“BİR AVUÇ KÖMÜR İÇİN BİR ÖMÜR…”
‘Bir avuç kömür için bir ömür veren tüm madencilere ve maden şehitlerine...’ Baştan ayağa aldanılan muhteşem dünya saltanatına karşın, amaçları sadece en sadesinden borçsuz harçsız hayatlar sürdürmek olan bütün madenciler; kara tırpanlı ölüm meleğinin nefesi her an enselerinde ve gaddar patronların kara pençesi yakalarında kara elmastan loş galerilere dalarlar. Her Allah’ın günü vira bismillah inerler yerin binlerce metre altına… Soma’da 13 Mayıs 2014 günü sabahı da aynen öyle başladı. Ancak o kara çarşamba öğle sonrası kaşla göz arası özelleştirilmiş, sözde hiç eksiksiz bir madende dünyaya mal olan o facia yaşandı. Üçyüzbir madenci resmen karanlığa gömüldü, üzerleri betonlandı. Yürekler yandı. “ Kara elmastan duvarlarda buz grisi aynalar ve deniz mavisi demir kapılar. Mentollü akşam üstüleri gözü karalığa ve korkusuz kekemeliğe son verecek paydosları tam ağırlayacak iken öğleden sonra aniden patladı yürekler. Kendiliğinden nemlenen kara gözlerden düşen kömür tozlu ilk damlaları çarptı yüzlere. Son dakika jargonuyla ses ve görüntü kayıtları kara kömür galerilerinde yaşanan o vahşi kapitalizmi sergiledi, koca dünyaya…” Görüle biline gelen bu faciaya seyirci kalan tüm yürek duvarı kara vicdanlılar, yüzsüz mebuslar ve ‘devletin malı deniz yemeyen domuz’ tandanslı tüm özelci deyyuslar çoktan unutmuştur belki de o günü.Haritada bile yeri olmayan, yeri olsa da bulunamayan, kara duvarlara kazma vurulan yer dibinde yaşayanlara, yaşananlara, yaşanmazlara tümden duyarsızlaştı belki de; o his, heves ve nefis tutsağı olmuş caniler. Oysa asla unutulmayacak kara yas günü,13 Mayıs 2014. Unutulmamalı veya… “Kara toprağın altı, kapkara ocağın içi, yanmış, sönmüş, patlamış, parçalanmış canlarla doldu o gün. Yer üstü ise içi, yüreği, hayatı yanmış, kırık gönüllerle…” Alın teriyle olunca kolay ekmek yoktur elbet ama kömürde emek en fazlasıdır. İşlerin en zorudur madencilik. Hiç yoktan ateşe, suya, sele kapılır, galeriler çöker toprak olur gidersin; ‘bir lokma bir hırka’ uğruna.Son sürat gelişen şu çağda kömürlükler yıkılsa da madenciler yine kömürcü kalırlar ve kendileri gibi sade hayat sürenlere dağıtılan kömür olurlar hep. Hem de havadan sudan, gazdan selden sebeplerle… Ve fıtratları gereği! Göz yumuldukça ertelenen ve geciktirilen tüm önlemler ölüm kuşları olarak yağar maden çukurlarına. Her maden çatlağı gelip çattığında ise madencilik adı namı hesabına her şey hayat memat meselesi sayılır. Fakat kısa zamanda unutulur, unutturulur yalımlı yıkımlar. Karabasan sadece madenciler ile madenci çoluk çocuğuna miras kalır. İlk saatler ve ilk günler yaslar ilan edilir. Göstermelik yas sürecinde ilerisi gerisi bir çırpıda hale yola koyulur. Sonrası koca bir hiç, hiçlik. Zaten ekmeğini yerin altından çıkaran ve ekmeğini yerin altında yemeye mahkûm edilmiş madenci her daim sahipsiz, arkasız ve yarım yamalak yaşar. Paslı zincir çözülmedikçe ve prangalar kırılmadıkça o kara çamurlu lastik çizmeleri ayaktan çıkarmak da mümkün değildir. Zincirleme devam eden bu vahşi sömürüden madenciye ayrılmış kar payı ise sermayeye kurban gitmeleridir. Her maden faciasında limitleri aşan kayıtsızlıkla sabırları zorlayan cinsten gerekenlerin yapıldığından dem vurulur. Bu kara kömür esintileriyle ağlanır, sızlanılır hikâyeden. Akıl bozulması yaşanır, akıl tutulması yasalaşır, yürekler dağlanır. Ve onca azaba, gazaba karşın birileri yüzlerine bulaşan kömür isinden utanmadan aklanma paklanma derdine düşerler. “Keyfi özelleştirmelerin anlamsızlığı ve ağırlığı, abartısız ve palavrasız madenci hikâyelerinde gizlidir. Başkente yürümeye kadar varan bir bütünleşmedir madenci baretindeki hüner. Bilenler bilir madencidir en büyük devrimleri kazmasının ucunda saklayan ve devrimler yaratan. O kutsal isyan bir başlayınca tamamen linyit tadı vurur damaklara…” Kara yüzlerin sıcağına hapsolur yiten canlar. Kader denilen kara elmas çölündeki muhtaçlık ve düşkünlük suyunda bedevileşmedir. Kömür karası aydınlık yüzlerdeki gözyaşında boğulmadır veda. Külçe külçe altın istifçilerinin tek hayali ise kömür karasının elmas yüzlere işlemesidir… Bu kapkaç devrinde kapkara duvarlarda küçük insanların büyük gölgeleridir asıl olan. Asıl korkulan. İşte o yüzden duman grisi kapılarda mentollü gün batımlarının kimleri ağırlayacağını kestiremez kara cellat. Ve ana, baba, çoluk çocuğa kavuşmayı kömürleştirir anında. Tıpkı 13 Mayıs 2014 gibi… “ Hiç kimseler zenginlik, güç ve azametini götüremez kara mezara…” Hayat betondan morga beş kala en renkli rüyalar simsiyah, kapkara dehlizlerde kararıp kömürleşir. Kömürleşince de insan ne denli durulmuş ise de durmaz, duramaz. İşe yaramazlar baş gerdan kırınca da madenlerden, dehlizlerden ve tünellerden karanlık kömür katranı taşar sokaklara.İşte o vakit külliyen isyan ve itaatsizlik yayılır buz mavisi duvarlara. Akıl duvarına kara elmas, dil duvarına ise buz grisi asılır. Körler duvarına da deniz mavisi bulaşır. Yürek duvarına ise kara vicdanlılara hınç… Aka kara bulaştığından; Eğer “Dili sinkaflarıyla bilmiyorsan, o dili biliyor, öğrenmiş ve anlıyor sayılmazsın gerçeği haklılık payı kazanır…” ‘Bir avuç kömür için bir ömür veren madencilere ve şehitlere...’ |
13 Mayıs 2016 Cuma
“BİR AVUÇ KÖMÜR İÇİN BİR ÖMÜR…”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder