REFERANDUM
ANILARI…
Sağlıkla esenlikle maviye ve kızaran güneşe akıyor yamalı
bohça yaşamlar. Beklenti artık boynu büküklük dağılacak, sonsuz çöl gezintileri
bitecek beklentisidir. Ve gereksiz eklenti referandum temaşası nisan
yağmurlarıyla beslenen yapay göllerde tersine yüzecek…
Referandumla nice çamlar devrilecek. Çünkü ay mavisidir
akla çarpan ve nice anılar vardır yedeğe alınamayacak. Bu suni derinlikte, bu
sanal kargaşada kirli çamaşır sepetinde de depmece anılar saklıdır. Beyazı ayrı
koymadan karalara bu ne temizlenme paklanma denilecek referandumla. Eski
referandumlar anısına tıpkısının aynısı temizlik saatidir şeklinde takılmalar
umudu tutuşturacak. Bunalımlı sezgiler dışlanacak ve anlamlı ezgilerle gizlenen
kavramların kilidi bir bir açılacak. Film tabakalı camların da ardı görülecek
yangı budur.
Referandum boyunca gamzadelerin gamzelerine dolan eksik
hayatlar yudumlansa da, yurdumdan insan manzaraları masalarda kavrulacak.
Kafalarda yılların tortusu, anıların buğusu içe çekilecek. Yeni sanılan
hayatların ciğerin tütmesine ve yüreğin özlemesine tersliği de anlaşılacak.
Referandum yurttan sesler korosunun ahengiyle olmazı başaracak. Acılaşan
anılara hürmetle referanduma kararsızlar da katılacak. Sonrasında ayak
bileğinden başlayıp beynin en ücra hücresi ne kadar suç duyurusuna açık kalacak
katmanlar. Yolculuk Himayalar’a Everest’e uzasa da acı gerçekler yüksek
basınçta yürek daraltacak. Nice beyin kanamalarına sebep olacak. Anılar
dağılacak dağlar yıkılacak. Olacak o kadar dirilecek.
Yapanın edenin Kutup yıldızına tutunmasıdır en hakiki ve
sahici suçluluk. Sufle edilen kutuplaştırma bahaneleri savunmadan
sayılamayacak. Boşu boşuna Helen diline uymamaktır mesele görülecek. Ve tüm
kötü anılar anılar mezarlığına gömülecek.
Bir harap peronda külfetli yollara uzar anılar yumağı.
Yakut gözlerde kaybolur zaman. Ve kaç istasyondan kaç isyandan sonra kutsal
alanlara yayılır kitle. Kara yıkıntılara kadar uzar anılar. Referandumla
sonlanır zaman. Öylesine değişimler vurur ki anı, tarihsel yıkımlardan ve haklı
anılardan beslenir umut. Hiçbir anlamı olmayan kandırmacalar bile anılarda
tarihlidir. İstiflidir. Memleket referanduma tarif edilir, millet referanduma
tarifelendirilir ve anılar yeniden nemli gözlerde canlanır.
Öyle anlar vardır ki ayıplardan kayıplardan kurtarır
aklı. Değişimin çiçekleri açar süt beyaz mermerlerde. Sadece taşlara kazınmış
çetrefilli savunmalardır akla takılan. Yol üstünde aksak durumları toplayarak
varılır engin maviliğe ve çetin sonsuzluğa. Yürek dolar dolar ama iş, hiçbir
deli rüzgâra kapılmamaktır. Asıl mesele paranoya halinde paralanmamaktır. Asil
biçimde durmaktır anılar durağında. Toplumsal korkuların uzağında, bireysel takıntıların tuzağında sürekli kan
kaybederek de olsa insan onuruna yaraşır halde yaşamaya direnmektir mahirlik.
Olur, öyle şeyler ve kimseler duymaz dememektir hiç.
Binlerce yıldır harika günler hediye eder anılar. Anlarının kuşatılmışlığı da
gün olur biter. Hayata dönüş kavşağında referanduma tutulur memleket. Ve son
aşamada yetkiyi hakkınca devretmektir akla yakışan. Memleket aşkına.
O zaman ben sadece bana ait olanı yaşarım diğerleri beni
ırgalamaz sızlanmasından da kurtulur akıl. Üst akıl en, en büyük evde oturup
anıları kontrolüne geçirdikçe biter yığınla ömür. Önemli olan yiğitçe verilen
savaşın masum yüzlerinde netleşmektir. Anılarda netleşirler sıra sıra, deniz
derya, onlara savrulmaktır erlik.
Bu referandum gamlı bir sonbahar düşünde harcanan yitik
gençliği, kayıp kuşağı arar durur anılar. Peygamber kıvamında ateşle sıvanan
örnekten Nisan Yağmurları ile temizlenmektir titizlik. Durulmak korkusudur
sessizlik ağartan. Vurulmaktır ağırdan hissedilen. Düşler buz kesince anıların
sıcağına sürülür kervan ve it ürür kervan yürür sanılır. Upuzun ipek saçlı bir
kahramandır özgürleşmenin sembolü. Zamanı bir anlığına durdurur. Ekmek kadar
yürekli olandır emek kadar sahicidir arınmak. Ve referandum öncesi şenlenir
anılar, anılar derlenir toplanır ve okçular hedefi on ikiden vurur.
Aradan kaç yıl geçerse geçsin hangi evrensel kural
zorlarsa zorlasın hatırlanır halkın belleğine kazınan referandum anıları. Bu da
zamanla evrenselleşir.
Ve millet, karanlığın kralı çırçıplak yakalandığında,
anların çocuklarının ne haltlar çevirdiğini de bir güzel anlar, şamarı atar ve
anılarında saklar. Anların çocukları da anlar aldanışın akıbetini.
Ve referandum yıllar geçse de yollar bitse de daima
hayırla anılır…
YİNE
YABANCI KONTENJANLAR
Din siyasallaşınca, usta ellerde siyasallaştırılınca
ulusalcılara ve Ulus devlete düşman siyasal dinci kimlikleri de bulur
buluşturur. Oradan buradan bulunup buluşturulanların o saat itibariyle dikte
ettikleri bambaşka bir dindir artık. Ama geç anlaşılır veya anlaşılmaz. Zamanla
gerçek dine yabancılaşılır, yüce din de yabancıların eline geçer. Tarikat,
cemaat ve cemiyetlerin yönetim kadroları hep bu yabancı ajan kontenjanından
beslenir. O besleme ve beslenme dürtüsüyle kurum ve kurulları da çöker. Dine hizmet
aşkına ortalıkta dolaşan bu yabancı kontenjanlara ne denir ki; sadece Maşallah…
Ve bu yabancı kontenjanından dinci dikteciler cumhuriyet
rejimini de, dikta rejimine dönüştüren hamleleri dini sohbet içine saklarlar.
Emperyal arzuların gölgesinde memleket tanzim ederler, memlekete mirasçı tayin
ederler. Gerçek dini kurgu dine çevirmek ve dilleri kanlı bal damlatarak asil
dini milletten uzaklaştırmaktır gaye. Bu yabancılaşmayla acılar artar ve mevcut
rejim tartışılır hale getirilir.
Akla takılan ise bu dinbaz tiplerin zehir gibi Müslüman
kesilip alim ulema sıfatına erişmeleri ve maskot dinci babında en ücralara dek
gidebilmeleridir. Ne hikmet ise aşırı rağbet görmeleridir. İsim isim kim
bunlar, kim bunlar diye sormaya hiç gerek yok. Onlar kendilerini biliyor,
birileri de onları. İşte tarikatlara kadar sızmış, cemaatlere cemiyetlere kadar
katılmış bu yabancıların işi, yeni olup da yabancılaşanlar, kontenjanlaşanlar.
Bir de yerli olup bir dolu safsatayla dine imana gelenler. Hiç yokken bir
oldular bin oldular dine, imana, mezhebe, iç kapıya, dış kapıya, tefsire,
peygambere, kutsal metne, metnin özüne
yabancılaştırma faaliyetlerini kolayca sürdürdüler. Eline yüzüne
bulaştırdıkları sahte söylemlerle dine yabancılaştırma gerçekleştirildikçe bir
ileri aşamaya cesaretlenildi.
On yıllardır sürdürülen kontenjan etkinlikleri çürük
meyvalarını vermeye de başladıkça, dinin gücüne gidecek ne senaryolar
tasarlandı. Ortadoğu’da, orada, burada. Şu fakir millete dini vecibe sayılarak
bir dini sohbet havası estirildi yıllarca. Hanımlara gündüz zatı muhteremlere
akşam seansları uygulandı. Yakın uzak bu sohbetlerin müdavimi tanıdığı olanlar
olmayanlar bilir traşı. Tanış olmayan bilmezden gelenler ise sanır ki bir
muhabbet ortamı var. Yayarlar. Sor soruyu al yanıtı, öğren dini imanı var
kapalı mekanlarda . Din adına bilmediklerini veya bildiklerini yokla. Kapalı
veya açık devre yayımcılık budur ama işin aslı hiç öyle değil.
Hoş sohbet bir zat anlatıp duracak, sohbete katılanlar
mum gibi pür dikkat safa duracak, dilsiz dinleyecek. Atmosfer bu…
Takası tımbırtısı kontenjandan zatı muhtereme bağlı bir
yansıma. Sırat, surat ve suret unutulmamalı türünden bir beslenme. işte on
yıllardır özellikle başta iş ve politika adamları, saftirik üniversite
hocaları, din peşine düşmüş sözde aydınlar, temiz pak insanlar, bu din tüccarlarının ana malzemesi oldular.
Yeni müritleri kandırma rolünü de üstlendiler.
Tarikatlı barikatlı bu aldanışın, yüksek maliyeti bir
yana postekiye oturanın dili, dini, cinsi, cinsiyeti, cibiliyeti hiç sorgulanmadı.
Sorgulatılmadı. Ağırdan irdeleyiciler ve karşıtlar ayıp günah, küffar, kâfir,
hafif, Kızıl kapsamında çözümlendi. Dinleyiciler esrar yutmuşçasına esrarlı bir
geleceğe aktarıldı.
Dine yabancılaştıkça kurmaca imana sarılma arttı. Dört el
sarılmayanlara çıkarılma ve dinden uzaklaşma veya uzaklaştırma kurgulandı. Tek
amaç dini tamamen siyasallaştırma ve siyasallaşan dini de topluma el birliğiyle
yayma hedeflendi. Nihai hedef ise iktidar ve iktidarı sürekli kılmaydı. Kısmen
başarıldı, şimdi altın vuruş zamanı.
Dine imana, iç kapıya, ceme cemaate, dış kapıya, tarikata
kıyamete, cime cemiyete, yabancı istihbaratçı düzeyinde din kaynakçılarının
yabancı eli değince her şey öyle bir değişti, öyle bir güzelleşti ki istikbal
işte bu noktalara evrildi. Mercek kaydı mertek şah oldu.
Oradan buradan devşirilmiş din büyüğü paresi bahşedilmiş,
vakfedilmiş yabancı kontenjanından ocu bucular, narcı nurcular, para pulcular
hep himaye edildi hep desteklendi. Hurcu kalesi burcu ilahi emirmişçesine hep
bunlara teslim edildi. Dikkat edilmedi hiç ince nakış söylemlere. Sözde ayetler
ile desteklenen gizli gayretlere hiç dikkat edilmedi. Azgın sohbetlerde dine,
dinsel değerlere, hiç alakasız ne hakaretler gizli olduğunun farkına hiç
varılmadı. Varılsa bile dinden imandan sayıldı. Hiç bakılmadı sohbetlerde
milletin aklına hangi düşmanlıkları sokuyorlar diye. Alt beyinlere neler
şırıngalıyorlar diye. Karanlığın eli hiç görülmedi. Veya öylesine ahkâm kesme
ve hakem olma, hâkim kılınma cesareti nereden geliyor, yetkiyi nereden alıyorlar
hiç sorgulanmadı.
Bu yabancı kontenjanından sahte dinciler ve yedek
kulübesinde oturan yerli dinbazlar dini resmen zaafa uğrattılar. Dini
zayıflattıkça zayıflattılar ve kandırdılar. Böylece hiç umulmadık derecede
güçlendiler. Ve hedefe ulaştılar.
İşte o yabancı kontenjan softalar ve yerli yedeklerin
muhteşem dini sohbetlerinden feyz almaların sonucunda, kutsal asanın ucu rejim
değişikliğine kadar dayandı. Haydi hayırlısı…
KIRILMA
NOKTASI
Şu fakirleştirilen Memleket tarihinde birçok kırılma
noktası yaşadı. Bunlara bir de rejimi hepten yok edecek partili
cumhurbaşkanlığı sistemi referandumu eklendi. İleride tarihin yazacağı kırılma
noktalarından biri olacak nisan referandumu. Belki de yıkılışın…
Yıkılmaya çalışılan şu asırlık çınar, cumhuriyet; Ortadoğu
bataklığında büyük sermayenin kurduğu devletçikler, Balkanlar coğrafyası ve
Kafkasya'daki ülkeler gibi kurgu devletlerden değil ki kolayca yıkılsın. Öyle
bir cenah var ki, ip üstüne dizilmiş ama pek mümkün de görünmüyor yıkmak. Çünkü
son derece güçlü ulusal kimliği olan dünyadaki rolü de asla küçümsenemeyecek,
küçültülemeyecek büyük bir devlet bu istenmeyen cumhuriyet. Demokrasisi tam
işlemese işletilmese de demokratı, devrimci demokratları yoğun bir memleket.
Her yıkılma dönemlerinde bir kıvılcım çakar ve dirilir.
Son on yıllarda dinci demokrasi anlayışıyla yönetilmeye
teşebbüsler bir arada yaşama hissi ve ulus devlet formülünü zedeledi. Yine de;
“Dalgalarını seven Denizi de sever. Düşmeyi öngören uçmayı da sever. Ama
korkuyla yaşayan sadece hayatı izler…” İşte son günlerde korku imparatorluğunun
dayattığı geçici, memleketin doğasına aykırı formatı izliyor millet. İllet
olanı da, devlet olanı da sessizce bekliyor. Lakin “Sessiz atın çiftesi pek
olur.”
Bu el birliğiyle fakirleştirilen büyük ülkenin, tüm
ezilen mazlum milletlere entelektüel öncü,
tam bağımsızlık örneği ve devrimci kurtuluş savaşlarının ilkini yapmış,
geleceğin modeli olduğunu unutmamak gerekiyor. Son yıllarda bu değerlerden
maalesef uzaklaştırıldı memleket. Ayıp ediliyor. Resmen tipik bir Ortadoğu
ülkesi konumuna sürükleyen bir kırılma yaşadı, hala da yaşıyor. Fay hatları
sıkışınca önce kendisine egemen güçlerin dayattığı ılımlı İslam ipine sarıldı.
Sarılınca da İslami taraf kulesi yükseldi ve kıyamet emaresi görülmeye
başlandı. Yani Türk İslam sentezinden, ılımlı İslam formüllüne çivileme dalış
en dibe, çöl kumuna batınca zamanla yeni yönetim modeli gerektiği gündeme
getirildi. Ortaçağ karanlığına, din ve mezhep savaşlarına doğru yol alan
dünyada, “yurtta ve dünyada sulh” politikası ile bütünleşmiş bir cumhuriyet
modeli elbette yıkılması gereken bir barikattı. Egemen sermaye düğmeye bastı.
Kum saati çalışıyor.
Şu asil ama fakirleştirilmiş memleket bunca yıl yıkılmadı
ama yok edilmesi tarzında bir kırılma daha yaşatılıyor. Memleket bu son noktaya
yaslanana dek en sarsıcı dört veya beş kırılma noktası yaşadı. Yaşadı ve
atlattı. Yine kurtulur. Referandumda bu kırılma noktasını da hayırla geçer.
Kırılmalar yaşadıkça güçlendi şu fakirleştirilen
memleket. Kırılmaları gördükçe de hayırda bütünleşti millet. Yine öyle olur;
“Kırılma daha Cumhuriyetin ilanıyla başladı. Atatürk’ün ölümü ile de devam
etti. Bu kırılma sonucunda memleket çok sallandı. Atatürk'ün ölümü kırılmaları
noktalandırmadı. Gazi’nin ölümü kimilerine göre asıl kırılma noktası kimilerine
göre ise kırılmanın nihayete ermesiydi. Ancak bir türlü bitmedi cumhuriyetle
kavgalaşma. Öyle veya böyle ellilere gelindi. İkinci kırılma noktası serbest
piyasa ekonomisi ile tanışma ve bu akrabalığın pekiştirilmesi yani NATO'ya
giriş ve Kore'ye asker yollama oldu. Kapitalizmin güdümündeki bu şekillenme çuvala sığmayınca da iki askeri
faşist darbe planlaması diğer kırılma noktaları oldu. Hele 12 Eylül askeri
faşist darbesi memleketi bugüne taşıyan asıl kırılma noktasıdır…” çünkü bu
soylu millet gelmişini geçmişini çok iyi süzer.
12 Eylül faşizmi şu fakir memleketi ileriye götürecek ne
kadar aydın varsa aydınlarını,
vatansever gençlerini, örgütlü güçlerini yok etti. Milliyetçi unsurları
da silindirden geçirildi. Devrimci potansiyel en zerresine sindirildi. Asıldı
kesildi tümü. Karanlık günlerde ve o
günlerden sonra sözde komünizme karşı kullanılan komando kamplarının yerini
Akıncı kamplaşmaları aldı. Onlar palazlandırıldı.
Yani Doğu bloku ve SSCB dağılana kadar şu
fakirleştirilmiş memlekette İslam kalkanı tercih edildi. Ve bu tip butik
örgütlenmeler güçlendirildi. Oluşan yenidünya düzeni Büyük Ortadoğu Projesini
hayata geçirirken işte bu Neodinci yapı kullanıldı. Ve tek başına iktidara
taşındı.
Şimdi on yılların tek başına iktidarı tek adama
evriliyor. Emperyal dünyanın istemi bu. Şu el ele fakirleştirilen memleketin
kırılmalar tarihi ve darbeler dönemlerini iyi bilmeden, gerçekleri açık açık
görmeden, bu güne ilişkin absürt değerlendirmeler yapmak resmi cahilliktir.
Nisan referandumunun son kırılma noktası olduğunu
anımsatmak, ileride hayırla anılmak için ve hayırlı dirilişe katkı sunmak için
şarttır…
TÜRBAN
CUMHURİYETİ…
Türban on yıllardır her siyasal bunalımda öne çıkarılan
bir politik armada. Bu referandum öncesinde kıpırdanmalar var ama henüz
meydanlara taşmadı, taşınmadı. Demek ki daha zamanı gelmemiş. Ama büyük bir
sıkışma ve referandumda olası geriye düşme öngörüldüğü an on yılların
yetişkinleri mazlumeler ve azlemlerle tüm mezlakalar dolar. Avlular ve alanlar
yine yeniden bu politik kitleme aracı türbanlılarla dolar taşar.
Ancak avlulardan, alanlar ve mezlakalardan esecek
estirilecek fırtına kısmıyla türban, Türban Cumhuriyeti'ne dönüşmesi istenen
Cumhuriyet’te artık suni bir kavga. Eğer
tüm çıkmaz yollar yine türbana bağlanırsa suni bir kavga statüsünde kalır.
Çünkü yıllar içinde türban için olağandışı rahatlama gelirken birçok şey de
değişti. Değiştirildi. Resmen olmadık derecede rahatlama sağlandı türbana. Ve
türban severlere. Öyle eskisi gibi türbancık ağlamalar inandırıcı olmaz. Etki
tepkiye dönüşür, dönüştürülür kısa zamanda. Ama bu güruh yine de her denileni yapar,
bildiğini okur. Çünkü kanacak taze dindaşa oynanır bu ucuz sahneler. Üstelik
şimdi memleket tersine düzüne dönüşüyorken…
Yıllardır suni bir gündem yaratılarak sünni-şii dayanıklı
bir sistem, türban altında şu fakir memleketi kucakladı. Türban vasıtasıyla sistem kurcalandı.
İlginçtir bu fakir memleket daha en başından genç yaşlı Humeyni’yi seve seve bu
hale geldi. Memleket evladı bıyığı terlememiş molla sakallı takkeli gençler ve
taktığı türbanı nedeniyle devlet çarkına takılan ve yapmak istediklerini bir
türlü yapamayan türbanlı genç kızlar Humeyni’ye aşk besleyerek, uluorta aşkını
ifade ederek bugünlere resmen öncülük ettiler.
Mağdur kızlarımızın başlarında türban, mağrur
oğlanlarımızın ağızlarında türban savunması ve Şia sevgisi dışa vurdu; “Atatürk
Cumhuriyeti'ni değil Humeyni’nin İslam Cumhuriyeti'ni seviyoruz…”
On yıllarca memleketin sünni-şii paydalı ideolojisi
sadece türban oldu. Ve ah vah, yazık ünlemleri arasında yayıldı memleket
topraklarına. Rol model olarak da üniversite kapılarında bekleşen mazlumu
oynayabilecek moda mecmualarından çıkmışçasına renkli türbanlı kızlar seçildi.
Türban resmen kullanıldı. Millet kandırıldı. Türban, dinsel siyasal ve sosyal
boyutta ilerleyişin sembolü yapıldı. Birden bine türbana nice değerler
yüklenip, lafta despot siyasal otorite zayıflatılmaya çalışıldı. Yani türban
üzerinden çok yönlü bir siyaset güdümleme mekanizması oluşturuldu. Toplumun genetiğine uymasa da toplum
mühendisliği icrasıyla el birliğiyle siyasi bir dinci doktrin oluşturuldu.
Kendiliğinden olmasa da dürtülemeyle, akıl sokmayla İmami boyutta bir düzene
özlem kabartıldı.
Sıkıca örtünmenin kutsallığı ve ilahi emirden sayılması
hurafelerle, bir birinden farksız uydurma hadislerle, abartıldıkça abartıldı
mesele. Türbanın, mutlak uygulanması gereken ilahi bir kural olduğu ve mevcut
Cumhuriyetin kurumsal düzeneği içinde yeri olmadığının altı çizildi defaatle.
Milletin gözüne gözüne sokuldu, bayrak gibi.
Alıştırıldı. Sadece çizmekle de kalınmadı her türlü avlu, alan,
eylemleriyle devletin ve milletin yüzüne gözüne işlendi al yazmalıdan farklı şu
türban.
Mazlum kızlarımız ve mahzun oğlanlarımız ve türban
sayesinde usul usul milletin aklına sokuldu; “Humeyni’yi ve kurduğu İslami
Cumhuriyet yönetimini çok seviyoruz. Bu cumhuriyeti değil…”
Kadına kıza tüm dünyadan evvel her hakkı fazlasıyla
sunan, kadını baş tacı eden cumhuriyet karalandıkça karalandı. Bir kara düzende
kadını eve kapatan, kadını sadece çocuk doğuracak eş veya doğurtulacak kadın
gören ve resmen köleleştiren, sözde dine dayalı devlet mantığı çerçevesinde
buluştu şu fakir memleketin güzide evlatları. Kadına cinsiyet ayrımcılığının
babasını uygulayan bir mollatik sistemi otomatikman seven bir türbanlı kitle
oluştu, oluşturuldu ve cephe genişledi. Ayrıca türbanlı kitleye yatık, yastık takkeli
kütle türedi, türetildi
Türbanlı kızlar kitlesi ve takkeliler kadını ikinci tür
varlık gören bir sistemi beğendi ve sevdi. Veya işe öyle geldiğinden övdü,
övdürüldü. Önce türbanlar takıldı sonra şiarın peşine takılındı. Eğitimde, iş
yaşamında, meslek edinmede ve birçok alanda çok keskin engellemeleri özünde
barındıran, kapıyı çok eşliliğe dek aralayan bir sözde cumhuriyet makbul
sayıldı. Kamusal alanda türban getiren, hatta çarşafı zorunlu kılan bir
despotizmi makul gördü şu fakir memleketin şartlandırılmış gençleri, kızlar
oğlanlar.
Ve önceleri pastel makyajlı kara türbanlı mucit
kızlarımız ve onlar gibi düşünen bıyığı terlememiş imam sakallı macit
oğlanlarımız ve her yaştan epey sonranın mütahit takımı her fırsatta sokağa
döküldü. İşte geri sayım ta o günlerden başladı.
Her yasal yaptırım zulüm sayıldı ve anında birleşildi.
Despotik gerici sisteme sayıldı, söylenildi; “İmam Humeyni’yi de İran
Devrimi'ni de seviyoruz. Atatürk devrimleri şeytanidir. Cumhuriyeti ve Atatürk
devrimlerini reddediyoruz…”
Hatta bu memleketin ileride rotunu çıkaracak, rotasını
değiştirecek türban çıkışını masumane kişisel hak ve özgürlüklerden sayan
ilerici, devrimci, yurtsever, memleket
gençliği ve aydınlar da destek verdi bu iğne oyası gibi işlenen oyuna. Çaresiz
onlarda çokuluslu oyunun bir parçası oldular ister istemez.
Şimdi o zamanında Humeyni’yi ve mollatik sistemi seven ve
sonsuz destek veren, şükran besleyen türbanlı, sarıklı, takkeliler bu gün kimi
seviyor, kime âşık ve ilanihaye kime tapıyorlar iyi bakmak gerekiyor. Bu dini
motif olarak lanse edilen türbanı kişisel hak ve özgürlük görenlerin bu gün
özgürlükleri nasıl ve kimler tarafından ellerinden alınmış ve hala alınıyor iyi
görmek gerekiyor.
Tüm mesele dost doğru bakmak ve görmek meselesi. Her şeye
rağmen tam anlamıyla iş işten geçmiş değil, bu referandumda gerçekten hayır
var…
“HAYIR”
DİYENLER BULUŞUYOR…
Esenler’de sol tandanslı siyasi partilerin temsilcileri
ve sivil toplum örgütleri yetkilileri bir araya gelerek ‘Esenler Hayır
Platformu’nu kurdular. Platform referandum süresince çalışmalar yürüterek
Esenler’de geçmiş seçimlerin aksine en yüksek “HAYIR” oyunu çıkarmayı hedefliyor.
Özellikle sandığa gitmeyen sol seçmenin üzerinde etki
yaratma ve tercih kullanma yönünde propaganda çalışmaları yürütecek “Esenler
HAYIR Platformu” sola yakın ve liberal seçmeni de unutmayacak. Platform
bileşenleri kurumsal yapılar olarak ayrı ayrı siyasi çalışmalarını
yürütebileceği gibi belli zamanlarda ortak çalışmalara ve eylem birliğine de imza atacaklar.
Bileşenleri itibariyle bu güne kadar Esenler’de kurulmuş
en geniş katılımlı yapı olan Esenler Hayır Platformu’nun ilk etkinliği “HAYIR”
DİYENLER BULUŞUYOR…” adlı panel olacak. Panel; 18 Şubat cumartesi saat 14.00’te
Esenler Avrupa Düğün Salonu’nda…
PLATFORMUN BİLDİRİSİ;
CUMHURİYETİMİZ İÇİN,
DEMOKRASİMİZ İÇİN,
ÖZGÜRLÜKLERİMİZ İÇİN,
YARINLARIMIZ İÇİN;
“HAYIR”
Bu memleket, bu mesele hepimizin…
Memleketin geçmişinde emeğimiz var, geleceğinde hakkımız
var… Cumhuriyetimizin kurulmasında birlik ve beraberliğimiz var…
Referandumla daha güzel yarınlar, daha aydınlık ve
“Yaşanılır bir Türkiye” kurmak elimizde.
Bugün içinde yaşadığımız belirsizliğin, kan ve gözyaşının
sorumlusu olanlara, yüce halkımız, büyük zorluklarla kurduğumuz cumhuriyetimizi
ve bu memleketi emanet etmeyecektir. Rejim değiştirilemeyecektir.
Hükümetsiz devlet öneriliyor.
18 maddelik Anayasa değişikliği önerisi; Meclisi, Başbakanlığı
pasifleştirip ortadan kaldıracak, tüm yetkileri tek kişide birleştirecek ve
partili Cumhurbaşkanı’nın elinde toplayacak.
“Başkanlık sistemi, demokratik siyasal bir sistem değil,
totaliter bir rejimdir…”
Bu anayasa referandumu, var olan tek adam rejimini
anayasal güvence altına almayı amaçlıyor.
Halkımıza yalanla, dolanla, çeşitli baskı yöntemleriyle
dayatılan bu Anayasa değişikliği önerisi, memleketimizi ayrıştırır,
kutuplaştırır, böler ve parçalar.
Hâlbuki bizler bu bereketli topraklarda birlikte,
kardeşçe ve huzur içinde yaşamak istiyoruz…
Totaliter rejime, Diktatörlüğe, Faşizme ve Tek
adamlığa; “HAYIR”
Parlamenter sistemin gereği olan kuvvetler ayrılığı
ilkesi şu an bile gereğince işletilmiyor. “Yasama, Yürütme ve Yargı” bağımsız
değil. Hukukun tarafsızlığı ayaklar altında. Getirilmek istenen Başkanlık
sistemi ile kuvvetler ayrılığı tamamen ortadan kaldırılacak.
Bu anayasa değişiklik önerisine çocuklarımızın yarınları
için “HAYIR”
Birey temel hak ve özgürlüklerinin en üst düzeyde
korunduğu bir anayasa istiyoruz.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”
HAYIR”
Cumhuriyetimiz İçin,
Demokrasimiz İçin,
Özgürlüklerimiz İçin,
Yarınlarımız İçin…
ESENLER HAYIR PLATFORMU
GENÇLER…
Şu ara nedense liderlerin ve siyasetçilerin görevlerinden
çok kişilikleriyle ilgileniyorum. Partisi, görevi her neyse beni çok
ilgilendirmiyor artık.
Sabah kalkıyoruz televizyonu açıyoruz hepsini görme
şansımız var. Akşama kadar görmekle kalmıyor kavgalar, hakaretler havada
uçuşuyor, izliyoruz.
Türkiye'nin nüfus çoğunluğu genç, ben demiyorum yapılan
istatistikler bunu gösteriyor. Bu araştırmayı da kim yapıyor yine devlet
yapıyor. Durum meydanda madem çoğunluğun genç ise nasıl davranmak gerekiyor bir
düşünün bakalım.
TV kanallarında gençlere hitaben yapılan programlara bir
bakın. Bu yayını yapanlar kusura bakmasınlar; tek kelimeyle berbat. Hepsi depresyonda
olan, ana konuları birbirine yamanmasını istedikleri kız ve erkeklerden oluşan
şimdi ismini veremeyeceğim şeklinde programlar. Hani neredeyse mahrem kıvamda
gençlik filmleri.
TV’ye çıkan siyasetçilere bakalım neredeyse doğumundan
itibaren başka bir mesleği olmamış yaşını başını almış kişilerle dolu. Bir
partiden diğer partiye zıplayan, zıplayamayan siyasetçiler resmen menfaat
kokuyor. Bu ülkede siyasetçi yetiştiren üniversiteler var. Tek dileğim genç,
zinde, objektif bakmasını bilen siyasetçilerinde görev alması. Emeklilik nedir
bilmeyen siyasetçilere sesleniyorum çekilin.
Çekilin gidin artık. Daha aydın, kültürlü, sığ düşünmeyen gençler gelsin.
İlime, bilime, kültüre önem vermeyen Arap zihniyetli bir
topluluk olduk. Yaşamımızın odak noktası siyaset ve din. Her şeyi İslam’a
uydurulmaya çalışılan bir sistem. Bu mudur gençliğe öğreteceğimiz. Yok mu başka
konu. Sadece etek boyu, şehvet.
Son günlerde evet, Hayır arasında bıraktılar
gençlerimizi. Bölüne bölüne küçüldük. Evet dersen şu olur, hayır dersen bu
olur. Bu kadar da dar zihniyetli olmayalım. Zamanı geldiğinde herkes tercihini
yapar. Ama ayrıştırmayın lütfen. Gençler her şeye rağmen hayıra yakın gibi
zaten. Hem de en yetkin, etkin insanların ağzından duyuyoruz. Bu ülke gençlere
kalacak. Bütün çileyi çeken onlar. en zayıf halka olarak gördüğünüz belli. Hak
etmiyorlar. Din, mezhep ayrılığı yapmadan onları yetiştirelim. Hak ettikleri
yaşamı, eğitimi sağlayalım. Yeter.
Artık Yeter. Biz de bir zamanlar gençtik. Hep ayni
hikâye…
KENT
YANGINI DÖNÜŞÜMLER…
Şu fakir ilçe bir yanı TEM Diğer yanı E5 olan İstanbul
ikinci bölgenin en değerli ilçesi. Aslında ahalisi bilmiyor olsa da en zengin
ilçe. Bu iki transit yol arasındaki binalar olsun, boş arsalar olsun en değerli
toprak parçası. Neredeyse bulunmaz Hint kumaşı. Böyle olunca özellikle
Esenlerin giriş ve çıkış mahalleleri kentsel dönüşüm adına her görenin, bilenin,
duyanın iştahını kabartıyor.
Ancak şimdiye kadar olan dönüşümler irdelendiğinde
“kentsel dönüşüm” ilçede sahte imaj ve montaj doğrultusunda ilerliyor.
Ayrıca her toplumsal girişime inceden sen yapamazsın ben
yapacağım mesajı da var…
Kentsel dönüşüm sen yapamazsın ben yapacağım, yarışı
içinde güncellendiğinde tahrip etmeden ve talana uğratmadan sonuç elde etmek
ise bir hayli güç. Hele lokasyon açısından getirisi bol bölgelerde her türlü
projeye ilişkin en üst düzey uzlaşı gerekir.
O halde uygulanabilirliği olan ve düşünülen projeler;
çözüm önerileri alınmadan, uygulamalar tartışılmadan veya tartıştırılmadan,
yenileme ve dönüşümde uygulanacak model derinlemesine planlanıp
programlanmadan, bölgesel, kentsel, kırsal ölçekte, nazım imar planları
doğrultusunda gereğince ele alınmadan, hak hukuk çerçevesinde adilane değerlendirilmeden,
yeterince sorgulanmadan hayata geçirilemez.
O yüzden taraflar buradayız diyebilmeli ve birlikte çözüm
üretecek platformlarda akıl yarıştırmalıdır…
Ortak aklın önerdiği katılımcı, eşitlikçi, ayrıştırmayan,
ötekileştirmeyen, tarihsel dokuyu koruyan, çevreyi bozmayan, kirlenmeyi
azaltan, istihdam yaratıcı ve doğal afetlere karşı güvenlikte olmak için
binaları yenileme, iyileştirme, dirençlendirme veya yeni mimari anlayışlarla en
yeniyi yerinde uygulama projeleri ile dönüştürme gündeme getirilmelidir.
Kentleri olduğu yerde yeniden dönüştürmek dünyanın en zor
ve imkânsız görülen işlerinin başında gelir. İnsanı mutlu ve huzurlu kılacak
kentler planlamak ve kurmak meselenin özü olarak görülmedikçe de sonuç daima
hüsran olur.
Tarihsel sürece bakıldığında kentsel dönüşüm yeni bir
olgu değil. Ayrıca depremle gündeme gelmiş de değildir. Elbette özünde rant
yatar. Kentsel dönüşüm;“ 19. yüzyılda batıda başlayan ve günümüze dek ulaşmış, uygulandığı
ülkelere özgü değişkenlikleri de içeren bir kentsel yenileme, kenti soylulaştırma
projesidir. Zamanla küçük, büyük, ağır sanayinin şehir merkezleri dışına
taşınmasıyla geride kalan, oluşan harabe alanların, izbe görüntülerin
iyileştirilmesi kentsel dönüşümün başlıca nedenidir. Yani kentsel dönüşüm
özünde sosyo-ekonomik ve fiziki yeni çevreler, yeni şehirler oluşturma
gayretidir. Bir başka deyişle sanayi artığı atıl bölgeleri yeniden canlandırma
ve hareketlendirme yöntemidir.”
Şu fakir ilçe ve komşularında da bu durum geçerlidir.
Örneğin Metris, Cezaevi ve Şişecam’dan boşalan yerlerin bu yönde kullanılması
gibi. Eğer projeler doğru uygulanırsa burada siyasal çekişmeler ve çelişkiler
dışında bir sorun yok. Mesele küçük orta ölçekli veya mahalle bazlı büyük
dönüşümlerde ortaya çıkıyor.
Yani yetki ve sorumluluk kentlilerle paylaşılmadan,
uygulanabilirliği hayata geçirilişi hiç tartışılmamış, ani emir ve kararlarla
habitat dışı yöntemlerle yol haritası belirleniyor. Deprem odaklı yenilenme,
kentsel dönüşüm denilerek alanlar hesapsız kitapsız arsızca metalaştırılıyor.
Hazine arazileri bir çırpıda özelleştiriliyor. Kentlerin mevcut yaşam alanları
artırımlarla ultra betonlaştırılyor. Başta savunulan ‘depreme önlem’ teması
unutuluyor. Ve Kentsel dönüşüm üst üste yığılmış beton bloklardan oluşan çağ
hapishaneleri kuruyor. Zaten kentler geleneğin ve çağın gereklerine göre dizayn
edilmiyorsa dönüşüm değil başka bir şey yapılmış olur.
Özellikle vatandaşı hissettirmeden ve kamuoyuna
çaktırmadan inceden inceye mağdur eden veya edecek izlenimi veren, nedense
hangi beklentileri karşılamak için mağduriyet riskini en aza indirgeyememiş,
afet riskini de azaltmaktan oldukça uzak, projelere onay vermek çok baş
ağrıtır. Riskli alan-riskli yapı ilanı, papyonvari, planı projesi, yedeği
olmayan, parçalı-parçacı anlayışla övünç meselesi yapılarak iki sene de
kotarılan ama sıkıntıları ömür boyu sürecek, gelecek kuşaklara da sirayet
edecek biçimde karşı karşıya kalınan projelerin kentsel dönüşümle alakası olup
olmadığı da iyi incelenmelidir.
Ayrıca kentsel bir dönüşüm projesinde, ekonomik ve sosyal
boyutunun iyi irdelenmiş, katılımcı, paylaşımcı, mekân müdahaleleri
barındırmayan, mülksüzleştirme gayesi gütmeyen, asla mağdur etmeyen bir çizgide
olduğuna ve yoksullaştırıcı, yoksunlaştırıcı, büyük sermayeye kaynak aktarıcı
bir işlevselliği olmadığını araştırmak, inanmak ve inandırılmak her yurttaşın
en temel hakkıdır.
Kentsel dönüşüm; “ Alt gelir gruplarının zor bela
edindikleri yaşam alanlarından tasfiyesi, yoksulların evlerinden barklarından
mahallelerinden, semtlerinden vilayetlerinden gönüllü, yarı gönüllü veya
metezori tahliyeleriyle oluşturulan alanların halk ve kamu yararı gözetilmeden
değerlendirilmesi değildir. Boşaltılan alanların akıl ötesi rant projelerine,
yüksek gelirlilere arzı muhtemel lüks konutlara dönüştürülmeden ahalinin de çağdaş,
yaşanabilir, sürdürülebilir bir kent ve çevrede yaşama garantisi veren
projelere yönelinmelidir. rant odaklı kent girişimciliği yerine insan odaklı
kent dönüşümü sistemi önemsenmelidir.
Kentsel dönüşüm projeleri “ve uygulamaları yeterince
denetlenmezse üst gelir grupları için bulunmaz nimet, orta ve alt gelir
grupları için ise en başta barınma hakkı olmak üzere bir dizi hak ihlalleri ve
mağduriyet oluşturur. Her şey bir yana insanları blok beton kutulara hapsetmek de
kentsel dönüşümün mantığı ile bağdaşmaz.
Temel sorunu çözme inancı ve bilincine uymayan, yeni
somut çözüm önerileri sunmayan küçük, orta ve büyük dönüşüm ve yenileme
projeleri yık-yapçı mantıktan öteye geçemez. Sonuçta böyle uygulanan kentsel
dönüşüm projeleri kangren olmuş yaraya da asla çözüm olmaz.
KÖŞE
VE KÖŞE DÖNME SEVİCİLİĞİ
Dönülecek köşeleri ve köşe dönmeyi, köşe dönenleri pek seviyor
bu memleket. Özellikle siyasal veya sosyal
yaşamın kaşla göz arası köşe dönücülerine ise açık veya aleni aşk besliyor şu
millet. Bu besleme alışkanlık yeni bir sevi ve sevicilik formatı sokuyor aşk
literatürüne. İllet olmamak elde değil ama hayrı olmayan bir sayrı…
Bu köşe ve köşe dönme seviciliği yüzünden memleket resmen
uçurumun kenarında. Millet kızıl kaosun içine içine çekilme aşamasında. Memleket
evladı ateşli silahların hâkim olduğu bir köhne bataklığın can pazarında. Memleket
ortamı ortaçağın karanlığına denk bir sisteme zorlanma aylarında. Etliye
sütlüye karışmadan bir köşeye çekilip köşe olanlar ise yüzünü dönecek köşeler
arıyorlar hala. Kıbleler şaşmış, bir köşeye kurulup on yılların klişelerini ballı
bedel karşılığında kiliseleştirenler en gözde makamlara kuruluyor. İcraatlar ve denilenlere inanmayan, bol kepçe yenilenlere hayıflanan, direnme işini
baş tacı edenler ise kıyı köşe sindiriliyor. Bir esenlik karşıtı maraza.
Şu memleket böylesine gergin günler yaşıyorsa eğer,
gerçekten köşeler ve köşe dönme seviciliği yüzünden. Sadece anı yaşarlar veya
yaşar yaşamazlar yüzünden her şey. Yaşadıkça da akıllanmayıp kanıksayanlar
nedeniyle bu kriz. Köşe dönücü hissine katılıp, oraya buraya takılıp
bürünmüşler ve büyüklenmişler yüzünden bu sapkın sevi yüklemesi.
Ve şu garip memleket sessiz sedasız, pürüzsüz belasız,
bir alacakaranlık serinliğine mahkûm ise eğer haksız yere bir köşeye atılıp
hapis cezası kesilenler yüzünden…
Ve bir köşede bekletilip sırası bir türlü gelmeyenler
çoğaldıkça sözde memleket sevgisi rüzgâr ekip fırtına biçenlerle, suskunluğu
meslek edinenlere kalıyor. Şimdi öyle arada bir on yıllarca yıllık cezaları
göze alarak köşe yazıları karalamaya, bir güzel karalama ilanlarının önü
kesilmez ise eğer düzelmez ortalık. Düzelmez bu işler.
Bir köşeden her köşeye sızıp din aromalı siyasal krema
tadında köşe yazılarıyla zifiri karanlığın çöküşünü aklayanlar da köşelerden en
köşe dönünce müthiş formüller çıkar ortaya. Özgü başkanlık gibi. Bu plastik
köşeli kurşun kalemler yüzünden gelindi bu noktaya. Dara çekildi memleket. Köşe
dönmek üzerine kurgulanmış dünya görüşlerinin çoğu, zamanlı zamansız din iman
mezhep üçgeninde hala geleceği eşeliyor. Köşe dönücüler eşliğinde bu peşi sıra kısır
dönemler yaşam tarzlarına ağır hasar verilmiş bir topluma endeksleniyor. Hep bir
şeyler unutuluyor unutturuluyor. Nice bahanelerle de memleket uyutuluyor. Hep
köşe dönme, köşe dönmüşler ve gözü dönmüşler sevdası.
Bu köşeci uyanıklar grubu günahına sevabına aldırmadan
yapıp ettikçe de köşeleri dönüyorlar. Bu karanlık âlemde bir köşeye oturup kaba
veya sapa güçle avına çöken karanlık yüzlerle amansız mücadele etmek de bu
yüzden günden güne zorlaşıyor. Birbirinden hiç farkı kalmamış bu köşe dönücülerin, köşecilerin ve yol ile hasat kesicilerin bir
köşede unutulup unutturulup muhafazakârlık ambalajıyla tekrar tekrar
kaplanmaları da başka mesele. Ayrıca etaplar halinde köşe döndüren bir araca
döndürülen bu mutabakat ile ataya da gök kubbeye de ayıp ediliyor. Tanrının gök kubbenin ve toprağın altında,
fezanın her köşesini görüp bildiği görmezden geliniyor.
Tek hedef sırça köşklere çökmek. Köşe dönmek zümrütten bir kâse, altından bir
köşe farz ediliyor. köşe ve köşe dönmek meselesi memleketin resmi dili oluyor. Başlar
sapıtılıyor, saptırılıyor. Baştan çıkmak veya baştan çıkarma kalitesiz egemenlik
kurmanın vazgeçilmezliğidir. Kof iktidar kurmak, korumak ve egemenlik kurmak
köşe dönücülüğün temellidir. Bu gün değil on yıllar önceden cereyan eden bir kasar
döngüdür.
Köşe dönme seviciliği düşünce ve bakış açısına göre
değişiklikler gösterir ama görgüsüzlük ilk belirtidir şu fakirleşmenin.
Memleketin zenginliğine çöken, öykünenler yüzündendir bu sakar sevicilik. Kendi
derdine düşmüş milleti köşeli düşünmeye ve köşe dönenlere, köşe dönmüşlerin ve
döndürücüleri peşine takılmaya zorlayan da bu illet sevidir.
Şu referandum ayıracıyla, son günlerde on yıllardır
uğraşılıp yaratılan bu gelenekçi muhafazakar milli iradenin de pek seviyor görünmediği
bir dönemece evrildi memleket. Köşe dönücülük tutkusuyla hala en iyi köşe
dönene aşkı ilan ediliyor olunsa da karşı konulmaz hafiflik veya kaldırılamaz
ağırlık dolaşıyor aklın kıyı köşelerinde. Köşe tutmanın, köşe kapmaca oynamanın ciddi
tehlikeleri de barındırdığı bir nebze de olsa görüldü.
Köşeye kurulmak önemlidir. Hele hele başköşeye kurulmak
en önemlidir. Bu köşe seviciliğinin başka da sonu yoktur. Gerçi başı da sonu da
yoktur. Lakin dayatılan rol odur ki köşe döner modelin başı kıçı oynamalıdır. Yanar
döner olmalıdır. Kıyı köşe binbir numara oyun atılmalıdır. Ve köşeci kuklalar
hakkıyla oynatılmalıdır. Son tahlilde oryantalist bir makam düşkünlüğüdür, ne
pahasına olursa olsun köşe dönmek
dönekliği.
Şimdi o dönemeçte memleket. Hayır, ve bereket ise seçici tavrıyla siyasal veya
sosyal yaşamda köşe, köşe dönme ve köşe dönmüş seviciliğini terki diyar
etmekte…
FELSEFE
YAPMAK…
Bilgi, kavram, inanç ve kuramlar çözülünce, dayanaksız
eleştiriler arttıkça, düşünme yöntemleri de prangalanır. Ve felsefe yapmak
modalaşır. Felsefe bilmek başka felsefe yapmak başka. Gelinen noktada
gelişmelerin ve olayların neden sonuç ilişkisi üzerinde kafa yormadan kendince
soyut birtakım düşünceler ileri sürmek hangi kalıba sığıyor en iyi felsefeciler
bilir.
Şimdi felsefenin kökenini ve gelişimini, bu gelişimin
yasalarını ve aşamalarını, felsefe okulları ve akımlarını bilmeden toplumsal çatışmalar
arasındaki bağı değerlendirmek de boş. Varlık, mantık, ahlâk, estetik,
fizikötesi ve bilgi kuramları çerçevesinde ele alınması gereken bir süreçten
geçiliyor.
Felsefenin amacı özgürlük, eşitlik, dayanışma ve
kardeşliktir. Sanayi devriminden bugüne işleyen düzenek burjuvazi ile
proletaryanın çatışması ve birbirinden kopmaması doğrultusunda kendiliğinden
programlıdır. Hatta yeri gelir birbirini tamamlayarak da düzeni parlatırlar. Bu
iki birbirine karşı keskin taraf bugünün dünyasında uluslararası kapitalist
yapılanmaların güdümünde çırpınıyor…
Burjuvazi kaynakların sömürülmesi ve Sürdürülebilir
ülkelerde sürdürülmesi milli burjuvazi lerin geçim araçlarının tamamına
yakınını elinde tutmasıyla mümkün emperyalizme hizmette sınır tanımıyor bu Yapı
bu büyük yapılanmaya hizmetle burjuvazi varlığını kabul edilip servetini
atladıkça katıyor siyaseti yedeğini alıp zamanla siyasal gücü de öznel ve nesnel
şartlara uygun hale getiriyor çeşitli yollarla ele geçirildiğinde Egemen
sınıfların hakimiyeti Resmin tescilleniyor öyle ki mutlak monarşi yıllar
evvelinden tasfiye edilmesine karşın Bu Gün Mutlak monarşiye dönüşümün
hazırlıkları yapılıyor monarşinin değirmenine su taşınıyor huzur ve istikamet
bozulmasının başında bu yola edilmişlik gelir Soylu değerlerinde bitmesiyle
burjuvazinin denetiminde biçimlenen bir devlet yapısı oluşur diğer sınıflara
ezmek ve boyunduruk altında tutmak aracına dönüşür devlet değişik türde kürdiş
burjuva Devletleri mevcudiyetini konular ki hiç zorlanmaz var çünkü tümünde
emeğin sermaye tarafından sömürüsü halen devam eder mevcut düzeni korumak için
ve baskıyı pekiştirmek için tüm araçları burcuoğlu diktatörlüğünün elinde tutmasına
yardımcı olacak aslında Burcu diktatörlüğüne karşı proletarya diktatörlüğü
felsefede yerine kalır sömüren azınlıklar sömüren çoğunluğun iktidar savaşıdır
her şey Tüm bu ekonomik sistemleri etkileyen bir mekanizmadır dünya ekonomik
sistemi felsefe tırnak içinde insan felsefe insan kurtuluşunun kafası ise
proleterya da kollarıdır felsefe proleterya ortadan kalkmadan gerçekleşemez
pronator yada felsefe gerçekleşmeden ortadan kaldırılamaz kapat felsefe Soğuk
Savaş piyonu olmamak üzerine kurumsallaşır resmi ideolojilerle Özgün düşmemeye
set vurulur ancak Sonuçta reel politikada millete layığını bulur
İŞBİRLİKÇİ
İÇGÜÇLER VE DIŞ MİHRAK…
Yakın tarihte yaşananlar iyice irdelendiğinde, olaylara
objektif bakıldığında ders alınması gereken birçok gerçekle karşılaşılır. Biri
yerli işbirlikçi iç güçler ve dış mihraktır…
Belli isimlerle simgeleşen, emperyalistlerle bütünleşen
işbirlikçi iç güçler ve dış mihrak öyle bir güçlenmiş, güçlendirilmiş ki tüm
çatışmaların temeli o. Suçlu onlar. Gözler bazen görmeyebilir ama kalp duyar.
Nice siyasi davalar vardır düşer veya beraatla sonuçlanır. Ancak akıllarda
kalan ve yer tutan hep o en baştaki tutuklanmalar ve sorgulamalardır.
Duruşmaların nasıl yapıldığı, nasıl iddianamelerin olduğu, suçlamaların neler
olduğu gibi konular zamanla unutulur. Akılda kalan her şeyin komple düzmece
hazırlandığıdır. Komplo oldukları da başka bir konudur.
İşte bu tutuklayıcıları sorgucuları ve kati kararcıları
yönlendiren siyasi, militarist kanat ve kanaat önderlerinin tutumlarıdır. Bu
kuklaların yaptıklarından ders alınması
gerekir. Dersler çıkarmak gerekir. Geçen zamana yazık türden dama tıkılanların
boş boşuna içerde yatmalarının hesabını kim verecek o günahkarlar bir bir
ortaya çıkarılmalıdır.
Siyaseten sorumlular hep olmayacak bir cümleyi, cümleleri
sarf ederler daima. Ama cümle günahtan dış mihrakların emrindeki yerli
işbirlikçi güçler ve dış mihrakların işi diye kurtulurlar. Bu kadar kolay
olmamalı. Sorgucularınki ise baştan bellidir; doğruları söyle külahları
değişiriz. Kara cüppeli kararcılar ise orta karar tavırla emredileni yazarlar,
kalem kırarlar. O kadar kolay yırtılmamalı…
Şu fakir memleketin devlet erkan sayılanları, kurum ve
kuruluşları öyle incelikli derinlikleri olan komplo teorileri üretir ki dünya
şaşar. Komplo kuranlar ise hiç kendilerinden değildir. Üretmeden, türetirler,
suçlarlar, tutarlar ve külahlar değişir. Anlaşılmaz, kopyala yapıştır kes,
tercüme tutanaklar süreci işletilir. Pabucun pahalı olduğu görülünce de her
meseleyi sürece tüm karşı çıkanlara mal ederler ve vebalden sıyrılmaya
çalışırlar. Senaryolu sorgulamaların ardından, tam karar aşamasında metazori
beyanlar uydurulur. Halk uyutulur.
Bu dış mihrak meselesi her dönem var olan, çözülmesi
gereken geçmişten bu güne nice senelere kan doğramış acı bir gerçekliktir.
Aslında her karşı direnişi birilerinin adamı olmak veya dış mihrakların
işbirlikçileri görmek emperyalist güçlerle yerli işbirliğinin dışa vurumudur.
Asıl işbirlikçilerin saklanma metodudur. Ya askeri darbeyle veya sivil diktayla
bir süre nadasa bırakılır.
Sonraki sıkışmalarda tekrar temcit pilavı başlar. Elbette
böyle diyenlerin çıkması da çok doğaldır. Peki, bu dış mihrak veya mihraklara yerli
işbirlikçilik kime ne sağlar. Veya sağlamıştır onu ne soran ne de gören var. Eğer
durumu kurtarma, günü rahatlatma emperyal gücün teminatlarıyla sağlanacak ise
en umulmadık yerden balon patlar. Acayip şekilde güç kaybetmektir. Dünyaya büyüklenilir
ama öyle meydan okumayla falan da özgür ve bağımsız bir gelecek kurulamaz. Bir
yere kadardır her şey.
Emperyal sermaye dış mihrak olarak işini bitirdiğinde
yerli işbirlikçilerinin de işini çaktırmadan bitirir. İster idari pozisyonda
ister isyani potada olsun eritilir. güç tükenir. İnsani boyutta ise kısmi
devşirmelerle güç kazanılıyormuş gibi gösterilir. Bütün argümanları kullanmak kısa bir
rahatlatma sağlar. Sonra memleket batar. Yani ekonomik açıdan durum budur.
batar, çıkar, bata çıka ölmemecesine nefeslenir memleket.
Sonuçta bir gerçek vardır ki biten bitirir, memleket
batma noktasına getirilir. Dış mihrak odaklı yerli yabancı iç işbirlikçiler
memleketi batırır ve iç savaşın kapılarına kadar dayandırır. Her şey dış
mihraklar ve işbirlikçi yerli yetiştirmelerin işgüzarlığıdır. Batan memleketin
batmasına da gözler yumulur. Ölen yiten çocukların bitmeyişine de. Yumoşlar kendine küçültücü bir dünya kurarlar ve yakın
tarihten utanırlar, utanılacak tarihin yazılmasına fırsat veririler.
Kişisel çıkar çatışması, maddi zenginlik çarpılması yüzünden
büyük sermayenin kanatları altına girilen bu sıkışmanın sonucu da dış mihrak
işidir. Emperyal güçlerle işbirlikçi yerli güçler memlekete kara damgasını
vuruşu da iç mihrak işidir. Bir işbirliği olduğu kesin. Damgayı yiyenin de
yedirenin de kara kışa rağmen kaçıp kurtulmak için hiç çaresi kalmaz. Başka çare
yoktur.
Peki, yıllardır sağda solda sallandıkça sallanan ve çok
büyük bir sırmış gibi saklanan bu yerli işbirlikçi iç güçler ve dış mihrak
kimdir. Apaçık belli aslında içi dışı bir olmayanlar. İçinde başka dışında
bambaşka olanlar. El ele ayni yola yürüyenler.
Yakın tarihte yaşananlar iyice irdelendiğinde çıkarılacak
ders işte aynen budur…
MEMLEKET
HAYRA DURDU…
Yıllarca ayarlarıyla oynandı memleketin. Oyun üstüne
oyun, oynama üzerine oynamalar ayarı iyice bozdu. Saf ayar bozulunca memleket
de bozuldu. Her şey bir yana özellikle din, hedeflenen siyasi sürece,
ideolojilere ve günlük siyasi gelişmelere sarf edildikçe siyasallaştı. Toplum
siyasallaşan din tandanslı eğilip büküldükçe de memleket tam bozuldu.
Şimdi apaçık belirginleşen bu bozukluğu hayra çevirmek şu
asil milletin tekelinde.
Son yıllarda tek tek, toptan ve sıkça değişti her şey.
Siyasiler sadece dünün karanlığına ulaşabildi, ulaştıkça da toplumu
keskinleştirdi. Bu keskinleştirme yarına akan günleri de gerisingeri
değiştirdi. Değişim dünün karanlığına koşut yaşama yeni acılar, dertli anılar
istifledi. Ve umutlar tükendi. Umut olmadan yaşanmaz ama alan satanların ikamet
ettiği en tepeye niceleri dadandı. Orada o yüksek rakımda daha başka kimlerin ikamet
ettiği de belirsiz. Belli belki ama korku dağları beklemeye başladı.
Söyleyemiyor kimseler.
Şimdi imparatorluk kuran korkuyu hayra çevirmek
korkutmayla değişmeyenlerin azminde…
Memlekette ayar zaafı başlayıp, moral değerler de çökünce
ele geçen fırsatı değerlendirmeler mermerden kulelerde tepeleme birikti.
Oradaki hava da karardıkça karardı. En güzel manzaralar gri betona gömüldü.
Mayasında olanlar olmayanlar havaya girdi. Havalandı ve yükseldi. Öyle ki niye
girdaba kapıldığını, hangi dini perspektife göre kurtulabileceğini bile
umursamayan bir güruh oluştu. Oysa hepsi olmasa da çoğu her şeyi din iman adına
yapan tipi tiplerdi. Bir kez ayarı bozulmuştu hayatın. Ayarlar bozulunca da
memleket bozuldu. Devlet çöktü.
Şimdi dip yapan şu fakir memleketi yeniden fabrika
ayarlarına döndürmek alın teriyle yaşam sürenlerin pençesinde…
Emek ve insan odaklı dünyalar bile Tanrı ve din merkezli
öteki dünyaların hevesine kapıldı. Avlularda avlandı, ağulandı. Onlar ki,
zamanın sildiği karaladığı müfredat üzerinden, ilgiyi ve bilgiyi hep
kurcaladılar. Saklı defineyi kucakladılar. Ve kalsam da bir gitsem de bir
türdeş itiraflar ile herkesle ittifak yaptılar. Göz göre göre yeni bir düzen
tescilleniyor olunmasına göz yumuldu. Siyaseten sürekli yanılmalar, dinen koyulmuş
yasaklar ile cebelleştiler. Bir cibilliyet ve standart sapma mekanizması
kuruldu ve ayarlar iyice bozuldu. Hangi gerçek hangisi yanlış, yanlışlar hangi
gerçekliğin uzantısıdır birbirine karıştırıldı. Bilmek gerekirdi ama bilmek
zorlaştırıldı. Görmek gerekirdi ama kanıtlar ıraklaştırıldı. İyi algılamak
gerekirdi ama salgı çoğaltıldı. Yapılabilenler kısıtlı kaldı ve kısıtlı
imkânlarla direnilebildi. En doğrusunu
yaptık ettik doğrultusunda, doğru doğru olmaktan da çıkarıldı. Sahte ayarlarla
memleketin ahengi bozuldu.
Şimdi bunca suçlu ayarsızlığı hayra döndürmek en
sabırlıların bile sabrının tükenmesinde…
Tüketilen kıymetler deryasında, abartılan kimlikler,
apartılan titrlar, yalan dolan imajlar gökten yağarmışçasına yağan hisse
ortalığından yağlanınca cıvatalar da gevşedi. Ayaklar dolaştı akıl bunca kısa
sürede onca varlığa gark olmaya şaştı. Kargaların bile güleceği memleket
değişiyor, dönüşüyor, büyüyor hikâyesi ile bu kez ayarlar sıfırlandı. Havuz başına, kerevetin başköşesine oturanlar
servete bulanınca ipe un serildiği de kısmen anlaşıldı. Ama toplumun dini
ayarlarıyla da oynandığından tıs çıkmadı. Ses gelmedi. Yani yükselme ve kazanma
üzerine kurulmuş bir din bezirgânlığı şu bereketli topraklara bir kere
belenmişti. Her şey ama her şey ferdi çıkarlara koşut ve din tabana dönük
olabildiğince kullanıldığından ayarlarla oynama hız kesmedi. Ortalık yalama
doldu. Yalakalık bollaştı. Asil millet ve fakir memleket soyuldu.
Şimdi bunca soygun sonrası fakirleşmeyi hayra yükseltmek
fukaranın sağ ve sol avuçlarında...
Gözünü budaktan sakınmayan kişiler ve bu kişilerin içinde
bulunduğu kişilikli kurum ve kuruluşların da ayarlarıyla oynandı. Hepsi yeniden
kurgulandı. Montajcıların içeride ve dışarıda kullandıkları dil birbirine
tamamen zıt olunca felek de şaştı. Ve dünya arenasında sırt mindere yapıştı.
Bayat bir siyasi proje peşinde koşan koşturan cenah bu yenilgilerden ders
çıkarmadı. Her bir şeylerin paramparça olmasını asla umursamadı. Hiç bozulmadı.
En kolay işler Arapsaçına döndü. Arap baharı açılımlı ve sözde demokrasi
temelli yürütülen siyasi programların da ayarı tutmadı. Dil, din, iman, mezhep
kardeşliği bir süre dillere dolandı. Ama inandıkları din, dünya dini müsaade etmeyince
ilk fırsatta yarenlikten cayıldı. Yüz yılın, bin yılların gerçeği Yurtta Sulh
Cihanda Sulh tembihinin ayarlarıyla da oynandı. Teminatlar bozuldu ve savaşçı
noktaya gelindi. Bataklığa girilince Memleketin huzuru bozuldu.
Şimdi resmen huzuru bozan bu hazirunu hayra
çekilemeyeceğinden istirahate çekmek, nisan ayında çiçeklenecek zeytin dalında…
Tek önemsenen, önemli görülen hedeflenmiş siyaseti sonuca
ulaştırmak olunca ideolojilerin de ayarlarıyla oynandı. En sağlam ideolojiler
bile son yılların ithal ikame versiyonuna, günün son siyasi verilerine kurban
edildi. Ayarsızlık zirve yaptı. Ve sahte ayarlara göre yeni siyaset
biçimlendirilip her açmaz da din sayacına bağlanınca ahlaksal bütünleşmede
çöktü. Birlik beraberlik te kalmadı. Memleketin dirliği bozuldu.
Şimdi bu kamplaşmaları hayra yönlendirecek pusulayı
kaybetmemişlerin resen pusulasında…
Yüz yıla yakın süre olabildiğince güçlü kalan ve
olabileceği kadarlık güce odaklı bir değişkenliği kabul eden bir memleketin
sabit ayarlarıyla oynandı. Öyle oynandı ki kof güce tapınma arttı ve direnç
adına hiçbir şey kalmadı. Özgür düşünce ve özgür irade, özelde tüzelde öz
başlıklı ne varsa hemen yalnızlaştırıldı. Emperyalkurnazı kurgu film
manevralarıyla devlet anaya yaslanıldı. Devlet bab çarpıldı. Kale içten içe
fethedildi. Kendi kalesini kendisi fethedip sevinen, kendi surunu kendi yıkan,
kıyamete sur üfleyen bu inlerin peşine takılındı. Bunların topuna ayar
olanların peşine ise adam takıldı. Mustan, musibetten kaçmak bile durumu
anlatmaya yeter. Yeter de artar. Muz, muhabbet kesildikçe ayar aşımı
kurbanlıkların yorumuna yuvalanıldı. Üstüne üstlük ahlaki değerler de çökünce
memleket yolsuzluk ambarına yuvarlandı.
Şimdi bu yuvalanmayı hayra yuvarlayacak, yorgun
demokratların şahlanışı…
Sonuç itibariyle on yıllarca şu asil Milletin ayarlarıyla
olmadık derecede oynandı. Millet düştü, dönüştürüldü. Memleketin ayarları
bozulup, Milletin yarısı neredeyse duyarsızlaşınca canım memleket zayıfladıkça zayıfladı. Memleket böyle
bozuldu. Ve zemin kaymaya başladı. Ve iş gelip rejime dayandı. Ve celep çalap
arasına sıkıştı asil millet. Memleket hayra durdu.
Şimdi bu rejim karşıtlığını hayra evrimleştirmek
evliyaların çelebiliğinde…
COĞRAFYADA
ILIMLI İSLAM PROJESİ ÇÖKTÜ
Çift kutuplu dünya doksanlar başında çökünce iki binler başında
yeni dünya düzeni başlığında tam sömürücü bir sistem lanse edildi. Uygulamaya
geçildi. Bu sistem emperyalist girişimlerle özellikle enerji bölgelerine
kaydırıldı. Çağın geçerli enerji kaynakları İslam ülkelerinin topraklarındaydı.
Oraya kadar uzandı semin eli.
Yeni dünya düzeni, global dünya, küresel sermaye derken
tek kutuplu yeni dünya düzeni kavramı çöktü yeryüzüne. Ve yeni dünya düzeni
çökmeye yakın öyle veya böyle kendi kaderini kendi tayin etmiş İslam
ülkelerinin içişlerine müdahale planları devreye sokuldu. Mezhepti, ırktı,
terördü, tirandı diyerek ilk terör örgütleri hortlatıldı. Derken ortak paydası
İslam ve payı ılımlı İslam projeleri olan bir kalkışma Arap baharı adıyla devreye
sokuldu.
Yeni dünya düzeni ılımlı İslam projelerini yürütecek çok
uluslu işbirlikçilerini de hareketlendirdi. Dini figürlerin siyaset yapması,
siyasi fikirlerin dini motiflerle işlenmesi, uygun düşenlerin ise dine kapılanması
için acayip finansal kaynaklar yaratıldı. Bu sayede uydurma ılımlı İslam
anlayışı itibar kazanırken antikapitalist ve antiemperyalist direnç yeni modele
düşman kaydedildi.
Çamur atanın eli kirlenir, atılan çamurun izi kalır ama
kirlenmez. Kimse on yıllarca böyle çamur batak durum göremedi…
Öyle siyasi analizler ve dini saptırmalarla öyle bir
model yaratıldı ki ılımlı İslam modeli Kuzey Afrika'dan Ortadoğu'ya kadar uzadı.
Bahar azgınlaştı. Popülist ve agresif formatta dinle buluşan bu uzanışın
yörüngeleri koordinat landı. Ve yol göstericileri Müslüman olsun olmasın dinden
sayıldı. Planların tutmayacağını, programın yürümeyeceğini söyleyenler, bu yöndeki
söylemler din dışı ilan edildi.
Ilımlı İslam ve bahar denile denile tüm İslam ülkelerinin
iktidarları bir bir yıkıldı. Rejimleri değiştirildi. Yönetimler dinci kesimin
zibidilerine bırakıldı. Sonuç tüm İslam coğrafyası dinci terörün eline düşmüş
bölgeler olarak anıldı, anılıyor.
Yeni yönetimler ahaliyi milleti göçebeye döndürdü. Ayırdı
kayırdı. Eski yeni onların üzerine de geldi emperyal güç. Ülkeler bölünüp
parçalandı. Hakkıyla yönetilemeyen memleketler çoğaldı. Yeni haritalar çizildi.
İcazeti gayri Müslüm emperyal egemen güç, halifesi büyük
sermaye, temsilcileri dinci provokatörler olan ve zavallı Müslüman ülkelere
dayatılan ılımlı İslam düzeni de çöktü. Bahar kara kışa döndü.
Yeni dünya düzeni çöktü, Arap baharı, ılımlı İslam hülyası
ve büyük Ortadoğu projesi de çöktü. Yaklaşık on küsur yılda bölge yaşanmaz hale
geldi getirildi. Detayları bol yürek yakan bir çizgide tüm dünya İslam'a karşı
kutuplaştırıldı. Kendi dinine din düşmanlığı yapanlar türetildi.
An itibariyle dışarıda yağmur yağıyor ve zavallı Arap
kızları şu fakir memlekette camdan bakıyor. Bıçkın delikanlıları ise
parklardaki kamelyalarda nargile çekiyor, selfi çekiyor. Daha ne olsun.
Bu gidişle bu coğrafya artık 2020’ler ve sonrasında dini
ve siyasi zaruretten sayılacak ve yapılacak iç savaşlar ve yeni paylaşım
savaşlarının hakimiyetini sürdüreceği bir arena.
Arena, hangi gladyatör ve garantör ülkeleri de içine
çekecek zaman gösterecek…
REFERANDUMDAN
HER HALÜKARDA “HAYIR” ÇIKIYOR…
Bu gün itibariyle halkta anket, banket, banknot caydırması,
kandırması ve kemikleşmesi sağlanmaz ise nisanda yapılması öngörülen
refendumdan aritmetik temelde ‘Hayır’ çıktı, çıkar, çıkıyor gibi…
Şimdiye değin yapılan, yaptırılan her siyasi tandanslı
anketlerde % 46-48 oranında “Hayır” çıkıyor, evet ise % 41-42 civarında kalıyor.
Kararsızlar ise yüzde 10 ve üzerinde bir oranla seyrediyor. Anket dinamiği
içinde kararsız oyların dağıtılması halinde ise referandumdan açık ara “Hayır” çıkıyor.
Yani ‘Hayır’cıların lehine altı yedi puanlık bir makas
açılması var. Makasın kapanması hükümet ve Cumhurbaşkanı’nın izleyeceği politikanın
yanı sıra muhalefetin direncine de bağlı. Eğer ana muhalefet partisi sivil
toplum örgütlerini ve diğer “Hayır”cı partiler ile ikiye bölünen ülkücüleri
doğru mesajlarla ayni platformda buluşturabilirse sonuç şimdiden belli.
Milletin çoğunluğu referandumda ‘Hayır’ der.
Halk üzerine çalışmalar daha başlamadı. İktidar partisi ve
seçilmiş Cumhurbaşkanı propaganda yapmak için henüz sahaya inmedi. İktidarın her
seçimde kullandığı tüm devlet gücü, iletişim kanalları ve sınırsız imkânlarıyla
bu sonuç değişebilir mi? Belli değil. Pek mümkün de gözükmüyor.
Hükümet, seçilmiş Cumhurbaşkanı ve kullanılacak sınırsız
mali güce, belediyeler ve sivil toplum örgütlerinden iktidarı destekleyenler de
eklenince ibre biraz oynayabilir. Bu destek yeter mi yetmez mi sandık ortaya
koyacak. Şimdilik yetmez görüntüsü hâkim.
Siyaseti iyi bilirim havasında referandum bahsine
tutuşmak, parti oylarını alt alta yazıp toplamak havanda su dövmek aslında. Çetele
tutmak ise böyle gelmiş böyle gidere körü körüne tapınmak. Açıkça görülen bu
referandum, 10 Ağustos 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçiminin benzeri bir tabloyu
ortaya koyacak. Unutulmaması gereken o seçimde katılımın % 73,4 civarında
kalmasıydı. Kamuoyu araştırmaları referanduma katılım oranı arttıkça doğru
orantılı “Hayır” oylarının artacağını öngörüyor. Bu kez halk başkanlığa yol
vermeyecek gibi.
Yerelden genele amatör, yarı profesyonel ve profesyonel
tüm siyasetçilerin 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi yerelden genele nasıl bir tablo
ortaya koymuş, dönüp bir daha bakmaları ve çıkan sonucu iyi irdelemeleri
gerekir. Kimilerine göre bu seçimde muhalefet tarihi bir fırsatı kaçırdı.
Özellikle ana muhalefetin strateji yanlışlığı yüzünden sandığa gitmeyenlerin
ağırlıklı olarak muhalefet seçmeni olduğu ve cumhurbaşkanlığın mevcut
Cumhurbaşkanına hediye edildiği eleştirileri yapıldı. Her şey bir yana rakamlar
yeniden gözden geçirilmeli.
Şu fakir ilçe Esenler’de bile 10 Ağustos 2014’teki
Cumhurbaşkanlığı seçimine katılım diğer tüm seçimlerde % 85 ve üzerini gördüğü
halde %73,4 oranında kaldı. Ve bu oranla tamamlanan seçimde adaylardan mevcut
Cumhurbaşkanı; 146.818 oy ve % 66,4 aldı. Ana muhalefet adayı: 50.627 oyda ve %
23,2’de kaldı. Üçüncü aday ise: 23.008 oyla %10,2’yi götürdü.
Yani iktidar partisi tüm seçimlerdeki gibi cumhurbaşkanlığı
oyunu da % 65 civarına dayamış. Hem de en düşük katılımın olduğu bir seçimde. Aynı
yıl içinde yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 genel seçimlerine bakıldığında
iktidar partisi ilkinde % 55,1 oranı yakalamış, 1 Kasım da ise oylarını ancak %
65,4 bağlamış. Eğer yine bu tablolar gerçekleşirse ki gerçekleşmesi muhtemel,
memleket genelinde referandum geçmez. Bu kez sandığa giden oran yükselirse ki
yükselecek görünüyor “Hayır” oylarında artış olacak. O yüzden iktidar
partisinin İstanbul ve memleket düzeyinde “Hayır” çıkmaması için, Esenler’de oyunu
en az % 85’lere bağlaması gerekiyor. Yani bir mucize bekleniyor.
İstanbul’un 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçlarına
gelince; Toplam seçmen 9.983.130, Kullanılan oy: 7.264.348. yani katılım % 72 oranında
kalmış. Mevcut Cumhurbaşkanı 3.567.905 oy ve % 49,83 almış. Ana muhalefet adayı
2.941.368 ve % 41,08 oranda kalmış. Üçüncü aday ise seçimi 650.670 oy ve % 9,09
oranla tamamlamış.
Şimdi nisanda yapılacağı düşünülen referandumda üç aşağı
beş yukarı ayni seçim sonuçları alınması halinde, kararsızlara bile gerek
kalmadan İstanbul referandumda ‘Hayır’ demiş olacak. Yok, 1 Kasım Genel Seçimi
baz alınacak deniyorsa, kasım da 10.312.538 seçmenden 8.926.092’si sandığa
gitmiş. Yani katılım % 85 civarında. Ve iktidar partisi %49,2 almış. Kamuoyu araştırmalarına
yansıyan biçimiyle iktidar partisi içindeki en az % 10 olduğu söylenen kararsız
veya ‘Hayır’cılar bu orana yedirildiğinde de İstanbul’da referandumdan yine ‘Hayır’
çıkar.
Memleket geneline bakılacak olursa 10 Ağustos 2014’teki
Cumhurbaşkanlığı seçiminde seçmen 55,9 milyondu. Katılım ise 41.02 milyonda
kaldı. Katılım oranı yüzde % 74 küsur. Türkiye için çok düşük bir oran. Yani
15,7 milyon seçmen sandığa gitmedi. Mevcut Cumhurbaşkanı 51,7 oran ile ilk
turda cumhurbaşkanı seçildi. Cumhuriyet tarihinin en düşük oy yüzdesiyle
seçilen ilk cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti. Bu sonuçlarla bile katılmayan %
26’nın yarısı sandığa gider ve yarısı “Hayır” verirse ibre değişir ve memleket
genelinde referandumdan “Hayır” çıkar.
Bu referandumda kim çarpılır, kim çakılır belli olacak. Galiba
siyasetin matematiği olmaz diyenlere veya aritmetiğe kanıp mevcuda
bloklaşanlara, kararsızlar ve diğer seçimlerde sandığa gitmeyenler bu kez kerrat
cetvelini yüzde yüz öğretecekler. Ve çıkacak her iki sonuç doğrultusunda siyaset
yeniden sil baştan dizayn edilecek.
İşte referandumdan çıkacak her türlü siyasi aritmetiğin
memleketi taşıyacağı yol budur; “yeniden yapılanma”…
IÇTE
VE DIŞTA SÜRGÜN
İçte ve dışta ansiklopedik derinlikleri olan zor günler
yaşanıyor. Aradan yıllar geçtikçe bu komşu bırakmayan dış politika ve yurttaş
bırakmayan iç politikanın sebep oldukları sürekli anımsanacak. Bu olağanüstü
günlerde anılara geçecek Partili Cumhurbaşkanlığı günlerine gidiyor memleket.
Resmen sarı liralar ile sarı öküzler cehennemi bir memleket girdabına
sürükleniyor Yüzyıllık Cumhuriyet.
Böyle mi olmalıydı diyenler azaldıkça bir bir
gerçekleşiyor en olmaz denilenler. Sıradanlaşmış bir doğrultu izliyor gidişat.
Sulandırılmış bir program ve bulandırılmış zihniyet çerçevesinde mafyavari bir
devlete doğru dönüşüyor memleket. Emperyalizmin oyunu.
Vahşi kapitalizmin tarzı bir sistemin kurulması ve
varlığını sürdürmesi için gerçekten hoşa gitmeyen ve gereksinim duyulan ne
varsa kullanılıyor. Faşizm bile. Hem burjuvazi hem de proleter toplumsal
sınıflar olmaya devam ettiği halde istenenler olmayınca arena piyonlara kalır. Aslında
gizli ve gizemli her şey alenen bu iki sınıf arasındaki çelişkileri körükler. Artık
sınıf mınıf kalmadı yalanına sığınılır. Ortaya atılır. Ama çare değildir. Bu
iki sınıfsal katmanın birbirinden kopması, koparılması tarihe aykırıdır. Bakalım
şu fakir memleketin tarihi nasıl yazılacak.
Bu sağlıksız ayrıcalıklarla sağlanan sahte gerçeklik
akademik formasyonlarla topluma yedirilir. Topluma karakalemle çizilen tablolar
en renklisi diye dayatılır. Ama bir İroni vurgunudur yakalanılan.
Küresel kriz uyarınca demlendirilen ve değerlendirilen iç
dış gerginlik piyasaları kasıp kavurur. On yıllardır para sermaye ilişkisi,
emek sermaye çelişkisi, emek sermaye bağlantısı, malların serbest dolaşımı, iş
bölümü, öğretim teknolojisi ve makinalaşma iyice unutuldu. Politik ekonomi
eleştirisi yok sayıldı. Tüm temel kavramlar iktidar zevkinin devamına ve
yaygınlaşmasına kurban edildi. Böyle gidilirse döviz artar, elbette memleket
batar.
Ve sürgün başlar. Bu savaş ve sürgün ortamında revaçta
olan yazgı edebiyatı, yargı denetimi, yasama şiddeti. Son günler geleceğin bu
topraklara neler getireceğini de üç aşağı beş yukarı belli ediyor. İnsanoğlu
gerektiği an nerede duracağını bilemeyince noktayı yerli yerine koyamayınca ya
da yanlış koyunca kendi kendine düşmanlaşır. Durum bu. Mührü basarken alnına
yer. Yeni düşmanlar yaratır. Tüm entellektüel birikimler din odaklı
tartışmalarda yok edilir. Aynı mahallede yaşama lüksü yaygınlaştırılır. Ama
nafile.
İddia gizli ve gizemli bir başyapıt haline dönüşünce din dahil
her şey çağın çok ötesinde bilgelikler bile boşa çıkar. Bulmacayı çözmeye
çalışmak da güçleşir. Ve boşa çıkar her şey. Dil ağırlaşır düşünce karmaşıklaşır.
Dini ansiklopedik derinlik kaybolur. Siyasi derinlik sığlaşır, sağcılaşır. Yetmez.
Kendi memleketinde sürgünlük işte böyle sürgün verir. Tüm
yasal siyasi terminoloji yaklaşımları derhal siyasi ayaklanmadan sayılır. Özgürlükler
ise kavram kargaşasına kurban edilir. Sonu gelmez.
Bu açmazda içte ve dışta ağır yenilgilerin başlaması ise kaçınılmazlaşır.
LİDER…
Küçük te olsa büyük te olsa bir topluluğun devamını
sağlamak için sürükleyici bir lidere ihtiyaç vardır. İnsanları vatan millet
adına ya da ait olduğu topluluğu, kurumu motive eden, toplumu daima ileriye
taşıyan lider profili nasıl olmalıdır ki toplum arkasından gitsin. desteklemeyi seçsin. Lider olmak çokta kolay
değildir tabii, yürek ister. eh birazda karizma ister. Tabii bu karizma kısmı
görecelidir. Malum, kime göre karizma ? Erkek kadın fark etmez yeter ki halkın
gönlüne girsin, kendine hayran bıraktırsın.
Yeter mi yetmez. Lider olunur da biraz da doğulur.
Potansiyel olmalı ki üzerine katkıda bulunabilsin. Göze hitap etse de kültür ve
bilgi dağarcığı önemlidir. Her ne kadar danışmanları olsa da bildiklerinin
üzerinden yardım alması karar vermedeki muhakemesini sağlamlaştırır. Yanlışı
önler. Bilgi kişiye aktarılır lakin önemli olan bu bilginin kişi tarafından
değerlendirme ve yorumlamayı nasıl yaptığıdır. Bu belki de en önemli noktadır.
Ayrıca yorumlamada objektif olunmalıdır. Yeri geldiğinde
empati yapmayı bilmelidir lider. Kalabalık bir kitleye liderlik yapılsa da her
şey insanlar içindir. İnsanoğlu robot değildir, duygu denilen birtakım ruh
hallerine sahiptir. Öyleyse bir liderin bilmesi gereken diğer bir bilim dalı da
insan psikolojisidir.
Toplumu oluşturan insan olduğu için yine toplum
psikolojisidir. Ya da yönettiği bir kurumsa kurum psikolojisini iyi bilmelidir.
Yani kısacası çok bilmelidir.
Lider toplumun ebeveyni gibi olmalıdır. Cinsiyetine göre
anne yada baba kıvamında. Her zaman dik durmalıdır ama bu duruş gerçekten dik
duruş olmalıdır. Öyle göstermelik değil. Öyle makaradan değil. Bu lider her
neyin lideri ise duruşu ve verdiği kararlarla insanın yüreğini titretmelidir.
Tabii bu titreyiş korkudan değil doğruluktan ve güvenden olmalıdır.
Lider kültürlü olmalıdır ama öylesine değil gerçekten
olmalıdır. Yüreğinde sanatçı ruhu olmalıdır. Kulağa çok basit gelebilir ama bir
lider dans etmeli, gerçekten sanatın ne olduğunu bilmelidir. Malum, sanatçı
ruhu naiftir. İnsanın yüreğini yumuşatır. Bu naiflik beraberinde çevresine de
sirayet eder.
Bir kurum veya bir toplum lideri insanı yönettiğine göre,
insan da duygu sarmallarından oluştuğuna göre lider de bu toplumun bir parçası
olduğundan aynı naiflikte ve aynı duygu sarmalı içerisinde olmalıdır.
Böyle bir lider var mıdır, vardır. Üstelik masmavi
gözlüdür…
BİR
ŞEHİR KÜSKÜN…
Kar kış ortası tüm şehir yaz güneşinden beter kavruluyor.
Yazmak zorlaştıkça zorlaşıyor kara yazgı masalarında. Güneş kırıntıları
bulaşıyor sararmış fotoğraf albümlerine. Günlük güneşlik kış günlerinde bile buz gibi anımsanıyor
geciken itibar iadesi, eksik merasimler. Ve akla takılıyor belgesiz tırt belgeseller.
“Afyonkarahisar’da,
Dumlupınar’da sizin uşaklar da vardı. Bundan dolayı müsterih ve memnun
olabilirsiniz…” M. Kemal Atatürk.
Üç mermidir hepsi kalan; iyilik doğruluk ve dürüstlük.
Memleketi ipten almışlıklar göz hapsinde. Olmazları yaşamak ve yolsuz izsiz kalmak
gönül rahatlamasını bozdukça akıl mermi çekirdeğinde kalır. Nice değerli hayatlar
unutulur veya dünya unutur. Dünyalar unutulur ama tutmamış senaryolar unutulmaz.
Şehirleri küstüren tarihi gerçeklerin hepsi de çok az sayıda basılan eserler de
saklıdır.
“Mütarekeden
sonra husule gelen vaziyeti görünce, çıkabilecek bütün neticeleri tahmin ettim.
Daha hiçbir şey olmadan 42 yere telgraf çekerek; bir kongre yapalım, bizim
imhamıza karar verilmiştir, savaşmaktan başka bir çare yoktur dedim…” O. Ağa.
Bu şehir küskünlüğünü doğru yansıtmak için sanat
tarihçisi olmak gerekir en hasından. Şehir küskünlüğünü gidermek için ise tarihe
sanata doğmak gerekir en alasından.
“Ağa
Hazretleri senin hakkında gerekli bilgileri aldıktan sonra çağırttım. Sen
Karadeniz köy ve kentlerini koruyacaksın. Pontusçular hangi usulleri kullanıyor
ise aynı usulleri çekinmeden kullanın. Bu mücadeleyi kaybedersek tarihten
silinme tehlikemiz de vardır, fakat ümitsiz değiliz…” M. Kemal Paşa.
Şehirleri nelerdir küstüren neden küstü küser bellidir. Pencere
demirleri paslanmış, sardunyalar öksüz kalmış, yüreklerde nefis ölümünün buruk
tadı. Her grupta aynı ilga, aynı ilgisizlik. Hangi kapı aralansa aynı yıkım. Fındık
ocakları arasında hapis ve denize komşu bu sahil şehri küsmüş. Küstürülmüş. Şehir
Küskünlüğü sürülmüş dünyanın dibine, tarihin namlusuna.
“
Ankara hükümeti, ne emir vermiş ise harfiyen yaptık…” O Ağa.
Ve yalnız adada gönüller yaslanmış göğe. Aynı safa durulmuş
nefti yeşil. Marşlar ruhsuz yürekler paslı olunca küsülür elbette. Bir başka
ilgisizlik şehri yalnızlaştırır. Küp gibi küstüren tarihin en tanınmış
şehirlerinden olmanın armağanıdır bu küskü. Köşkün, konakların damlarına bir
damla değer gözler dolar. O damlalar hiçbir şey değildir denir ama candır küskün
şehre.
“…Bu
millet uğrunda bir bacağımı ziyan ettim. Düşmanı denize dökünceye kadar icap
ederse sedye üzerinde muharebe edeceğim…” O Ağa.
Ticaret genişledikçe haritalar daralır ahali yozlaşır dua
bilimcileride çaresizleşir. Doğa
bilimidir tarihe not düşen. tarih ağzını
küskün ağzına kapattığında kalp çalışır. Korkma sakın kelimelerden ve
kollardaki çiçek bozukluğundan nefesidir transfer edilen. Şiirsel şehvetten
sonra, kollar sona sarıldıkça hayat dört bir yana taşınacaktır, taşınır.
“Birinci
Meclis muhaliflerinin, M. Kemal Paşa karşıtlarının, mandacıların, saltanatçılar,
şeriatçılar ve hilafetçilerin T.B.M.M’ye yoğun baskıları sonucu; M. Kemal
Paşa’nın muhafız birliği kumandanı, öncü kuvvacı Gazi milis Yarbay Topal Osman
Ağa’nın başsız naaşı gömüldüğü yerden çıkarılarak bir kağnıya yüklendi. Beyaz
gömlek giydirilerek Ulus’ta Meclis binası önünde ay…”
Göz hapsinde şehir. Bu şehir küskün şehir. En kral tarih
ve din bezirganlarını kusar kapaklanmış pencerelere ve açıkta demirlemiş
gemilere. Ümidi sönmüş ocaklarda közlenir şehir küskünlüğü. Kızgın alevlerin
önünde arzı endam eder şehir. Şiirlerle deniz tutması yaşar tek hücreli amipler.
Büyük keyif alınan geziler, öfkeye fırtınalara ve depremlere toslar. Dostlar
duygularını onca ağırlığına karşın dışa vuramazlar.
“Mustafa
Kemal Paşa’yı kıyıya çıkaracak kayığın süsü püsü yerli yerindeydi. Muhteşemdi.
Paşa kayığında çivi gibi, zımba gibi, siyah aba zıpkalı, beyaz gömlekli ve
ayakları gön çapulalı on yiğit hazır ve nazırdı…” O. Ustanın İbrahim.
Tarihi hiç yanıltmayan, gönlünde hiç korkaklık yaratmayan
becerikli mahir insanların şehridir bu şehir. Masumiyetin çılgın, mucit ve
cüretkar yüzüdür erleri yiğitleri. Güldür güldür ölüme akarlar gülerek. Asılsız
çekiştirmeleri gördükçe küser, onlar küstükçe fosilleri fırlatır kara dalgalara
bu küskün şehir. Öyle bir şaşkınlıktır ki yakalanılan kara kışta yaz güneşini
azdırır. Şiir kuşudur bu şehir, nice nesilleri yutan nefti yeşil renklidir. Haki
ceketlidir. Mavi lacivert ile harmanlanır kıyı boyu. Buz mavisi gök ile buluşur
kızaran ufukta.
Mustafa
Kemal Paşa, epey sert ve derin mavi, kırk manalı bakışlarını kendisine konağı
işaret eden zata yönelterek; “ Topal Osman değil, Cumhuriyetin banisi Osman Ağa
Hazretleri…”…
Küskün şehir mavilere bulandığında gönüllüler yanar. Ateş
yağar. Küskündür ak köpükten köpüren şehir ve kızgındır. Tanrı yazgısı kralın tahtı
sarsılır. Tüm şehrin düş ve inanç dünyası tüketilince, diz çöker dünya. Dünyanın
en küskün şehri de kutsalına dokunulunca köpürür, kükrer.
Mustafa
Kemal Paşa Osman Ağa’nın oğlu Mustafa’ya; “ Yavrum, baban Cumhuriyet
kurbanıdır…”…
Ve kutsal isyandan doğan diriliş kutsal kitapta yerini
bulur, arayan bulur aranılsa bulunur…
TÜCCAR
SİYASETİ VE FON
Nisan yağmurları memleketi bereketiyle yıkamaya
hazırlanırken, neler yıkılacak, yetkiler hangi şahsa aktarılacak, nereye
şahlanılacak, şah kimlere nerede nasıl gözükecek ve şu fakir ülkenin payına ne
düşecek öğrenilecek. Ama süreç tüccar siyaseti ile belirleniyor…
Dünya ölçeğinde tarih boyu tüccar zihniyeti ile hükmeden
tüccar siyaseti dünden bu güne dini, altını, parayı, taşınır taşınmaz varlığı
hep tekeline aldı. Maddi manevi, mali gücü daima elinde tuttu. Şu garip
memleket rejim değişikliği referandumu arifesinde esin kaynağı besbelli ve
siyaseten sorgulanamayacak bir yola sokuldu. Memleketin temel değerlerinden bir
kısmı kırk dokuz yıllığına varlık fonuna devredildi. Böylece bütçe dışı kamu
kaynakları tek torbada toplanacak ve harcamalar yapılacak. Gelir bellidir ama
gider yerleri muamma. Yüzyıllık kazanımlar sınırsız ve sorumsuz bir fon
yapısına ve idaresine emanet. Giderayak tek merkezli hazine kavramı da yok
ediliyor. Bu varlık fonuna işlerlik kazandırılınca mali sistem belki rahatlar
ama mali disiplin kesinlikle yok olur. Ve hazine sayısı çoğaldıkça çoğalır,
çoğaltılır. Bilinmelidir ki bu model imparatorluklar çökerten ve yıkan bir
sistemdir.
Zaten on yıllarca babalarının malıymışçasına babalar gibi
satarız diyen liboş mantığı satılmadık kazanım bırakmadı. Elde kalanlar en
kilit olanlar ve işe yaramazlarıydı. Şimdi sıra onlarda. Tüysüz yetim hakkı hiç
düşünülmeden devlet değerleri, Cumhuriyet kazanımları on yıllarca iç edildi.
Kimsenin kılı kıpırdamadı. Tüccar siyasete tam yol verildi. Öylesine
kıpırdanılmadı ki iş buralara vardı. Her türlü faşizan dayatmalar yüzünden
gidişata yeterli tepki de gösterilemedi. Karşı da çıkılamadı. Yapılandırmalar bindirilmiş
hazır kıtalarla desteklendi. Göz önündeki yıkıma rağmen, yıkanlara saygı
gösterilerek toplam kalite yönetimi algısı yaratıldı. Sonuç zafer üstün zafere
endekslendi.
Sözde zaferler kazanıldıkça devleti milleti hiçe sayan,
her bir şeyi memleket yararına gören güruh hiç rahatsızlık duymadı. Oh çekti.
Of çekenler anında dışlandı. Sürece razı asimetrik algı yönetimine devam
edildi. Nabza göre şerbet tüccar zihniyetin amacına ulaşmasını daha da
kolaylaştırdı. İş uydu akıllara kaldı. Rehin alınıp kiraya verilen akıllarla da
bu güne gelindi. Varlığa, varlıklıya kucak açan bir kör siyasi model oluştu.
Şükür siyaseti milleti din, secde, seccade merkezli ayarladı. Harladı.
Varlık, para pul, akıl ve vicdan hiç kullanılmadan on
yıllar içinde mevzi değiştirdi. Bu yönde gerekli tüm enstrümanlar hedefe varmak
için resmi araç olarak kullanıldı. Hedef kutlu vadiye ulaşmaktı, epey de
yakınlaşıldı. Kutsal şifreler peş peşe sıralandıkça sözlükte yer kalmadı. Her
sıkışıklıkta tüccar siyaseti resmen ortaya döküldü. Fona devir şimdilik açıkça
ifşa edilmese de sonuca varma işleminin ünlem işareti. Varlık fonu aslında
zengin kaynakları bulunanlar için toptancı tüccar zihniyeti. Şu fakir
memlekette ise fona aktarılacak para bulunamadığından para edecek kurum ve
kuruluşlar torbaya eklendi. Şimdi yakın zamanda bir bir satılmaları söz konusu.
Yani devlet ileriki süreçte borsa da işlem görür hale gelecek.
Yani bu fon sayesinde memleketin yüz yıldır ayakta
kalmasına vesile, kurum ve kuruluşları, yer altı yer üstü hava kaynakları,
tarihi değerleri, doğası, turizmi paraya çevrilecek neyi varsa, çevrilip fonun
emrine verilecek. Asla denetlenemeyecek vahim bir mali tablo bu. Dünya
harcamadığını, harcayamadığını fonlarken, şu fakir memleket sadece harcamak,
fondiplemek üzerine inşa ediyor geleceği garantileyen bu modeli.
Ekonomi bu şekil seyrederken memleketin yepyeni macerası
başkanlık koltuğunda kim oturacak, başkan kim seçilmeli, başkan kim olacak
iddiası. Hep kısır bir yarış. Başkan milletini özgürleştiren demek. Reis yurda
esenlik getirmek için seçilmiş demek. Önder top yekun seçilmesi lazım geleni
seçmek demek. Hayat hikâyesi sıradan ama övgüye değer kapasite demek. Ancak her
şey bir yana itilmiş. Varsa yoksa iş mevcudunda direnmek. Yani tespitleri,
hitabeti literatürü ürkütür, ana dilinde konuşur, okur, resmen tüccar
zihniyetli siyaset güder, dini, malı, mülkü, varlığı tekeline almış meçhule
gider önemseyen yok. Hapse girer sürgünden biter, hala pişti pişer, açık gizli
her şeyi bilir, bilir ama bekler bir durum yaşanıyor. O da hoşa gidiyor. Nereye
kadar hoşa ne kadar boşa gider belki nisana kadar. Belki de ilanihaye.
Tüccar siyasetini ve varlık kayyumculuğunu yepyeni bir
siyasi model, işleri bu aşamaya getireni yepyeni bir lider olarak görüp
onaylamak ise nisanda kızak kaydırmak için kar yağmasını beklemek gibi bir şey.
Ancak cezveler ateşe sürülmüş piyasada alıcısını bekliyor. Mitolojik bir insan
yaratılmış milletten pazarlıksız peşine takılması bekleniyor.
Bu illüzyon gösterisi ne zaman biter, hangi rapora göre
aklanır, hangi kitabın ortasından kayıtlarla yorumlanır, hangi geçmiş
hikayelere gönül verilir, hangi film izlendikçe izlenilir, varlıklar niye hangi
fona aktarılır çok yakında referandumda görülür.
Nisandan sonra tüccar siyaseti de, başkanlık sistemi de
batar. Batar batmasına da aradan kim çıkar, fonda ne kalır, işte o belli değil…
GLADYO-TÖRCÜ…
Şu fakir memleket elbette her zaman böylesine benzer,
artık yeter bir sona doğru sürüklenir. Son gayret, gidişat önlenemez ise daha
beterine de sürüklenecek. Çünkü her şey geçmişte, geçmişin çözülemeyen
karanlığında gizli. Gizli derin devlet yapılanmasında…
On yıllarca gladyo kontgerilla namıyla iki tarafı keskin
bıçak derin devlet yapılanması şu bereketli topraklarda bir türlü aşılamadı.
Gladyo dün başkalarını bu gün bambaşkalarını kullanarak devlet içerisinde
gladyatör acımasızlığıyla daima bir katı direniş ortaya koydu. Devlet içinde devlet olma devamını sağladı.
Gladyo fasa fiso nedenlerle sol karşıtı gücün tarafı ve
tetikçisi olarak şu memleket içinde, devlet içinde yuvalandı. Yuvalandırıldı.
Ve yavruladıkça yavruladı. Üremesine izin verildi. Yavrular, yavrular
yavrulamaz yıllar içinde güçlendi, güçlendirildi. Arada keşfedildiği de oldu
ama devlet çıplak yakalanacağından korktu. Ya Gladyo baskın çıktığından ya da derine
dalmış kimileri çekindiğinden ipuçlarının üstü hemen örtüldü. Zaten aşk
sandığın kadar değil yandığın kadardır. Duvardan bir tuğla olsun çekilemedi.
Çember her daraldığında akıllara ürkü dağıtıldı veya
gözler dağlandı. Çözülenler, organize ilişkileri açığa düşenler veya işleri
sarpa saptıranlar unutturuldu, unutuldu. Unutmayanların, üstünü örtmeyenlerin
ise hali malum. Ya yersen, anlamsız yer biçim kazalar ya da kuytu köşelerde
cansız bedenler. Faili meçhul bulunmalar. Bir şekilde sonlandırıldı mesele.
En bariz iş solun dibi kazındı. Sol her yükselişe
tırmanışa geçtiğinde olmadık işlerle uğraştırıldı. Sol ve solcu kadrolar ile
resmen uğraşıldı. Toplumda güven kaybına neden olacak vakalar tezgâhlandı.
Kazandibi gladyo-tör yavrular kumarı hep kazandı. Döneme göre uyanların ve
uyuyanların önü açıldı, sağ selamet bırakıldı. Son yıllar itibariyle
bakıldığında memlekette Gladyo halen var. Var mıdır sorusuna bile hiç gerek
yok. Memleketin sağlığı esenliği için hep görev başında, masa başındalar. Evet
var. Velev ki sol kazanmasın, iktidara gelmesin. Budur birincil gaye. Gerçi son
on yıllarda at izi it izine karıştı, karıştırıldı ama burada da büyük
olasılıkla sonu hesaplanmış birçok senaryoları vardır.
Çünkü yurtta ve bölgede yenidünya düzeni çöktü, ılımlı
İslam modeli de tutmadı. Kapitalizme göbekten bağımlı liboş ekonomi
politikaları da battı. Dinci güruh durduk yerde göz göre göre marjinalleşti.
Veya marjınalleştirildi. Aklı din mezhep bazlı yıkananlar kardeşkanı içmeye
alıştırıldı. İşte tam bu kaotik aşamada şu fakir memlekette Gladyo meselesi
tekrar değerlendirilmesi gereken bir konudur. Gladyonun alnı secdeye değeni de
bir, eli kutsal hazineye uzananı da. Eli silah tutanı da bir kalem tutanı da. Ayıklanmalıdırlar
devlet içinde konuşlandıkları yerlerden.
Nedir ki gladyo; “Gladyo için Nazi eskisi faşistler ile
CIA'nın kurduğu anti-komünist bir teşkilatlanma denilebilir. Model soğuk savaş
döneminde tüm NATO ülkelerinde mutlaka kurulmuştur. Şu fakir memleket de es
geçilmemiştir kesinlikle. Böylece ülkelerde bürokrasi, istihbarat, askeri ve
devlet yönetimi ABD'nin tekeline geçmiştir. Geçmese de güdümüne ve emrine
girmiştir. Bilindik şekli ülkelerin solcularına karşı sözde sivil toplu tüfekli
teşkilatlanmadır. Sol kitlesel başarılar kazandıkça Gladyo ile birlikte bu
sivil güçler anında devreye sokulmuştur. Olmadık acılar yaşanmıştır. Daima
solun önü kesilmiş ve sol hırpalanmıştır.
Öyle ki sol güçlendikçe karanlık plan siyasal cinayetlerden, kitlesel
katliamlara kadar vardırılmıştır. Vahşi durumlar yaşanmasından yaşatılmasından
asla çekinilmemiştir. Hatta son aşamasında askeri faşist darbelerle toplum
gerileştirilmiş ve büyük gücün koşullandırmalarına yatkın biçimde dizayn
edilmiştir...” Kim ne diyora bakılmaz, diyar diyar Gladyo işte budur.
Demir perde-doğu blokunun dağılması, duvarların yıkılması
ile Gladyo açığa düştü. Gladyonun kullandığı şablonların tamamı gizliliğini
kaybetti. Şeması şaşırttı. Kafaları karıştırdı. Kısa sürede tüm Avrupa
temizlendi. Umulmadık, en ciddi kimliklerin dahi gizli görevler üstlendiği
afişe oldu. Avrupa’da küçük büyük bütün ülkelerde siyaset ve toplum
Gladyo-törsüz hale getirildi.
Gladyo belki de öylesine amatör işler çevirmesine karşın
bir tek şu fakir memlekette açık verdi de, vermedi. Açığa düştü de, düşmedi.
Kim neden saklar, devlet içinde derin devleti kim niye korur hala muamma. Hangi
tip iktidar gelse gladyo işlerini, kâğıttan gemilerini yüzdürüyor. Hem de Deniz
bitti, kara gitti dünyasında bile umursamazca. Garantörü kim bunun, garnitürü
neler kafa yoranı yok. Konu belli aslında ama değil. Hala belli oyunlar
oynanıyor, nicesi de oynanabilir. Dur durak yok, durduran yok. Daima bir
huzursuzluk ortamı ve tam belirsizlik. Tam bitti derken bambaşka bir gündem
gladyo-törcülüğü.
Etnik ve mezhepsel farklılıklar, kültürel çeşitlilik
kaşındıkça toplum hızla yozlaşıyor. Yozlaşı arttıkça bağlar zayıflıyor. Kaos
yaklaşırken, kapitalin yeri yurdu değişirken yeni laboratuvarlar ve daha gizli
çalışmalar kotarılıyor. Ve eksikli gedikli planlar. Sömürgeci baronlara açık
çek vermeler. Tam demokrasi, şeffaf devlet, özgür toplum, yolsuzlukla mücadele,
insan hakları istendiğinde, daha istem belirdiğinde veya eylemler
keskinleştiğinde devlet içinde devlet kara gözlü gladyo ortaya çıkıyor. Her seferinde
mevcut iktidar adına bileti kesiyor. Veya Gladyo mucitleri saklanıyor,
gladyo-törcükler uluorta ahkâm kesiyor. Tarafı açıkça belli bir gözlemcilik
yapılıyor ve büyük güç tarafından düğmeye basılıyor. Yani tüm muhalif yapılar,
sol yapılanmalar hala güç kullanılarak sindiriliyor.
Peki, Gladyo buysa, şimdi kimin hizmetinde veya kimler
hizmetinde, kime destek sunuyor veya kimlerden destek alıyor öğrenmek lazım.
Memleketin geleceği için bu sıcak teması kesmek veya bitirmek şart. Yoksa tarih
yine tekerrür eder.
O yüzden her şeye rağmen, gladyosuna, gladyo-törcülere,
gladyotörcüklere rağmen zor da olsa şu fakir memlekette hayırlı bir çıkış
güncellenmelidir. Aksi takdirde eski günler çok çok özlenir. O hale gelinir…
RÖNESANS,
YENİDEN DOĞUŞ…
Duyurulur; Rönesans, rölyef tablolar eşliğinde
tasarlanmış sanatsal bir ansiklopedi veya boş zamanlarda ucuzlamış turlarla
müze gezmek değil. Ne avlularda üste başa sürülecek hacı yağı esans ne de
emeklilik döneminde seans seans oturulup kara, kuru, guaj, pastel, sulu veya
yağlı boya resim yapmak, tutkallı bezden tuvaller fırçalamak değil. Floransa
romansı, filarmoni orkestrası, müzelik heykeller yontulması, fuarlık güzel
tabloların boyanması, mimari boyutta dev eserlere imza atılması da değil
sadece. Yaşamın ta kendisidir. Yaşamın esası Rönesans ile tescillenmiştir.
Rönesans Avrupa’da 15. yüzyıldan itibaren hümanizm
etkisinde, klasik İlk çağ kültür ve sanatına dayansa da din, bilim, felsefe ve
sanatta reformdur. Dini özgürce yaşamanın ve yaratıcı güçlerin doğuşunun
temelidir. Düz bir mantıkla ve yüzeysel bakarak anlaşılamaz Rönesans. Baktığını
görerek, izlerini takip ederek yaşamı anlamak sanatıdır. Anlamak için öncelikle
ortaçağı bilmektir. Ortaçağ karanlığına dönük araştırmalar yapmaktır. Aslında
döneme ilişkin gerçekleri gerçekten basit ve yalın değerlendirmek bile yeter
anlamaya.
Ayrıca işin özünü kaydıran ve ortaçağ aydınlanmasından
dem vurup harman kaldıran veya karşıtlık körükleyen mantıkla ulaşılamaz radikal
değişimlere. Rönesansın sürükleyiciliğini ticari, siyasi, kültürel, sanatsal ve
dinsel kazanç sağlama yönünde hamle sanmak da ayıp kaçar. Hayata dair ne varsa
süpürmek, karanlığın peşine de düşmemek gerekir. Çünkü Rönesans köklü bir
değişimin karanlığı yenmesidir. Tarihi aydınlanmanın keşfi ve tespitidir.
Özellikle kilisenin toplum yapısındaki egemenliğinin de bitmesidir.
Yani Rönesansı anlamak için Ortaçağ karanlığını iyi
öğrenmek gerekir. O yıllarda tüm Avrupa'yı kasıp kavuran bir toplumsal travma
yaşandığını görmek gerekir. Ortaçağ karanlığı engizisyon, cadı avı, aforoz,
kadın düşmanlığı, Papa seviciliği, kilise bağımlılığı, din içi mezhepler
hayranlığı, uyduruk dini mahkemeler ve mezhepler çatışması, diri diri yakma,
kelle alma, cinayet ve katliamlar süreci demektir. Elbette bunca kaotik
atmosferde her bireysel ve toplumsal olay din ve mezhepler çerçevesinde ele
alınmıştır. Ancak her türlü reformlar Rönesans’ın devrimci sanatçıları eliyle
topluma yansıtılmıştır. Onlar reformların öncüsü ve Rönesansın müjdecisi
olmuşlardır.
Sırrı hala çözülemeyecek boyutta eserlerle dini, doğayı
ve duayı birbirinden ayırıp din geleneği dışında yepyeni dengeler
oluşturmuşlardır. Anlamsız kısır kavgaların dışında kalarak yaşamı ayrı ayrı
irdelemiş ve sanatlaştırmışlardır. Sanatı ilimle bilimle buluşturmuşlardır.
Rönesansla insan insan olmuş, sorgulama başlamış ve dini bağnazlık
gerilemiştir. Böylece kilisenin bin beşyüz yıllık dini saltanatı yıkılmıştır.
Yani Rönesans sadece sanatsal bir devrim değildir. Yaşamı
din dogmasından kurtaran ve yüzlerce binlerce yıl ileriye dönük bir
aydınlanmadır. Tüm devrimlerin de anasıdır.
Dinciliği ağırlaşan ve kararan bir yönetim anlayışına ve gerileyen
toplum düzenine sistemli karşı çıkış, sanatsal ayak direyiştir. Ve dünyayı
değiştiren bir diriliştir.
Rönesans gerici politik gelişmenin önünün alınması ve
ömrünün tamamlanmasıdır. Geleceğin bilim ve sanatla yorumlanmasıdır. Sanatla
dini, toplumla siyaseti yakından etkileyen bilimsel bilinç seviyesindeki ilk
isyanlardandır. Din simsarlığı boyutunda elde edilmiş zenginliğin ve kilisenin
dini buyruklarla üstün nitelikli insan vasfına eriştirdiklerinin izniyle
kurulan kara düzenin yıkılmasıdır.
Erinde geçinde tüm dinlerin de, yoz toplumların da
içinden geçeceği, yaşamak zorunda olduğu evrensel bir duygudur Rönesans. Öyle
dini dalkavukluk ve din popülizmi politikalarla da bu duygu yok sayılamaz, yok
edilemez.
Şu fakir memlekette on yıllardır ilim bilim dışılığın
düpedüz sahnelenmesine seyirci kalan, duyarsız davranan, protesto etmeyen
sanatçılara son dönemeçte son duyurudur. Duyurulur; Rönesans yeniden doğuş
demektir…
AYNILIK,
AYNİLİK VE AYKIRILIK…
Üst düzey hazırlıklar hep aynı noktaya ayni nakarata
çıkar, aykırılarını da yaratır…
On yıllardır inatla değişmeyen, aralarında ayrım olmayan,
ayırt edilemeyecek kadar benzer, özdeş, tıpkısı basımdır aynılık. Aynılık ayrılıkları
da anında doğurur. Ancak aynileşilir hemen. Aynilik para bazlı olabileceği
gibi, mal mülk, madde temelinde de hayata geçirilebilir. Yani her şekliyle aynı
ve ayni dostluğun pat diye söylenen sözlerini içerir. Dünyada doğada çekirge
kılıklı bostancılar her telden şarkıları besteler de denilebilir.
Bir dağ başı kentliliği ve kentköylü aynılığı vurur akılları,
ayniliği besler dizeleri. Zaaflar sapsarı aynı, zarflar ayni saf sarıdır.
Haliyle desteklenir aynılık. Bir dahası bulunmaz ele geçen fırsatın bertarafı şahaneliğe
uzayan köprülerden geçi ile ödüllendirilir. Sıvazlanır sırtlar. Aynı şıradan şirretleşmektir
aynilik. Ve jiletle çizilir şirinlik aynaları. Yüzler aklanır.
Hiç sıkılmaz yüzlerin, utanmaz kampanyası ayni
kampanaları çalar durur. Çaldıkça çalar. Köçek güldüren söyleşiler yerine göre
harman, yerine göre dermandır. Ortak nokta aynidir. Acayip bir mavi yolculuk
masalıdır çıplak veya pespembe savunulan ve hepsi bir parmak çalınan bal.
Yapmacıklık üzerine kurulmuş, kaçak göçek aynı kavramların aynilik mukabili kabulüdür
orta yerdeki aynı stil ayni sistemli püskürtme.
Abartılı ve görgüsüz hitleşme ve ayni sözleşmeler ile
biçimlendirilir aynılık. Sitemlenen sağduyulu saf beyaz ırkın zaferidir ayni
telaş. Soyut bilgiler diyarında çok
uluslu aynileşme ile değişmedir beklenti. Bu öyle bir keskinleşmedir ki bayağılaşma
başlar ve bayağı etkiler memleketi. Münasip bir zamanda arpa yulaf boyu ilerlemedir
aynilik. Ve bir kızgınlığı yansıtır daima. Soğuk savaş dönemlerinin
kırgınlıklarını da yalar yutar yasal süreç.
Aynılığa doğan erkin, doğurulan
işgaller ile aynileşmesidir başa çalınan. Belki de aynı kafaların ayni
oyunlarla aynı saydıkları her şeyi ele geçirme operasyonudur süreç. Vardır
yoktur her şey geliştirilir, değiştirilir, ziller çalar ve yeni hayat tarzı
belirlenir.
Aynilik yayığında ağır aksak işlese de işleyen düzeni
bozmaktır maksat. Sonra yeni sistemi düz mantıkla ayni düzeyde ödüllendirmektir
mesele. Üst düzey düzeylilik hepsi tamamı kısacık bir andır aslında. O dar anın
temsilcisi ve işbirlikçisi olmaktır aynılık. Ayni çerçevede renkli tasvirle, büyüklenmiş
tavırla bakılır şehrin çeperine. Hanelerin çatlayan cephelerinde binlerce aç yatar.
Görülmez. Yeter bu abuk sabuk yaşamalar ve kara alıntılar labirentinde
dolaşmalar diyemez kimseler. Susanlar aynileşirler. Susmayanlar
aykırılaştırılır. Değerli mineraller mihenk taşıdır, hatıralar altın madeni,
kültürel darbelerle toptan değiştirilirler. Aynilik rüzgarına kapılınılır ve köşk
saray kapılanılır. Belki istenen de odur zaten.
Gördük öldük, ölümüne yaşadık oynaklığıdır aynılık. Üstü
üstüne gelen yıkımlarda teskeresi bozukluktur aynilik. Aynılık alternatif
dünyaya açılan pencereler de muhtemelen aynı mevsimi, ayni beklentiyle bin kez
yaşamaktır. Hem de hiç ders çıkarmadan.
Aynıyı yaşamak endamına azize güzellemesi vurdurmaktır. Kıyamete
uzayan gönül sızılarını, gönül sazlarını aynileştirmektir. Aşama aşama suskun
dillere rüzgârgülü vurmaktır. Aynılık aynı gölün balıklarına dadanmaktır aygın
baygın isimlerle, cisimlerle. Merkezden
yürütülen aynılaşma, aynileştirme çabasına yatırım yapmaktır aynılık. Bağlanmaktır
hatırlamamaya ve hatırlatmamaya. Durmadan, kötüye yollanan duruma el koymaya
çalışanlardan da korkmaktır aynılık.
Hangi kapıdan girilse aynı resmi, ayni rejimi örmektir, görmektir
aynılık. Nahoş akşamlara kulak kabartmadan, temerküz kamplarını hikaye hikaye eşelemektir
aynılık. Düşmektir. Film çekmektir. Hikâye ayni hikaye, senaryo biraz
değiştirilmiştir ama gözlere çalınan aynı gizemdir.
Üst düzey kamplaşmalar örüldükçe, görüldükçe, bilindikçe,
eldeki cepteki kırgınlıklar da aynileşir. Saygı duvarını aşar aynılık. Yeni sisteme
yaranma telaşı ile atılan adımlar da aynileşir. Simi silinen aynalar
değiştirmeyi de yok eder. O yüzden aynılar aynalarda, duvar aynalarında, boy
aynalarında kader kısmet aynileşir. Bu aynılık ve aynilik tezgahında alışılmışa
hayır çekmek, doğru sayılıp, kabul edilmişe karşıtlık, direnç ve kıvamında
terslik, gidişat yönüne isyan ise aykırılıktır. Aynalar günü gelir gösterir
eğrisini doğrusunu.
Tarihte aynılık ve ayniliğe karşı daima aykırılıklar kazanmıştır
kazanır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder