26 Mayıs 2016 Perşembe

İNSANLIK DÜNYASI, DENİZİ DERYASI…



İNSANLIK DÜNYASI, DENİZİ DERYASI… 

Kentin iki adım ötesinde soluklanmıştır vakti zamanıyla insanlık. Her yerleşke civarında mutlaktır, benzer durumlar. Milyon yıldan beri hem de. Bu gün bile bilinmezler hiç, sırdır sanki oradaki mağaralarda milyon yıldır eğleşenler.

On binlerce yıl ötesinden, yüz binlercesine uzanan milyon yıl öncesinden basit balıkçılık ve tarım yapanlardan bir ileti uzanır gören gözlere. Elli ayaklı, canlı kanlıdır yazılmamış mektupları. Geleceğe kazıdıkları gereğince okunamasa da öngörülen biçimiyle yerleşik hayatın ilk temsilcileridir o milyona denk yaşındakiler. Belki de Halikarnas’ta balıkçılıktır kıyılara dalga dalga vuran. Veya yolculuktur en eskisinden Deniz üzerinde sandaletlerle dolaşılan. Ya da tek memeli amazon kızlarının tek adasına kulaçlamaktır kiraz mevsiminde kiraz memleketinde.
Yer kabuğu kayaçlarından kaçanlar, vaktiyle ulaşılmış uygarlık ve kültür tortuları ileriye dönük daimi hemşeriliği perçinler hiç kuşkusuz. Kuşkusuz hemşerilik ötesi insanlığın, insanlaşmanın özüdür yaşanmış hayatların hala göze değer, ele gelir kalıntıları. Taş, çanak, çömlek üçgeninde tarihin özüdürler, özlüdürler, derinlerden esintidirler. Derilen duyguların bal gözüdürler. İnsanlık dünyasına, karası havası, denizi deryası insanlığın kaybolmayan ayak izlerini sunarlar.
Arkeoloji bir yana deniz bilimleri ile de ustalıkla çözülür yaşlı dünyanın sırrı. Öyle bir gün olur ki Nuh tufanı derler adına ne tufandır işte o kaplar tüm evreni. Kıssadan hisse kaplar yazıtları, kutsal sayılmış metinleri, ilahlı ilahsız kitapları. İşte denizcilik hilafsız o günlerden kalmadır. Kalmamışsa da öyle denir. Yalnız eğrisi doğrusuyla denizcilik bilinen en eski mesleklerdendir.
Buz gibi gerçektir tarihin suya sızıntısı. Kim ne derse desin on dört bin yıl evvel buzul çağı iklim değişikliği tarafından arkadan hançerlenince erimeye yüz tutar yerleşik buz dağları. Buz kıtaların tam iki yüz yıl boyunca eridiği sırrı daha yenilerde çözülür. O sırra göre tam yirmi küsur yer, yaşamsal merkez sular altında kaldı kalır, yiter kaybolur, insanlık denize deryaya bulanır. Yani an itibariyle ana denizler oluşur.
“Yükseldikçe yükseldi sular, suyla değişti deneyimler ve yaşamlar. Birbirinden farklı gözler izledi suyun buzla dansını, buzla suyun aşkını. Ta Tuna’dan Hazar’a, Aksulardan kıyı göllere, iç denizlerden okyanuslara ılım ışık dağıldı dünya. Kaydı yollar, kaydı hayatlar, kayıtlandı sular. Can sustu. Koptu insanlık dünyası. Karadeniz Hazer’le el ele verdi yuttu eski dünyayı. Birlikte vardılar Marmara’ya. Sular ak köpük parladığında planlar zekice işledi. Ve Ege doğdu. Hem de tek batında. Karşıyaka’da mola verildi, yakamozlara değdi göğün yorgun başı. Başlangıçtan hemen sonra Karadeniz aktı Akdeniz’e. Güneyde en berrakçası ve tuzlu mu tuzlusu doğdu bu kez.
Müthiş sarsıcı ve uğultulu bir dönemdi çağlayan. Önce karalar, kara taşlar, kara dağlar boğuldu. Kara dalgalar susturdu eski kıtayı, suladı. Sular billur billur çağladıkça çağ değişti. Yepyeni çağlara aktı evren. Dört bir yan deniz oldu, çepeçevre adalar ve yarımadalar doğdu. En alımlısından çevre düzenlemesi gerçekleşti, dünyanın incisi İstanbul parladı. Anadolu zaten vardı…”
İşte tufan o tufandır. Nuh bile onu, orayı, oralarda arayıp durdu. Derler ki dur denip durduğunda kutsal hazineyi bulduğunu sandı. Kutsal kitapların nurlu dizelerinde savrulup durdu. Nuhlar, ruhlar ve gemiden kalma mıhlar hala sır. Kalıntısı değil mi ki, ordadır, buradadır Cudi’de, Ararat’ta, Ağrı dağındadır yani gemi Anadolu’dadır. Ve hala aranmaktadır.
Deniz bilimleri mahirlik ister, deniz bilimlerinde mahirlik işler. Denize forsalıkla başlayıp uzmanlaşılır. Sararır kaptan manzaraları enginde. Anıtlaşır.
Ya en yakındaki Yarım Burgaz mağaralarından taşan jeolojik mucize. Ciddi bir duruşu, sonsuza gülen yüzü var sanki hepsinin birden. Anadolu ve Balkanların en eski insan yerleşkesi düşmüş en yakına. En yakından yakın ve de en uzak. Duvarlardaki resimlerde kayıtlı tamamı. Hem de Milyon yıl kadar yakın.
Yer altı sularının aşındırması ile oluşan kalker kayalıklar o basit yaratılara ev sahipliği yapmış bıkmadan usanmadan. En sıradan haliyle memleket rüyasını perçinlemiş bu günlere. Paleotik çağların Bizans’a, oradan er meydanlarına yüz binlerce yıllık barınak aktarımı. Denizin getirdikleri gemiler yükü derinlik. Kara mağara duvarlarında gemi resimleri.
Sıralı Çekmecelerin göllerinde sıralanan antik yılların tekne sığıntısı geleceğe sarkan mucizedir. Hayatın kan kustuğu devirlere açılan denge dünyasıdır. Keşişhane kalıntılarıyla hayallere uzanan tarihtir. Kim kimdir, kim kimdendir kimlikler kaybolur köklerin aslında. Görünmez kandırmacaların, kara görüntülü kandırmacıların listesine inat ürer insanlık. İnsanlık tarihinden silinemez anılar evrensel bir ipucudur yarım yamalak da olsa. Türevleri denize ulaşan zerrelerde saklıdır. Başı sonu bir başka kopyacılık değil, insanlık dünyasının tam resmidir.
Resmi tarihin kısmen ıskaladığı Milyon yıllık madalyonun ön yüzünde yazılıdır; Burgaz ada mağaraşmaları. Denizi deryası çevreye genişleyen ilk insanlık damgasıdır.
Genişledi, gelişti, genleşti kalmadı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder