22 Kasım 2015 Pazar

müjdeler....

MÜJDE, İSTİKRAR GELECEK…

MÜJDE, İSTİKRAR GELECEK…

92 yılda bu kaçıncı tek başına iktidar. Bu kaçıncı tek başına iktidarda ardı ardına tekleyen, sıfırlayan, sıfırlanan ekonomi. Bu kaçıncı tek başına iktidardan sonra, halkın kaçıncı kez kendi başına kalmışlığı ve tekrardan kaçıncı tek başına iktidar. Bu kaçıncı geçim tıkanınca, istikrar senaryolu seçim. Kaçıncı seçim, sayım suyum yok. Bakmak gerek yakın tarihe kara gözlüksüz, çıplak gözlerle ve yansız akılla. Ayrıca unutmamak, bilmek gerek bu kaçıncı bir türlü gelmeyen istikrar ve defaatle istikrarla müjdelemek ve müjdelenmek…

Son on beş yılda Cumhuriyet tarihinin en güçlü iktidarını çıkaran her genel ve yerel seçimden sonra sözde erenler ağzıyla ve lafta çok bilenler tarzıyla müjdelenen veya dayatılan ekonomide istikrar ve ülkede birlik beraberlik masalları tutmayınca, ekonomi dibe vurup, ülke bölünme noktasına gelince bir haller oluyor yürütenlere. Hakkınca yönetemeyenler, adilane yürütemeyenler sarılıyorlar, sarkıyorlar memleketten insan manzaralarına.

Bir haller oluyor memleketin ekonomisine, ekonomistine, siyasetçisine… Demokrasisine… Demokratlarına, teknokratlarına… Bir haller…
Ekonomisi de demokrasisi de, lafta akademisyenleri de, sözde demokratları da, gözde teknokratları da ve halkının yarısı da dünya ölçeğinde sınıfta kalan bir ulus olmaktan usanmadı, ulus devlete kızmaktan bıkmadı. Ulus devleti kuranla hesaplaşmaktan bezmedi, uyanmadı gitti şu memleketten insan manzaraları ve bezmeldek seçmen.

Fıkra gibi gerçekten; ‘ Muhtarın canı köyündeki zengin fakir ayrımına, gittikçe artan yoksulluğa ve günden güne açılan ekonomik uçuruma sıkılmış. Toplamış ahaliyi, ikna turları atmış bire bir, zengin fakire yardım etsin diye. Millet biraz denk hale gelsine uğraşmış didinmiş. Gel zaman git zaman muhtara son durum sorulmuş, muhtar; % 80 başardım, yoksulları ikna ettim sıra zenginlerde…’ Fıkra gibi gerçekler…

Cumhuriyet tarihi ekonomik açıdan dönemler itibariyle tarihsel yanılgılar, yanıltmalar ve faşizanca dayatmalarla doludur. Cumhuriyet tarihi ekonomisi dönemleri içinde değerlendirilmez ve incelenmez ise, yapılan tüm toptancı değerlendirmeler ve irdelemeler güvenilecek bir sonucu vermez. Hiçbir akılcı araştırmaya zemin teşkil etmez. Saptamalar kim tarafından yapılırsa yapılsın, birbirinden çok farklı, birbirine tamamen zıt ekonomik modeller izlenildi denilse de hiç de öyle değildir. Ekonomik dönemlere ayrı ayrı tahlil yöntemleri uygulandığındandır bu karmaşıklık. Yoksa değişen sadece hükümetlerdir, ekonomik sistem değil.

Kronolojik bakımdan, 1923-50 arası planlı dönemdir. 1950-60 arası sözde ekonomik patlama özde dışa bağımlılığın başlangıcıdır. 1960-70 arası becerilemeyen ikinci planlı dönem arayışı, 1970-80 arası militarist ide, askeri muhtıra ve faşist darbelerle dayatılan kayıp-karanlık dönemdir. 1980-90 arası büyük sermayenin ipinde, egemen güçlerin güdümünde dışa dönük neo-liberal teslimiyettir. 1990-2000 arası tek başına iktidardan koalisyonlara savrulan hükümetlerle 2000’ler sonrasının sentezi ekonomik uydu dönemidir. 2000’in ilk yarısından sonra ise uyduluktan, uykuculuğa devşirilen şalter indirildiğinde ekonomik kriz bezeli, düğmeye basıldığında terör destekli sadece seçim kazanmaya, hem de tek başına seçim kazandırmaya dönük yağmacı bir ekonomik modeldir işleyen, işletilen.

Kimse kızmasın, ezberden konuşmasın, işkembeyi kübradan atmasın, bu gün uygulatılan ve dayatılan ekonomik düzen çaplı, çapsız ekonomistlerin, ağrısız çağrısız akademisyenlerin görmezden geldiği, uluslar arası büyük sermayenin ve işbirlikçi egemen sınıfların işine gelen, bir ekonomik düzendir. Düzenin sür gitmesi içinde iyi kötü bir yana bırakılarak sosyo ekonomik erezyonu ‘din, iman, mezhep, kitap, Kur’an’ merkezli kaderleştirebilen, sözde revizyonist maskeli tek başına iktidar gerekliliğidir. Memleketin manzarası belli, tek başına iktidar marazası da bellidir.

Son yıllarda büyük sermayenin dört beş yılda bir güncellediği ve filmini gerçekleştirdiği ve de ıkınmadan, sıkınmadan, sıkılmadan getirdiği tek başına iktidar, iktidar dönemlerinde istenenlerde zorlandıkça, tek başına iktidara dayalı istikrar yalanı çatladıkça anında düğmeye basılıyor. Kim basıyor o da belli. Durduk yerde dolarda,  dövizde anında yapay artış, anında terör odaklı kanı artıran işbirlik, işbilirlik ve işbirlikçilikle anında cehennem ortamı, seçime yakın yama tutmaz bir ekonomik atmosfer ve tafra. Sofralar kuruldukça ve safralar döküldükçe ve de en sonrasında seçim garantisi. Önce şu devalüasyon illetine dikkat kesilmek lazımdır, bu illete enflasyon canavarı ve terör laneti de bulaştırıldığında ılıman durum dakikada tersine döner, döndürülür. Her şey baştan ayağa değersizleşir, değersizleştirilir. Son on üç yılda yapılmış yerel ve genel seçimlere tarafsız, yansız bakıldığında cereyan eden gerçeklik bu.

Cumhuriyet tarihine bakıldığında memleket ekonomisi uluslar arası egemen sermayenin denetiminde sürdürüldüğünde bu güne taban tabana zıt hep ayni sonuç söz konusu; ‘1946’daki devalüasyon İnönü’yü iktidardan etmiştir. 1950’lerdeki katı istikrar tedbirleri Menderes’in başını yemiştir. 1970 devalüasyonu 12 mart faşizmini, 24 ocak kararları 12 eylül 80 faşist darbesini getirmiştir. 5 Nisan kararları merkez solu hırpalamış, merkez sağı mezara gömmüştür. Militarist yaklaşımlar, elektronik muhtıralar ise yoluna koyulmuş ekonomiyi çökertmiş ve tek başına AKP iktidarını yaratmıştır…’ Hep bir yıkılış ve yok oluş sözkonusu…

Görülen odur ki tüm istikrar tedbirleri 2000’lere kadar askeri rejim, faşist yönetim ve gölge parlamentolarla uygulanmıştır. Önce normal seyrindeki istikrar plan-program çerçevesinde bozulmuş, sonra siyaseten ve ekonomik anlamda bozukluktan ileri düzeyde faydalanmak askeri vesayetle sağlanmıştır. İstikrar, istikrar denilip hazır olda durulup, çıkarına uyarına gözler dört açılıp egemen güçlere, büyük sermayeye komisyonculuk tarzı hizmet edilmiştir. Siyasal ve ekonomik kıyımlar da bu fırsatta fıtrattan sayılmıştır.

Demek ki her ekonomik tedbir söylemleri ve istikrar serzenişleri aslında ikiyüzlüdür, tedbirde üstelemek ise resmen iki yüzlülüktür. Madalyonun bir yüzünde belli kesimler dışında kalan kalabalıkların aç bilaç,  açlık sınırının altında suskun sakin yapacağı fedakarlık yazar. Diğer yüzünde ise geniş kalabalıklar dışında kalan bir azınlığın, bir zerre zümrenin aşırı mutluluğu, karı ve karuni zenginleşmesi resmedilmiştir.

2000’lerden sonra zam, zulüm, özelleştirme, güzelleştirme, gizli enflasyon, devalüasyon, yapay kur düzenlemeleri, faize ayar çekmeler, yaktım, yıktım, yaptım, hem yaptım hem çaldım, çaldım ama bir sor ki niye çaldım, ilahsal benzetmeler, eksik düzeltmeler… normalleşti. Büyük sermayenin açtığı krediyle, muhteşem bir algı yönetimiyle hep normalden sayıldı, saydırıldı. Çeşitli enstrümanlarla süslenen, paketlenen, kutulanan ekonomi balonu her patladığında egemen güçler dosta yardım babında devreye girdi. Dosta düşmana karşı tek başına iktidar, ancak tek başına güçlü iktidarla istikrar sağlanabilir senaryosu tezgahlandı. Ancak bu tarz kaç senaryo tezgâhlandığı daima unutuldu, unutturuldu.

Ve ne hikmet ise egemen güçler ve onun büyük sermayesi, yerli işbirlikçileri sayesinde memleket ekonomisine yerli yersiz ayar çekip, ülkeye gözdağı verdirip, memleket tam esenliğe kavuşacakken birilerine gözbağı takıp, hazardan pazara azar,  nazar edip her seferinde AKP’yi tek kurtarıcı kıldı. Günde beş vakit kıldı, farz kıldı.

Bu cenderede, iki arada bir derede kalan garibi guraba da ister istemez fırkaları şaşırır, fıkralık olur…

Son bir yılda ülkenin seçime dönük yüzünü üzerinde yaşanan coğrafyanın keşmekeşine koşut planlanan bir cehennem ortamı, ekonomik buhran, siyasal belirsizlikle karartan ayan beyanken halkı uykusunda kandırmak bayağı bir mesele. Kim ne derse desin bu çulla çaputla olmaz parayla pulla olur. Egemen güçlerin desteği ile ve uluslar arası büyük sermaye ile işbirliği sayesinde olur. Mevcut iktidar tüm hata ve ayıplarına rağmen, tüm olumsuz gelişmelerde hiç suçu yokmuşçasına lanse edilerek tekrar tekrar kazandırılıyorsa, tam teker patlamışken yeniden tek başına AKP iktidarı harmanlanabiliyorsa bilmece bulmacanın bazı kareleri karanlık. Bu eksik yaratı ve keskin dayatmaya bu gün el verenler, helal olsun diyenler artacaktır belli süreliğine. Ya yarın, ya sonra o da bilinen o eski terane.

Bu aşamada yenilenler açısından halk düşmanlığına kapılar aralanır, yenerler açısından ise halk dalkavukluğuna pencereler açılır. Bu sırlı süreçte kapıdan pencereden halkı hiçleten ve suçlayan yönlendirmelere asla aldırmamak ve kapılmamak gerekir.

Çünkü aynıyla vaki, bilinen ama bilmezden gelinen gerçektir, AKP’nin tek başına kurtarıcılığı ilk üç ayda patlayıp, en çok üç yıl sürebilecek bir hükümet yalnızlığına sürüklenir. Olan yine memleketine yabancılaşan ve memleketinde yabancılaşan halka olur. Yanlı kanlı uygulamaların izleri ve etkileri ülke ekonomisinden asla silinemeyecek biçimde, neo-liberalleşme tanrısı yine süslümanlarını kollar, kollatır. Ahtapot kolları gibi dört yana sarılır tek başınalığın hazzı.

Şimdi bunlara üslubunca ne denir, nasıl diretilir, neyle direnilir zamanıdır. Bu son duruma, uluslararası büyük sermayenin, egemen güçlerin oyunu denmez de ne denir. Yok, öyle denmez veya denilmeyecek ise durumun yorumu daha da beter. Beterin beteri genelde her dört yılda bir, yerelde beş yılda bir yinelenen seçimlerle programlananı yürütmek için programlananlar yeniden mazbatalanır. Mazbutlar da sivil faşizme hiç karşı koyamazlar. Yeter diyemezler.

Bu 92 yılda kaçıncı tek başına iktidardır iyice, enikonu, bakmak gerek. Çünkü her tek başına iktidardan derin yaralar alarak sıyrılmıştır şu fakir ülke, ülke insanı. Kapitalizmin iflas ettiği, emperyalizmin sınır ve ulusal ekonomi tanımadığı şu yaşlı dünyada uluslar arası büyük sermaye Türkiye’nin üzerinden elini çekecek, kaderine el uzatmayacak diye beklenirse bu gidişle boşa beklenir.  

Marksizmle özdeşleşen ‘ekonomi hayatı belirler’ tezi herkesin tezi olmuş, tezler çalıntı olmuş, kitapsızlaşmış, bu tez bile tez elden götürmek için kullanılıyor. Ancak bir şeyler yapmak gerekiyor, asından akına, akından karasına, akından akademisyenine tüm çanak tutanlara hatırlatmak gerekiyor; Ejderhaya sırt dönüp uyunamayacağını artık bilmek zamanıdır. İstikrar babında davetiye basmakla, istikrar babında baskı yapmakla ekonomi de kurtarılamaz, zevat ta. Ekonomi rayında gitmez ise memlekette kurtarılamaz. Müjde, müjdele, müjdelen eninde sonunda istikrar gelecek diye ama gelmez ha gelmez, hiç gelmediği gibi.

Üç veya dört kere, tek başına tek parti, ayni parti iktidarı bile istikrarı sağlayamadıysa vay ki vay şu geniş halk yığınlarına. Yazık gariplere. Ömürleri tükenenler istikrara hasret gidecek, gözleri açık gidecekler Maazallah.

Son söz, Allah birilerinin gözlerini doyursun, İnşallah…

3 Kasım 2015 Salı

SOYA ÇEKİM SOLCULUK…

SOYA ÇEKİM SOLCULUK…

Dikkat, bu bir seçim sonu yazısıdır. Yazı baştan sona muhaliftir. Muhaliftir ancak naiftir ve de zariftir… 

‘Hey gidi soya çekim solculuk; sende ben imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

Yok, yok artık böyle bir tercih, yok böyle bir seçim. Bu Resmen mucize!

Muciz, haciz, hicaz derken mucize patladı. Zaten beklenen bir mucizeydi, o da gerçekleşti, gerçekleştirildi. Yerinmeye hiç gerek yok, yok artık benim ülkem falan denilse de yeridir. Çocuk isimleri değiştikçe ilkesizleşildi, ilkesizlik yerleşti, bölgeleşti, yerleştirildi. Ve isimler aynileştikçe ülke değişti ve beklenen son. Son, bu son Ülke her sıkışıklıkta gerisingeri volta. İlke Mehteran hasdur olunca başka ne son beklenecek, beklenir ki. Hasdur, has durdukça, sustukça, pustukça adı, andı, bandı, mandı kalmadı memleketin. Varsa yoksa ikide bir o birilerine altın tepside sunulan, sunum. Aramak sormak yok, yok artık.

Yok, yok artık, ben benci, bencillik ama din, iman, kitap, mezhep düzleminde sıkışan siyaset deryasına inat, kızımın adı Deniz, oğlumun ise Ege. İmanıma dinime, Allahıma kitabıma,  kararmayacak soyumun soyu, soy sopumun geçmişi geleceği. Ülke değişir ise değişsin dibine kadar,  soyunmadıkça maluma hiç değişilmez, asla değişmeyeceğim. İleri, çok ileri, daha ileri masallarıyla gün gelir en dibe yerleşilir isim isim, fırka fırka. İşte o gün değil daha bu günden yok, yok artık benim şehrim filan. Şerhimi koydum, önce çocuk adları değişti, sonra en ücradaki sokakların, caddelerin, boğazların. Ancak epey ileride bir çocuk var. Bir çocuk çok milyon çocuk. Tek değişmeyen çocukluk.

‘Hey gidi soya çekim solculuk; Geride veya en ileride bir güneş yanığı çocuk var. Yeni yeni emekleyen, adına yaramaz ekleyen afacan. Onun adı Türkiye soyadı Devrim. İşte o yüzden sende ben imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

İşte benim ülkem o ülke. Yok, yok artık böyle bir ülke. Yok, yok artık ilahi mucize. Billahi, artık yalanlara karnım tok diyenlerin topu ambalajı açılmamış yalanlara kapılmış gidiyor. Ambale olmuş millet, yuh artık bu kadar mı değişti Dünya. Dünyalar karardı kararalı, akıllar katran karası. Akakçe, akalem çalakalem kara gün dostu yazılar. Bunca yıldan sonra yine karmaşa, karma arzular ve ortaya karışık gel geç hevesler, şu garip dünyaları belirliyor. Yok artık.

Yok, yok artık böyle bir tercih, böyle bir seçim, resmen mucize demeye hiç aldırmamalı, aldanmamalı. İlahi adalet, önce çocuk adları, sonra sokakların isimleri, sonra caddeler, boğazlar ve dünyalar değişti. En sonra da memleket. Gerisingeri ilerledi ülke, geriledikçe gerildi ülkem insanı. Ve sonra yakında, pek yakında dünyalıklar değişecek, dünya ayni tas ayni hamam kalacak. Öbür dünyayı düşünen yok. Yok artık.

‘Hey gidi soya çekim solculuk; tohumu fidesi güneşten. İşte o yüzden ben sende imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

Bundan sonra dört yıl boyunca dört dörtlük görünen tüm açıklamalar ve açılımlar toptan vakfediliş vakasıdır, ballı çörek toplu yemek masasıdır. Hem de her şey pahasına. Perdeler kıpırdamaya görsün, peronlarda pardonlu kuşaklı kuşaksız seferlerle şekillenir tablo. Sersefil cavlak ayrılıklar da, serpuşlar ile serpuşelerdeki sayrılıklar da tama tamlanır, yarım yamalak. İşte böyle işler demirden korkanların tren yolculuğu. Raylar parlar ve soya çeker tin, çıkarlar, rantlar görmezden gelinir toptan, toptan topu unutulur. Derli topluluk yaraşır bu açık kaçıklığa ama derkenara ait düşüncelerdir satırlanan. Kaçık kaçak günler tam başladığında, başlayacağında açık kaçık olmak da bazen işe yararmış martavalına tapılır. Din, iman, kitap, mezhep bağlamında perkapitaller balyalanır. Zannı, zammı, zamanı bir yana daha dört yıl geçmeden çok hayıflanılacak, belki daha şimdiden hayıflanılır ama bu beklenmeyen son, çok şeyleri şeyleştirecek gibi. O vakit yok artık demek o hayıflanıcılara da kalmaz, ayrıca düşmez de. Yok artık.

Rikkat rekât ayarındakilere bu yazı, kime ne gelir, nasıl gider, vız gelir tırıs gider bilinmez ama bu bir seçim sonu yazısıdır. Yazı baştan sona muhaliftir. Tam anlaşılmasa da tam tamına muhaliftir ancak naiftir ve zariftir ve de…

‘Hey gidi soya çekim solculuk; yorumu, konumu, al güneşten. Güneşe yolculuktan. İşte o yüzden ben sende imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

O en insafsız günlerde en insaflı şairlere tutunur tüm ay ve güneş tutulmaları. Sadece akıl tutulmasını yanıtlayamaz beyitler. Zihinler bayatladıkça da insanlık onuru zedelenir. Zedelenir de ısrarla zerlendi, zerdelendi sayılır. Çakılan mesaj ileri derecede miyop olma pahasına pür dikkat okunmayınca ölü ceryan çarpar zihinleri. Boşuna yazılır yazılar, tebliğler bildiriler, manifestler manifestolar. Yok, yok artık babında kör topal akar zaman ve tüm hayalperestler toplanır top meydanında. Havai fişekler patlatılır top yekûn. O insaf saflaşmasında sende imkansızlığı sevdim diye başlar tüm tümceler ve seçtim diyerek sonuçlandırılır.

‘Hey gidi soya çekim solculuk; yorumu, konumu, tohumu fidesi al güneşten. Güneşe akından, güneşe yolculuktan. O yüzden İşte ben sende imkânsızlığı seçtim ve sevdim…’

Damarlarda dem demlenir. Ve o ilk adımdan sonra denize vedalar artık başka biçim alır. Aslında tüm vedalar hep aynıdır. Sadece zaman ve mekân farklıdır.

‘Hey gidi soya çekim solculuk; yorumu, konumu, tohumu fidesi al güneşten. Güneşe akından, Güneşe yolculuktan. Yolculuk Çepni boyundan. İşte o yüzden ben sende imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

Dem demlenir akıllar. Ve o ilk ayaklanmadan sonra denize sevdalar da artık başka biçim alır. Aslında tüm vedalar birbirine benzer. Yalnızca zaman ve mekân farklıdır ve...

‘Hey gidi soya çekim solculuk; yorumu, konumu, tohumu fidesi al güneşten. Güneşe akından, Güneşe yolculuktan. Yolculuk Çepni boyundan. Seni ilk kez gördüğüm ve anladığım gün kazıdım belleğime. İşte o yüzden ben sende imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

Dem demlenir anılar. Ve o ilk sayıklamadan sonra denize sevdalar da artık bir başka biçim alır. Aslında tüm vedalar birbirine benzer tüm sevdalar da. Yalnızca zaman ve mekan ve de yanan farklıdır.

‘Hey gidi soya çekim solculuk; yorumu, konumu, tohumu fidesi al güneşten. Güneşe akından, Güneşe yolculuktan. Yolculuk Çepni boyundan. Seni ilk kez gördüğüm ve anladığım gün kazıdım belleğime. Kaf, sin, Kaflı, sinkaflı bir şiirsin sen, şairi kayıp zamanlar zamiri. İşte o yüzden ben sende imkânsızlığı sevdim ve seçtim…’

Dikkat, rikkat ve rekât çıkmazındakilere bu yazı, kime ne gelir, kime nasıl gider, vız gelir tırıs gider bilinmez ama bu bir yazgı değil, seçim sonu yazısıdır. Yazı baştan sona, yukarıdan aşağı, sağdan sola muhaliftir. Tam anlaşılmasa da tam tamına muhaliftir ancak naiftir ve zariftir ve de satır satır demokrasi, tam demokrasi anımsatır…

‘Hey gidi soya çekim solculuk; çoğum gitmiş azım kalmış. Bunca yıl azımsanamayacak çokluktan,  azgınlığı değil, sadece seni seçtim. Seni seçtim ve imkânsızı sevdim. Son yıllara beynelmilel babanın mirasçısı kalmak zorlaşsa da, başlığından dipnotuna aynıdır ana fikir, fakir fikri olsa da budur,

Hey gidi soya çekim solculuk; sende ben imkânsızlığı seçtim ve sevdim…’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder