ANALİZ, KATALİZ, KATALİZATÖR…
Bu referandumda sahil boyu memleketin geleceğini
oyladı. Anayasa değişiklikleri ve o
değişime koşut yüzlerce yasadaki değişmelerin kabulü veya reddini değil. Hat
boyunda ise lafta direkt halkın iradesine başvuruldu. Ancak milli irade
refereye ramak kala neyi, niçin ve nasıl kabul ettiğini açıkça bilmiyordu.
Varsa yoksa mezder önder aşkı. Reddedenler ise makul düzeyde olaya vakıftı.
Kendini mevcut güce bedelli vakfedenler şimdilik gülen taraf. Yakında hıçkırık
romansları duyulur. ‘Hâkimiyetin Kayıtsız Şartsız’ kimde olması gerektiğini
içselleştirenler ise gücenen taraf.
Bu referandum ve sonuçları daha çok analizlere gebe…
İşin gerçeği tüm ana sözleşmeler yeri gelince çağın
gelişen koşullarına göre yenilenir. Yenilenmelidir de. Ancak bu yenilenme; tek
düzen hesap çerçevesinde tek adama düzenleme, demokratik mekanizmayı düzleme
şeklinde ise olmaz. Bu analizleri kıt ve kısır yasal taslak ise anayasa olmaz.
Bu temelde cereyan eden referandum taraflarca çeşitli propaganda yöntemleri
bulunarak veya taklit edilerek olanaklar ölçüsünde kullanılarak veya devletin
tüm imkânları harekete geçirilerek geçti gitti. Sonuç memleket battı. Veya
bitti.
‘Referandum; Korkaklık, cesaret ve sosyal budalalık’
Bermuda şeytan üçgeninde biçimlenir iddiası doğru idi…
Cesur görünüp, korkaklık ile cesaret ve sosyal budalalık
arasında medcezir yaşayan kolpacı karakterler sahip oldukları tüm avantajları
seferber ederek veya sonuca etki edecek sahte tavrın bedelini iç ederek
geleceği belirlediler. Yani dürüstler ve
dürüst olmayanlar arasında sıkışan ve ezilen sosyal budalalar tarihi bir kez
daha yine yanılttı. Sosyal budalaca eziklikten böyle kurtulacaklarını farz
ettiler. Böylece hiç de yazı veya yazgı olmayan ve hiçbir kutsi kitaba asla
uymayan alan-satancı bir dağılışa yol verildi.
‘Sağduyu, Solun Argümanlarına Kanabilirdi’ kanmadı…
Sağduyu toplumsallık duygusunun yansıtılması iken
bireylerin karakter özelliklerine takıldı. Doğru değişkenlik gösteremedi.
Yanılgı sağduyunun bir duyu eksikliği olduğunun dikkatlerden kaçmasıydı. Toplum
yoğurulurken hamuruna katılmış bir gelişim bozukluğu. Zihne şırıngalanmış bir
ilerleyiş yoksulluğu. Ve kılcal damarlarına dek dolaşan bir hoşgörü yoksunluğu.
Bunlar da pek önemsenmedi. Bileşenleri bu olan total tutkudan kısır dönemlerde
duyusal, duygusal bir sağlama yapmasını beklemek yanlıştı. Çünkü bu tutukluk
daima mantık dışı davranıp siyasetin sağına saplanır. Sağlak ve muğlak
gölgelere sığınır. Aynen bu sığıntılık hayata geçti. Yani Sağduyu, Solun
Argümanlarına kanmadı.
‘Hayırlısıyla Düşüş Başlar’ Sanıldı, Aldanıldı…
Birikmiş malum kanunsuzluğu doğanın kanunlarına da
uyduran bu düşkünlük Hayırlısıyla sona erecek savı tersine döndü. Hayatta düş
görmem, görmedim diyenler de bu düşüş masalına direnemedi. Asalcılar da
masalcılar da alı al moru mor kaldı.
‘Yetmez Ama Hayır’ Milyonlarca Hayır İşe Yaramadı…
Halkın karar vermeyle baş başa kalması ve bırakılması her
zaman aklı yetmezler ve yetmezciler arasında tıkanıklığa neden olur. O yüzden
yetmez ama Hayır iddiası rağbet görmedi. Çünkü aklı yetmezlerden parsayı
toplayanların inandığının peşine daha ağırı, daha beterini ekleyeceği belliydi.
Belli cenahlar toplumsal ve siyasi baskılarla olumlu görüşün belirlenmesine
olumsuz katkı yapan idari erkin tarafı oldular. Referandumun önünü, arkasını,
geleceğini ve özünü de zedelediler.
‘Hayırda Hayır Var’ Kavramı da Çöktü…
Eğer Hayır çıkarsa. Memleket yarınlara Hayırla çıkacak..
Elbette Hayır, milyonlarca Hayır… Hayır… Dillendirilişi memleketi esenliğe
taşıyamadı. Geleneğin tüm mirası kısa zamanda çarçur edildiğinden umarsızca
ciddi hayal kırıklıkları yaşanacak dönüm noktasına gelinmişti. Tüm dikkat
minyatürleştirilerek özü değiştirilerek akla sokulan defolu hayat tarzının
kuralsızlığına çevrildi. Geleceğe dönük en son tercih şansı da bu yüzden iyi
kullanılamadı. Tezgâhlanan ne ise iş oraya vardı.
‘Şımarık Güç,
Çekiç Güce Dönüştü’, Dönüşüm Görülmedi…
Kuklaların iplerini elinde tutan şımarık güç çekiç güce
dönüştüğünün sinyallerini meydanlarda verdi. Hiç bilimsel olmayan, tabansız
saldırmalar, tutmayan sağlamalar ile çekiç güç güncellendi. Soyuttan somuta
geçiş, yetersizlik ve değersizlikten kurtulmaya yöneliş başlatıldı. Toplumsal,
siyasal ve kültürel bölünmelerin kışkırtıldığı ve derinleştirildiği
coğrafyalardaki gibi şımartılan erk maalesef tanrılaştı.
‘Hayırla Anılmak, Tarihi Yanılsamalar ve Devletin
Bekası’ ile cakalanıldı, akıllar Sözde
Devletin Bekasına çalındı…
Zar zor kazanılmış hürriyet ve kurulmuş Cumhuriyet ve
ağır aksak işleyen demokrasinin emanet edildiği eller modernleşme tarihine bu
referandumla şerh düştü. Kutsal uyanış ve kutsal isyanın ve ebedi aydınlanmanın
kapısına asma kilit astı. ‘Atatürk ve Cumhuriyet’ Hayırla anılacak ve hayırla
devam edecek, ettirilecek bir değer iken, ilelebet sürecek tarihi bir gerçeklik
devrildi.
Bu Kez ‘Ön Kestirim Ve Kesicilik’ Dibe Vurdu…
Ön kestirme sanatı ve kesicilik her şeyi bilme veya
geleceği görme maharetidir. Onlar da anı, tanı, tanım ve Tanrı bağlamında
kıvrak manevralara aldandılar. Süslü ve pürüzlü ön kestirimlerin çoğu aklı
kapattı, akılcılığı köreltti. İşte bu yüzden olmadık işlere kapılar aralandı.
Hasılayı ve hasılatı öncesinden bilme ustalığı ve marifeti de çözüldü.
Yarıcıları felakete sürükleyecek sonucu bu kez algılayamadılar. Yarım yamalak
yönettikleri algı operasyonu şimdi memleketi yıkıma götürecek.
‘Memleket Etkiyi Yetkiyi Tek Kişiye Vermeyecek Hayırlı
Ellerde’ Denildi; Sonuç Hayra Alamet Çıkmadı…
Memlekette on yıllardır şiddet arttı, feci kıyımlar
kayıtlandı, cemaatler paralandı, çulsuzlar palazlandı, Dine imana tehdit oluşturacak nice dinci
akımlar türedi. Kelle almaya kadar kalkışmalar doğal sayıldı. Önce yakın farz
edildi. Sonra aforoz edildi. Derken memleket çıkışı olmayacak sınır ötesi
acılara sürüklendi. İş anayasa ve baba yasaya kadar dayandı. Referandum
çakılıştan önceki son çıkıştı, çıkılamadı. Memleket yetkiyi tek adama yükledi.
‘Önyargılar da Hayırlısıyla Değişir’ denildi değişmedi.
Şimdi rejim değişecek…
On yıllardır önyargılarla bezenmiş bir memleketi sessiz
sedasız kuranlar, insanları gericiliğe
ve gerileyişe adapte edenler son düzlükte kıl payı önde sayıldı. Çalımlı
bozulmaya baktıkça gerilen ve böyle sürgit gitmeyeceğini savunanların ise sıdkı
sıyrıldı. Çünkü fikri sabitlik yaşamın tek amacına dönüştürülmüş ve sinir harbi
körüklenmişti yıllardır. Yani tersine akıntı önü alınamaz biçimde güçlenmişti.
Yarınlarda daha da güçlenecek görünüyor. Yüzyılın önyargısıyla düşmanlaşılan
rejim de değişecek. Değiştirilecek.
Bu ‘Sağlıksız Sağduyu’ Memleketi İkiye Böldü…
Asla doğru sağlamasına, akılcı sağlama yapılmasına izin
verilmeyecek bu referandumun. Şaibeli bir hava estirse de hesap kapanacak.
Zaten sağduyu sağlıksız. Ayrıca YaSaKçı zihniyet ürünü YSK tüm itirazları apar
topar reddedince sadece tarihe not düşülmüş oldu. Sağlıksız sağduyu milletin toplam zekâsı farz
edilince ilk anormallik de kendiliğinden doğdu; ikiye bölünmek.
Kim Ne Derse Desin ‘Artık İki Türkiye Var’…
Söz meclisten içeri referandum sonuçları iki Türkiye
yarattı. Bayrağı, dini, dili, toprağı aynı veya benzer fakat iki ayrı Türkiye.
Misakı milli bütünlüğünde tek devlet iki millet. On yıllarca pervasızca
kamplaştırılan, kutuplaştırılan Türkiye, elmanın iki yarısı gibi artık.
Memleketin kardeşliği, birlik ve beraberliğini kim tesis edecek, edebilecek mi
ileri de görülecek.
Doğru Okumak Lazım Ama “Bu Kitap Okunmaz”…
Referandumla belirginleşen bu iki Türkiye olma çatlağını
kimse doğru dürüst okumayacak, okuyamayacak. Okumak da istemiyor zaten. Çok
yakında memleketin başına bu belayı açanlar da birbirine düşerler. Memleket
ikiye bölünmüş hala unutuşun kitabı yazılıyor. Herkes kıytırık işlerine
bakıyor. Daha bir ömür kitaplar yazılır, yazılır ve susulur. Yazgı deyip
geçilir yine. Bu bekleniyor memleketten.
Oysa ‘Her şeyi Satmak Mevsimi’…
Sömürü çok uluslu şirket çıkarlarıyla örtüşünce rejim ve
demokrasi de rafa kaldırılır. Kaldırıldı. Hiçbir mahkeme bu davayı kabul etmez.
Ülfeti külfeti bir başka dava. Şimdilik gittiği kadar, çokuluslu egemen
sermayenin arzusu derecesinde rejim değişti. Değiştirildi. Devlet malını çarçur
eden, satan taraf dönemi yasalaştı. Yasallaştı. Karanlığın gölgesini takip eden
milletler iliklerine dek sömürülür. Sömürü daha da artacak. Yani yaşlı dünya ve
şu garip memleket, özellikle belli coğrafyalardaki gibi her şeyi satanlarla,
satmak mevsimini yaşıyor. Sözün özü sattıkça yaşanacak.
‘Analiz, Kataliz, Katalizatör’ derken ‘Dik, Dikta,
Diktatör’ Töre kuruldu…
Bu referandumun en basit ve yalın sonucu; bu yeni bir
yaşam tarzına uyumun veya uyumsuzluğun ve o yaşam felsefesine ölümüne hizmetin
davranışsal analizinde gizli. Hatta ileride hangi rotanın izleneceğine
kafaların hiç yorulmayışı meselenin özü. Bu sonuç Dini ritüellerle açıklanan ve
açılımlanan hayat tarzının mükemmelliğine tapınmanın resmi elden tabulaşması. Tabulaştırılması.
Bu kurgusal tapınma duyarsızlaşan memleketi daha ne hallere, ne törlere
oturtacak tabii ki görülecek.
Yine de ‘Yılmak Yok’...
‘Atı alan Üsküdar’ı geçer’ denir ama ilahi sinyal; bu kez
Üsküdar’ ı geçemedi…
HERŞEYİ SATMAK MEVSİMİ
Kim hangi mahkemeye giderse gitsin epey yüksek bütçeli
çekilen film son yazdı bir kere. Ülfeti külfeti bir başka dava jenerik de
akmaya başladı. Şimdilik gittiği kadar gidecek. Egemen sermayenin arzusu
boyutunda sihir sürecek biçimde rejim değişti. Yani devlet çıkarlarını çarçur
eden, satan tarafın gölgesini takip eden milletler iliklerine dek sömürülür. Ve
sömürü çok uluslu şirket çıkarlarıyla örtüşünce rejim ve demokrasi de rafa
kaldırılır. Kalkışmalarla tava getirilir ve anında kaldırılır. Aynen bu senaryo
gerçekleşti. Kaldırıldı…
Yaşlı dünya resmen, özellikle belli coğrafyalarda her
şeyi satanlarla, satmak mevsimini yaşıyor.
Çağdaş, modern hayatın ve geleceğe etkisinin büyüsüne
kapılan insanlık sürekli devrimci dönüşümleri dengeler. İktidar erki de bu fikri
hep isyandan sayar. On yıllarca böyle farz edildi. Beter şekilde hazırlanmış
planlar peş peşe eklendi. Ve bu beklenen sonuç gerçekleşti. Her fırsatta
üzerinde tepinilen rejim tarih oldu…
Bu yeryüzü kime kalacak hep unutuldu. Unutturuldu. Bu
sözde mutluluk mutluluğa da, hayra da alamet değil. Olmayacak, dönüşü zor
yollara sapıldı.
Bundan gayri satılık her şey. Hava ve su bedava günleri
çok gerilerde kaldı. Kirlenen dünyanın ürünü olarak pet şişelere tıkıldı
insanlık. İnsanlığın devamını sağlayan bedava unsurlar ha bire tırpanlandı. Her
şeyler paraya endekslendi. Kim kime, kim kimi eyledi, peyledi, reyledi.
Muhakemesiz söylenenler de eğer ve mutlaka zırhına çarptı. Mühürsüz pulsuz
dilekçeler babında gelecek sandukalara hapsedildi. Oysa hapsedilen, işlemeyen,
işletilmeyen akıldır.
Tüm dünyada bu her şey satılır mevsiminde, kızışan ortamı
on yıllarca yaygınlaştırılan Kapitalizm olgusu idare etti. Sahte gereksinimler
ve kar güdüsü insanlık tarihinin son yıllarına edildi. Sınırlı kaynaklar
sınırsız gereksinimler yaratılarak bitirildi. Hortumlandı emildi. Yeryüzü
kaynakları kimin olacak, kime kalacak spekülasyonları ile çok uluslu şirketler
yoluyla yer üstü yer altı zenginlikleri kontrol altında tutuldu. Bu aktif
yolmaya, din ve dincilik kotasından yozlaşma maharetli kul beşer şaşar
şaşkınları da eklendi. Laf arası aldadılar, aldandılar ve toptan aklandılar. Bu
ak karaltılar altın çerçeveli resme cuk oturdu. Sonrası şaş al, şaş sat
şişesine doluş, şişeleri doldurulup denize atış mevsimi.
Aslında bir iktidar var; gelecek kuşaklara kurtuluş
reçetesi babında. Tarafsız bakıldığında denizin dibine batan. Hak geldi batıl
zail oldu aykırılığında, tam tersini yapan dirilişi hak eder. Kuruluşu da…
İktidarların tamamı kapitalizm adı kullanılmadan
bayağılaştırılmış yöntemlerle, dini inanç yüklü her şeyleri acımasızca
kullanarak neyin, niçin ve nasıl satılacağı noktasına odaklandı. Her şeyler
satılır olunca ve satılınca en rahat satılacak rejim gereksinimi hâsıl olur.
Nasıl ki; Her şeyin bir fiyatı olur ve olmalıdır temelinde hayatlar ve
yönetimler yöntemlendirilmiş ise. Planlanan budur. Bu bile anlamıyorsunuz
kemikleşmesi. Kemiğe kemikten başlayarak din, mezhep, ahlak, boğa, politika ve
insani değerlere kadar her şeye bir fiyat biçiliyor. Bu kısır döngüde bir çift
gözün bile göremeyeceği anlarda satılan insanlık olur.
Hayır, çıkmaz bu işten, sonunda anlaşılır. Ne yazık ki;
insanlar açıktan açığa satılmasa da ortadan ikiye bölük, bal kürenin iki yarısı
olmuş. Olunca da hayatlar satışa gelir veya satışa gelmeye ve dahi kapışmaya
yatkınlaşır. Hale hazırda hazır da. Bu gidişle ömür ve ölüm arasındaki çizgide
ne varsa her şeyler satılacaktır. Her şeyler satılır kapsamına çekilir rejim.
Sonra dünyadaki her şeyler savaş yoluyla paylaşılır potasında erime başlar.
Çünkü çok uluslu şirketlerin istemleri doğrultusunda güçlünün lehine el
değiştirir her şey.
Kim hangi akla hizmet ederse etsin bu işin organizatörü
belli. Bellidir. Devlet çarkı çarkına bereket iliklerine dek bu uluslararası
satanlara hizmetkârlıkta sınır tanımıyor. Alanlara satanlara hiç aldırmadan,
sınırsızca sınır tanımayan bir yıkılışa, rejim aynası tutuyor.
Her ne kadar her şeyi satma mevsimi olsa da bu her şeyi
satma aynasızlığı bir yere kadar. Bu rejime bünye dayanmaz. Satan dünyasına bu
yeni yüz bir süre...
YILMAK YOK...
Bahar resmen geldi, Güneş artık ısıtıyor. İçimizin
kıpırdaması gerekirken yüzlerimiz asık, yüreğimiz kırgın. Bahar geldi Atı kapan
Üsküdar'a geçti.
Bahar geldi eşekler Niğde'ye sürüldü.
Meydanlarda aforoz edildik, terörist olduk…
Bahar geldi dışarılara taştık tabana kuvvet topluca
yürüyoruz. Gençler okullarında, kırlarda olmak yerine hak arama derdinde.
Kadınlar mutfaklarından kaptıkları kap kaçakla yürüyor. Onlarda memleket
derdinde...
Bu baharın kime geldiği belli! İnce hesaplar yapanlara
gelmiş.
Belediyenin vermek zorunda olduğu hizmetlerle iktidara
yükleyenlere gelmiş. Bu bahar memleketi kaç parçaya bölmeli diye düşünenlere
gelmiş.
Bu ülke düzlüğe çıkmadan bahar, yüzdesi henüz belli olmayan kesime
gelmeyecek... Gelmesin de. Biz bekleriz, yılmayız. Tünelin sonunda daima ışık
vardır. O ışığı görene kadar mücadelemizi veririz... Her şeyin bir sonu vardır.
Başımız hep dik, hep öyle kalacak...
Bu bahar dersimiz tarih. Kitaplarımızı tekrar çıkarıyoruz
raflardan. Kırlarda oturup okuyoruz, çalışıyoruz,
Bahara kavuşmak için sabır ve mücadele gerekiyor.
Bilgilenmeye devam diyorum. Tarih tekerrürden ibaret.
Asla yılmak yok...
SAĞLIKSIZ SAĞDUYU
Sağlamasına, akılcı sağlama yapılmasına asla izin
verilmeyecek bir referandum bitti. Asimetrik paralelci damgası yemişliği iddia
edilen bir zatın dilekçesi kabul edilerek çıkan sonuç şaibeli hale getirildi.
Halkın öyle veya böyle çerçeve dışına çıkan sağduyusu da böylece görmezden
gelindi. Bundan sonra YaSaKçı bir zihniyete bürünen YSK’ya yapılacak tüm itirazlar
sonucu değiştirmeyecektir. Sadece tarihe not düşülmüş olacaktır.
Sağduyu milletin toplam zekâsıdır. Sosyal siyasal
eğitimle sıkı bir ilişkisi de vardır. Her şeyin sağduyu ile çözülmesi demek
özelden genele ortak değerler üzerinden ulaşmaktır. Bazen anormallikler de
içerebilir; ikiye bölünmek gibi.
Sıkışınca sağduyuya yönelmenin Evrensel sonuca varan
değerlemeyi çıkaracağını beklemek her zaman pek doğru olmaz. Zaten ortak
değerlere ulaşacağı hissedildiği an kontür tedbirleri de alınır. Yani mühür kimin
elindeyse onun dediği olur. Sandığa yöneltilen garip gurabanın eline verilen
mühür ise sadece erkin lehine çalıştıkça mühürdür. Değil ise mühürsüz de idare
edilir. Cereyan eden resmen budur.
O mühür; yetersizlik ve yetmezlikler doğrultusunda alınan
tavırdır. Belli durumlarda doğru sonuçlar verebilir. Ama koşullarda çok
önemlidir. O veya bu haller derken ihlal çemberine, devletin paslı çarkına
direnmek de bir yere kadar. O yerlilik yersiz manasız diyetlerle nereli olursa
olsun acayip yerlileşir. Yerleşir. Metazori orman kanunlarına hizmete ve
hizmetçiliğe dönüşür.
Sağduyu aslında yaşam üslubuna bağlı olarak değişir. Kısa
zaman aralığında farklılıklar da gösterebilir. Farkı yaratan farka da çalım
atılınca, fabrika ayarları bozulur ve ortadan ikiye ayrılmış üsluplar çatışması
güncellenir. Sağlıksız sağduyu değirmenine su taşımakla biter tüm umutlar.
Sosyal ilişkiler ve sağduyu esen rüzgâr ve fırtınalara
göre anında yön değiştirir. Fırtına ekilen öfkenin ünlüdür. Esen rüzgârın
kıymeti harbiyesi de yelkenleri ne kadar şişirdiğidir. Bu bağlamda ne kadar
bağırılsa da bir arpa boyu yol alınmaz.
Çünkü geminin ambarı boş, güvertesi ikiye ayrılmış, tayfaları despot,
kaptanı deryasız ve filikaların dibi deliktir. Deniz ise küsmüş, yüzü de
kapkaradır.
Duvara toslanılacağı hissedilince düşünce derleyip
toplamak, gelişim sürecine katkı koymak, dürüst davranış titizliği, Toplumsal
olayları algılama, algılamaları şifreleme gerçekliği bir pulsuz nursuz
dilekçeyle sıfırlanır.
Aslında sağduyu despotik, statik ve kararsız tutumları
eyleminden vazgeçirecek bir eğitmendir. Düpedüz duyular üzerine çalışır.
Sağlaması da şarttır. Yaşama ve geleceğe özgüven aşılar. Aşılar ancak sağduyu
sağlıksız bir ortamda memleketi ikiye bölmüş, milleti canından bildirecek
yarınlara da ışık yakmıştır.
Çıkan veya çıkarılan aritmetiği beğenmeyenler, orantıları
orantısız görenlerin sağlama yapma isteğine yanıt ise çoktan hazırdır; YaSaK,
ikile…
BU KİTAP OKUNMAZ
Görüldü ki ayni topraklarda iki Türkiye olma çatlağını
kimse doğru dürüst okumayacak, okuyamayacak. Okumak da istemiyor zaten. Ama çok
yakında memleketin başına bu belayı açanlar birbirine düşerler. Sevinç
kursaklarda kalır…
Yazık, memleket ikiye bölünmüş kimsenin umurunda değil.
Derdi değil. Anı, acı ve sevinçleri unutuşun kitabı yazılıyor. Herkes kıytırık
işlerine bakıyor. Kimse direnmiyor. Ve ne yazık sonuç aynen böyle olmalıydı,
doğrusu da buydu diye okunuyor. Sonra gitmek ve kalmak üzerine bir ömür kitaplar
yazılır, yazılır ve gönül susar. Yazgı deyip geçilir yine.
Lakin bu öyle kolay yutulacak, yutturulacak lokma değil.
Yeni ve eski yaşamlar üzerine sızar demli hikâyeler. Kitaplar kararır. Aynen
böyle iki eşit parçaya denklenilir. Yani yeni Türkiye eski Türkiye hikâyeleri
yazılır ortama. Okumaz yazmaz bir millet olmanın getirisidir bu diktaseverlik.
Okumadan yine aldanır, aldatılır. Kandıkça kanar.
Kandırım ertesi amele yanığı yüzlerinden gurur duyanlar
ile sıfırdan gelip zevkü sefa saltanat sürenlerin yarışı da başlar. Yakın tarih
kitapları da o kapışmayı yazar, yazacak. Üst başlıklar Lale devri mi, şelale
devri mi yoksa halk devrimi mi olacak işte bütün mesele bu.
Hatırladıkça unutmak üzerine kurgulanır hayat. Ama
unutulmaz. Bir dilekçelik dilektir kurnazlık. Şark kurnazlığı. Çoğunluğun
zekâsıyla oynamak ise milyonlarca milyon kere ayıptır ve dahi büyük günahtır.
Çalmak. Mühür, kaşe, damga da neymiş çalgısı lastikli ağızlarda halledilir.
Meseleler şiir gibi dizilir, mısralarla mislilenir. Karanlık dönemin vatan
cephecilerine nazire yapanlarla yurtsever vatan bekçileri senaryosu bir güzel
işlenir. Benzer işgüzarlıklara zamanın içinde nice notlar vardır. Saklıdır. Not
dipnot olarak kitaplara geçer. Bütün eserleri kitaplıklarda toplar tarihçi. Nota
gibi dipnotlar vardır kitabın rotasını belirleyen. Dibe vurmak korkusu ağır
basınca nato mermerler rejimin içine dışına tenete yerleştirir. Eskisi de
yenisi de geçer zamanın kısa tarihine. Şimdilik dibinin dibi dipnotta yazılıdır
seçilmişliğin en şaibelisi. Sonra seçme yazılarla kitaplaşır.
Seçme yazılardır son yüzyıla damgasını vuran. Yazılar
seçilip matbulaştırılınca madrabazlar, arabazlar cirit atamaz fazla. Ancak
yazgı edebiyatı suya veya havaya yazıldıkça işin şekli de, boyutu da, rengi de
değişir. Düş kırıklığını yazar sahtebazlıkla seçilmişler, düşüncesizce.
Düşünürlerin el yazmaları vardır. Yazılışı en özgün ve
farklar yaratan. Kitap alfabesi kullanılmadığından onlar da pek okunmaz,
okunamaz. Nerede o kadar genel kültür marifeti. Hele marifeti kanatsız
evliyalardan bekleyen pergellenmiş, genelleşmiş ve aklı engellenmiş akıllılar
el yazması da bakamaz. Abdestsiz elleyemez de. Ama dönme dolaplara dolapçı
olurlar Allah’tan korkmadan, kuldan utanmadan…
Kitabın özünde ne kült hayaller, hikâyeler vardır.
Unutuşun disiplinsizliğini kurcalayanlar unutulmadıkça, gerçeğe oturmadıkça
yazılanlar balık hafızalı milletin detaylarda boğulması ile sonuçlanır.
Kendiliğinden yazılan kitaplar vardır araba arakçıya kalmamış. Anlaşılır geç de
olsa. Sonra cibiliyetsiz ciğersizlerce ciltlenir. Ve lebideryaya sunulur.
Arsızca Akabe azınca kararır kitapların ön ve arka yüzü.
Bunca zamandır karanlığın en kara anında on milyonlarca
ışık sızar gökyüzüne. Unutulmuş yarınlara. Ve bütün gözler ışıklarla parlar. En
kalınından kitap gibidir her nüvesi her zirvesi. Bu kitaplar da okunmaz.
Bir buçuk milenyumdur en kutsal saydığını dahi hakkınca
okumayan, okuduğunu anlamayan, okusa dahi işine geldiğince evirip çevirenlar bu
garip guraba makaleleri mi okuyacak. Tek kazanç da işte bu okunmazlık aslında.
Yoksa ne kelleler gidecek.
Öyleleri var ki dünya onlara dönüyor. Onlar gökyüzünün
kitaplarına yanar, okuyamasa da layıkıyla anar. Gökyüzünün, yeryüzünün,
yeraltının bilinen ve bilinmeyenlerinin Efendisi'nin kitabını nice okuyan var.
Anlayan ve dahi gereğince okuyacak kalmamış. Yol yordam yok. Yok yoksul bu
millet. Okumaz da okuyamaz da. Anlayamaz da. Sadece dinler, sessizce uyar ve
tapılmayacağa tapınır.
Sonunu hiç merak etmedikçe en baştan ne kitaplar okundu
farz edilir. Ama hiç okunmaz. Kendini manen ve maddeten kurtaracak o kutsalı
dahi bibloya çevirenler, makalelerden oluşmuş bibliyografik soldan
dalgalanmaları mı okuyacaklar. Sağa saplananlar, sığ suda yüzenler mi okuyacak
ortadan iki çıkan tabloyu. Tablonun vahametini anlayacak. Okumazlar elbette.
Oysa okudukça, okundukça değişir dünya, gelişir ve
ilerler. Böylesine çağdışı gerilemez. Ve ayni misakı millideki Türkiye ortadan
ikiye bölünmez. Ama bölündü. Zatıalilerinin ve zer zatlarının sayelerinde.
Türkiye'yi ortadan ikiye bölen fay çatlağının yarınlarda
neler getireceği yakında pek güzel anlaşılır.
O geç uyanışı da yakın tarih kitapları bir güzel yazar.
Bugün o tarihi kitabın ve tarihsel kitapların içeriğine
bol kepçe katkıda bulunanlar da başka yollara salçalanır…
İSTANBUL VE ESENLER’DE REFERANDUM SONUÇLARI
İstanbul’da gayri resmi sonuçlara göre 9 Milyon 207 Bin
586 seçmen oy kullandı. Bu seçmenlerden 4 Milyon 479 Bin 269'unun 'evet', 4
Milyon 728 Bin 317'sinin ise 'HAYIR' seçeneğini mühürledi. İstanbul'un 39
ilçesinin 21'inden 'evet' sonucu, 18'inden ise 'HAYIR' çıktı.
Esenler’de % 66,43
‘evet’, %33,57 ‘HAYIR’ çıktı. İlçede 312 bin 838 seçmenin 277 bin 917’si sandık
başına gitti. Referanduma katılım %88.83 oldu. Oyların 2 bin 679’u geçersiz
sayıldı. Referandum da 774 sandıkta
275.238 geçerli oydan 182 bin 844 ‘evet’, 92 bin 394'de ‘HAYIR’ çıktı.
ESENLER MAHALLE SONUÇLARI
Birlik Mahallesi
% 65.21 Evet, % 34.79 Hayır
Çiftehavuzlar
% 50.97 Evet, % 49.03 Hayır
Davutpaşa
% 58.67 Evet, % 41.33 Hayır
Fatih
% 73.10 Evet, % 26.90 Hayır
Fevziçakmak
%63.29 Evet, % 36.71 Hayır
Havaalanı
%73 93 Evet, % 26.07 Hayır
Kazımkarabekir
% 61.69 Evet, % 38.31 Hayır
Kemer
% 64.74 Evet, % 35.26 Hayır
Menderes
% 66. 69 Evet, % 33.31 Hayır
Mimarsinan
% 60.89 Evet, %39.11 Hayır
Namık Kemal
% 56.18 Evet, % 43.82 Hayır
Nine Hatun
% 65.13 Evet, % 34.87 Hayır
Oruçreis
% 60.77 Evet, % 32.03 Hayır
Tuna
% 65.68 Evet, % 34.32 Hayır
Turgutreis
% 73.02 Evet, % 26.98 Hayır
Yavuz Selim
% 56.46 Evet, % 43.54 Hayır
İSTANBUL'UN 39 İLÇESİNDEKİ OY DAĞILIMI;
Esenler: 182 Bin 844 evet, 92 Bin 394 hayır (Evet,
%66.43- Hayır%33.57)
ADALAR: 2 BİN 646 EVET, 7 BİN 402 HAYIR
Arnavutköy: 92 Bin 67 evet, 46 Bin 36 hayır
ATAŞEHİR: 116 BİN 782 BİN EVET, 157 BİN 521 HAYIR
AVCILAR: 108 BİN 172 EVET, 156 BİN 39 HAYIR
Bağcılar: 270 Bin 470 evet, 172 Bin 518 hayır
Bahçelievler: 189 Bin 448 evet, 186 Bin 937 hayır
BAKIRKÖY: 33 BİN 474 EVET, 116 BİN 804 HAYIR
Başakşehir: 112 Bin 719 Evet, 96 Bin 524 Hayır
Bayrampaşa: 94 Bin 229 evet, 83 Bin 241 hayır
BEŞİKTAŞ: 21 BİN 932 EVET, 106 BİN 648 HAYIR
Beykoz: 86 Bin 718 evet, 76 Bin 654 hayır
BEYLİKDÜZÜ: 76 BİN 537 EVET,109 BİN 648 HAYIR
Beyoğlu: 74 Bin 62 evet, 73 Bin 738 hayır
BÜYÜKÇEKMECE: 64 BİN 990 EVET, 81 BİN 738 HAYIR
ÇATALCA: 18 BİN 558 EVET, 28 BİN 127 HAYIR
Çekmeköy: 76 Bin 699 evet, 69 Bin 741 hayır
ESENYURT: 209 BİN 980 EVET, 321 BİN 860 HAYIR
EYÜP: 116 BİN 399 EVET, 123 BİN 812 HAYIR
Fatih: 127 Bin 324 evet, 120 Bin 505 hayır
Gaziosmanpaşa: 174 Bin 292 evet, 131 Bin 917 hayır
Güngören: 101 Bin 354 evet, 86 Bin 935 hayır
KADIKÖY: 63 BİN 479 EVET, 263 BİN 814 HAYIR
Kağıthane: 151 Bin 199 evet, 128 Bin 255 hayır
KARTAL: 133 BİN 637 EVET, 173 BİN 927 HAYIR
KÜÇÜKÇEKMECE: 209 BİN 670 EVET, 262 BİN 999 HAYIR
MALTEPE: 125 BİN 811 EVET, 201 BİN 777 HAYIR
Pendik: 244 Bin 540 evet, 183 Bin 79 hayır
Sancaktepe: 117 Bin 270 evet, 109 Bin 483 hayır
SARIYER: 89 BİN 749 EVET, 129 BİN 855 HAYIR
SİLİVRİ: 43 BİN 357 EVET, 64 BİN 627 HAYIR
Sultanbeyli: 129 Bin 661 evet, 54 Bin 265 hayır
Sultangazi: 188 Bin 862 evet, 118 Bin 638 hayır
Şile: 11 Bin 885 evet, 11 Bin 230 hayır
ŞİŞLİ: 50 BİN 347 EVET, 128 BİN 142 HAYIR
Tuzla: 76 Bin 19 evet, 74 Bin 43 hayır
Ümraniye: 239 Bin 455 evet, 194 Bin 275 hayır
ÜSKÜDAR: 167 BİN 748 EVET, 191 BİN 496 HAYIR
Zeytinburnu: 84 Bin 884 evet, 81 Bin 913 hayır
ARTIK
İKİ TÜRKİYE VAR…
Yeni Türkiye'nin büyük zaferine en büyük oranda katkı
sunduğu savıyla teşekkür mesajları çekilen bir şehirde, şehrin iki yakasını
yaşıyor, ikiye bölünen millet. Artık iki Türkiye var…
Evet, referandum bitti. Ama zafer, zaferin büyüklüğü bu
işin neresinde? Yeni Türkiye neresinde? Yüksek Seçim Kurulu emrivaki bir
açıklama yaptı. Doğrusu yapamadı. Kesin rakamlar için en az on, on iki gün süre
lazım. Resmi sonuçları açıklaması da bu gidişle zor, açıklasa da açıkça muamma.
Açıklamaz da. Sanki sonuç Hayır’a yakın seyrediyorken yine bir şok vuruş
yaşandı. Belki de bu referandum mahkemede bitecek. Hem de ulusal ve
uluslararası mahkemelerde. Lakin ıslak balkon kararını çoktan ve anında verdi.
Milletin parasıyla kent meydanlarına onlarca milyonluk sahneler kuruldu. Diğer
ellilik kesim hiçe sayılarak sanki inadına kurduruldu. Havai fişekler ardı sıra
patlatıldı. Yeni Türkiye'nin büyük zaferi şehrin bir yakasında kutlanmaya
başlandı. Şehrin öte yakası ne âlemde düşünen ise kalmadı…
Ancak yaşama başkaldıran öyle anlar vardır ki an işte o
andır. Bazen insanın alnının çatından vurur acı gerçekler. En özlü bellekler
bile işte o anlarda sarsılır. O sarsıntıyla uyarılır zihin. Sebepsiz
sarhoşlayanlar ise sıra sıra dizilip anında balkona çıkar konuşur. Üstelik
alışılagelmiş nakaratla bu seçimin kazananı yok, Türkiye kazandı, millet
kazandı denir ama laf arası sözde büyük zafer de ilan edilir. Yandaşlar ise
yüksek mevkiden emir almışçasına sokağa dökülür. Yani resmi olmayan tartışmalı
rakamlar sağanaklaşan sevinç gösterileri ile koca memlekete dayatılır. Sonra en
aykırı yayınları yayanlar, yayıncılar bile hizaya çekilir.
Oysa asıl durum şudur; yansız irdelendiğinde
birbirleriyle asla örtüşmeyecek seçim sonuç tutanaklarıyla denetimsiz
yetkilendirme milletten kıl payı geçti.
Peki, gerçekten geçti mi? Hayır…
İddia edilen resmi mühürsüz oylar, mühürsüz zarflar,
ayrıca YSK'nın asla yasaya uymayan mühürsüz oy pusulalarını da geçerli sayan
son dakika açıklaması ve saire… Bakalım hangi bahaneler bulunacak, türetilecek, bunların topuna. Bulunabilecek mi? Bulunur elbet, ama yetmez.
Yetmez çünkü artık misakı milli dâhilinde iki Türkiye
var. Ak yanı her şeyi kabul eder, al yanı ise red eder…
Şu garip memleket yasa delen bir referandumla resmen
ortadan ikiye bölündü. Böldüler. ‘Böl, parçala, yönet’ ideali ile bundan sonra
da, egemen güçlerin izni doğrultusunda pek güzel yönetirler. Peki, bu
taraflardan şimdilik az buçuk oranla geriye düşmüş gösterilen diğer yarımın
idarecileri kim olacak? Balkona çıkanlar mı veya bu referandumla şimdilik
Başkanlığının önü açılanlar mı? Yoksa onların da başka başkanı veya meclisleri
mi olacak?
Söz meclisten dışarı siyasi erk sahiplerinin yarım ağızla
Hayırlı olmasını dilediği bu anayasa değişikliği referandumunun gayrı resmi sonuçlarına
göre iki Türkiye yaratıldı. Bayrağı, dini, dili, toprağı aynı fakat iki ayrı
Türkiye…
Peki, bundan sonra pervasızca kamplaştırılan,
kutuplaştırılan Türkiye’nin, elmanın iki yarısı gibi ortadan ikiye kesilen
memleketin kardeşliği, birlik ve beraberliği nasıl sağlanacak. Bütünleşmeyi kim
tesis edecek. Edebilecek mi? Elbet eder. Bundan önce türlü yöntemlerle nasıl
ayrıştırıldıysa şimdi de despotik yaptırımlarla bal gibi birleştirilir. Tam
ortadan ikiye kırılmışlığı ise zamkla yapıştırılır.
Lakin en baba kentleri dahi kaybetmişlik hiç
sorgulanmadan, çıkıp sadece birlik
beraberlik kardeşlik mesajlarıyla şehrin iki yakasını kaynaştırmak kolay mıdır?
Bu referandumla arkadaşlıklar, aile ilişkileri, akraba bağları bile
zedelenmiştir. Artık hiçbir şey olmamış gibi kucaklaşmak da çok zordur, güçtür,
imkân dâhilinde de görünmemektedir…
Kim ne derse desin, kim nasıl anlarsa anlasın durum
budur. Vahimdir. Vatan da, Millet de ortadan tam ikiye bölünmüştür. Ortadan iki
olmuştur. Artık iki Türkiye vardır…
Referandum bitmiş görünebilir ama tartışmaları
bitmeyecektir. Çok uzun sürede sürecektir. Ortada durum sıfıra sıfırken, milim
farkla elde edilmiş gösterilen bir referandum enkazı vardır. Öyle övünülecek
bir başarı da zafer de yoktur. Ayrıca peşi sıra aceleci hamlelerle bu narin
mesele çözülemez…
Var olan; yaman çelişkilerin işbirliğidir. Yaşamı zehir
eden, zehirleyen, insanlığı ve adamlığı alnının çatından mıhlayan bir sarsak
sarsıntının yaşanmışlığıdır. Bu sarsıntıyla yaşanması hiç de istenmeyen iki
Türkiye oluşmuştur. Bu iki Türkiye’nin de artık müşterek yarını yoktur. Varsa
da metezoridir.
Yani günah büyüktür. O nedenle bu iki Türkiye’yi
yaratanlar her zamanki gibi hayırlı olsun, hayırlısı olsun diyerek vebalden
kurtulamaz…
HAYIR, DA HAYIR…
En kötü makalemi yazmak istiyorum bugün. Yeter ki sonu
Hayır’lı olsun…
Memleket bu garip millete son on yıllardır iyice
unutturulan ciddi bir sosyal ve siyasal şekillenişe doğru hayırlısıyla yol
alıyor. Hayırlısıyla geniş kitlelere sahip olan çok renklilik kazanacak. Ve bir
çözülüşün başlangıcı olabilecek sıkıntılı günler ertelenecek. Daralan gönüller
şenlenecek. Rengârenk özgür bir hayat yolculuğuna dönüşecek bu kısırlaşan
serüven.
Eğer Hayır çıkarsa…
Elbette Hayır çıkacak…
Hayır çıkmalı…
Bu çıkışla memleket aynı formatta kalacak. Böylece çağlar
aksa da, dünya değişse de, radikal ihtiraslar körelecek. Kıskançlık kıskacına
alınmış millet rahat bir nefes alacak. Artan nefret tutkusu azalacak. Ve muasır
medeniyet hedefli memleket hedeften asla kopmayacak. Yükseliş hevesi hep aynı
kalacak. Cumhuriyetin pimi tam çekilecek iken tek yumruk olunacak.
Fevkalâdelikler artık tırpanlanamayacak. Kahpe felek bile kendine gelecek,
toparlanacak. En illet sıradanlıkla eceli hazırlanmış memleket küllerinden
doğacak. Hep aynı kalacak. Mağrur, çağdaş ve…
Eğer Hayır çıkarsa.
Her hal ve şartta korkusuzca Hayır…
Elbette Hayır…
Hayatın kalan kısmında maksadı aşan kabalıkta laf
kalabalığı ile memleket bir yerlere, birilerine havale edildi, ediliyor. Geçici bir süreliğine de olsa akıllar rehin
alındı. Hatlar karıştı. Kardeş kardeşe düşman havası estirildi. Kargaca kargaşa
peşine düşüldü. Geleneğin tüm mirası kısa zamanda çarçur edildi. Ve umarsızca
ciddi hayal kırıklıkları yaşanacak dönüm noktasına gelindi. Tezgâhlanan bu işin
geri çevrilmesi de en son çareye kaldı. Bu yüzden en son tercih şansını iyi
kullanmak tüm dertleri çözecektir.
Çözülecekler…
Eğer Hayır çıkarsa…
Milyon kere Hayır…
En güçsüz zamandaki güçlülüktür güçlüklerin üstesinden
gelmek. Belki de son kezdir bu keskin iradeye hükmediş. Son fırsattır
ellerdeki. Ve memleketin üzerine çöken karanlığın defidir bu rey hanlığı. Şu
eşsiz cennet memleketin direnişi ve dirilişidir. Şeffaf sandukalardan taşan
bereket. Öyle sandık, kandık, kandırıldık anaforundan da ilelebet kurtulmaktır.
Eğer hayır çıkarsa…
Kurtuluşa kadar…
Milyonlarca hayır…
Yaklaşık bir asır sonrası memleket yepyeni bir doğuşa
sıcak bir geçiş yapabilir. Millet zekâya dayalı bir kaynaşmayı oylum oylum
gerçekleştirebilir. O vakit özgürlüğe boğulur tüm yasaklar. Keyfi yasaklamalar
biter. En tartışmasız biçimde güç zehirlenmesini ve hayata acı veren tanıklıkları
resmen reddeder.
Red edecek Millet…
Eğer Hayır çıkarsa…
Sonsuza kadar Hayır…
Zor kazanılmış demokrasinin emanet edildiği eller
modernleşme tarihine ket vurdu. Kutsal uyanışın ve ebedi aydınlanmanın kapısına
asma kilit astı. Şiddet Arttı. Kıyımlar kayıtlandı. Cemaatler paralandı,
palazlandı. Kanlananlar kelle almaya kadar kalkıştı. Mantar gibi Dine imana
tehdit oluşturacak nice dinci akımlar türedi. Önce yakınımdır farz edildi.
Sonra ötelendi, ütülendi. Derken memleket çıkışı olmayacak sınır ötesi acılara
sürüklendi. Ve iş anayasa baba yasaya kadar dayandı. Şimdi çakılıştan önceki
son çıkış.
Eğer Hayır çıkarsa…
Memleket yarınlara Hayırla çıkacak…
Elbette Hayır…
Hayır…
Yazdığım yazacağım, yaz deseler de bir daha yazamayacağım
en kötü makalem bu olsun. Yeter ki sonu Hayır’lı olsun…
…YETMEZ AMA HAYIR…
Bu referandumda memleketin geleceği için aşırı önem arz
eden anayasa değişiklikleri ve o değişime koşut belli yasalardaki değişmelerin
kabulü ve reddi hakkında direkt halkın iradesine başvurulacak. Ancak oylamaya
üç kala neyi, niçin ve nasıl kabul edeceğini bilen yok. Reddedenler ise makul
düzeyde olaya vakıf…
Giderayak toplumsal uyumsuzluk arttıkça, toplumla
çelişkiler yaşam somutuna girdikçe bireyler yaşam tarzı oluşturamaz. Mevcutta
var olan veya ince planlarla var edilen hatalı hayat üsluplarına yönlenirler.
Toplumla kaynaşmayı hiç gerektirmeyen bu bireysel temelli üslup zamanla
sistemsel bir bütünlüğe dönüşür. Sosyal bir statü kazandığı farz edilerek her
bir kargaşayı çözüm görmekle de amaç karışır. Hedef kavgasına nefer kaydı
gerçekleşir. Ve yasalar da buna göre düzenlenir.
O yüzden yetmez ama Hayır…
Halkın karar verme durumu ile baş başa kalması ve
bırakılması bazen aklı yetmezler ve yetmezciler yüzünden doğru sonucu vermez. O
gün parsayı toplayanlar günü geldiğine inandığında peşine daha ağırı, daha
beterini ekler. Bu referandum işte odur.
Basit ve yalın görülen her şey aslında bu yeni yaşam
tarzına uyumun ve o yaşam felsefesine ölümüne hizmetin davranışsal analizidir.
Tüm dikkat minyatürleştirilerek özü değiştirilerek akla sokulan hatalı hayat
tarzının kurallarına çevrilir. Hatta ileride hangi rotanın izleneceğine kafalar
hiç yorulmaz. Birileri benim adıma düşünür ve gereğini yapar kisvesine
bürünülür. Sessizce saklanılır. Ritüellerle açıklanan ve açılımlanan hayat
tarzının mükemmelliğine tapılır. O kurgusal tapınma da duyarsızca sandığa
gömülür.
O nedenle yetmez ama Hayır…
Halkın oylaması neticesinde değişiklik ya kabul edilir ya
da reddedilir. Peki, bu referandum makas açılmamış bir sonuç çıkarırsa ne
olacak? Yetecek mi her şeye. Memleketin sorunları çözülecek mi, bitecek mi? Bu
açıdan bakıldığında sadece evet ve hayır seçenekleri de yetmez. Bu memleket bu
anayasa ile bir arpa boyu yol gitmez.
Aslında tüm sözleşmeler vakti zamanı gelince çağın
koşullarına göre yenilenmelidir. Ancak bu yenilenme savrukluğun ve uyumsuzluğun
düzen içinde düzenlenmesi, demokratik mekanizmanın düzlenmesi olursa olmaz. Bu
anayasa tutmaz. Sadece bir perspektiften, bir pencereden ve dar açıdan mevcut
sosyal davranış bozukluğunun hatalı hayat tarzına makul derecede uydurulması
sağlanır. O sağlama da memleketin başına başka başka dertler açar. Yani birey
olunamayacağı gibi yaşam tarzı oluşturulamayacak bir uçuruma sürüklenilir. İş
böyle iken ruha işlenen kanat takmadan uçmak olunca sistem uzun sürmez.
Bu yüzden yetmez ama Hayır…
Her çeşit toplumsal ve siyasi baskılarla olumlu görüşün
belirlenmesine olumsuz katkı yapan idari erk referandumun önünü, arkasını,
geleceğini ve özünü de zedeler. Sadece bir oy hakkı bulunanlara bile, benim
gibi düşünmüyor diye özgürlüğün bunca esirgenmesi yarınlarda kaçınılmaz
esaretin ilk kıvılcımlarıdır.
Böylesi bir girdaba çakılmışlardan yaşamın amaçlarına ve
gerçeklerine dönük davranış sergilemesini beklemek de çok yoğun hoşgörüdür. Ama
hoşgörü de bir yere kadar. Çünkü o hoşgörülenler daima bir hayat planı
çerçevesinde hareket ederler. Ve hep bir başkasına hizmet ederler. Taparlar.
İşte asıl sıkıntı budur.
Bu nedenle yetmez ama Hayır…
Memleketin anayasal yapısının ve rejiminin değişmesine,
değiştirilmesine girişimler daima unutturulur. Keskin uygulama boyutları hep
saklanır. Oysa yeryüzündeki pratiksel benzerlerine bakmak her şeyi anlamaya
yetecektir.
Uyum ve uyumsuzluk sorunu akılları teslim alınca
başkalarını da takip ve tahakküm altında tutmaya zorlanır. Hatalı hayat tarzına
tapınanlar ve en avantajlı pozisyona nasıl ulaşırım temel gayesi ile
davrananlar geleceği belirleyecek ise memleketin vay haline.
İşte onun için referandumda tek bir Hayır yetmez ama
Hayır. Milyonlarca Hayır…
HAYIRLI DÜŞÜŞ…
Hayatta düş görmem görmedim diyenler bile, yalana hacet
yok kısa veya uzun ömürlerinde mutlaka o düşü bir kez olsun görmüşlerdir. Bir
düşüş düşüdür o. Ve anında uyanılır; “ Önce kanat takmadan, şaşırtan pozisyonda
mavi gökte süzüldükçe süzülür insan. Gidip de göremediği nereleri varsa,
özlemlerine koşut bir kuş misali uçar ve görür. En ince ayrıntılarına kadar
yaşar âlemi. Sonra aniden bir sekteye gelir ve düşüş başlar. Hız arttıkça
artar. Yerçekimi galip gelir. Korku sarar benliği. Yeryüzü koca bir deniz veya
asfaltla kaplanmış beton denizi olur. Tam serçe parmağın ucu değecekken acı
gerçekliğe ter içinde uyanılır…”
Ve hayat kaldığı yerden devam eder…
İşte o düşüş anları her şeyi aniden kaybetmektir. Ölüp
dirilmektir yeniden, doğmaktır. Hararetli nice düşmanlıkları savuşturur o düşme
anındaki dualar. Kim böylesi bir düşe yakalanırsa düşenin elinde kalır izli
mermi. Patlar. Gönüller uslanır ve gök çatı sanki yıkılır. Yeryüzünde açılan o
eşsiz manzara gıcırtı ile kapanır. Yer yarılır. Can veren toprak deniz olur
veya betonlaşır. Can alır. İçi göçmüş kırık dal misali kırılır hayatın ahengi.
Düş biter.
O saliselik zamanda hayatın bir köşesinde saklı
keşkelerle bezeli pembe anılar ve sırça köşkler de kaybolur. Hayatın
gerçekleriyle yüzleşmektir görülen. Anlık da olsa ayılınır. Tek tük ve tüm
istek o kara lekeyi düşlerden silmek ve ebediyen kaldırmaktır. Unutmaktır o
düşüş anını. Ömür boyu bir kez olsun akıl başa devşirildiğinde tüm bunları
görmektir ve düşlerden uyanmaktır mesele. Geç veya erken ama tam anında
uyanmak.
Ayılınca hissedilen ise kızıl yıldızlı bir gece ve en
parlak şekliyle dağ tepe dağılan aydır. Ve suya yazılan bu düşüştür. Hayırlı
bir düşüştü repliğidir akla çakılan. İşte bu denize veya kapkara betona çakılış
anıdır tüm uyur gezerleri aniden uyandıran…
Tüm aşırı sallamalar, salgı bezlerini aşırı çalıştıran
salgılar uçsuz bucaksız menzilden denize kadardır sadece. Akar ayarsız gece pas
renginde ve pusar insan çığ gibi düşüş başladığında. Somun ekmeği sıcağı düşer
akıllara. O andan sonra ne yapılsa nafiledir. Sırtüstü veya yüzüstü ne
yatılabilir ne de uyunabilir. düş korkağı olanın hatırladığı tek kare ölümdür.
Ölümsüzlüğe kapılıp günlük ihtiyaçlarını robot gibi
giderenlerin bu düş eteğine bir kere yapışınca öyledir veya böyledir ama
delirme ve korkma üzerine biçimlenir hayatlar. Sicim nedir sicil nedir
öğrenilir. Sakinleşilir. Ve oya oya nakış gibi işlenir kuma çizilen
karmakarışık desenler. Düşler de saklıdır her şey. Sürekli değişen ise eslere
ve seslere göre biçimlenen düşüştür. Çok renklidir düşler. çok küçük yaşlardan
beri gizlenir düşüş. Ve tek renge bağlanır tüm renkler.
Bu düşler aleminde maksat ne olursa olsun ilk
uyananlardan olmaktır marifet. İlle de ortaçağ yalanlarına kanmamaktır.
Unutmamak gerekir bazen esli fesli festivallerin kesileceğini. Düşler, en içten
dilekler bir yana aklın şehri terk etmek üzerine biçimlendiğini. Direnmek
üzerine yüreklenildiğini. Yürür gider çağlar, bandolar mevsiminde. Ustan
dillerden dökülenler çocukların ellerindeki kağıt bayraklar da bulur yankısını.
Eski yamak giysileri dolaşır kıyı köşe. Beddualar titretir bedenleri. Ülkü
travmaları ürkütür hevesleri. Sözde korkunç cezalandırma sürecidir bal kaymak çağlayanlardan
dökülen. Beynin en zalim hücresidir niyet kutularını açık bırakan. Ve düş
bozulur.
Düş öyle bir düş ve düşüş öyle belirgindir ki hiçbir şey
göründüğü gibi olmaz artık. Kesinleşir yoldan çıkmışlık. Solumaya göre değişir
balık çıkmasındaki çürük havalar. Tozar solucan deliği. Ne yapsam olur mu
eksikliğidir düşlerden uyanış. Mavimsi dakikalar ve ihtişamlı hayatlar bir bir
çöker. Hayırla dolar ışığın karardığı, yangının söndüğü düşler. Ve budalaca bir
organizeye boyun eğmemek adına şekillenir kıyasıya savunu.
Doğa en esaslı düşüş şamarını çaktı mı bir kere kendisini
garip görenler de geleceğini görür. Görüp göreceği bu kadar olsa da içten içe
rahatlanır. Sevgisel ve sezgisel bir yok oluş girdabına düşer saltanat. Oysa
yürekten duyulan düşüşe hazırlanıştan öte hayata canlanmadır. Yani tek perdelik
bir oyundur düş penceresinden bakılan. Düşüş anında uyanıldığında ise
cansiperane kapışma başlar. Dualar düşüş sırasını bekleyenlere değerli bilgiler
sunar.
Malum kanunsuzluğu doğanın kanunlarına da uydurmak
gerekir. Ama uymaz. Hayırlısıyla her şeyi aniden kazanmaktır, düşüş ve ölmeden
dirilmek. Unutulmamalı ki dirilip yeniden ölmek de vardır hayatta.
İşte o zaman hayatta düş görmem görmedim diyenler de
düşüşü hayırlısıyla görür…
HAYIRLA ANILMAK, TARİHİ YANILSAMA VE DEVLETİN BEKASI…
Ne anlı şanlı bir tarihtir ecdadın koskoca tarihi. Kanlıdır
da. Uzak öncesi bir yana özellikle binli yılların başından sonra Anadolu’ya göçerek
aşiretten esarete tarihi bir yolculuk yapar mazisi çılgınlıklarla dolu şu
millet. Ve dünya tarihinin en uzun ömürlü sayılabilecek ve üç kıtayı da kapsayacak
bir imparatorluğuna kadar taşırlar kıl çadırlarını. Görkemli mi görkemli günler
yaşanır. Cami ve külliye tarzında sayısız eserler bırakılır. İhtiyaca koşut
köprüler, su kemerleri ve saire. Ve de ardı arkası kesilmeyen seferler. Her
milletten dinden alimleri, valileri, velileri olur velinimetin. Kendi
milletinin ve dininin dışındakilere zulmetmezler asla. İdareyi de onlara
bırakırlar en başından sona. Resmi kurgusal tarih böyle kargı ucunda. Yanlı taş
kafa tarihçiler böyle yazmışlar.
Söz, Devletin bekası…
Oysa hiç de öyle hoş, rana olmadığı açıktan gizliye herkesçe
bilinir. Bilmezden gelinir, belki de utanılır biraz. Otuz altı Sultan ile devam
eder saltanat ve hilafet. Ve sultanların on ikisi tahttan zor kullanılarak
indirilir. Kelleleri alınır çoğunun. Vicdanları oyulur, namusları kirletilir. Tahta
geçip oturana ise rahat verilmez. Zatı şahaneye vezir dayanmaz, başvezir hiç dayanmaz.
Sadrazamlardan kırk dördü cellattan kellesini kurtaramaz.
Sözde Devletin bekası…
Beka tuzağında uydurma İslam şeyhi fetvalarıyla eşikte,
beşikte, keşikte canlı kardeş koyulmaz. Bir gecede tezelden katli vacip harcına
karıştırılır canlar, kanlar, karındaşlar. Yine de baba oğul, oğul baba ve
kardeşler arasında tahta kurulma sevdası ve kavgası hiç bitmez. Kan bürür
gözleri ve oluk oluk akar, akıtılır. Acınmaz. Yürekler dayanmaz gözyaşlarına
bakılmaz. Sonlara doğru içlerinden bir gardaş bırakılır, delirene kadar dört
duvara baktırılır. Yüz yıllarca bu yüzden meydan her milletten devşirmelere ve arap
hadımlara kalır. Dirayetli, hırsı güzelliği ile süslenmiş kindar kadınlara
kalır. Hepsine şaşalı arabik isimler ve lakaplar takılır. Dinine imanına hizmet
eden dininden olsa bari tarzı otağa yerleşir.
Ama velakin devletin bekası…
Böylece bekası fanisi öz milletine yabancılaşan bir monarşik
aileye kalır tüm saltanat. Bu geniş Saraylı aile dünyaya hükmettiğini sanır zamanla.
Uyduruk, aydırık kaydırık damatlar ve cariyelerden olma Sultanlar ve
sultaniyeler çevresinde döner dünya. Anlı şanlı tarihin icraatları koskoca
tarihi film içinde film dizilir tespihe. Döner baş, durur çark. Arada Haçlı
seferlerinde takılır, bazen Bizans oyunlarına kurban gider. Ama hiç bakmazlar
kendinden içeri. Asla yok denilemeyecek, törede bulunmayan ama asli kültürden
sayılan nice tarihi gerçekler saklıdır ecdadın koskoca tarihinde. Ama saklanır.
Kaygı devletin bekası…
Hiç mi hiç araştırılmaz, önemsenmez… “Kim kimin anası, kim
kime gebe, kim yüklenince değişen etnisite, kim koyulan zarifane adların
sahipleri, kim valide sultan, kim aslını satan, Kim azledilmiş, kim boğulmuş, kim
zehirlenmiş, kim zırdelilerce tahta çıkarılmış, kim deli, kim damat, kim asil
avrat, kimin defteri dürülmüş, kimin boğazı düğümlenmiş, kim kaçmış, kim tarihten
çıkarılmış, kim hepten deli bırakılmış, kimin kellesi vurulmuş, kim astırılmış,
kim daha çocukken kavuklanmış, kim ondan biraz büyük ayıklanmış, kim çok daha genç
küffara yem edilmiş, kim moruk çağında çarmıha gerilmiş, kim çok kızağa, kim az
buçuk kazığa, kim kaçıncı, kim aracı, kim rüşvetçi, kim hain, kim zurnacı, kim zulacı,
kim jurnalcı, kim gaddar, kim hain, kim kızıl, kim yeşil, kim kime nesil…”
velhasıl ne çok kimlikli ne kirli bir tarihtir bu.
Saygıda kusur ! Devletin bekası…
Ecdadın koskoca tarihi incelemekle bitmez. Bir lebi deryadır.
Ancak tepeden en dibine çeşitli kimliksizleri de bünyesinde barındırır. Neden barındırır
bir türlü anlaşılmaz. Ağdalıdır tarihe işlenen şirretlik. Tahttan tahtalıköye
ve sadaretten saadete, sadakatten ihanete uzayan yüzlerce yıllık almanaktır. Alınır ve satılır idare ve idarecilik. Geçmişle
kurulan sağlam bir köprüsü var gibi görünür ama yoktur. Bir ihtişamı vardır ama
denildiğince muhteşem değildir. ihtiyatsızlık dolaşır gölgeliklerde. Hep ayak
oyunları hep yalan dolandır yaşanan.
Dahası devletin bekası…
Ne anlı şanlı ve dahi çok kanlı bir tarihtir şu ecdadın
klasik tarihi. Ocakları, bucakları, sancakları, kucakları kanla doldurur. Nice kandiller
söndürür. Kandan beslenir. Belletilen ise resmen tarihi bir yanılsamadır. Uyarınca
uzunca, yüzyıllarca zaman devam etmiştir bu yangın. Orta Avrupa’da bir söz
vardır uzun tarihe kısa not düşen; “Ottoman çizmesinin bastığı toprakta çimen
yeşermez…”
Ta ki Mustafa Kemal’e kadar.
‘Atatürk ve Cumhuriyet’ Hayırla anılacak ve hayırla devam
edecek, ettirilecek, ilelebet tarihi bir gerçeklik. Gün öyle veya böyle bin
yılların birikimi devleti korumak veya ‘devlet ve devret’ günü. Memleket etkiyi
yetkiyi tek kişiye emanet vermeyecek Hayırlı ellerde.
Hakkımızda Hayırlısı! ‘Devletin Bekası’ …
KORKAKLIK,
CESARET VE BUDALALIK…
Siyasal sürümde dürüstlük on yıllarca budala olmakla
özdeşleştirildi. Oysa budalalık özünde asla dürüstlük barındırmamaktır. Yine de
on yıllardır budalalık veya dürüst kalamamak arasına sıkıştı millet. Sıkıştırıldı.
Öyle bir illet bulaştı ki cana canana tüm korkaklar ve budalalar suça bulaşır
tezi zamanla gerçek oldu. Cürüm üstüne cürüm işlendi…
Bu kasnak tiplerin suç işlemeseler de her daim suça
yönelik yapıları gözden kaçtı. Kaçırıldı. Asıl suça elverişlilik hali,
sorunların yükünü sıkıştığında anında üzerinden atmak eğilimidir. Bu ise resmen
sosyal budalalıktır. Yok sayıldı. Burada ağır basan intiba sağduyudan
esinlendiği görülse de, ideolojileri ve entelektüel birikimlerdir.
Birikimsizlik besbelli, güdük temelli iken abartıldı. Aşırı komplekslerle doyum
sağlamak temelinde kurumlu iken, yani sonradan ciddi tehlikeler yaratacak ağır
sonuçlara evrilebilecek nitelikte iken kahramanlıktan farzedildi. Böylece
ucuzlaştı sürüm de talep de…
Cesur pozunda hep kendilerini haklı göstermeye çalışan bu
suça yönelik ve suça yatkın kompleks kişilikler her fırsatta başkalarını da
suçlarlar. Toplumun bir kısmına destekli desteksiz atıp tutarlar. Hiç
alakasızların dahi başlarını bir anda derde sokarlar. Kıyısından köşesinden
suça bulaştırırlar. Gönüllere sönmeyen intikam duyguları yayarlar. Hareket
özgürlüğünü de kısıtlayarak mutluluk yaydıkları yalanına zamanla kendilerini de
inandırırlar. Binlerce yıldır ayni muamma.
Gün olup adalete hesap verileceğinde ise ne yaptımsa
aldığım İlahi Emir gereği yaptım savunması ile işin içinden sıyrılmaya çalışırlar.
Korkmak güzel bir rastlantı ile ulaşılan menzilde paydos zilinin çalmasıyla sıdkından
sıyrılmaktır. Tüm dışavurumlar adalet terazisine vurulduğunda meseleyi melankoliye
dayandırmak ise suçları hiç hafifletmez. Ancak bu da geç anlaşılır bir olgudur.
Korkaklık ve sosyal budalalık bazen sosyal açıdan
faydasız ve amaçsız bağlamında nitelendirilir. Bu niteleme suçun seyrini de,
suç işlemedeki eğilimin kanıtlanabilmesini de güçleştirir. Çünkü tüm korkaklar
ve sosyal budalalar zihinsel ve duygusal uyumsuzluk artınca ihmal edilmişlik ve
baskı altında tutulmuşluk savunmasına sığınırlar. Dolayısıyla birbirine bağlı
olduğu apaçık üslup hataları ve uygulama yanlışları bireyselleşir. Kümeleşir. O
kümülatif yangında korku dağları bekler ve satışa gelenler hemen sosyal
budalaya yatarlar. Sosyal faşizm iyice belirginleşir.
Öyle ki bu aktan karaya damgalanma klinik vakalardan bile
sayılabilir. Çember daraldıkça antisosyal tutum ve davranışlara da dönüşebilir sağlam
addedilen psikolojiler. Zamanla adeta içten içe kavuran korkaklık ve sosyal
budalalık suça, günaha tenezzül edilerek giderilebilir zannedilir. İnsanlığın
başlangıcından bu yana bu davranış modelleri pratikte sergilene geldiğinden alışılmıştır
biraz bu falsoya. Aslında teori pratik ilişkisindeki fiyaskodur tüm bu şekillenmeler.
Şekillendiriliş.
Korkaklık ile budalalık arasında medcezir yaşayan kolpa karakterler
birçok avantaja sahip olsalar da gün gelir acayip terlerler. Burada bilinmesi gereken tarihi gerçek milyon
yıllarca dürüstler ve dürüst olmayanlar arasında sıkışan sosyal budalaların
tarihi yanıltmışlığıdır. Yazmışlığıdır. Kutsal isyan hariç her başlangıçta korkaklık,
cesaret ve budalalık üçgeninde tasarlanmıştır gelecek. Ayrıca yazı da yazgı da
değildir kitaba asla uymayan bu dağılış.
Tanrı nimeti doğanın tüm zenginlikleriyle dopdolu şu
cennet coğrafyada bugün akan kan ve artan fakirlik işte bu tarihi yanılgıların toplamıdır.
Bugünden yarına yeniden tarih yazmak ise korkmamak ve sosyal budalaca davranmamakla
mümkündür.
Arifi tarifi bir yana tarih iki kelimelik tek cümledir; Hayıra
hizmet…
ŞIMARIK GÜÇ
Şu fakir ülkede şımarma ile şamar arasında çok güçlü bir
ilişki vardır. Herhangi bir başka güç, gücü ne olursa olsun bu ciddi ilişkiyi
önleyemez. Bitiremez…
Şımartılan her çocuk zamanla en nefret edilen çocuğa
dönüşür. Çünkü ne aile, ne de toplum şımartmayı sonsuza kadar sürdüremez.
Şımarmaya şamdanlar kırılınca, şımartılan çocuk da gerçek hayatla yüzleşir. Ama
sorunlarını çözmekte gittikçe zorlanır. Her şeyden ürker, herkesten korkar ve
kendini açık eder. Yine de kaçıklık derecesinde değişik özelliklerini belli
eder. Belki hayatın iç yüzünü tam anlamıyla kavrayamaz. O yüzden de sinsi ve
ödlek bir kimliğe bürünür. İçten içe de hırs yapar. Hırsı biriktirir. Zamanla
hem nefret eder, hem de nefret edilir.
Zaten nefret ile defet arasında sıkı bir beraberlik
vardır. Güçler dengesi tek yanlı bozulduğunda esrik şımarıklıklar da ister
istemez durulmalıdır. Def edilmelidir. Durulmalıdır çünkü defaten yapılan yanlışlar,
aldatmalar, aldanmalar ve yaranmalar rüzgârın yönünü kendiliğinden değiştirir.
Şımarıkça bir ifade de geçen ‘insan denilen nesneler’ gücüne gideni gözünü
kırpmadan bir minik el hareketiyle devirir. Ayrıca def çalar ardından
dilediğince. Yıllardır şımarıkça çok hor kullanılan üstünlük sağlama ve sallama
gayreti de bir kalemde biter. Biter gider.
Çünkü nesnel açıdan üstünlük sağlama çabası her açıdan
olmasa da yetersizlik hissinden doğan bir güçsüzlüktür. Ama üstünlük kurmaya
heves, üstlenilen rolü en iyi oynama becerisidir. Gün gelir rol rol nereye
kadar, bunca bol keseden harcamalar da buraya kadar denilir. Bundan sonrası
bilimsel olmayan, tabansız saldırmalar, tutmayan sağlamalardır.
Tutmaz çünkü toplumsal, siyasal ve kültürel bölünmelerin
kışkırtıldığı ve derinleştirildiği coğrafyalarda şımartılan erklerde gün gelir
sıvılaşır, cılızlaşır, güçsüzleşir. Buharlaşır. Erişkinler güçsüzlük ve
çaresizliklerini güce dönüştürmek için başka çaresizlerle gruplar topluluklar
kurarak gidermeye çalışırlar. Bu soyut yaşamdan somuta geçiş, yetersizlik ve
değersizlikten kurtulmaya yöneliştir. Ama çare olmaz.
Yani şımarık güç çekiç güce dönüştüğünde eskilerin
deyimiyle orak ayına gün sayımı başlar. Zararlı otlarla zirai mücadele de
kaçınılmazlaşır…
Meşhurlaşan aşırı sorumsuzluk ve yetki birleşmesi
şımarıklığı azdırdıkça azdırır. Yetenek az ve imkânlar kısıtlı olunca bir denge
veya denklik söz konusu değildir. Azgınlık yaygınlaşır. Ancak örgütlü toplum
olma yolundaki ilk adımlar uyum ve yetenek geliştirmeye ve gelişmeye selam
duruştur. Gecelerin karanlığından yeni bir başlangıca doğar güneş. Ve güneşe
çevrilir tüm yüzler. İşte asıl korkulan da budur. Geleceği birlikte örgütleme
tasarısı bile şımarık gücün hiç işine gelmez. Çekiç güç anında tasalanır.
O tasayla ateş taşları yağdırır güçsüzleştirdiklerine…
Zalimin ateşinde yanmamak için toplumsal gelişme şarttır.
Farzedilenin aksine eksikleri giderme ve yetenekleri geliştirme ile doğru
orantılı olmalıdır ilerleme. Sadece şımarma ve şımartılmanın ürünü olmak yeni eksikler
ve gedikler açar toplumda. Yaralar. Toplumun iliklerine kadar işlemiş olsa da
iktidar bloku çatlar. Şımarık egemen sermayenin vesayeti altına girilir. Bin
bir öğütlerle örselenmenin dayanılmaz ağırlığı yüklenir şu fakir ülke insanının
aklına.
Akla zarar şımarma ile şamar arasında günü geldiğinde
öykülenecek şaşalı bir tutku vardır. O tutku ‘Şam’da kayısı’ kalmayınca şımarık
çocukları da kendine getirir. O vakit diğer herhangi bir şımarık güç bile
onların hayırlı evlatlar olmasını asla önleyemez. Dua birdir, çoluk çocuğun da,
yolun yolcunun da hayırlısı.
Hayırlısıyla…
ÖNKESTİRİM
VE KESİCİLİK
Herhangi bir şeyin ileride alabileceği hali ahvali, bir
girdaba düşülüp düşülmeyeceğini veya dönüşsüz çıkmaz bir yola girilip
girilmeyeceğini çok öncesinden anlamak, kestirmek ve saptayabilmek önemlidir.
Çünkü ona göre davranıp, makul biçimde tavır alıp öngörülen olumsuzluklardan paçayı
kurtarmak bu sayede tesis edilebilir. Yani bir bağlanım çözümlemesi ile direkt
kestirip, bağımlı değişken değerlerin denklemlenmiş öngörüsü ile gidişata dur
denilebilir. Onun için de gerçeklerle yüzleşebilmek gerekir.
Günün gerçeklerinden uzaklaşarak önkestirim
tutturmalarını ve ilerideki durumları psikolojik tutumlarla ve sosyolojik
yanıltmalarla izah etmek aslında cesaret ve korku kapışmasıdır. Ve elde kalan bu
kapışmanın neticesidir. O neticeler de bazen yazgıya yazıya inanmayı kemikleştirir.
Algıyı değiştirdiği gibi kör inancı da sabit bir noktaya kilitleyebilir. İşte
bu uygulama son on yılların vazgeçilmez başvuru kaynağıdır.
Başından sonuna önkestirim aralığı oynaktır.
Değişkenliğin genişlemesini göstermek için alt üst arasında daima gider gelir. Bu
gelgitler tipik değişme özelliği gösteren, kararsız, değişebilir, çok değişebilir
olma durumlarına göre ve esen rüzgârlara açık bir önkestirim haritası çıkarmak suretiyle
yaygınlaştırılır. O nedenle edilen edebiyata da, gösterilen maketlere de,
gönderilen paketlere de pek fazla aldanmamak gerekir.
Önkestirim edebiyatı özünde kendini beğenme sanatı ile
gelişir. Kendini beğendirme formatı üzerine de şekillendirilir. Taraflar ve
taraftarlar adına kendini daima en üstün görme eylemi veya eylemsizliğini
ortaya koymaktır tüm gaye. Bu edebiyatı kim daha iyi yaparsa belirleyici olur.
Veya belirleyici olmayan unsurlara göre sonuçları kim birebir tutturursa
eğilimi de o belirler. Veya bir sonraki ayrıştırma döneminde önkestirim
belirteci olur. Nabzı o tutar. O yüzden tesadüfi etkenlere bağlı olmayan bir
değişimi saptamak gerçekten sanattır.
Önkestirme sanatı her şeyi bilme veya geleceği görme
kırıklığıdır. Kılı kırk yarmayla her şey bilinip görüldüğü için de sanrılara
kapılıp, yeniye kapanılır. Tanı, tanım ve Tanrı bağlamında sanatsal
manevralarla süslenen önkestirimler çoğu kez aklı da kapatır. İşte bu yüzden daima
olmadık işler başa gelebilir. Ve eninde sonunda yenilgi de gelir.
Bu yengi ve yenilgiler tutumunu herhangi bir gücün
etkisiyle değiştirmeyen, kararını özgürce veren, hiçbir önkestirmeye kapılmadan
davrananlar için hiçbir şey ifade etmez. Ancak bir kurum veya kuruluşa
özellikle bir siyasi partiye bağlı olanlar için çok önemlidir bu kestirimler.
Önkestirme ilişkisi başa gelip gelmeyeceği duygusuyla filizlendiğinden, dallandığından
kötü durumları hep saklar. Veya bir şekilde bertaraf edilebileceğini savunur ve
savlar. Ancak bu savsaklama fren hayatın korkunç akışını hiçbir zaman engelleyemez.
Gerçeklerden kaçış, cesaret ve ödleklik çizgisinde
aldatılar ve aldanışlarla hükmeder yarınlara. Türlü yanlı önkestirim
zırvalamaları yazıya ve yazgıya bir başkaldırış değildir. Yaşanan günü bile
olduğunca hakkınca hazmedememek üzerine bir kurgudur. Az uz demeden sözde büyük
amaçlar uğruna uyanılan günün yarına zerre uymayışının görülmesi ve
tescillenmesidir. Önkestirmek ve
kesicilik işte böyle sorumluluk veren beter bir iştir.
Ürünü her ne olursa olsun başa ve başlara büyük belalar
açan oturduğu yerden ahkâm kesmektir ön kesicilik. Hafifseme mertebesinde ve
hasada çok kısa süre kala aslı astarı olmadan ağa lehine uydurmak marifetidir. Hasılayı
ve hasılatı bilme ustalığıdır. Bu öyle bir marifettir ki felakete
sürükleyebilir yarıcıları. Hatta toplumları. Bu öyle bir ustalıktır ki yıkıma
götürebilir memleketi. Bu kadarla da kalmaz, bitmez bu önkestirim açılımları yazının
yazgının tersine ulusları da ve insanlık tarihini de endirekt etkiler. Etkileyebilir.
Yayınlansın veya kulaklara fısıldansın kesim kesim
kestirim denklemleri kurularak yapılmış tüm önkestirimler aslında nasıl davranılacağını
örgütlememelidir. Örgütlememesi gerekirken bizzat yanıltıcı öğütlerle güçlüden
yana hizmet veriyor. Zayıflamış tüm
ilişkileri bir bir belirliyor. Böylece katmanlar kesici ve kestirimci tuzağına
saplanıyor.
O yüzden hasat öncesi ve sonrasında doğru bildiğinden ve
hayırlı görünenden şaşmamak en doğrusudur…
ÖNYARGILAR
DA HAYIRLISIYLA DEĞİŞİR…
On yıllardır önyargılı insanlardan oluşmuş bir memleket
olma yolunda ilerliyoruz. Baktıkça bakıyoruz bu geriledikçe gerileyişe. Baktıkça
geriliyoruz. Ama böyle sürgit gitmeyeceği de yavaş yavaş belirginleşti. Mevcudun
tersine akıntı önü alınamaz biçimde güçleniyor. Daha da güçlenecek görünüyor.
İktidar erki uzun yıllardan sonra ilk kez ciddi biçimde sıkıntıda. Daha da
sıkıntıya düşecek gibi…
Önyargı kolay kolay değişmez belki ama dost doğru derine
nüfuz edildikçe gerilim artar. Asap bozgunu aşkın hale gelir. Fikri sabitlik hayatın
amacına dönüştüğünden sinir harbi her tarafın düşmanla çevrili olduğu
şikayetçiliğine bağlanır. Bu anlamsız kuşku bertaraf edildikçe de memleket
kazanır.
Önyargı her tavra sirayet ettikçe, tafralandıkça acizleşen
siyasal kimlik ortaya çıkar. Yani asla değişmez sanılan önyargı ile
tertiplenmenin tepkisidir son koz olarak kullanılan. Keskin ve keltek uydurma
geri dönüşümlerle, kurgu bilim tarihten beslenerek, zamanlı zamansız keskin söylemlerle sürdürülür
tiranlık. Elini belini kırmak mahlasıyla, istemiyorum ama böyle olacak
şartlanması ve kışkırtmaları ile ortak tabanlara bir süre daha oynanır. Usturupsuz
laflar ve usturalık gaflar hatiplerin üzerine yapıştıkça yapışır. Oyun tuttukça
veya tumturaklı tutumla kemikleştirilen taraflar son bir hal tipitipleşir. Çıkışa tek kapı olarak çekirdek inanç görülür.
Millet oradan kaşındıkça kaşınır. Memleket ne kadar çeşit tiplere ayrılsa da en
tutkulu olanlar yeniden yaftalanır. Saflaştırılır. Velakin yetmez çünkü sona
yaklaşılmıştır.
Hayatı ileri derecede önyargılı olarak yaşayanlar da an gelir
üstünkörü de olsa yargılar. Benimle olan benden olandır başlıklı, yalandan herkesle birliktelik havası söner. Her yeni cephe
açılmasında yıkıma götüren bencillik hortlar. Benciller sürüsü son gayret
yüklenir. Önyargı yılışık tayfalar ile beslenen bir süreci yarım yamalak
yaşamak olduğundan sonuç yine bencilliktir. O yüzden sessizce gemisini kurtaran
kaptan pozuna bürünülür.
İşte yaşanan derin sessizlik o sessizlik. Aslında her işi
hakkıyla sona erdirmeyi bilmektir insanlık. Öyle peşin hükümlü ve vehameti
artırmak ve iktidar erkini sürekli güncellemek değildir marifetlilik. Öylesine
yaşamlar vardır ki akıllı tuttuğunu hiç bırakmaz. Ama memleket havasına göre bazen kendiliğinden
bile olsa değişir önyargılar. Sevgiden
de üstün o bağlılık kopar. Kalıcı kalmak ve kalkışıp gitmek ayrımında gezinir tüm
dünyalıklar. Sırf gölgede kalmak önyargısı da yıkılıp değiştirilebilir ve
güneşe dönülür yüzler.
Bir kere yüz çevirmeye görsün millet. Toplumun
gerçeklerle yüzleşmesi üzerine katlanır kanatlanır hayırlar. Kanaatler değişip,
boş laflara kanılmayınca da peşin yargılar ve hangi ölçüde olursa olsun ustalık
bozulur. O bozgunda pis sulardan, puslu
havalardan, paslı çarkın dişlilerinden kurtulma ve kurtarma formüllerinde ön yargıya
takılmaz kafalar. Hiçbir şey anlamadım tutumu ve eylemlilik arasında sıkışır
tüm yargılar. Sırça köşkler tuz buz olur.
Yani ne olursa olsun babında amaca yönelik engeller
çoğaldıkça, yanlışta ısrarcılık kibirlenince, mutlu yüzler azalır. Ve yanlışların
kutsanması abartıldıkça da acı gerçekler ortaya dökülür. Ve memleket illetten
kurtulmak kulvarında koşturmaya heveslenir. Önyargı hileleri ile kodlanan tahmin totosu ve
önyargıların çağdışılığı kesinlikle görülünce başka çare kalmaz. Nice önlem alınması
yetmez. Kaçamak çıkışlar ve kaçışlar kıl
payı bir süre kurtulmayı sağlasa da tehlikeyle yüzleşilir. Yani hiç kaybetmez
sanılan iktidar da sallanır.
Zelzele hafiften hissedildikçe önyargılı bireylerden
olmak yoluna devrilmiş memleket ve millet yanlıştan döner. Akıntıya kürek
çekmek deyiminin doğrultusunda hırpalanan kesim birden güçlenir. Güç dengesi değişir.
Büyü bozulur. Önyargılar yamulur. Tüm ön kestirimler güme gider. Bu yüzden bir
ön kestirim makalesinin hazırlanması da şart olur. Arkasından dört bir yanda bende
aynı düşünmeye başladım tavrı güncellenir. Çünkü en değişmez denilen ve görülen
de zamanla hayırlısıyla değişir.
Tüm önyargılar bir yana gün işte o gündür…
SAĞDUYU,
SOLUN ARGÜMANLARINA KANABİLİR…
Şu fakir ülke de sağduyu aslında oskarlık bir duyu
eksikliğidir. Hamuruna katılmış bir gelişim bozukluğu, düşüncelerine
şırıngalanmış bir ilerleyiş yoksulluğu, damarlarında dolaşan bir hoşgörü
yoksunluğudur. Kısır zamanlarda duyusal duygusal bir sağlama yapması
beklenirken daima siyasetin sağına saplanır. Sağlak muğlak gölgelere sığınır…
Sağduyu en ileri düzeyde ve ölçekte toplumsallık duygusunu
yansıtmaktır. Öyle farz edilir. Ancak insanların karakteristik özelliklerine
göre çok değişkendir. Değişir ve her zaman doğru sonuç vermeyebilir. Vermesini
beklemek de çoğu kez büyük yanılgı olur.
En birincil özelliği akla karayı, iyi ile kötü, doğru ile
yanlışı birbirinden ayırma özelliğidir. Ve en karışık meseleler biraz sağduyu
sayesinde düşünce platformu üzerinde rahatlıkla çözülebilir. Ancak unutulmaması
gereken nokta toplumu oluşturan bireylerin kişisel çıkarlar açısından baskıya
amade, bakışı ve duruşudur. Kendi çıkarı ve aidiyet hissettiği kitlenin
çıkarları dışında hiç bir şeyi algılayamayanların sağduyusu doğru ayrımları yapamaz.
Saf ve temiz kalamaz.
Öyle ki kör kara saplantıları apaçık belli eden tutum ve
davranışlara rağmen iç duygu ile hareket ederler. Gerçek niyetlerini hep
saklarlar. Her fırsatta tam yol verirler. Böylece sağduyu özellikle geri kalmış,
geri bıraktırılmış toplumlarda sağcılıkla özdeşleşir. Her türlü yanlış ve
yanılgı sergilenirken durup da tek sefer olsun bantlar geri sarılmaz. Ben merkezci
davranılarak, çapraşık süreçler dahi zeka düzeyi indirilerek, kavrama yeteneği
köreltilerek geçiştirilir. Onun için hangi konu gözden geçirilecek olursa olsun
sağduyu en iyi fırsatları bile bazen yok eder. Edebilir.
İnce planlı programlı kahramanlık hikâyeleriyle sağduyu
tüm eylemselliğin ve işlevselliğin de çok gerisinde kalır. Ahlaksal erezyona
uğratılan topluma bakarak da gericileşir. Gericilik gelişir. Çünkü cesaret zaafı
ve korkaklık tüm risk hesaplarını devre dışına çıkarır. Çoğunluk eğilimi
doğrultusunda hareketlenen bir çoklu karanlığa kapılar aralanır.
Böylece sağduyu topluma her fırsatta madik atan bir yalnızlaşmaya
doğru ürer. Tüm yanlışları doğru önerme olarak dayatır. Veya başka bir deyişle
toplumsal sağduyu görülen ve yapılan yanlışlardan sıyrılmaya çalışmaz. Yanlışlardan
kurtulmaya çabalayanlara her türlü çıkış yolunu da kapatır. Demir kapılar
hazırlar.
Şu fakire ülkede sağduyu diye diye sadece sağcılaştırılan
toplum son yıllarda daha da keskin dincileştirilip, katı mezhepleştirilerek her
meselesini bu yolla çözmeye alıştırıldı. Veya böyle çözülmesi gerektiği içselleştirildi.
Toplumsal değer sezgisi iyice yontuldu. Olduğu kadarıyla özgüven ve toplumcu
düşünme yetisi kırpıldı. Hisler hisse kapılanması babında çözüldü. Egosantrik
bir dünya görüşü din tabanlı yaygınlaştırıldı. Kendisinden olmayan
dışındakilere dost kalmak zorlaştırıldı. İdeallerin hedefi hep bir noktaya
kaydırıldı. Tek merkeze hapsedildi.
Binlerce olumsuzluğu hedef alan tüm doğru saptayışlar ise
yanlış kategorisine katıldı. Ve tezgahlanan toplumsallık uygarlığın uygarlaşmanın
çok uzağında birikimlendirildi.
Şimdi hal böyle olunca referandum öncesi hangi sağduyudan
söz edileceği de karıştı. Olayın netleşmesi için bir makalelik önyargı
irdelemesi de gerekir oldu. On yıllardır milletin sağduyusu belli, duyduğuna kanar
sağa akar bir frekansta kasılıyor. Bu castın kastı ne ise çok yakında
görülecek.
Ancak bu kez sağduyu, hayırcı muhalif platformun
özellikle de solun hayıra yönelten argümanlarına kanabilecek bir görüntü
sergiliyor. Bu sefer mevcut iktidar açısından iş ciddi…
ESENLER
AĞIR CEZA REİSLİĞİ
Bu makale 1 Nisan’a özel bir özellemedir. Geneli ve
genellemeleri hiç ilgilendirmez. Esenler’e özel bir esintidir sadece. Sadece
Esenler Adliye Sarayı ve Esenler Ağır Ceza Reisliği’ni ilgilendirir. Dışındakileri
de uzaktan yakından ırgalamaz. Muhatap almaz. Yine de Esenler esintisi ağırdan
az biraz ürpertirse enseden aşağı sırt civarını, resmen 1 Nisan şakasıdır…
Adli, tüzel bir kimlik ifade eder. Adliye ise bir
belgeleme ile kanıtlanmış nitelikli suç oluşturan durumlarda lazım gelendir. Bu
gibi durumlarda devreye adalet mekanizması girer. Son yıllarda adalet Adalet
Saraylarında şık salonlarda ve led ışıklı aydınlatmaların altında işler. Makine
gibi işliyor görüntüsü veriliyor. Yani hesap verilir oralarda, hesaba çekilir
suç işlediği varsayılanlar. Suçu sabitler. Mevzuu budur kısaca.
Son on yıllarda bu Saraylarda terazinin adalet dengesi
şaşsa da adil olması, olunması gereken bir ruhu taşır, taşıması gerekir veya
adalet dağıtıcıların…
Esenler'de bu şaşalı Adliye Sarayları’ndan yoktur. Hiç de
olmamıştır. Esenler bu Esenler ise eğer, o yer burası ise gerçekte eski
zamanlardan bugüne Esenler'de Ağır Ceza Mahkemesi’de yoktur. Ağır ceza cini de perisi
de yoktur. Piri padişahı ve mahkeme reisi de. Ama bir zamanlar Amerika’da
benzeri Ağır Reis’in de Esenler’de yargılanmışlığı filhakika vardır. Lakin o
gün bugün Esenler’de adliye yoktur…
Adi suçlar bir yana affı zor olan suçların en kötüsü de
gasp, çete ve naylonculuk gayri meşru hizmetleridir. Ve kıymetli evrakta
tahrifattır. Bu hizmetçiliğe bulaşanlara bulaşmak da ağır suçtur. Şeytanın
avukatlığına soyunmak o an yersizdir işte. Kanun manun kurtulmaya, savunmanın
alası paçayı kurtarmaya yetmez. Cin fikirlilik gerekir. İşte tam da bunlardan
ve benzer davalardan Adliye Sarayı’sız Esenler Ağır Ceza Mahkemesi’ne
gönderilen davalar da vardır. Bu Esenler neresidir, davayı gönderenler ve
göndertenler bilir ama nice temiz vatandaşlar var ki günahtan köprüye gönüllü eleman
vazifesi görürler ama ağır reise has bu davaları da davalıyı da, davacıları da hiç
bilmezler. Gözlerimi kaparım vazifemi yaparım ihanetine vakitli vakıtsız ihsan
eylerler. Kıytırık davaları için ilçe dışına zuhur ederler.
Hattı zatında devlet görevini kötüye kullanma başlı
başına bir yolsuzluktur, devletçiliğe her bir haltı, hediyeciliği bulaştırmak bile
başlı başına yolsuzluktur. Diğer ateş olmayan yerden duman çıkmaz söylentileri
bir kenara. Hafiyeciliğe hiç gerek yok mal meydanda, Amerikan bezinden, kaput
kumaşından, ipekliye, ipek kravatlı ipekçi çağa evrilen bu ip üstü diziliş
aslında din iman, hak hukuk yoksunluğu ve yolsuzluğudur. Bulvarlar uğursuzluktan
sallanırken yok oluş girdabı ne gizli görüşmeler saklar portföyünde bir bilinse.
Bir bilinse alem şaşar. Oysa ne temkinler, ne teminatlar, ne tercümanlıklar bir
güzel gizlenmiştir o yersiz yurtsuz aklanma meclislerinde.
Tahta takunyadan yılan derisine yükselişin hikâyesi nice
ayrıntılar saklar gizli paragraflarda. Ne skandalları ne karşılıksız
ajitasyonlar ve ne ibretlik gözyaşlarıdır milletten saklananlar. Millete doğru
gelen belki de bu saklanan sahte mahremiyettir. Veya ahiret sorgusuna
indirgenen dünyalıklardır göze gelen. Göze çarpmayan. Gerisi yalan
martavalıdır. Dört dörtlük yalanlarla süslenir, adil düzen, adil yargı, adil
yargılanmalar.
Vakti zamanında işlem yapılmasını gerektirir kısmi
raporlar dışında kalan üst düzey yol su elektrik dosyaları da vardır muhakemesi
gereken. Ağır reisi de yakinen ilgilendiren evraklar. Gereği düşünülmesi için beynin
arka odalarında kurgulanır her şey. Öyle zaman gelir ki âlemi cihan olanlar
biriken suçlardan dolayı faturaları öderler, ödemelidirler de. Ama tüm dosyalar
yine Esenler Ağır Ceza Reisliği’ne gönderilir. Böylece faturayı kimse kesemez, cezayı zapta yazamaz, önceden kayda
geçirilenlerin de ipliği pazara çıkarılamaz.
Satsan alıcısı, alsan satıcısı bulunmaz bir çıkar yolu bulunmuştur
belki vakti zamanında. Ama asla teskeresi de geçmez fezlekesi de. Gelecekte bir
gün gönülleri ussuz, yolsuz, susuz geçen giden o günlerin hıncı doldurur.
Ulaklar çıkarılır, kulaklar kirişte gözcü kesilir ve gün gelir kıyamet kopar. Dikkatler
bir noktaya kilitlenir. Akif olunan, vakıf bulunan ve aktif olunup her pis şeyin
bir deliğe süpürülmüş oluşu ayan beyan ortaya çıkar.
Şimdilik hastayı ayakta tutan da bu korkudur işte. Hayat rüyalardan
rüyalara evrildiğinde hazırdır bahaneler. Elbette tüm görgü şahitleri,
raporların tamamı hepsi düzmecedir, iddianameler iyi yazılmış senaryodur. Uzmanların
kısaları uzunlara kiralıktır. Kurtuluşun kıvamı iftiradır, aynı kefeye
konulmaktır falan filanla geçiştirmektir. Bilene edene çalışana bunlar zor
değil zulümdür. Olaydır kolaydır alaydır. Alaydır kalaydır. Alayından balayına
alkış tufanıdır. Bir yere kadar tüm bahaneler anlaşılır, uydurmaların hepsine
de kanılır belki ama bu süren giden aklanma metodu niçin kuruluşundan bu güne
adliyesi olmayan, Ağır Ceza Mahkemesi de bulunmayan bir yerde uygulanmıştır.
Madem Ağır Reis yirmi dört ayar kusursuzdur, dört dörtlüktür en hasından, en
baba Ağır Ceza Reisliği’nde kumkuma bir reisin karşısına oturur ve aklanır
kolayca.
Zor değil kolaydır bu sorunun cevabı. Esenler'de Adliye
Sarayı yoktur. Hiç olmamıştır. Hiçbir zaman Esenler'de Ağır Ceza Mahkemesi de
yoktur. Lakin Ağır Reis olmayan bu Ağır Ceza Reisliği’nde bir güzel yargılanmış
ve eften püften sayılamayacak dosyaları da bir bir kapanmıştır. Kapatılmıştır. Elbette
tüm avlucular ve havlucular yalandır der uyurgezerler. Davul tokmağından beter
uyarıları ise toptan hile hurdadır sayarlar. Hinliğe hiçliğe topyekun taparlar.
Bir şer ittifak vardır daima ağır reisle ağırdan uğraşır durur safsatasına
sığınırlar. Sağırlaşırlar. Bayatlamış tespitler ile hayra alamet olmayan
saflarda küllenirler, küflenirler. Üflenirler. Doğrusu budur işte adli can
çekişin.
Kıssadan hisse tek doğru vardır o da Adliye Sarayı’nın,
Ağır Ceza Reisliği’nin bir zamanlar Amerika’da olmuşluğu yanında halen
Esenler'de olmayışıdır. Bu sahte yarenliğe Nisan birden başlayarak kim eyvallah
derse ayıp eder vallaha…