YUVARLAK MASA EŞRAFI…
Kuşaklar boyunca yalandan aldanmışlıklar damgasını vurmuştur tarihe. Ve bizdendir babında, inadına inadına aldırmazlıklar deler geçer tüm gerçekleri. Ve her devirde yoz manzaraların içine dibine gizlenir büyük yalanlar ve büyük günahlar. Kategorize edilen o karikatür yaşamın yuvarlak konuşma balonları o yalanlarla dolar. İçi boşalır tarihsel gerçeklerin. Ve o kısır döngüde büyük günahlar bile mubah sayılır.
Yaşı başı denk düşenler iyi bilir, çok eskiden tek renk tek kanal televizyonlarda yuvarlak masa siyasi tartışma programları yapılırdı. Ahali belli zamanlarda ekrana kilitlenir savundukları ve savuşturmak istedikleri görüşleri cam ekranda yuvarlak masalarda arardı. Yuvarlak ağızlı aktarıcıların dilinden kendi adlarına ve hesaplarına çıkacakları heyecanla gözlerdi. Ancak masanın yuvarlak olması, aktarımların gerçeği belirleme ve yönlendirme gücünün zayıflığı hiç düşünülmezdi. Sanki üstten ve alttan basık yuvarlak dünya durur, dünyalıların tamamı bu yuvarlak masaya bel bağlardı. Oysa hiçbir derinliği olmadığı daha programlar biter bitmez anlaşılırdı. Boş yere etkisi çarşı bayır yuvarlak laflarla uzatılırdı.
Tüm yuvarlak masaların yuvarlak laflar edilen, köhne düzeni hiç de değiştirmek istemeyenlerin izleyenlerde gerçekler hakkında yeni imaj yaratma kurgusu, lafı güzaf olduğu da bilinirdi ayrıca. Yine de belli zamanlarda cumartesi geceleri akşamcılara rahat nefes aldıran yerli sinema tahtına kurulan yuvarlak masalar ailecek izlenirdi.
O zamanlarda olanları bitenleri, tüysüz yetim hakkı yiyenleri halk anlamak bilmek istemezdi nedense. Bir türlü uyanmazdı acı reçetelere. İçe dönük ve sönük bir fukaralık sergilenirdi yalnızca. İstifçi karaborsacıların işine gelen, yeni yeni içeri uzanan büyük elin dizayn ettiği şimdiye göre pek basit programlardı hepsi de. Bazen korkusuz, pervasız ve gözü pek açık oturumlarda olurdu. O vakit yuvarlak masa çatlar, yuvarlak laflarla günü kurtaranlar afişe edilirdi.
Özellikle seçimler öncesi yuvarlak masa arenasında, yuvarlak masalar sayesinde şu fakir ülkede yüzyılın en değişmez sağ iktidar anlayışı habire nal toplasa da ki toplardı, seçimlerde tılsımlı bir el değer tırısa geçer oyları toplardı her seferinde.
Ne kadar oy toplarsa toplasın yine de memleket sadece yönetene ait olmazdı. Bırakılmazdı. Muhaliflerin söz hakkı daima saklı tutulurdu. Yuvarlak masa eşrafı yırtınsa da durum buydu. Hele eşref saati gelip çattığında memleket sevdası her cenahta ağır basardı. Mostralık yuvarlak masalarda dahi dâhice çözüm önerileri ortaya atılır, olası çözülmeler uyuşuk ve uyduruk laflamalar pozunda ötelenir, el birliği ile bozulmaya çalışan birlik sürer giderdi.
Tüm bunlar kalplerde kara delikler, beyinlerde zifiri boşluklar açan faşist 12 Eylül darbesinden önceydi elbette. Sonrasında izlenen uydurma-kurmaca Türk İslam sentezi renklendirmesiyle çoğu şey gibi bu yuvarlak masalar da unutuldu. Unutturuldu. Millete abuk subuk içerikli tek sesten seslenişler ve tak kasedi hanım türü tek elden ülke yönetimleri bir ara moda oldu.
Sonrasında geçip giden uzun yıllar çerçevesinde inceden milletin yuvasını yapan bu Tislamik sentez hoş görüldü, loş gösterildi. Ancak göz göre göre yekten uçuruma yuvarlanmalar yaşanınca her türden yuvarlaklık prim yaptı. Meseleye yuvarlak bir hava verenler, lafı gediğine koymak yerine oraya buraya serzenişte bulunanlar her dem ynetenler ailesinden sayılarak primlendirildi.
Bu körleme ve kapalı devre gidiş ve de ibretlik kirleniş ile biçimlenen, cemaatler ile hacimlendirilen onca yıldan sonra derin uçurumlar oluştu. Memleket ortadan ikiye bölündü. Memleket alanın ve satanın elinden zor kurtuldu. Veya daha tam anlamıyla kurtarılamadı. İşte o yeni kurgu aşamasında çok renkli görüntüsü veren ancak tek renkli tüm kanallarda birden açık oturum modası yaygınlaştı. Bir akşam alacasında gelişigüzel çalınan düdüğün, memlekete ve millete alacakaranlık kuşağı yaşatan yansımaları mizahın asli konularından ve konuklarından sayılabilecek tipi tiplerle masaya yatırıldı. Masalar devrilmişti bir kere, masa başı yuvarlakları cansiperane ekrana saçıldı. Tek renk tek sesli bu yuvarlak masa aktarımcıları edebi ve politik format düzeyini iyice dibe çekti. Sızlayan göz yuvarları yine binlerce yıllık tarihi dini masallarla dolduruldu.
İşte bu yuvarlak masacılardan çok var bu günlerde. Eşraf kalabalık, etraf kalabalık. Bu yuvarlak masa eşrafı kanal kanal yuvarlanarak yuvarlak masalar teşkil ediyorlar ve memleketi başka bir mecraya mayalıyorlar. Tek amaç gerçek olmayan gerçekler inşaa ederek izleyenleri yaşanan veya yaşanacak karabasanlara alıştırmak ve mevcuda inandırmak. Yalandan göğü delen kuleler kurmak ve maceralara alıştırmak. Yalpalayan iktidarı ve kutup başlarını tümleyip halkları bir güzel bu kör kara mantıkla yönettirmek. Siyasetin boy aynasından süzülenler, politika sahnesinden dökülenler ve politika kazanında kaynaması gerekenler ile şu garip milleti yeniden sözlendirmek, sözleştirmek.
İşte yuvarlak masaların ve yuvarlak masa eşrafının tek amacı en yuvarlak emeli, ileride sonuçlarına katlanılamayacak biçimde kaçkınlığa varsa da açık saçık hesapları bir bir kapatmak ve yenilenmiş varsayılan eşkalleri millete ezberletmek.
Bu yuvarlak masa oturumlarının ve oturumcularının oturup ezber bozmak, oruç yemek, pozitif inanç seviyesini, iman çıtasını yükseltmek gibi bir niyetleri olmadığı açık. Dertleri varsa yoksa cereyan doğrultusunda paralanmak, millete kanmayı öğütlemek ve yanmayı övmek. Çarçabuk eskidiği için sürekli değişen bu yuvarlak hatlı figürler ve kösele suratlı piyonlar utanmadan nice uçuk formülleri bu yuvarlak masalar yoluyla hala milletin gözüne gözüne sokuyorlar. Bu sokma akıl artık kaç adım giderse.
Tek arzulanan ise kuşaklar boyunca din iman mezhep cemaat aldanmışlığına ve aldatmacasına yeni kılıflar bulmak ve yarın lazım olur düşüncesiyle yeşil başlı ördekleri de ürkütmemek. Bu kurmaca din ve kurgusal mezheplerine eski ama yeni vizyon gösterilen cemaatler yoluyla yönetsel kapılar aralamak yeni kutsallıklar pazarlamak. Öyle bir cereyana kapılmak ki bu, bu çağda cahiliye devri inanç yozlaşmasından daha kaygan bir zeminde at izine it izi karışıyor. İşin kötü yanı ise o cereyana koşulsuz şartsız kapılanların kendi cenahından oturumcuların zehir zemberek dokunuşları ile ulvi mertebelere kavuştuğunu sanmaları. Böyle inanmaları veya inandırılmaları. Eski tas eski hamam. Bu yuvarlak masalar ve yuvarlak masalar eşrafı ekranlarda hala yeni tutsaklıklara yuvarlanmanın yuvasını kuruyorlar.
Matem havası estirilen meydanlarda ve yekvücut ekranlarda kurulan bu yeni versiyon yuvarlak masalar pazarında, yuvarlak masa eşrafı her şeyiyle ipliği pazara çıkmışları hikayeler ve hurafeler eşliğinde kutsama ve masumlaştırma meczupluğu yürütüyor. Gelişen hoşnutsuzluğu savma, ayrısını gayrısını meşrulaştırma, Müslümanlığı da Araplaştırma modunda bir çılgınlığa yuvarlanıyor tüm yuvarlak masalar ve yuvarlak masa aktarımcıları. Bu yeni ve tam ileri yuvarlak masalar versiyonu egoları tatmin eder bir eko ve edayla sürerken birileri yine el altından götürüyor. Yuvarlak masa aktarımcılarını ise o birileri görür.
Ancak kısa zaman içinde yuvarlaklaşan bu tozutma, masalar eşrafından toz olmaları da barındıran, başka yuvarlak masalara ve yusyuvarlak masallara yuvarlanabilecek bir süreci de inceden inceye hazırlıyor.
Yaşı başı denk düşenlerin anımsayabileceği çok eskide kalmış o yuvarlak masalara ve yuvarlak masa müdavimi aktarıcılara can feda. Onlar da gün olur özlenebilirmiş meğer…
30 Eylül 2016 Cuma
ME-FAZLA SÜRMEZ BU DÜZEN…
FAZLA SÜRMEZ BU DÜZEN…
Bu günlerde sanki toptan programlanmış robotlara döndük. Döndürüldük. Birileri aklı esince bizim nereye bakacağımıza neler düşüneceğimize kadar karar veriyor. Ayar çekiyor. Farklı bir düzen dayatıyor. Darbe girişimi sonrasında terörle kanla sınır ötesi savaşla geçiyor günlerimiz. Barış geciktikçe gecikiyor. Canlar yanıyor.
Her şeyimizi onlar düşünüyor. Bireysel ekonomilerimize kadaronlar tasarlıyorlar. Sanki ceplerimizde kendiliğinden eriyen paralarımıza kadar. Cebimizdeki parayı bile bize istedikleri gibi harcatıyorlar. Kimlere nerelere vereceğimize onlar karar veriyor. Yoksa kredi çektirtiyorlar. Ekonomik bağımlılığımızı gün geçtikçe daha da artırıyorlar. Bir türlü tam bağımsızlığın, barışın, sevgi ve dayanışmanın, birlik ve beraberliğin yaşanacağı evrensel değerlere yüzümüzü çeviremiyoruz.
Bu dayatmacı düzende özgürce düşünüp kutlandıracağımız, o bu nedenler yüzünden insanların kurban edilmediği Barış'ın, Sevgi'nin, Saygının egemen olduğu yarınlardan da giderek uzaklaşıyoruz. Hayat işte...
“İnsanlar için varlık içinde yaşamaksa hayat
Neden yoksulların ekmekleri sürekli bayat.
Açlık kol gezerken birileri sürer saltanat
Sakın yanlış anlama Tanrım sende…”
Bu bayat hayatın içinde insanların bilinçaltında yer etmiş yer bulmuş yanlışlarını düzeltmek hiçte kolay değildir. Çünkü onlar bilinçaltı eksiklerini başkaları üzerinden giderir. O yüzden bilinçaltı karanlığında kaybolmuşlar kendi bilincine yakınları sımsıkı düzensizliğe hapsederler. Yeni düzen bu diye dayatırlar. Aynaya baktıklarında gerçek kimliklerini asla göremezler. Başka yüz başka beden başka kimlik üzerinden yaşarlar. Binbir surat binlerce poz takınırlar. Hiçbir zaman kendileri olamazlar. Başkalarına bağımlı izin verildiğince yaşarlar ve hizmet ederler.
Toplumdaki kişilik erozyonunun ve moral değerlerin çöküşünün en önemli sebebi budur…
Son günlerde sanki hepten programlanmış robotlara döndük. Fabrika ayarlarıyla iyice oynandı devletin ve milletin. Birilerinin aklınca, kafası atınca, rüzgâr tersten düzden esince susmaya mahkûm edildik. Döndürüldük biraz da olsa.
Oysa; ‘Devrimciler halkının çıkarları için kendilerini feda ederler. Diktatörler kendi menfaatleri için halkını feda ederler.’ Bakarsınız gün olmuş devrimci diktatör olmuş, gün gelmiş diktatörler ise has devrimci. İkisi de yaramaz. İkisinde de çileyi doğrucular ve yoksul kesimler çeker. Tarihin diyalektiği işte.
Diyalektik bir örgüdür hayat. Çirkinlik olmasaydı güzellikte olmazdı. İkisi bir arada olmasa aşk olmazdı. Aşk olmasa kötülük doğmazdı. Kötülük olmasa iyilikte olmazdı. İkisi bir arada olmasa yalan olmazdı. Eşitsizlik olmasa eşitlikte olmazdı. İkisi bir arada olmasa para olmazdı. Para olmasa katil olunmazdı. Katil olmasa mazlumda olmazdı. Mazlum olmasa zulüm doğmazdı. İkisi bir arada olmasa masumiyet olmazdı. Buna benzer nice olgular olmasa mutluluk olmazdı.
Yarınlarımıza bile sebepsiz yere mutsuzluk dayatılıyor sanki. Farklı bir düzen dayatılıyor…
Ne çalındık ne çaldık
Dostun ettiklerine alınmadık.
Tek yanılgımız kalıbına bakıp
Adam sandık aldandık.
Olur, böyle şeyler.
Kim bize darbe yapan üst akıl
İster asıl, ister basıl
Apolitik olma politik takıl
İşler iyi gitmiyor velhasıl.
Olur, böyle şeyler.
Olur, böyle şeyler ve de gelip geçer. Biz ki donmuş sudan ateş yakıp ısındık, susmayız. Yılmayız asla ve inanırız; Dünü bugün yıkar, bugünü ise yarın. Zalimi ise zulmü yıkar. Savaşı barış yıkar. Yalanı gerçek yıkar. Fazla sürmez bu düzen…
Bu günlerde sanki toptan programlanmış robotlara döndük. Döndürüldük. Birileri aklı esince bizim nereye bakacağımıza neler düşüneceğimize kadar karar veriyor. Ayar çekiyor. Farklı bir düzen dayatıyor. Darbe girişimi sonrasında terörle kanla sınır ötesi savaşla geçiyor günlerimiz. Barış geciktikçe gecikiyor. Canlar yanıyor.
Her şeyimizi onlar düşünüyor. Bireysel ekonomilerimize kadaronlar tasarlıyorlar. Sanki ceplerimizde kendiliğinden eriyen paralarımıza kadar. Cebimizdeki parayı bile bize istedikleri gibi harcatıyorlar. Kimlere nerelere vereceğimize onlar karar veriyor. Yoksa kredi çektirtiyorlar. Ekonomik bağımlılığımızı gün geçtikçe daha da artırıyorlar. Bir türlü tam bağımsızlığın, barışın, sevgi ve dayanışmanın, birlik ve beraberliğin yaşanacağı evrensel değerlere yüzümüzü çeviremiyoruz.
Bu dayatmacı düzende özgürce düşünüp kutlandıracağımız, o bu nedenler yüzünden insanların kurban edilmediği Barış'ın, Sevgi'nin, Saygının egemen olduğu yarınlardan da giderek uzaklaşıyoruz. Hayat işte...
“İnsanlar için varlık içinde yaşamaksa hayat
Neden yoksulların ekmekleri sürekli bayat.
Açlık kol gezerken birileri sürer saltanat
Sakın yanlış anlama Tanrım sende…”
Bu bayat hayatın içinde insanların bilinçaltında yer etmiş yer bulmuş yanlışlarını düzeltmek hiçte kolay değildir. Çünkü onlar bilinçaltı eksiklerini başkaları üzerinden giderir. O yüzden bilinçaltı karanlığında kaybolmuşlar kendi bilincine yakınları sımsıkı düzensizliğe hapsederler. Yeni düzen bu diye dayatırlar. Aynaya baktıklarında gerçek kimliklerini asla göremezler. Başka yüz başka beden başka kimlik üzerinden yaşarlar. Binbir surat binlerce poz takınırlar. Hiçbir zaman kendileri olamazlar. Başkalarına bağımlı izin verildiğince yaşarlar ve hizmet ederler.
Toplumdaki kişilik erozyonunun ve moral değerlerin çöküşünün en önemli sebebi budur…
Son günlerde sanki hepten programlanmış robotlara döndük. Fabrika ayarlarıyla iyice oynandı devletin ve milletin. Birilerinin aklınca, kafası atınca, rüzgâr tersten düzden esince susmaya mahkûm edildik. Döndürüldük biraz da olsa.
Oysa; ‘Devrimciler halkının çıkarları için kendilerini feda ederler. Diktatörler kendi menfaatleri için halkını feda ederler.’ Bakarsınız gün olmuş devrimci diktatör olmuş, gün gelmiş diktatörler ise has devrimci. İkisi de yaramaz. İkisinde de çileyi doğrucular ve yoksul kesimler çeker. Tarihin diyalektiği işte.
Diyalektik bir örgüdür hayat. Çirkinlik olmasaydı güzellikte olmazdı. İkisi bir arada olmasa aşk olmazdı. Aşk olmasa kötülük doğmazdı. Kötülük olmasa iyilikte olmazdı. İkisi bir arada olmasa yalan olmazdı. Eşitsizlik olmasa eşitlikte olmazdı. İkisi bir arada olmasa para olmazdı. Para olmasa katil olunmazdı. Katil olmasa mazlumda olmazdı. Mazlum olmasa zulüm doğmazdı. İkisi bir arada olmasa masumiyet olmazdı. Buna benzer nice olgular olmasa mutluluk olmazdı.
Yarınlarımıza bile sebepsiz yere mutsuzluk dayatılıyor sanki. Farklı bir düzen dayatılıyor…
Ne çalındık ne çaldık
Dostun ettiklerine alınmadık.
Tek yanılgımız kalıbına bakıp
Adam sandık aldandık.
Olur, böyle şeyler.
Kim bize darbe yapan üst akıl
İster asıl, ister basıl
Apolitik olma politik takıl
İşler iyi gitmiyor velhasıl.
Olur, böyle şeyler.
Olur, böyle şeyler ve de gelip geçer. Biz ki donmuş sudan ateş yakıp ısındık, susmayız. Yılmayız asla ve inanırız; Dünü bugün yıkar, bugünü ise yarın. Zalimi ise zulmü yıkar. Savaşı barış yıkar. Yalanı gerçek yıkar. Fazla sürmez bu düzen…
27 Eylül 2016 Salı
Dostluğu Perçinleyen Yıllar
Dostluğu Perçinleyen Yıllar
Yitik kuşak yetmişsekiz’in bireylerinden olup erken büyüyünce insan kıyamıyor içindeki çocuğa ve çocukluktan çıkmaya direnen isyankar gence. Yitik bitik kuşaktanlar ama en güzel yanı çocuksulukları ve yaşlanıyorlar ağırdan...
İşte onlar benim arkadaşlarım, can dostlarım ve yoldaşlarım. Yıllar yılı şartlar olgunlaştırdıkça dünyalarını, büyümesin istemişler sanki o her an gülen, şakalaşan sakınmaz çocuğun. Koskoca adam halleri zaman zaman ağlıyor da, o çocuk maşallah hiç göstermiyor el aleme gözyaşlarını. Hele o anlamsız yaşlanmaya direnen içsel ses, o sesin sahibi yitik kuşak genci çoğunlukla kol kanat geriyor, teskin ediyor, inanılmaz bir güçle. Yol gösteriyor çocuğa, çocukluğunu ve gençliğini yaşayamamış babalara.
Öyle bir dünya ki o içsel dünya kucağına oturtup saçlarını okşuyor, saçlarını tarıyor ana baba şefkatiyle koca koca adamların. Mırıl mırıl uyutuyor için için sürdürülen kavgayı.
Dostluğumuzu perçinleyen upuzun yıllardan sonra bakıyorum da, çok kahrımızı çekmiş o içimizdeki çocuklar. Belki de herkes ayni kalmış onlar sayesinde. Artık yollarını açmak zamanıdır. Yavrucaklar da açılsınlar engine. Avutacağı bedenler, uyuşacağı koca kafalar arasınlar boş yere de olsa. En güzel yanımız böylece tarihe karışsın. Yıllarca bu karışıklığı düzen bilmişiz, direnmişiz kime ne. Kendi kendimize hapsetmişiz dünyayı kime ne. Düzeltmeye harcadığımız zamanlara yazık. Gördüm acımıyoruz bu uğurda geçip giden yıllara. Acıyoruz içimize hapsettiğimiz çocuğa.
Arada bir bir olalım da onlarda çocukluğunu gençliklerini artık yaşasınlar. Biz koca adamlar olmuşuz. Ve hala kendimizi adadığımız, özgürlüğü aradığımız iki tarafı selvi ağacı yollarda yolcuyuz. Ara duraklar kalmamış ama son durağa yakınız.
Birkaç duble aslan sütü ile perçinlenen sarhoşluk lisansımız hala var. Hiçbir işe yaramıyor olsa da semaverlerin biri biter diğeri demlenir. Duvara asmışız sırasını bekliyor öteki dünyalıklar. Dünyanın bütün lisanslarıyla arasak artık biliyoruz ki bulamayacağız bizden doğma çocuklarda bile o devrilmez hevesi. Şansımız yaver giderse eğer içimizdeki direnişçi gence rağmen o tutkulu çocukla öleceğiz. Hepimizin içinde derin ve serin ve de renkli dünyalar kurmuş o minikle.
Köhne düzene rağmen hala dürüst bir hayat şaklıyor sırtımıza. Doğruluktan başka düstur var mı acaba eli kolu bağlayan ve kaypaklık aşısı tutmayan. Dostlar her şeye rağmen biz yıllar önceki oyuz. Ölsek de ölmesek de eminim ölümsüzlük aşkın ikinci yüzü. Biz o yüzde koca denizde ak kara dalgalarla boğuşarak yüzeceğiz.
Biz yalnız bizim bildiğimiz nedenle, o yüzden o güneş kıvılcımlı yüze savrulmuşuz. Şiirlerdeki Japon yüzlü çocuklar sinmiş yüreğimize. Kılcal kılcal içimizdeki afacan çocuğu arıyorlar hala. İçimize sinmiş dev ormanların ıtırlı kokusu. Birbirlerini kokusundan tanıyorlar. Beynimizde esaretin esi yok, bitmeyecek aşk buğusu gözlerimizde. Hala bağımsızlığa esiriz yaprak yaprak titreyen. İçimizde hala bana seni bulduracaklar, bana seni soracaklar korkusu olsa da hoş. Çekik gözlerimizdeki ışığa sözleri gizleyip, söz vermişiz bir kere. Bulduramazlar nasılsa.
Biz kafayı çok yıllar önceden bulmuşuz. Kaç duble içsek de ayni kafa, ince belli bardak ile kaç demlik eritsek de ayni sarhoşluk. Doyamayız birbirimize. Bizi bilmeden, duymadan içimizdeki kromozomu yapışık çocuk kardeşler şerefe kadeh kaldırmışlar. Bize onları dostluk sıcağında aramak, yarenlik kucağında beslemek, yoldaşlık güzergahında kaybetmemek düşer. Buldum kaybettim, kaybettim buldum döngüsünde ise dönmemek.
“Bir bölünmüş kromozom doğdu avucuma, çaldım yüzüme, çaldıkça elimin ayası bir çift göz oldu, ne tutarsam sevgiyle kuşatıyor yüreğimi. Ve gözlüyor…”
Bilesiniz diye yazıyorum ey kayıp sevgililer, benim arkadaşlarım, can dostlarım, gözü pek yoldaşlarım dünya küçük. Gün olur düşersek birbirimizin aklına bu bile yeter şu yalan dünyada. Biz sevgi telindeyiz, düşmeden takip etmişiz içimize serpilmiş çocuk gölgelerini. Ve elbet göreceğiz telin ucundaki öteki senleri benleri.
Her limanda inen yolcularız, indirilen kaçaklardan değil. Mürettebat toptan sahtekâr. Sadece çarkçı başı denizi seviyor. Adam gibi adamız. İşte biz birer birer oyuz. Çekiç gibi kafamıza düşer yalnızlık, yine de ahı giderecekse okyanuslar giderecek diye dağılırız kumsallara. Gün olacak zalimin orağı elimize geçecek ve zulmü biçecek, biliriz. İnanırız içimizdeki çocuktan devinen gence mavimsi bir düşümüz olacak her limanda. Sen, ben, biz ve içimizdeki çocuk arkadaşlarımız. O düşteki yolculuğa kaçak göçek olsa da dayanılır. Gerçek bu işte.
“ uzun yıllardan sonra
güneşi çalma nolur kadehimden
kaçak tütünümden de ölgün şafağı.
kapanan yollardan
transit madenci eylemsizliğini
gramafon kağıdına
çelik gönyeyle çizili bir başınalığı
salma nolur başıma.
İçimde öyle bir çocuk yaşıyor ki aratır
araya upuzun yıllar girse dahi
gallem kuyusunda bile
eskimeyen dostluklara yanarım.
Ve dünya her dem kardeşliği yaşar. “
Bir daha ki karşılaşma da içten bir karşılaşma olmayacak belki. Belki kısa moladan sonra içimizden birileri başka bir yere başka bir gemiye bekleniyor olacağız. Olsun. O bekleme odasında karşılaştığımızda ise, bu satırlardan sonrasını dinleyeceğiz birbirimizden…
Yitik kuşak yetmişsekiz’in bireylerinden olup erken büyüyünce insan kıyamıyor içindeki çocuğa ve çocukluktan çıkmaya direnen isyankar gence. Yitik bitik kuşaktanlar ama en güzel yanı çocuksulukları ve yaşlanıyorlar ağırdan...
İşte onlar benim arkadaşlarım, can dostlarım ve yoldaşlarım. Yıllar yılı şartlar olgunlaştırdıkça dünyalarını, büyümesin istemişler sanki o her an gülen, şakalaşan sakınmaz çocuğun. Koskoca adam halleri zaman zaman ağlıyor da, o çocuk maşallah hiç göstermiyor el aleme gözyaşlarını. Hele o anlamsız yaşlanmaya direnen içsel ses, o sesin sahibi yitik kuşak genci çoğunlukla kol kanat geriyor, teskin ediyor, inanılmaz bir güçle. Yol gösteriyor çocuğa, çocukluğunu ve gençliğini yaşayamamış babalara.
Öyle bir dünya ki o içsel dünya kucağına oturtup saçlarını okşuyor, saçlarını tarıyor ana baba şefkatiyle koca koca adamların. Mırıl mırıl uyutuyor için için sürdürülen kavgayı.
Dostluğumuzu perçinleyen upuzun yıllardan sonra bakıyorum da, çok kahrımızı çekmiş o içimizdeki çocuklar. Belki de herkes ayni kalmış onlar sayesinde. Artık yollarını açmak zamanıdır. Yavrucaklar da açılsınlar engine. Avutacağı bedenler, uyuşacağı koca kafalar arasınlar boş yere de olsa. En güzel yanımız böylece tarihe karışsın. Yıllarca bu karışıklığı düzen bilmişiz, direnmişiz kime ne. Kendi kendimize hapsetmişiz dünyayı kime ne. Düzeltmeye harcadığımız zamanlara yazık. Gördüm acımıyoruz bu uğurda geçip giden yıllara. Acıyoruz içimize hapsettiğimiz çocuğa.
Arada bir bir olalım da onlarda çocukluğunu gençliklerini artık yaşasınlar. Biz koca adamlar olmuşuz. Ve hala kendimizi adadığımız, özgürlüğü aradığımız iki tarafı selvi ağacı yollarda yolcuyuz. Ara duraklar kalmamış ama son durağa yakınız.
Birkaç duble aslan sütü ile perçinlenen sarhoşluk lisansımız hala var. Hiçbir işe yaramıyor olsa da semaverlerin biri biter diğeri demlenir. Duvara asmışız sırasını bekliyor öteki dünyalıklar. Dünyanın bütün lisanslarıyla arasak artık biliyoruz ki bulamayacağız bizden doğma çocuklarda bile o devrilmez hevesi. Şansımız yaver giderse eğer içimizdeki direnişçi gence rağmen o tutkulu çocukla öleceğiz. Hepimizin içinde derin ve serin ve de renkli dünyalar kurmuş o minikle.
Köhne düzene rağmen hala dürüst bir hayat şaklıyor sırtımıza. Doğruluktan başka düstur var mı acaba eli kolu bağlayan ve kaypaklık aşısı tutmayan. Dostlar her şeye rağmen biz yıllar önceki oyuz. Ölsek de ölmesek de eminim ölümsüzlük aşkın ikinci yüzü. Biz o yüzde koca denizde ak kara dalgalarla boğuşarak yüzeceğiz.
Biz yalnız bizim bildiğimiz nedenle, o yüzden o güneş kıvılcımlı yüze savrulmuşuz. Şiirlerdeki Japon yüzlü çocuklar sinmiş yüreğimize. Kılcal kılcal içimizdeki afacan çocuğu arıyorlar hala. İçimize sinmiş dev ormanların ıtırlı kokusu. Birbirlerini kokusundan tanıyorlar. Beynimizde esaretin esi yok, bitmeyecek aşk buğusu gözlerimizde. Hala bağımsızlığa esiriz yaprak yaprak titreyen. İçimizde hala bana seni bulduracaklar, bana seni soracaklar korkusu olsa da hoş. Çekik gözlerimizdeki ışığa sözleri gizleyip, söz vermişiz bir kere. Bulduramazlar nasılsa.
Biz kafayı çok yıllar önceden bulmuşuz. Kaç duble içsek de ayni kafa, ince belli bardak ile kaç demlik eritsek de ayni sarhoşluk. Doyamayız birbirimize. Bizi bilmeden, duymadan içimizdeki kromozomu yapışık çocuk kardeşler şerefe kadeh kaldırmışlar. Bize onları dostluk sıcağında aramak, yarenlik kucağında beslemek, yoldaşlık güzergahında kaybetmemek düşer. Buldum kaybettim, kaybettim buldum döngüsünde ise dönmemek.
“Bir bölünmüş kromozom doğdu avucuma, çaldım yüzüme, çaldıkça elimin ayası bir çift göz oldu, ne tutarsam sevgiyle kuşatıyor yüreğimi. Ve gözlüyor…”
Bilesiniz diye yazıyorum ey kayıp sevgililer, benim arkadaşlarım, can dostlarım, gözü pek yoldaşlarım dünya küçük. Gün olur düşersek birbirimizin aklına bu bile yeter şu yalan dünyada. Biz sevgi telindeyiz, düşmeden takip etmişiz içimize serpilmiş çocuk gölgelerini. Ve elbet göreceğiz telin ucundaki öteki senleri benleri.
Her limanda inen yolcularız, indirilen kaçaklardan değil. Mürettebat toptan sahtekâr. Sadece çarkçı başı denizi seviyor. Adam gibi adamız. İşte biz birer birer oyuz. Çekiç gibi kafamıza düşer yalnızlık, yine de ahı giderecekse okyanuslar giderecek diye dağılırız kumsallara. Gün olacak zalimin orağı elimize geçecek ve zulmü biçecek, biliriz. İnanırız içimizdeki çocuktan devinen gence mavimsi bir düşümüz olacak her limanda. Sen, ben, biz ve içimizdeki çocuk arkadaşlarımız. O düşteki yolculuğa kaçak göçek olsa da dayanılır. Gerçek bu işte.
“ uzun yıllardan sonra
güneşi çalma nolur kadehimden
kaçak tütünümden de ölgün şafağı.
kapanan yollardan
transit madenci eylemsizliğini
gramafon kağıdına
çelik gönyeyle çizili bir başınalığı
salma nolur başıma.
İçimde öyle bir çocuk yaşıyor ki aratır
araya upuzun yıllar girse dahi
gallem kuyusunda bile
eskimeyen dostluklara yanarım.
Ve dünya her dem kardeşliği yaşar. “
Bir daha ki karşılaşma da içten bir karşılaşma olmayacak belki. Belki kısa moladan sonra içimizden birileri başka bir yere başka bir gemiye bekleniyor olacağız. Olsun. O bekleme odasında karşılaştığımızda ise, bu satırlardan sonrasını dinleyeceğiz birbirimizden…
KİTAP TOPRAK OLDU
KİTAP TOPRAK OLDU
Çok genç yaştadalkavuklar çemberinden dışa vurdum.
İzlerin en olumlusuna
izmlere vuruldum.
Şimdi geçen yıllara basmadan
lastik mührü
yılmadan, ölmeden, tırsmadan
yaşadıkça yoruldum.
Kitaplarım toprak oldu.
Toprakla yoğruldum.
Kitabım doğdu.
Öyle bir hayat ki
bataryaları boşalmışçasına dingin, durgun
deniz mavisi
canlı çarpışmaların göbeğinde yıllarca
savruldum.
Yılgın insan öbeğinden çıkıp
yarınlara dargın
yeniden kuruldum.
Kara kuru ciltlere has cıvık maskelere inat
oldum doğruldum.
Çepeçevre korunulası insancıllık ateşi
alev parlaklığında iki cam göz
o gözlerdeki cana
canlandım .
Aylar var yıllar var gözlerimde pus
Adamın biri gece bekçisi
diğeri gardiyan
adamlığa uzak adamlar var dört bir yanımda
dillerinde sus.
Ciğeri beş para etmez akşamlarda
en azılısından gece işçiliğidir
yürekleri yakan.
Yandım eridim pirlerle piştim.
Sağır sultan öldü hafif uykularda.
Karakol gemileri top patlatırken işveyle
işkillendi kara deniz.
Dalga dalga soluklandı rıhtımlara.
Ölümün soğuk soluğunu ensemde duydum.
Ve kemençeler kenetlendi sonsuza.
Solfej asistanlık seviyesinde
işsizler ordusu marşında tek kelime.
İşte o kelimeye boğuldum.
İlkbahara denk günlerde
Eylül âşıkları da sustu.
Maşuklar elifi okuyamadan daha
kitaplar kara toprak.
Çok geç yaşta anladım
İyi ki dalkavuklar çemberinden dışa vurmuşum…
24 Eylül 2016 Cumartesi
KURGU GEZGİNLER CENNETİ; ORTADOĞU…
KURGU GEZGİNLER CENNETİ; ORTADOĞU…
Genişleyen anılarda uzayıp gider kurgu devletçikler için incelikle planlanmış programlanmış kurgulanmış gezginlerin maceraları ve tarihsel gerçekler. Ersiz, dilsiz, yersiz yörelerde öyle gereksiz buluşma, öyle mezhepçi ve etnik bir flörtleşmedir ki bu tarih bile yanılır bazen. Tarihi yazmak ve kurumsallaştırmak kurgulanmış gezginlere kaldığından olsa gerek sık aralıklarla cehenneme döner ortalık…
Kurgu gezginler cenneti Ortadoğu’da üzerinde arsızca gezinilen şehir kokuları ve üzerinden paragöz geçilen ülke korkuları yakar yıkar bereketli toprakları. Ve durmaksızın ayni kapitalist mekanizma işler, hiç düşünmediği an belletilen düşletilen düşüncelere kapılır tabucu kinci dinci zevat. Kurgu gereği özlemle beklenilen boşa çıkar, yüzleşilen ise öz yitimidir aslında. Büyürken küçük düşme ve güdük kalma varyasyonlarıdır egemen emperyallerce hissettirilmeden yaptırılan, yakaya yapıştırılan. Öyle ki sınır ötesi sınırsız bir yalnızlaşmadır başa kakılan.
Dünya var oldukça dalga dalga küçülmek gibi bir şeydir hoyratça geçen zamana direnememek ve yenilenememek. Gerileyişe karşı duramamak. Oysa ne hevesler harcamıştır gurbet türküleri ve daha nicelerini de zamanı geldiğinde bir çırpıda harcar. Hiç acımaz…
O halde gizli bir dileğin varsa bile, hasımlık ve hısımlık sergilemeden önce enikonu düşünüp, sözde sevaba günah katmamak gerekir kıyısından köşesinden. Paracı ve para karşılığı siyasal yöntem uygulayışın ölçüsüdür başa gelenler. Tamamıyla yayılmacı büyük sermayenin gezgincilik maskesidir takılan. Maskelenmek ve uyurgezer davranmak ise başka bir halaluyadır. Zaten sandalın dili delik olunca kürekler kırık olunca başka şekil yol alınmaz. Çünkü su almıştır hayat. Ve gemicikler batar. Veya hayata bakış sulanır, sulandırılır. Ve uzak öte bir mahmur yolculuk başlar yarın mahcup olunacak türden.
Tüm bunların olabilmesi makul karşılanması içindir egemen güçlerce izin verilen tüm faşist darbeler veya baştan destek verilip yarı yolda bırakılan şu dinci darbecik. Bu girişimler sonrasında ayrılıkçı veya birleştirici terör dört bir yana dağılır. Sınır ötesi sızmalar ve sıçramışlar ve de kuyruklaşmalar gecikmiş olunsa da açık hesaba katılır. Hayat devam ederken, millet nasılsa sözde demokrasi bayramında, sandviçli gazozlu demokrasi nöbetleriyle harlanmıştır. Kışlaların kapıları belediye çöp kamyonlarıyla ve kepçelerle kapatılarak akıllar ayarlanmıştır. Akşamlardan sabahlara meydanlar turlanarak yakında izlenecek rotaya yan bakanlar aranmıştır. Silahlar patlamış, tanklar delinmiş, ileri demokrasi hevesinden özel demokrasi militanlığına maaşlı zirve yaptırılmıştır. Devletçe güvenlik güçlerini bile tedirgin edecek halde seyirci kalınmıştır bu kara kurgulanışa. Kurulan zemberek tam boşalacağı an topyekûn sınır ötesi bir garip macera akarlanmıştır. Artık izlenen rota kuşkuların ve keşkelerin potasında erir de kaynar da. Oysa affı yoktur bu kurgusal kurumlanmanın. Gün olur devran döner hesap döner…
Bu yeni kurguda, hayal perdesi doğal görülen fizyon reaksiyon etkisi altında yeni spekülasyonlara zemin hazırlar. Son yaşananların tamamı dünyadan bakıldığında iki dinci iktidar heveslisi grubun ülkeyi paramparça edecek biçimde devleti ele geçirme gayreti görülse de gösterilse de bir yere kadar doğru. Yanlışı doğrusu kurgulanan şu fakir ülkenin Ortadoğu bataklığına çekilmesi kurgusudur. Bu son dinci darbe girişimi ileride paralellere bodoslama kodes turlarıyla anılsa da, kurgu gezginler cehennemi Ortadoğu ya serbest girişin akıllı biletidir.
Serüven bundan sonra nasıl devam edecek, ayıpların ve kayıpların kitabı nasıl yazılacak muamma. Bu muallak atmosferde güdülen ise sadece haksız kazançlar üzerine kurulmuş makam ve rakam ironisidir. Bu güdümlü kurulum gökyüzünün ulu gözcüsü tarafından elbette görülüyor. Toprağa düşen canlar gökler yarılınca akla ihanet kapılarını bekleyecekler belki de. İşte o zaman bu yersiz ve denksiz umut yıkımlarına neden olanlar sınır boyu dizilişin kodlarında diriliş arayacaklar nafile.
Kurgu gezginler cehennemi Ortadoğu’dan çıkış resmen kısmet işi. Tarih tekrar edecek, hoca, hacı, molla üçgenine hapsoluşun faturası yine binlerce yıl olduğu gibi garip halka çıkarılacak. Yine yeniden besleme düzeni devam edecek. Ayni zihniyetin değişik versiyonlarının kuşatması sürecek. İçeride dışarıda hep birden düş çılgınlığına yuvarlanılacak. Dibe vurmuşluktan teğetlenen eğreti dayanışma kurgusu da çok yakında bitecek. Ve düşkünlüğü göstermeme çabasıyla üleşme ve bölüşme bataklığına savruluş kavuracak yediden yetmişe herkesi. Hangi ilahi kurgunun zorlamasıdır bu savrukluk anlamsızlaşacak. Naylon türbeler ve yeşil sarıklılarla bile açıklanamaz bir ritim damgası vuracak çağa. Kurgulanan sonunda anlaşılacak ama iş işten geçmiş olacak.
Bu kurgulanış baştan kusurludur. Öyle ki yozlaşmış ve yozlaştırılmış inanç manzarasının marazası yayıldıkça yayılacak. Yarım kalacak bir kez daha tarih sayfaları. Defter dürülecek ve Ortadoğu çemberine tam ortadan dahil olmuşluğun yalımı yalayacak beyinleri. Ve bir ucundan diğer ucuna barut kokusu ve bu nereye doğru bir evrilmedir korkusu tutacak yolları. Aslında bu kurgu cambazlığını tarih yazıyor da biliyor da. Ancak önemseyen yok.
İster önemsensin ister görmezden gelinsin, bu genleşmeye başlayan tarih kesitinde emperyalizmin kurulu köhne düzene hizmet için kurduğu kurgu devletçikler üzerinden sahnelenen oyunlar dünyanın en zengin bölgelerini çöle çevirdikçe bu drama yüz çevirmekte zorlaşacak. Kaos çemberi genişleyecek. Kurgu bilimselleşecek ve üçüncü dünya paylaşım süreci kapıya dayanacak. Bedava bedevi bereketsizliğidir bu kurmaca, çok önceden kurgulanmış emperyalist gezgin dileği de.
Anlamak ve kaçınmak gerek…
Genişleyen anılarda uzayıp gider kurgu devletçikler için incelikle planlanmış programlanmış kurgulanmış gezginlerin maceraları ve tarihsel gerçekler. Ersiz, dilsiz, yersiz yörelerde öyle gereksiz buluşma, öyle mezhepçi ve etnik bir flörtleşmedir ki bu tarih bile yanılır bazen. Tarihi yazmak ve kurumsallaştırmak kurgulanmış gezginlere kaldığından olsa gerek sık aralıklarla cehenneme döner ortalık…
Kurgu gezginler cenneti Ortadoğu’da üzerinde arsızca gezinilen şehir kokuları ve üzerinden paragöz geçilen ülke korkuları yakar yıkar bereketli toprakları. Ve durmaksızın ayni kapitalist mekanizma işler, hiç düşünmediği an belletilen düşletilen düşüncelere kapılır tabucu kinci dinci zevat. Kurgu gereği özlemle beklenilen boşa çıkar, yüzleşilen ise öz yitimidir aslında. Büyürken küçük düşme ve güdük kalma varyasyonlarıdır egemen emperyallerce hissettirilmeden yaptırılan, yakaya yapıştırılan. Öyle ki sınır ötesi sınırsız bir yalnızlaşmadır başa kakılan.
Dünya var oldukça dalga dalga küçülmek gibi bir şeydir hoyratça geçen zamana direnememek ve yenilenememek. Gerileyişe karşı duramamak. Oysa ne hevesler harcamıştır gurbet türküleri ve daha nicelerini de zamanı geldiğinde bir çırpıda harcar. Hiç acımaz…
O halde gizli bir dileğin varsa bile, hasımlık ve hısımlık sergilemeden önce enikonu düşünüp, sözde sevaba günah katmamak gerekir kıyısından köşesinden. Paracı ve para karşılığı siyasal yöntem uygulayışın ölçüsüdür başa gelenler. Tamamıyla yayılmacı büyük sermayenin gezgincilik maskesidir takılan. Maskelenmek ve uyurgezer davranmak ise başka bir halaluyadır. Zaten sandalın dili delik olunca kürekler kırık olunca başka şekil yol alınmaz. Çünkü su almıştır hayat. Ve gemicikler batar. Veya hayata bakış sulanır, sulandırılır. Ve uzak öte bir mahmur yolculuk başlar yarın mahcup olunacak türden.
Tüm bunların olabilmesi makul karşılanması içindir egemen güçlerce izin verilen tüm faşist darbeler veya baştan destek verilip yarı yolda bırakılan şu dinci darbecik. Bu girişimler sonrasında ayrılıkçı veya birleştirici terör dört bir yana dağılır. Sınır ötesi sızmalar ve sıçramışlar ve de kuyruklaşmalar gecikmiş olunsa da açık hesaba katılır. Hayat devam ederken, millet nasılsa sözde demokrasi bayramında, sandviçli gazozlu demokrasi nöbetleriyle harlanmıştır. Kışlaların kapıları belediye çöp kamyonlarıyla ve kepçelerle kapatılarak akıllar ayarlanmıştır. Akşamlardan sabahlara meydanlar turlanarak yakında izlenecek rotaya yan bakanlar aranmıştır. Silahlar patlamış, tanklar delinmiş, ileri demokrasi hevesinden özel demokrasi militanlığına maaşlı zirve yaptırılmıştır. Devletçe güvenlik güçlerini bile tedirgin edecek halde seyirci kalınmıştır bu kara kurgulanışa. Kurulan zemberek tam boşalacağı an topyekûn sınır ötesi bir garip macera akarlanmıştır. Artık izlenen rota kuşkuların ve keşkelerin potasında erir de kaynar da. Oysa affı yoktur bu kurgusal kurumlanmanın. Gün olur devran döner hesap döner…
Bu yeni kurguda, hayal perdesi doğal görülen fizyon reaksiyon etkisi altında yeni spekülasyonlara zemin hazırlar. Son yaşananların tamamı dünyadan bakıldığında iki dinci iktidar heveslisi grubun ülkeyi paramparça edecek biçimde devleti ele geçirme gayreti görülse de gösterilse de bir yere kadar doğru. Yanlışı doğrusu kurgulanan şu fakir ülkenin Ortadoğu bataklığına çekilmesi kurgusudur. Bu son dinci darbe girişimi ileride paralellere bodoslama kodes turlarıyla anılsa da, kurgu gezginler cehennemi Ortadoğu ya serbest girişin akıllı biletidir.
Serüven bundan sonra nasıl devam edecek, ayıpların ve kayıpların kitabı nasıl yazılacak muamma. Bu muallak atmosferde güdülen ise sadece haksız kazançlar üzerine kurulmuş makam ve rakam ironisidir. Bu güdümlü kurulum gökyüzünün ulu gözcüsü tarafından elbette görülüyor. Toprağa düşen canlar gökler yarılınca akla ihanet kapılarını bekleyecekler belki de. İşte o zaman bu yersiz ve denksiz umut yıkımlarına neden olanlar sınır boyu dizilişin kodlarında diriliş arayacaklar nafile.
Kurgu gezginler cehennemi Ortadoğu’dan çıkış resmen kısmet işi. Tarih tekrar edecek, hoca, hacı, molla üçgenine hapsoluşun faturası yine binlerce yıl olduğu gibi garip halka çıkarılacak. Yine yeniden besleme düzeni devam edecek. Ayni zihniyetin değişik versiyonlarının kuşatması sürecek. İçeride dışarıda hep birden düş çılgınlığına yuvarlanılacak. Dibe vurmuşluktan teğetlenen eğreti dayanışma kurgusu da çok yakında bitecek. Ve düşkünlüğü göstermeme çabasıyla üleşme ve bölüşme bataklığına savruluş kavuracak yediden yetmişe herkesi. Hangi ilahi kurgunun zorlamasıdır bu savrukluk anlamsızlaşacak. Naylon türbeler ve yeşil sarıklılarla bile açıklanamaz bir ritim damgası vuracak çağa. Kurgulanan sonunda anlaşılacak ama iş işten geçmiş olacak.
Bu kurgulanış baştan kusurludur. Öyle ki yozlaşmış ve yozlaştırılmış inanç manzarasının marazası yayıldıkça yayılacak. Yarım kalacak bir kez daha tarih sayfaları. Defter dürülecek ve Ortadoğu çemberine tam ortadan dahil olmuşluğun yalımı yalayacak beyinleri. Ve bir ucundan diğer ucuna barut kokusu ve bu nereye doğru bir evrilmedir korkusu tutacak yolları. Aslında bu kurgu cambazlığını tarih yazıyor da biliyor da. Ancak önemseyen yok.
İster önemsensin ister görmezden gelinsin, bu genleşmeye başlayan tarih kesitinde emperyalizmin kurulu köhne düzene hizmet için kurduğu kurgu devletçikler üzerinden sahnelenen oyunlar dünyanın en zengin bölgelerini çöle çevirdikçe bu drama yüz çevirmekte zorlaşacak. Kaos çemberi genişleyecek. Kurgu bilimselleşecek ve üçüncü dünya paylaşım süreci kapıya dayanacak. Bedava bedevi bereketsizliğidir bu kurmaca, çok önceden kurgulanmış emperyalist gezgin dileği de.
Anlamak ve kaçınmak gerek…
22 Eylül 2016 Perşembe
SANAT HAYATTIR, TIPKI TARIK TAHSİN…
SANAT HAYATTIR, TIPKI TARIK TAHSİN…
Sanat hayattır, hayat sanat ile anlamlanır ve değerlenir. Sanat ile hayatın yolları bir yerde bir zamandan sonra kesişmedikçe de ölümsüz ruhun camları buzlanır. Çobanyıldızı akmaz gecelere ve karanlığa akan pencereler kapanır sanata. Gülen gözler kapanır dünyaya. Bir kırılma noktasıdır hayatı sanatçı gibi, sanatı hayatın tam içinden yaşayabilmek. Ve uygarlığa ve özgürlüğe vurulan paslı rangayı zerrece kabullenmemektir ustalık. Gizli güncelere değişimi kaydedebilmektir güzellik.
Yaşayan sanat asla bilinçsizliği kabul etmez. İnsan ve vicdan derinliği dayanılmaz boyutta taarruzlara uğradıkça sanat üzerine doğulur. O doğurganlıkta tüm umutlandırmalar sanatçıya ve sanata yüklenir. Simgesel uyarıların merkezinde ucu kırık kalemlerle senaryolaşan memleket manzaraları anında filizlenir. O uçsuz bucaksız yerleşkede tartışmasız tereddütsüz kabul edilen ne varsa uzaklaşılır. Ve uzlaşışız hayata yakın çekim yakınlaşılır.
Tıpkı Tarık Tahsin gibi…
Kahırlanıp kös kös oturmaktan ise ilgi, bilgi ve merakla hiç sönmeyecek bir ateşi körüklemektir sanat. Sanatla hayatı kazanmak veya kazanamamak başka bir meseledir. Hayata belki biraz katı resmiyet katıldığında, hayattan kopuş sanattan kopuşu da tetikler. Demokrasiden uzaklaşma karmaşasına savrulur dünya alem. Tüm sanat dışı kampanyalar güncellenir. Kumpanya kampanaları dahi çalmaz. Çalınır hayatlar ve sanat. Endişe kanalları derinleştikçe hayatın güç birliği ettiği ne varsa kuma toprağa karılır. İşte bu silikleştiren özelleşmede büyüyen ideler dingin hayatları düzgün sanatı da delirtir. Karar alıp vermeler huzuru yoklar ve yok eder. Bol kayıplı bu dönemeçte hayatı sanat gibi görmek ve yaşamak hem zorlaşır hem de bedeli ağırlaşır. Ve bu sanal kurguda sanatı hayatın içine çekmek ise kafadan bitlenmektir.
Aynı Tarık Tahsin gibi…
Soluksuz kalmayla eşdeğer bir eşgüdüm yalnızlığıdır kozalak kozalak ölmeden eş zamanlı gömülmek. O gömü diyarında zamanın getirdiği sanatsal çelişkilere direnmek ise delikanlılık ister. Öyle ecnebi mimarisi şekillendirilen saray salonlarına, salon balkonlarına çıkmak ile nefeslenmez sanat. Olunmaz sanatçı. Toza toprağa batmış, bataklığa karışmış hayatları makaralara film üstüne film kopyalamaktır maharet. Hayatı hayat gibi yaşamak, hayatı sanat gibi yaşatmaktır hiç değer görülmese de sanatçılık. Endişeye ve korkuya mahal yoktur asla. Ve karanlık arka mahallelerde çakan ışık sessizliği içinden sıyrılmaktır sanatçılık. Sıtkı sıyırmak mertebesinde tanyeri ağardığında çobanyıldızına akan demirden repliklere sarılmaktır hayat. Çan çalındığında çelikten kuleler de kum çimento yığını olarak dibine dibine yığılır. İşte tam o vakit sanatın keskin rüzgârı dondurur yürekleri. O yabancılaşmada bir sıcak yürektir hayat boyu en uzaktan en yakına savrulan.
Aynı tıpkı Tarık Tahsin gibi…
Sarsak tipiyi dere bucak izlerken el alem kabaran kaypaklığı uçuruma yuvarlayabilme cesaretidir sanat. Sokakta kaldıkça hayat, hayatı roman tarzında sürmektir. Sanatçılığın yadigarı ise en romantik akşamlardan geceye akan sanat süsüdür. Sabahlara kadar direnç, hayat dersi niteliğinde tarzdır sanat. Okunur söylenir, oynanır yazılır hayat. Ama en alası çekilir. Çekilmez hayatı çekmektir sanat ve sanatçılık. Bir düzendir değişir, bir dönemdir gelip geçer, pazarlıksız el değiştirir nam ve perde arkasına çıkış sadece sanatla hayat bulur. Dizilir boğaza yediveren acılar, dizilir sahneye sahte oyuncular ve ölmeden evvel hayata son racon kesilir. Adam gibi adam gidebilmektir vakit o vakti vurduğunda.
Simli aynada bir yiğit ayni tıpkı Tarık Tahsin gibi…
Pasaklı sancıların otağında sözün bittiği andır hayat. Her deminde öyleleri vardır ki gölgeleri vurur duvarlara en çirkin, çirkin mi çirkin. Oysa hoş geldin hayat, güle güle makam diyebilmektir markalaşmak. Hayat sanat gücüyle en keskin biçimde estetikleşince tersine özgürleşen fikir lüksüne dönüştür bereket. Suskunluğun ayrıntısında boğulmak o zaman beyinlerden temizlenir. Ve herkesin gönülden veya gönülsüz formül saydığı hayat artısına kavuşur tüm ideler. İşte bu da sanattır.
Hayat ondan sonra sanat gibi yaşandıkça hayattır. Ve kalabalıklardan ve kalabalık gösteri merkezlerinden edinilen deneyimler ve bilgiler kişiye yük değil kişiye mülktür artık. Ve hayatı tutmak için herkese demir yoldur sanat. Hayatı sanatlaştıranlar ise ölümsüzdür. Geride kalanlar için hayata tutunmak ise gösterilen aydınlık yolu görmektir. Yollardan yol seçebilmektir maharet.
Simli sinli dünyada sonsuzluktur sanat. Heyhat ayni tıpkı Tarık Tahsin…
Sanat hayattır, hayat sanat ile anlamlanır ve değerlenir. Sanat ile hayatın yolları bir yerde bir zamandan sonra kesişmedikçe de ölümsüz ruhun camları buzlanır. Çobanyıldızı akmaz gecelere ve karanlığa akan pencereler kapanır sanata. Gülen gözler kapanır dünyaya. Bir kırılma noktasıdır hayatı sanatçı gibi, sanatı hayatın tam içinden yaşayabilmek. Ve uygarlığa ve özgürlüğe vurulan paslı rangayı zerrece kabullenmemektir ustalık. Gizli güncelere değişimi kaydedebilmektir güzellik.
Yaşayan sanat asla bilinçsizliği kabul etmez. İnsan ve vicdan derinliği dayanılmaz boyutta taarruzlara uğradıkça sanat üzerine doğulur. O doğurganlıkta tüm umutlandırmalar sanatçıya ve sanata yüklenir. Simgesel uyarıların merkezinde ucu kırık kalemlerle senaryolaşan memleket manzaraları anında filizlenir. O uçsuz bucaksız yerleşkede tartışmasız tereddütsüz kabul edilen ne varsa uzaklaşılır. Ve uzlaşışız hayata yakın çekim yakınlaşılır.
Tıpkı Tarık Tahsin gibi…
Kahırlanıp kös kös oturmaktan ise ilgi, bilgi ve merakla hiç sönmeyecek bir ateşi körüklemektir sanat. Sanatla hayatı kazanmak veya kazanamamak başka bir meseledir. Hayata belki biraz katı resmiyet katıldığında, hayattan kopuş sanattan kopuşu da tetikler. Demokrasiden uzaklaşma karmaşasına savrulur dünya alem. Tüm sanat dışı kampanyalar güncellenir. Kumpanya kampanaları dahi çalmaz. Çalınır hayatlar ve sanat. Endişe kanalları derinleştikçe hayatın güç birliği ettiği ne varsa kuma toprağa karılır. İşte bu silikleştiren özelleşmede büyüyen ideler dingin hayatları düzgün sanatı da delirtir. Karar alıp vermeler huzuru yoklar ve yok eder. Bol kayıplı bu dönemeçte hayatı sanat gibi görmek ve yaşamak hem zorlaşır hem de bedeli ağırlaşır. Ve bu sanal kurguda sanatı hayatın içine çekmek ise kafadan bitlenmektir.
Aynı Tarık Tahsin gibi…
Soluksuz kalmayla eşdeğer bir eşgüdüm yalnızlığıdır kozalak kozalak ölmeden eş zamanlı gömülmek. O gömü diyarında zamanın getirdiği sanatsal çelişkilere direnmek ise delikanlılık ister. Öyle ecnebi mimarisi şekillendirilen saray salonlarına, salon balkonlarına çıkmak ile nefeslenmez sanat. Olunmaz sanatçı. Toza toprağa batmış, bataklığa karışmış hayatları makaralara film üstüne film kopyalamaktır maharet. Hayatı hayat gibi yaşamak, hayatı sanat gibi yaşatmaktır hiç değer görülmese de sanatçılık. Endişeye ve korkuya mahal yoktur asla. Ve karanlık arka mahallelerde çakan ışık sessizliği içinden sıyrılmaktır sanatçılık. Sıtkı sıyırmak mertebesinde tanyeri ağardığında çobanyıldızına akan demirden repliklere sarılmaktır hayat. Çan çalındığında çelikten kuleler de kum çimento yığını olarak dibine dibine yığılır. İşte tam o vakit sanatın keskin rüzgârı dondurur yürekleri. O yabancılaşmada bir sıcak yürektir hayat boyu en uzaktan en yakına savrulan.
Aynı tıpkı Tarık Tahsin gibi…
Sarsak tipiyi dere bucak izlerken el alem kabaran kaypaklığı uçuruma yuvarlayabilme cesaretidir sanat. Sokakta kaldıkça hayat, hayatı roman tarzında sürmektir. Sanatçılığın yadigarı ise en romantik akşamlardan geceye akan sanat süsüdür. Sabahlara kadar direnç, hayat dersi niteliğinde tarzdır sanat. Okunur söylenir, oynanır yazılır hayat. Ama en alası çekilir. Çekilmez hayatı çekmektir sanat ve sanatçılık. Bir düzendir değişir, bir dönemdir gelip geçer, pazarlıksız el değiştirir nam ve perde arkasına çıkış sadece sanatla hayat bulur. Dizilir boğaza yediveren acılar, dizilir sahneye sahte oyuncular ve ölmeden evvel hayata son racon kesilir. Adam gibi adam gidebilmektir vakit o vakti vurduğunda.
Simli aynada bir yiğit ayni tıpkı Tarık Tahsin gibi…
Pasaklı sancıların otağında sözün bittiği andır hayat. Her deminde öyleleri vardır ki gölgeleri vurur duvarlara en çirkin, çirkin mi çirkin. Oysa hoş geldin hayat, güle güle makam diyebilmektir markalaşmak. Hayat sanat gücüyle en keskin biçimde estetikleşince tersine özgürleşen fikir lüksüne dönüştür bereket. Suskunluğun ayrıntısında boğulmak o zaman beyinlerden temizlenir. Ve herkesin gönülden veya gönülsüz formül saydığı hayat artısına kavuşur tüm ideler. İşte bu da sanattır.
Hayat ondan sonra sanat gibi yaşandıkça hayattır. Ve kalabalıklardan ve kalabalık gösteri merkezlerinden edinilen deneyimler ve bilgiler kişiye yük değil kişiye mülktür artık. Ve hayatı tutmak için herkese demir yoldur sanat. Hayatı sanatlaştıranlar ise ölümsüzdür. Geride kalanlar için hayata tutunmak ise gösterilen aydınlık yolu görmektir. Yollardan yol seçebilmektir maharet.
Simli sinli dünyada sonsuzluktur sanat. Heyhat ayni tıpkı Tarık Tahsin…
19 Eylül 2016 Pazartesi
İNCELDİĞİ YERDEN
İNCELDİĞİ YERDEN
Aldırmam.
Ey solak şair inceldiği yerden koparsa kopsun en asi şiir
veya en sağlam haykırışın tam yarı belinden
yerli yerinden.
İncilendiği yerden de bir batında şairsiz doğsun.
Fırat hala genç
kılıçtan keskin buzdan soğuk ve yardan uzak
yadellerde tuzak üstüne tuzak.
Dünden ertelenmiş filli eylemler
hababam düşük notlarla sınıf atlamalar
dünya hali aldatmacası asla kanmam.
Aldırmam
Aksuya egemen coşkuyla içten içe kaynarım
İşte bu kumu çalınan kumlu dere de benim Fıratım.
Fırtına bulutları arasından çıkar akar
üzerindeki demir köprü Çavuşoğlu dönencesidir.
Karşı yakada pos bıyık pasaklı kasap
kafa denkliğine dergahtır.
Allem kallem etmeden
at kalem pirzolaları közden ateşe usta
alem adam görsün.
Yarı bitik şişeyi de zuladan çek çıkar
masum bir resim çizeceğim göğe
dümbelekleri dünya alem bilsin.
Bekleşir durur alnımın çatında çağlayan şelaleler
meşhur acısu sürahide buğulanırken
acıkmışım yoluna birader
kekik yeşil soğan ve közde kırmızıbiber eşliğinde
dem vurup demlenirim.
Aldırmam
kötü haber tez ulaşır bal ormanına
kim satarsa satsın aklını yüreğini kahpe dünyaya
ben asla satmam deli divane dayılanırım.
İnce pazarlıklar diyarında kumpas
hain tuzaklar tezgahında paspas olmaktansa
şu yaslı yürekte memleket sevdası içlenirim.
Asarlar asmazlar takarlar takmazlar
aldırmam.
Aldırmam
yaşlı yüreğim ayet ayet durulmuş
Vurulmuşum delikanlılık çağımda
satmışım anasını avradını haspa dünyanın
red etmişim ballı börek dünyalıklarını
zerre üzülmem.
Ütopik düşlerden erketelenmiş eylemler kapıda
üşürüm sırtımdaki alev güllesinden
kafilenin ardı sıra yürür deniz gözlü bir kız çocuğu
habire yakamı tutar nasırıma basar
kimin nesi kimin fesi olduğunu
ezelden ebede bilirim.
Nasıl mı küskün resmen soluk çiçek ve kaya deniz ıpıslak
sanki ıssızlığın sızısı sevdalıkların ısısı vurmuş dere boyuna
hat boyunda harelenirim.
Hallenirim fakat
hala en güçlüdür üçlü kortejin türküsü
kararan gökyüzündeki mavi boşluklara sığınmış nakaratlarla
dillenir limana açık lal pencereler.
Dolduğum rüya Karadeniz doyduğum hülya memlekettir.
Zulamdaki dibi delik şişe alabalık cennetidir.
Derdiğim zehir ziya bedava
çekilmez dertler bedelsiz
adalı aşkı bu çaresi mi çaresiz.
Bir nefes kader kederli başta duman ve bir yudum aslan sütü
yanında ayran delisi
yeter de artar.
Koça yakışır hayal kırıklıkları
karanlığı yutar bir tutam derman
ey deniz gözlü seni düşünüyorum durmadan inan
Aksuya doğan güneş gibi kırmızı.
Yeşile akar ay parçası bir er
her akşam üstünden sabahlara ezelden ebede hür
hababam çıldıran uykulu sularla akıyorum geceye.
Kalender kalenin burçlarında habire aynı tutku
son bir fırsat hala var
hala var.
Geçkin ve sıcak ve keskin bıçak şahdamarıma yakın
sürçtü ise lisanı harbi
harbiden sürerim anılarımın topal eşeğini doruklara.
Dünden örselenmiş yüreğim öksüzüm
bu gün yine aynı akıl benzer tarz
yıllar yollar tıpkısı yolcular yorgun argın dargın
sanki enginde candarmalara enselenmiş yüreğim.
Ha babam de babam daima sana esniyorum ey yaren
eskisi gibi sırsıcak
anam babam estikçe esiyorum.
Aksuyu kıssadan hisse hapşırtan özlemle sırf sana eriyorum.
Yangın yeri her dem memleket
buz gibi soğuyorum
bu şehrin sararan iskeletinden.
İşte şu al yeşil vadide sensiz sessiz süzülen dere de benim Fıratım
resmi yazılarda geçen yaz akşamlarının da farkındayım
aldırmam.
Aldırmam ama bu son fırsatım
doldur kadehleri memleket aşkıyla usta
içmeye doyamam doyuncaya içerim onu.
Bir kez daha içmeden sarhoş olalım
beyim satılık değil beynim
hala ayık ve ay ışık kalmalıyım.
Yakıldım yıkıldım sürüldüm ama yine tam merkezde tam da buradayım
bak şu içine içine kanlı yaşları akıtan dere de
üstünde demirden köprü cavusolu tropikası.
İşte o ak sulu dere benim Fıratım.
Aldırmam.
Ey solak şair inceldiği yerden koparsa kopsun en asi şiir
veya en sağlam haykırışın tam yarı belinden
yerli yerinden.
İncilendiği yerden de bir batında şairsiz doğsun.
Fırat hala genç
kılıçtan keskin buzdan soğuk ve yardan uzak
yadellerde tuzak üstüne tuzak.
Dünden ertelenmiş filli eylemler
hababam düşük notlarla sınıf atlamalar
dünya hali aldatmacası asla kanmam.
Aldırmam
Aksuya egemen coşkuyla içten içe kaynarım
İşte bu kumu çalınan kumlu dere de benim Fıratım.
Fırtına bulutları arasından çıkar akar
üzerindeki demir köprü Çavuşoğlu dönencesidir.
Karşı yakada pos bıyık pasaklı kasap
kafa denkliğine dergahtır.
Allem kallem etmeden
at kalem pirzolaları közden ateşe usta
alem adam görsün.
Yarı bitik şişeyi de zuladan çek çıkar
masum bir resim çizeceğim göğe
dümbelekleri dünya alem bilsin.
Bekleşir durur alnımın çatında çağlayan şelaleler
meşhur acısu sürahide buğulanırken
acıkmışım yoluna birader
kekik yeşil soğan ve közde kırmızıbiber eşliğinde
dem vurup demlenirim.
Aldırmam
kötü haber tez ulaşır bal ormanına
kim satarsa satsın aklını yüreğini kahpe dünyaya
ben asla satmam deli divane dayılanırım.
İnce pazarlıklar diyarında kumpas
hain tuzaklar tezgahında paspas olmaktansa
şu yaslı yürekte memleket sevdası içlenirim.
Asarlar asmazlar takarlar takmazlar
aldırmam.
Aldırmam
yaşlı yüreğim ayet ayet durulmuş
Vurulmuşum delikanlılık çağımda
satmışım anasını avradını haspa dünyanın
red etmişim ballı börek dünyalıklarını
zerre üzülmem.
Ütopik düşlerden erketelenmiş eylemler kapıda
üşürüm sırtımdaki alev güllesinden
kafilenin ardı sıra yürür deniz gözlü bir kız çocuğu
habire yakamı tutar nasırıma basar
kimin nesi kimin fesi olduğunu
ezelden ebede bilirim.
Nasıl mı küskün resmen soluk çiçek ve kaya deniz ıpıslak
sanki ıssızlığın sızısı sevdalıkların ısısı vurmuş dere boyuna
hat boyunda harelenirim.
Hallenirim fakat
hala en güçlüdür üçlü kortejin türküsü
kararan gökyüzündeki mavi boşluklara sığınmış nakaratlarla
dillenir limana açık lal pencereler.
Dolduğum rüya Karadeniz doyduğum hülya memlekettir.
Zulamdaki dibi delik şişe alabalık cennetidir.
Derdiğim zehir ziya bedava
çekilmez dertler bedelsiz
adalı aşkı bu çaresi mi çaresiz.
Bir nefes kader kederli başta duman ve bir yudum aslan sütü
yanında ayran delisi
yeter de artar.
Koça yakışır hayal kırıklıkları
karanlığı yutar bir tutam derman
ey deniz gözlü seni düşünüyorum durmadan inan
Aksuya doğan güneş gibi kırmızı.
Yeşile akar ay parçası bir er
her akşam üstünden sabahlara ezelden ebede hür
hababam çıldıran uykulu sularla akıyorum geceye.
Kalender kalenin burçlarında habire aynı tutku
son bir fırsat hala var
hala var.
Geçkin ve sıcak ve keskin bıçak şahdamarıma yakın
sürçtü ise lisanı harbi
harbiden sürerim anılarımın topal eşeğini doruklara.
Dünden örselenmiş yüreğim öksüzüm
bu gün yine aynı akıl benzer tarz
yıllar yollar tıpkısı yolcular yorgun argın dargın
sanki enginde candarmalara enselenmiş yüreğim.
Ha babam de babam daima sana esniyorum ey yaren
eskisi gibi sırsıcak
anam babam estikçe esiyorum.
Aksuyu kıssadan hisse hapşırtan özlemle sırf sana eriyorum.
Yangın yeri her dem memleket
buz gibi soğuyorum
bu şehrin sararan iskeletinden.
İşte şu al yeşil vadide sensiz sessiz süzülen dere de benim Fıratım
resmi yazılarda geçen yaz akşamlarının da farkındayım
aldırmam.
Aldırmam ama bu son fırsatım
doldur kadehleri memleket aşkıyla usta
içmeye doyamam doyuncaya içerim onu.
Bir kez daha içmeden sarhoş olalım
beyim satılık değil beynim
hala ayık ve ay ışık kalmalıyım.
Yakıldım yıkıldım sürüldüm ama yine tam merkezde tam da buradayım
bak şu içine içine kanlı yaşları akıtan dere de
üstünde demirden köprü cavusolu tropikası.
İşte o ak sulu dere benim Fıratım.
DUVARLARIN ÖTESİ
DUVARLARIN ÖTESİ
Öte duvarlar ağlıyor çocuk gibi,
Duvarların ötesi de.
Yıllardan sonra Denize kaç yol iner
kaç şoseden gidilir şaha kalkan sahile
unutulur.
O unutkanlıkla
çıplak uçurumlar saklar dağları
dorukları ise kar.
Kar kış kıyamet
mavi yüzüyor Karadenizin kucağında
iç çekişleri duyuluyor kararan gökyüzünün.
Günden geceye bahar
binbir renk dağlar.
Asma kilitli kapılar ağlıyor çocuk gibi
kapıların ötesi de.
Ve dayanılmaz güzellikte manzaralar da.
Eriyen kar deniz yolcusu
kaçak mal yüklü sandallar
sallanıyor tutku
Takalar da hamsi furyası.
Fuleli adımlardan taşan memleket aşkı.
Çıplak koylar saklar onları…
Direkleri kıpkırmızı yelkenleri ipek atlas.
Gençlikte sahiden dağlar sevilir
Az biraz geçkinleşince deniz derya toprak…
Kaç yoldan gidilirse gidilsin adres birdir
kurnazca beklenir sonsuz ağlamalar.
Nazlanmaların hazzı bitmez
bitmez yankısı
ebediyen sürer yangısı…
Ve parfüm kokularına karışır yosun ıslağı…
Ve duvarları aşar çocuk gülüşmeleri
duvarların ötesinde
etrafa dağılır çocuk korkusu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)