İNSANLIK DÜNYASI,
DENİZİ DERYASI…
Kentin
iki adım ötesinde soluklanmıştır vakti zamanıyla insanlık. Her yerleşke
civarında mutlaktır, benzer durumlar. Milyon yıldan beri hem de. Bu gün bile bilinmezler
hiç, sırdır sanki oradaki mağaralarda milyon yıldır eğleşenler.
On
binlerce yıl ötesinden, yüz binlercesine uzanan milyon yıl öncesinden basit
balıkçılık ve tarım yapanlardan bir ileti uzanır gören gözlere. Elli ayaklı,
canlı kanlıdır yazılmamış mektupları. Geleceğe kazıdıkları gereğince okunamasa
da öngörülen biçimiyle yerleşik hayatın ilk temsilcileridir o milyona denk
yaşındakiler. Belki de Halikarnas’ta balıkçılıktır kıyılara dalga dalga vuran. Veya
yolculuktur en eskisinden Deniz üzerinde sandaletlerle dolaşılan. Ya da tek
memeli amazon kızlarının tek adasına kulaçlamaktır kiraz mevsiminde kiraz
memleketinde.
Yer
kabuğu kayaçlarından kaçanlar, vaktiyle ulaşılmış uygarlık ve kültür tortuları
ileriye dönük daimi hemşeriliği perçinler hiç kuşkusuz. Kuşkusuz hemşerilik
ötesi insanlığın, insanlaşmanın özüdür yaşanmış hayatların hala göze değer, ele
gelir kalıntıları. Taş, çanak, çömlek üçgeninde tarihin özüdürler, özlüdürler,
derinlerden esintidirler. Derilen duyguların bal gözüdürler. İnsanlık dünyasına,
karası havası, denizi deryası insanlığın kaybolmayan ayak izlerini sunarlar.
Arkeoloji
bir yana deniz bilimleri ile de ustalıkla çözülür yaşlı dünyanın sırrı. Öyle
bir gün olur ki Nuh tufanı derler adına ne tufandır işte o kaplar tüm evreni. Kıssadan
hisse kaplar yazıtları, kutsal sayılmış metinleri, ilahlı ilahsız kitapları. İşte
denizcilik hilafsız o günlerden kalmadır. Kalmamışsa da öyle denir. Yalnız eğrisi
doğrusuyla denizcilik bilinen en eski mesleklerdendir.
Buz
gibi gerçektir tarihin suya sızıntısı. Kim ne derse desin on dört bin yıl evvel
buzul çağı iklim değişikliği tarafından arkadan hançerlenince erimeye yüz tutar
yerleşik buz dağları. Buz kıtaların tam iki yüz yıl boyunca eridiği sırrı daha
yenilerde çözülür. O sırra göre tam yirmi küsur yer, yaşamsal merkez sular
altında kaldı kalır, yiter kaybolur, insanlık denize deryaya bulanır. Yani an
itibariyle ana denizler oluşur.
“Yükseldikçe yükseldi
sular, suyla değişti deneyimler ve yaşamlar. Birbirinden farklı gözler izledi
suyun buzla dansını, buzla suyun aşkını. Ta Tuna’dan Hazar’a, Aksulardan kıyı
göllere, iç denizlerden okyanuslara ılım ışık dağıldı dünya. Kaydı yollar,
kaydı hayatlar, kayıtlandı sular. Can sustu. Koptu insanlık dünyası. Karadeniz
Hazer’le el ele verdi yuttu eski dünyayı. Birlikte vardılar Marmara’ya. Sular
ak köpük parladığında planlar zekice işledi. Ve Ege doğdu. Hem de tek batında.
Karşıyaka’da mola verildi, yakamozlara değdi göğün yorgun başı. Başlangıçtan hemen
sonra Karadeniz aktı Akdeniz’e. Güneyde en berrakçası ve tuzlu mu tuzlusu doğdu
bu kez.
Müthiş sarsıcı ve
uğultulu bir dönemdi çağlayan. Önce karalar, kara taşlar, kara dağlar boğuldu. Kara
dalgalar susturdu eski kıtayı, suladı. Sular billur billur çağladıkça çağ
değişti. Yepyeni çağlara aktı evren. Dört bir yan deniz oldu, çepeçevre adalar ve
yarımadalar doğdu. En alımlısından çevre düzenlemesi gerçekleşti, dünyanın
incisi İstanbul parladı. Anadolu zaten vardı…”
İşte
tufan o tufandır. Nuh bile onu, orayı, oralarda arayıp durdu. Derler ki dur
denip durduğunda kutsal hazineyi bulduğunu sandı. Kutsal kitapların nurlu
dizelerinde savrulup durdu. Nuhlar, ruhlar ve gemiden kalma mıhlar hala sır. Kalıntısı
değil mi ki, ordadır, buradadır Cudi’de, Ararat’ta, Ağrı dağındadır yani gemi
Anadolu’dadır. Ve hala aranmaktadır.
Deniz
bilimleri mahirlik ister, deniz bilimlerinde mahirlik işler. Denize forsalıkla
başlayıp uzmanlaşılır. Sararır kaptan manzaraları enginde. Anıtlaşır.
Ya
en yakındaki Yarım Burgaz mağaralarından taşan jeolojik mucize. Ciddi bir
duruşu, sonsuza gülen yüzü var sanki hepsinin birden. Anadolu ve Balkanların en
eski insan yerleşkesi düşmüş en yakına. En yakından yakın ve de en uzak.
Duvarlardaki resimlerde kayıtlı tamamı. Hem de Milyon yıl kadar yakın.
Yer
altı sularının aşındırması ile oluşan kalker kayalıklar o basit yaratılara ev
sahipliği yapmış bıkmadan usanmadan. En sıradan haliyle memleket rüyasını
perçinlemiş bu günlere. Paleotik çağların Bizans’a, oradan er meydanlarına yüz binlerce
yıllık barınak aktarımı. Denizin getirdikleri gemiler yükü derinlik. Kara mağara
duvarlarında gemi resimleri.
Sıralı
Çekmecelerin göllerinde sıralanan antik yılların tekne sığıntısı geleceğe
sarkan mucizedir. Hayatın kan kustuğu devirlere açılan denge dünyasıdır. Keşişhane
kalıntılarıyla hayallere uzanan tarihtir. Kim kimdir, kim kimdendir kimlikler kaybolur
köklerin aslında. Görünmez kandırmacaların, kara görüntülü kandırmacıların
listesine inat ürer insanlık. İnsanlık tarihinden silinemez anılar evrensel bir
ipucudur yarım yamalak da olsa. Türevleri denize ulaşan zerrelerde saklıdır.
Başı sonu bir başka kopyacılık değil, insanlık dünyasının tam resmidir.
Resmi
tarihin kısmen ıskaladığı Milyon yıllık madalyonun ön yüzünde yazılıdır; Burgaz
ada mağaraşmaları. Denizi deryası çevreye genişleyen ilk insanlık damgasıdır.
Genişledi,
gelişti, genleşti kalmadı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder