
Yârin sararan zülfü Zülfikar
Zift karası boğaz
Boğazda altın boynuz
Hal içler acısı, cana işler canana
Romantizm işte böyle bir şeydir
Unutulur her şey
Veya en derinden anımsanır
An dır kalsın

Akılda kalan, sessizlik, söz, göz, yüz ve hürriyet.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder