23 Nisan 2017 Pazar

ŞUBAT-17...

REFERANDUM ANILARI…

Sağlıkla esenlikle maviye ve kızaran güneşe akıyor yamalı bohça yaşamlar. Beklenti artık boynu büküklük dağılacak, sonsuz çöl gezintileri bitecek beklentisidir. Ve gereksiz eklenti referandum temaşası nisan yağmurlarıyla beslenen yapay göllerde tersine yüzecek…

Referandumla nice çamlar devrilecek. Çünkü ay mavisidir akla çarpan ve nice anılar vardır yedeğe alınamayacak. Bu suni derinlikte, bu sanal kargaşada kirli çamaşır sepetinde de depmece anılar saklıdır. Beyazı ayrı koymadan karalara bu ne temizlenme paklanma denilecek referandumla. Eski referandumlar anısına tıpkısının aynısı temizlik saatidir şeklinde takılmalar umudu tutuşturacak. Bunalımlı sezgiler dışlanacak ve anlamlı ezgilerle gizlenen kavramların kilidi bir bir açılacak. Film tabakalı camların da ardı görülecek yangı budur.

Referandum boyunca gamzadelerin gamzelerine dolan eksik hayatlar yudumlansa da, yurdumdan insan manzaraları masalarda kavrulacak. Kafalarda yılların tortusu, anıların buğusu içe çekilecek. Yeni sanılan hayatların ciğerin tütmesine ve yüreğin özlemesine tersliği de anlaşılacak. Referandum yurttan sesler korosunun ahengiyle olmazı başaracak. Acılaşan anılara hürmetle referanduma kararsızlar da katılacak. Sonrasında ayak bileğinden başlayıp beynin en ücra hücresi ne kadar suç duyurusuna açık kalacak katmanlar. Yolculuk Himayalar’a Everest’e uzasa da acı gerçekler yüksek basınçta yürek daraltacak. Nice beyin kanamalarına sebep olacak. Anılar dağılacak dağlar yıkılacak. Olacak o kadar dirilecek.

Yapanın edenin Kutup yıldızına tutunmasıdır en hakiki ve sahici suçluluk. Sufle edilen kutuplaştırma bahaneleri savunmadan sayılamayacak. Boşu boşuna Helen diline uymamaktır mesele görülecek. Ve tüm kötü anılar anılar mezarlığına gömülecek.

Bir harap peronda külfetli yollara uzar anılar yumağı. Yakut gözlerde kaybolur zaman. Ve kaç istasyondan kaç isyandan sonra kutsal alanlara yayılır kitle. Kara yıkıntılara kadar uzar anılar. Referandumla sonlanır zaman. Öylesine değişimler vurur ki anı, tarihsel yıkımlardan ve haklı anılardan beslenir umut. Hiçbir anlamı olmayan kandırmacalar bile anılarda tarihlidir. İstiflidir. Memleket referanduma tarif edilir, millet referanduma tarifelendirilir ve anılar yeniden nemli gözlerde canlanır.

Öyle anlar vardır ki ayıplardan kayıplardan kurtarır aklı. Değişimin çiçekleri açar süt beyaz mermerlerde. Sadece taşlara kazınmış çetrefilli savunmalardır akla takılan. Yol üstünde aksak durumları toplayarak varılır engin maviliğe ve çetin sonsuzluğa. Yürek dolar dolar ama iş, hiçbir deli rüzgâra kapılmamaktır. Asıl mesele paranoya halinde paralanmamaktır. Asil biçimde durmaktır anılar durağında. Toplumsal korkuların uzağında,  bireysel takıntıların tuzağında sürekli kan kaybederek de olsa insan onuruna yaraşır halde yaşamaya direnmektir mahirlik.

Olur, öyle şeyler ve kimseler duymaz dememektir hiç. Binlerce yıldır harika günler hediye eder anılar. Anlarının kuşatılmışlığı da gün olur biter. Hayata dönüş kavşağında referanduma tutulur memleket. Ve son aşamada yetkiyi hakkınca devretmektir akla yakışan. Memleket aşkına.

O zaman ben sadece bana ait olanı yaşarım diğerleri beni ırgalamaz sızlanmasından da kurtulur akıl. Üst akıl en, en büyük evde oturup anıları kontrolüne geçirdikçe biter yığınla ömür. Önemli olan yiğitçe verilen savaşın masum yüzlerinde netleşmektir. Anılarda netleşirler sıra sıra, deniz derya, onlara savrulmaktır erlik.

Bu referandum gamlı bir sonbahar düşünde harcanan yitik gençliği, kayıp kuşağı arar durur anılar. Peygamber kıvamında ateşle sıvanan örnekten Nisan Yağmurları ile temizlenmektir titizlik. Durulmak korkusudur sessizlik ağartan. Vurulmaktır ağırdan hissedilen. Düşler buz kesince anıların sıcağına sürülür kervan ve it ürür kervan yürür sanılır. Upuzun ipek saçlı bir kahramandır özgürleşmenin sembolü. Zamanı bir anlığına durdurur. Ekmek kadar yürekli olandır emek kadar sahicidir arınmak. Ve referandum öncesi şenlenir anılar, anılar derlenir toplanır ve okçular hedefi on ikiden vurur.

Aradan kaç yıl geçerse geçsin hangi evrensel kural zorlarsa zorlasın hatırlanır halkın belleğine kazınan referandum anıları. Bu da zamanla evrenselleşir.

Ve millet, karanlığın kralı çırçıplak yakalandığında, anların çocuklarının ne haltlar çevirdiğini de bir güzel anlar, şamarı atar ve anılarında saklar. Anların çocukları da anlar aldanışın akıbetini.

Ve referandum yıllar geçse de yollar bitse de daima hayırla anılır…


YİNE YABANCI KONTENJANLAR

Din siyasallaşınca, usta ellerde siyasallaştırılınca ulusalcılara ve Ulus devlete düşman siyasal dinci kimlikleri de bulur buluşturur. Oradan buradan bulunup buluşturulanların o saat itibariyle dikte ettikleri bambaşka bir dindir artık. Ama geç anlaşılır veya anlaşılmaz. Zamanla gerçek dine yabancılaşılır, yüce din de yabancıların eline geçer. Tarikat, cemaat ve cemiyetlerin yönetim kadroları hep bu yabancı ajan kontenjanından beslenir. O besleme ve beslenme dürtüsüyle kurum ve kurulları da çöker. Dine hizmet aşkına ortalıkta dolaşan bu yabancı kontenjanlara ne denir ki; sadece Maşallah…

Ve bu yabancı kontenjanından dinci dikteciler cumhuriyet rejimini de, dikta rejimine dönüştüren hamleleri dini sohbet içine saklarlar. Emperyal arzuların gölgesinde memleket tanzim ederler, memlekete mirasçı tayin ederler. Gerçek dini kurgu dine çevirmek ve dilleri kanlı bal damlatarak asil dini milletten uzaklaştırmaktır gaye. Bu yabancılaşmayla acılar artar ve mevcut rejim tartışılır hale getirilir.

Akla takılan ise bu dinbaz tiplerin zehir gibi Müslüman kesilip alim ulema sıfatına erişmeleri ve maskot dinci babında en ücralara dek gidebilmeleridir. Ne hikmet ise aşırı rağbet görmeleridir. İsim isim kim bunlar, kim bunlar diye sormaya hiç gerek yok. Onlar kendilerini biliyor, birileri de onları. İşte tarikatlara kadar sızmış, cemaatlere cemiyetlere kadar katılmış bu yabancıların işi, yeni olup da yabancılaşanlar, kontenjanlaşanlar. Bir de yerli olup bir dolu safsatayla dine imana gelenler. Hiç yokken bir oldular bin oldular dine, imana, mezhebe, iç kapıya, dış kapıya, tefsire, peygambere,  kutsal metne, metnin özüne yabancılaştırma faaliyetlerini kolayca sürdürdüler. Eline yüzüne bulaştırdıkları sahte söylemlerle dine yabancılaştırma gerçekleştirildikçe bir ileri aşamaya cesaretlenildi.

On yıllardır sürdürülen kontenjan etkinlikleri çürük meyvalarını vermeye de başladıkça, dinin gücüne gidecek ne senaryolar tasarlandı. Ortadoğu’da, orada, burada. Şu fakir millete dini vecibe sayılarak bir dini sohbet havası estirildi yıllarca. Hanımlara gündüz zatı muhteremlere akşam seansları uygulandı. Yakın uzak bu sohbetlerin müdavimi tanıdığı olanlar olmayanlar bilir traşı. Tanış olmayan bilmezden gelenler ise sanır ki bir muhabbet ortamı var. Yayarlar. Sor soruyu al yanıtı, öğren dini imanı var kapalı mekanlarda . Din adına bilmediklerini veya bildiklerini yokla. Kapalı veya açık devre yayımcılık budur ama işin aslı hiç öyle değil.

Hoş sohbet bir zat anlatıp duracak, sohbete katılanlar mum gibi pür dikkat safa duracak, dilsiz dinleyecek. Atmosfer bu…

Takası tımbırtısı kontenjandan zatı muhtereme bağlı bir yansıma. Sırat, surat ve suret unutulmamalı türünden bir beslenme. işte on yıllardır özellikle başta iş ve politika adamları, saftirik üniversite hocaları, din peşine düşmüş sözde aydınlar, temiz pak insanlar,  bu din tüccarlarının ana malzemesi oldular. Yeni müritleri kandırma rolünü de üstlendiler.

Tarikatlı barikatlı bu aldanışın, yüksek maliyeti bir yana postekiye oturanın dili, dini, cinsi, cinsiyeti, cibiliyeti hiç sorgulanmadı. Sorgulatılmadı. Ağırdan irdeleyiciler ve karşıtlar ayıp günah, küffar, kâfir, hafif, Kızıl kapsamında çözümlendi. Dinleyiciler esrar yutmuşçasına esrarlı bir geleceğe aktarıldı.

Dine yabancılaştıkça kurmaca imana sarılma arttı. Dört el sarılmayanlara çıkarılma ve dinden uzaklaşma veya uzaklaştırma kurgulandı. Tek amaç dini tamamen siyasallaştırma ve siyasallaşan dini de topluma el birliğiyle yayma hedeflendi. Nihai hedef ise iktidar ve iktidarı sürekli kılmaydı. Kısmen başarıldı, şimdi altın vuruş zamanı.

Dine imana, iç kapıya, ceme cemaate, dış kapıya, tarikata kıyamete, cime cemiyete, yabancı istihbaratçı düzeyinde din kaynakçılarının yabancı eli değince her şey öyle bir değişti, öyle bir güzelleşti ki istikbal işte bu noktalara evrildi. Mercek kaydı mertek şah oldu.

Oradan buradan devşirilmiş din büyüğü paresi bahşedilmiş, vakfedilmiş yabancı kontenjanından ocu bucular, narcı nurcular, para pulcular hep himaye edildi hep desteklendi. Hurcu kalesi burcu ilahi emirmişçesine hep bunlara teslim edildi. Dikkat edilmedi hiç ince nakış söylemlere. Sözde ayetler ile desteklenen gizli gayretlere hiç dikkat edilmedi. Azgın sohbetlerde dine, dinsel değerlere, hiç alakasız ne hakaretler gizli olduğunun farkına hiç varılmadı. Varılsa bile dinden imandan sayıldı. Hiç bakılmadı sohbetlerde milletin aklına hangi düşmanlıkları sokuyorlar diye. Alt beyinlere neler şırıngalıyorlar diye. Karanlığın eli hiç görülmedi. Veya öylesine ahkâm kesme ve hakem olma, hâkim kılınma cesareti nereden geliyor, yetkiyi nereden alıyorlar hiç sorgulanmadı.

Bu yabancı kontenjanından sahte dinciler ve yedek kulübesinde oturan yerli dinbazlar dini resmen zaafa uğrattılar. Dini zayıflattıkça zayıflattılar ve kandırdılar. Böylece hiç umulmadık derecede güçlendiler. Ve hedefe ulaştılar.

İşte o yabancı kontenjan softalar ve yerli yedeklerin muhteşem dini sohbetlerinden feyz almaların sonucunda, kutsal asanın ucu rejim değişikliğine kadar dayandı. Haydi hayırlısı…

KIRILMA NOKTASI

Şu fakirleştirilen Memleket tarihinde birçok kırılma noktası yaşadı. Bunlara bir de rejimi hepten yok edecek partili cumhurbaşkanlığı sistemi referandumu eklendi. İleride tarihin yazacağı kırılma noktalarından biri olacak nisan referandumu. Belki de yıkılışın…

Yıkılmaya çalışılan şu asırlık çınar, cumhuriyet; Ortadoğu bataklığında büyük sermayenin kurduğu devletçikler, Balkanlar coğrafyası ve Kafkasya'daki ülkeler gibi kurgu devletlerden değil ki kolayca yıkılsın. Öyle bir cenah var ki, ip üstüne dizilmiş ama pek mümkün de görünmüyor yıkmak. Çünkü son derece güçlü ulusal kimliği olan dünyadaki rolü de asla küçümsenemeyecek, küçültülemeyecek büyük bir devlet bu istenmeyen cumhuriyet. Demokrasisi tam işlemese işletilmese de demokratı, devrimci demokratları yoğun bir memleket. Her yıkılma dönemlerinde bir kıvılcım çakar ve dirilir.

Son on yıllarda dinci demokrasi anlayışıyla yönetilmeye teşebbüsler bir arada yaşama hissi ve ulus devlet formülünü zedeledi. Yine de; “Dalgalarını seven Denizi de sever. Düşmeyi öngören uçmayı da sever. Ama korkuyla yaşayan sadece hayatı izler…” İşte son günlerde korku imparatorluğunun dayattığı geçici, memleketin doğasına aykırı formatı izliyor millet. İllet olanı da, devlet olanı da sessizce bekliyor. Lakin “Sessiz atın çiftesi pek olur.”

Bu el birliğiyle fakirleştirilen büyük ülkenin, tüm ezilen mazlum milletlere entelektüel öncü,  tam bağımsızlık örneği ve devrimci kurtuluş savaşlarının ilkini yapmış, geleceğin modeli olduğunu unutmamak gerekiyor. Son yıllarda bu değerlerden maalesef uzaklaştırıldı memleket. Ayıp ediliyor. Resmen tipik bir Ortadoğu ülkesi konumuna sürükleyen bir kırılma yaşadı, hala da yaşıyor. Fay hatları sıkışınca önce kendisine egemen güçlerin dayattığı ılımlı İslam ipine sarıldı. Sarılınca da İslami taraf kulesi yükseldi ve kıyamet emaresi görülmeye başlandı. Yani Türk İslam sentezinden, ılımlı İslam formüllüne çivileme dalış en dibe, çöl kumuna batınca zamanla yeni yönetim modeli gerektiği gündeme getirildi. Ortaçağ karanlığına, din ve mezhep savaşlarına doğru yol alan dünyada, “yurtta ve dünyada sulh” politikası ile bütünleşmiş bir cumhuriyet modeli elbette yıkılması gereken bir barikattı. Egemen sermaye düğmeye bastı. Kum saati çalışıyor.

Şu asil ama fakirleştirilmiş memleket bunca yıl yıkılmadı ama yok edilmesi tarzında bir kırılma daha yaşatılıyor. Memleket bu son noktaya yaslanana dek en sarsıcı dört veya beş kırılma noktası yaşadı. Yaşadı ve atlattı. Yine kurtulur. Referandumda bu kırılma noktasını da hayırla geçer.

Kırılmalar yaşadıkça güçlendi şu fakirleştirilen memleket. Kırılmaları gördükçe de hayırda bütünleşti millet. Yine öyle olur; “Kırılma daha Cumhuriyetin ilanıyla başladı. Atatürk’ün ölümü ile de devam etti. Bu kırılma sonucunda memleket çok sallandı. Atatürk'ün ölümü kırılmaları noktalandırmadı. Gazi’nin ölümü kimilerine göre asıl kırılma noktası kimilerine göre ise kırılmanın nihayete ermesiydi. Ancak bir türlü bitmedi cumhuriyetle kavgalaşma. Öyle veya böyle ellilere gelindi. İkinci kırılma noktası serbest piyasa ekonomisi ile tanışma ve bu akrabalığın pekiştirilmesi yani NATO'ya giriş ve Kore'ye asker yollama oldu. Kapitalizmin güdümündeki bu  şekillenme çuvala sığmayınca da iki askeri faşist darbe planlaması diğer kırılma noktaları oldu. Hele 12 Eylül askeri faşist darbesi memleketi bugüne taşıyan asıl kırılma noktasıdır…” çünkü bu soylu millet gelmişini geçmişini çok iyi süzer.

12 Eylül faşizmi şu fakir memleketi ileriye götürecek ne kadar aydın varsa aydınlarını,  vatansever gençlerini, örgütlü güçlerini yok etti. Milliyetçi unsurları da silindirden geçirildi. Devrimci potansiyel en zerresine sindirildi. Asıldı kesildi tümü.  Karanlık günlerde ve o günlerden sonra sözde komünizme karşı kullanılan komando kamplarının yerini Akıncı kamplaşmaları aldı. Onlar palazlandırıldı.

Yani Doğu bloku ve SSCB dağılana kadar şu fakirleştirilmiş memlekette İslam kalkanı tercih edildi. Ve bu tip butik örgütlenmeler güçlendirildi. Oluşan yenidünya düzeni Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirirken işte bu Neodinci yapı kullanıldı. Ve tek başına iktidara taşındı.

Şimdi on yılların tek başına iktidarı tek adama evriliyor. Emperyal dünyanın istemi bu. Şu el ele fakirleştirilen memleketin kırılmalar tarihi ve darbeler dönemlerini iyi bilmeden, gerçekleri açık açık görmeden, bu güne ilişkin absürt değerlendirmeler yapmak resmi cahilliktir.

Nisan referandumunun son kırılma noktası olduğunu anımsatmak, ileride hayırla anılmak için ve hayırlı dirilişe katkı sunmak için şarttır…






TÜRBAN CUMHURİYETİ…

Türban on yıllardır her siyasal bunalımda öne çıkarılan bir politik armada. Bu referandum öncesinde kıpırdanmalar var ama henüz meydanlara taşmadı, taşınmadı. Demek ki daha zamanı gelmemiş. Ama büyük bir sıkışma ve referandumda olası geriye düşme öngörüldüğü an on yılların yetişkinleri mazlumeler ve azlemlerle tüm mezlakalar dolar. Avlular ve alanlar yine yeniden bu politik kitleme aracı türbanlılarla dolar taşar.


Ancak avlulardan, alanlar ve mezlakalardan esecek estirilecek fırtına kısmıyla türban, Türban Cumhuriyeti'ne dönüşmesi istenen Cumhuriyet’te artık suni bir kavga.  Eğer tüm çıkmaz yollar yine türbana bağlanırsa suni bir kavga statüsünde kalır. Çünkü yıllar içinde türban için olağandışı rahatlama gelirken birçok şey de değişti. Değiştirildi. Resmen olmadık derecede rahatlama sağlandı türbana. Ve türban severlere. Öyle eskisi gibi türbancık ağlamalar inandırıcı olmaz. Etki tepkiye dönüşür, dönüştürülür kısa zamanda. Ama bu güruh yine de her denileni yapar, bildiğini okur. Çünkü kanacak taze dindaşa oynanır bu ucuz sahneler. Üstelik şimdi memleket tersine düzüne dönüşüyorken…

Yıllardır suni bir gündem yaratılarak sünni-şii dayanıklı bir sistem, türban altında şu fakir memleketi kucakladı.  Türban vasıtasıyla sistem kurcalandı. İlginçtir bu fakir memleket daha en başından genç yaşlı Humeyni’yi seve seve bu hale geldi. Memleket evladı bıyığı terlememiş molla sakallı takkeli gençler ve taktığı türbanı nedeniyle devlet çarkına takılan ve yapmak istediklerini bir türlü yapamayan türbanlı genç kızlar Humeyni’ye aşk besleyerek, uluorta aşkını ifade ederek bugünlere resmen öncülük ettiler.

Mağdur kızlarımızın başlarında türban, mağrur oğlanlarımızın ağızlarında türban savunması ve Şia sevgisi dışa vurdu; “Atatürk Cumhuriyeti'ni değil Humeyni’nin İslam Cumhuriyeti'ni seviyoruz…”

On yıllarca memleketin sünni-şii paydalı ideolojisi sadece türban oldu. Ve ah vah, yazık ünlemleri arasında yayıldı memleket topraklarına. Rol model olarak da üniversite kapılarında bekleşen mazlumu oynayabilecek moda mecmualarından çıkmışçasına renkli türbanlı kızlar seçildi. Türban resmen kullanıldı. Millet kandırıldı. Türban, dinsel siyasal ve sosyal boyutta ilerleyişin sembolü yapıldı. Birden bine türbana nice değerler yüklenip, lafta despot siyasal otorite zayıflatılmaya çalışıldı. Yani türban üzerinden çok yönlü bir siyaset güdümleme mekanizması oluşturuldu.  Toplumun genetiğine uymasa da toplum mühendisliği icrasıyla el birliğiyle siyasi bir dinci doktrin oluşturuldu. Kendiliğinden olmasa da dürtülemeyle, akıl sokmayla İmami boyutta bir düzene özlem kabartıldı.

Sıkıca örtünmenin kutsallığı ve ilahi emirden sayılması hurafelerle, bir birinden farksız uydurma hadislerle, abartıldıkça abartıldı mesele. Türbanın, mutlak uygulanması gereken ilahi bir kural olduğu ve mevcut Cumhuriyetin kurumsal düzeneği içinde yeri olmadığının altı çizildi defaatle. Milletin gözüne gözüne sokuldu, bayrak gibi.  Alıştırıldı. Sadece çizmekle de kalınmadı her türlü avlu, alan, eylemleriyle devletin ve milletin yüzüne gözüne işlendi al yazmalıdan farklı şu türban.

Mazlum kızlarımız ve mahzun oğlanlarımız ve türban sayesinde usul usul milletin aklına sokuldu; “Humeyni’yi ve kurduğu İslami Cumhuriyet yönetimini çok seviyoruz. Bu cumhuriyeti değil…”

Kadına kıza tüm dünyadan evvel her hakkı fazlasıyla sunan, kadını baş tacı eden cumhuriyet karalandıkça karalandı. Bir kara düzende kadını eve kapatan, kadını sadece çocuk doğuracak eş veya doğurtulacak kadın gören ve resmen köleleştiren, sözde dine dayalı devlet mantığı çerçevesinde buluştu şu fakir memleketin güzide evlatları. Kadına cinsiyet ayrımcılığının babasını uygulayan bir mollatik sistemi otomatikman seven bir türbanlı kitle oluştu, oluşturuldu ve cephe genişledi. Ayrıca türbanlı kitleye yatık, yastık takkeli kütle türedi, türetildi

Türbanlı kızlar kitlesi ve takkeliler kadını ikinci tür varlık gören bir sistemi beğendi ve sevdi. Veya işe öyle geldiğinden övdü, övdürüldü. Önce türbanlar takıldı sonra şiarın peşine takılındı. Eğitimde, iş yaşamında, meslek edinmede ve birçok alanda çok keskin engellemeleri özünde barındıran, kapıyı çok eşliliğe dek aralayan bir sözde cumhuriyet makbul sayıldı. Kamusal alanda türban getiren, hatta çarşafı zorunlu kılan bir despotizmi makul gördü şu fakir memleketin şartlandırılmış gençleri, kızlar oğlanlar.

Ve önceleri pastel makyajlı kara türbanlı mucit kızlarımız ve onlar gibi düşünen bıyığı terlememiş imam sakallı macit oğlanlarımız ve her yaştan epey sonranın mütahit takımı her fırsatta sokağa döküldü. İşte geri sayım ta o günlerden başladı.

Her yasal yaptırım zulüm sayıldı ve anında birleşildi. Despotik gerici sisteme sayıldı, söylenildi; “İmam Humeyni’yi de İran Devrimi'ni de seviyoruz. Atatürk devrimleri şeytanidir. Cumhuriyeti ve Atatürk devrimlerini reddediyoruz…”

Hatta bu memleketin ileride rotunu çıkaracak, rotasını değiştirecek türban çıkışını masumane kişisel hak ve özgürlüklerden sayan ilerici, devrimci, yurtsever,  memleket gençliği ve aydınlar da destek verdi bu iğne oyası gibi işlenen oyuna. Çaresiz onlarda çokuluslu oyunun bir parçası oldular ister istemez.

Şimdi o zamanında Humeyni’yi ve mollatik sistemi seven ve sonsuz destek veren, şükran besleyen türbanlı, sarıklı, takkeliler bu gün kimi seviyor, kime âşık ve ilanihaye kime tapıyorlar iyi bakmak gerekiyor. Bu dini motif olarak lanse edilen türbanı kişisel hak ve özgürlük görenlerin bu gün özgürlükleri nasıl ve kimler tarafından ellerinden alınmış ve hala alınıyor iyi görmek gerekiyor.

Tüm mesele dost doğru bakmak ve görmek meselesi. Her şeye rağmen tam anlamıyla iş işten geçmiş değil, bu referandumda gerçekten hayır var…                       

“HAYIR” DİYENLER BULUŞUYOR…

Esenler’de sol tandanslı siyasi partilerin temsilcileri ve sivil toplum örgütleri yetkilileri bir araya gelerek ‘Esenler Hayır Platformu’nu kurdular. Platform referandum süresince çalışmalar yürüterek Esenler’de geçmiş seçimlerin aksine en yüksek “HAYIR” oyunu çıkarmayı hedefliyor.

Özellikle sandığa gitmeyen sol seçmenin üzerinde etki yaratma ve tercih kullanma yönünde propaganda çalışmaları yürütecek “Esenler HAYIR Platformu” sola yakın ve liberal seçmeni de unutmayacak. Platform bileşenleri kurumsal yapılar olarak ayrı ayrı siyasi çalışmalarını yürütebileceği gibi belli zamanlarda ortak çalışmalara ve  eylem birliğine de imza atacaklar.

Bileşenleri itibariyle bu güne kadar Esenler’de kurulmuş en geniş katılımlı yapı olan Esenler Hayır Platformu’nun ilk etkinliği “HAYIR” DİYENLER BULUŞUYOR…” adlı panel olacak. Panel; 18 Şubat cumartesi saat 14.00’te Esenler Avrupa Düğün Salonu’nda…

PLATFORMUN BİLDİRİSİ;

CUMHURİYETİMİZ İÇİN,
DEMOKRASİMİZ İÇİN, 
ÖZGÜRLÜKLERİMİZ İÇİN,
YARINLARIMIZ İÇİN; 
“HAYIR”

Bu memleket, bu mesele hepimizin…         

Memleketin geçmişinde emeğimiz var, geleceğinde hakkımız var… Cumhuriyetimizin kurulmasında birlik ve beraberliğimiz var…

Referandumla daha güzel yarınlar, daha aydınlık ve “Yaşanılır bir Türkiye” kurmak elimizde. 

Bugün içinde yaşadığımız belirsizliğin, kan ve gözyaşının sorumlusu olanlara, yüce halkımız, büyük zorluklarla kurduğumuz cumhuriyetimizi ve bu memleketi emanet etmeyecektir. Rejim değiştirilemeyecektir.

Hükümetsiz devlet öneriliyor.

18 maddelik Anayasa değişikliği önerisi; Meclisi, Başbakanlığı pasifleştirip ortadan kaldıracak, tüm yetkileri tek kişide birleştirecek ve partili Cumhurbaşkanı’nın elinde toplayacak.

“Başkanlık sistemi, demokratik siyasal bir sistem değil, totaliter bir rejimdir…”

Bu anayasa referandumu, var olan tek adam rejimini anayasal güvence altına almayı amaçlıyor.

Halkımıza yalanla, dolanla, çeşitli baskı yöntemleriyle dayatılan bu Anayasa değişikliği önerisi, memleketimizi ayrıştırır, kutuplaştırır, böler ve parçalar.

Hâlbuki bizler bu bereketli topraklarda birlikte, kardeşçe ve huzur içinde yaşamak istiyoruz…

Totaliter rejime, Diktatörlüğe, Faşizme ve Tek adamlığa;  “HAYIR”

Parlamenter sistemin gereği olan kuvvetler ayrılığı ilkesi şu an bile gereğince işletilmiyor. “Yasama, Yürütme ve Yargı” bağımsız değil. Hukukun tarafsızlığı ayaklar altında. Getirilmek istenen Başkanlık sistemi ile kuvvetler ayrılığı tamamen ortadan kaldırılacak. 
Bu anayasa değişiklik önerisine çocuklarımızın yarınları için “HAYIR”

Birey temel hak ve özgürlüklerinin en üst düzeyde korunduğu bir anayasa istiyoruz.

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”

HAYIR”
Cumhuriyetimiz İçin,
Demokrasimiz İçin, 
Özgürlüklerimiz İçin,
Yarınlarımız İçin…

ESENLER HAYIR PLATFORMU



GENÇLER…

Şu ara nedense liderlerin ve siyasetçilerin görevlerinden çok kişilikleriyle ilgileniyorum. Partisi, görevi her neyse beni çok ilgilendirmiyor artık.

Sabah kalkıyoruz televizyonu açıyoruz hepsini görme şansımız var. Akşama kadar görmekle kalmıyor kavgalar, hakaretler havada uçuşuyor, izliyoruz.

Türkiye'nin nüfus çoğunluğu genç, ben demiyorum yapılan istatistikler bunu gösteriyor. Bu araştırmayı da kim yapıyor yine devlet yapıyor. Durum meydanda madem çoğunluğun genç ise nasıl davranmak gerekiyor bir düşünün bakalım.

TV kanallarında gençlere hitaben yapılan programlara bir bakın. Bu yayını yapanlar kusura bakmasınlar; tek kelimeyle berbat. Hepsi depresyonda olan, ana konuları birbirine yamanmasını istedikleri kız ve erkeklerden oluşan şimdi ismini veremeyeceğim şeklinde programlar. Hani neredeyse mahrem kıvamda gençlik filmleri.

TV’ye çıkan siyasetçilere bakalım neredeyse doğumundan itibaren başka bir mesleği olmamış yaşını başını almış kişilerle dolu. Bir partiden diğer partiye zıplayan, zıplayamayan siyasetçiler resmen menfaat kokuyor. Bu ülkede siyasetçi yetiştiren üniversiteler var. Tek dileğim genç, zinde, objektif bakmasını bilen siyasetçilerinde görev alması. Emeklilik nedir bilmeyen siyasetçilere sesleniyorum çekilin.  Çekilin gidin artık. Daha aydın, kültürlü, sığ  düşünmeyen gençler gelsin.

İlime, bilime, kültüre önem vermeyen Arap zihniyetli bir topluluk olduk. Yaşamımızın odak noktası siyaset ve din. Her şeyi İslam’a uydurulmaya çalışılan bir sistem. Bu mudur gençliğe öğreteceğimiz. Yok mu başka konu. Sadece etek boyu, şehvet.

Son günlerde evet, Hayır arasında bıraktılar gençlerimizi. Bölüne bölüne küçüldük. Evet dersen şu olur, hayır dersen bu olur. Bu kadar da dar zihniyetli olmayalım. Zamanı geldiğinde herkes tercihini yapar. Ama ayrıştırmayın lütfen. Gençler her şeye rağmen hayıra yakın gibi zaten. Hem de en yetkin, etkin insanların ağzından duyuyoruz. Bu ülke gençlere kalacak. Bütün çileyi çeken onlar. en zayıf halka olarak gördüğünüz belli. Hak etmiyorlar. Din, mezhep  ayrılığı  yapmadan onları yetiştirelim. Hak ettikleri yaşamı, eğitimi sağlayalım. Yeter.

Artık Yeter. Biz de bir zamanlar gençtik. Hep ayni hikâye…

KENT YANGINI DÖNÜŞÜMLER…

Şu fakir ilçe bir yanı TEM Diğer yanı E5 olan İstanbul ikinci bölgenin en değerli ilçesi. Aslında ahalisi bilmiyor olsa da en zengin ilçe. Bu iki transit yol arasındaki binalar olsun, boş arsalar olsun en değerli toprak parçası. Neredeyse bulunmaz Hint kumaşı. Böyle olunca özellikle Esenlerin giriş ve çıkış mahalleleri kentsel dönüşüm adına her görenin, bilenin, duyanın iştahını kabartıyor.

Ancak şimdiye kadar olan dönüşümler irdelendiğinde “kentsel dönüşüm” ilçede sahte imaj ve montaj doğrultusunda ilerliyor.

Ayrıca her toplumsal girişime inceden sen yapamazsın ben yapacağım mesajı da var…

Kentsel dönüşüm sen yapamazsın ben yapacağım, yarışı içinde güncellendiğinde tahrip etmeden ve talana uğratmadan sonuç elde etmek ise bir hayli güç. Hele lokasyon açısından getirisi bol bölgelerde her türlü projeye ilişkin en üst düzey uzlaşı gerekir.

O halde uygulanabilirliği olan ve düşünülen projeler; çözüm önerileri alınmadan, uygulamalar tartışılmadan veya tartıştırılmadan, yenileme ve dönüşümde uygulanacak model derinlemesine planlanıp programlanmadan, bölgesel, kentsel, kırsal ölçekte, nazım imar planları doğrultusunda gereğince ele alınmadan, hak hukuk çerçevesinde adilane değerlendirilmeden, yeterince sorgulanmadan hayata geçirilemez.

O yüzden taraflar buradayız diyebilmeli ve birlikte çözüm üretecek platformlarda akıl yarıştırmalıdır…

Ortak aklın önerdiği katılımcı, eşitlikçi, ayrıştırmayan, ötekileştirmeyen, tarihsel dokuyu koruyan, çevreyi bozmayan, kirlenmeyi azaltan, istihdam yaratıcı ve doğal afetlere karşı güvenlikte olmak için binaları yenileme, iyileştirme, dirençlendirme veya yeni mimari anlayışlarla en yeniyi yerinde uygulama projeleri ile dönüştürme gündeme getirilmelidir.

Kentleri olduğu yerde yeniden dönüştürmek dünyanın en zor ve imkânsız görülen işlerinin başında gelir. İnsanı mutlu ve huzurlu kılacak kentler planlamak ve kurmak meselenin özü olarak görülmedikçe de sonuç daima hüsran olur.

Tarihsel sürece bakıldığında kentsel dönüşüm yeni bir olgu değil. Ayrıca depremle gündeme gelmiş de değildir. Elbette özünde rant yatar. Kentsel dönüşüm;“ 19. yüzyılda batıda başlayan ve günümüze dek ulaşmış, uygulandığı ülkelere özgü değişkenlikleri de içeren bir kentsel yenileme, kenti soylulaştırma projesidir. Zamanla küçük, büyük, ağır sanayinin şehir merkezleri dışına taşınmasıyla geride kalan, oluşan harabe alanların, izbe görüntülerin iyileştirilmesi kentsel dönüşümün başlıca nedenidir. Yani kentsel dönüşüm özünde sosyo-ekonomik ve fiziki yeni çevreler, yeni şehirler oluşturma gayretidir. Bir başka deyişle sanayi artığı atıl bölgeleri yeniden canlandırma ve hareketlendirme yöntemidir.”

Şu fakir ilçe ve komşularında da bu durum geçerlidir. Örneğin Metris, Cezaevi ve Şişecam’dan boşalan yerlerin bu yönde kullanılması gibi. Eğer projeler doğru uygulanırsa burada siyasal çekişmeler ve çelişkiler dışında bir sorun yok. Mesele küçük orta ölçekli veya mahalle bazlı büyük dönüşümlerde ortaya çıkıyor.

Yani yetki ve sorumluluk kentlilerle paylaşılmadan, uygulanabilirliği hayata geçirilişi hiç tartışılmamış, ani emir ve kararlarla habitat dışı yöntemlerle yol haritası belirleniyor. Deprem odaklı yenilenme, kentsel dönüşüm denilerek alanlar hesapsız kitapsız arsızca metalaştırılıyor. Hazine arazileri bir çırpıda özelleştiriliyor. Kentlerin mevcut yaşam alanları artırımlarla ultra betonlaştırılyor. Başta savunulan ‘depreme önlem’ teması unutuluyor. Ve Kentsel dönüşüm üst üste yığılmış beton bloklardan oluşan çağ hapishaneleri kuruyor. Zaten kentler geleneğin ve çağın gereklerine göre dizayn edilmiyorsa dönüşüm değil başka bir şey yapılmış olur.

Özellikle vatandaşı hissettirmeden ve kamuoyuna çaktırmadan inceden inceye mağdur eden veya edecek izlenimi veren, nedense hangi beklentileri karşılamak için mağduriyet riskini en aza indirgeyememiş, afet riskini de azaltmaktan oldukça uzak, projelere onay vermek çok baş ağrıtır. Riskli alan-riskli yapı ilanı, papyonvari, planı projesi, yedeği olmayan, parçalı-parçacı anlayışla övünç meselesi yapılarak iki sene de kotarılan ama sıkıntıları ömür boyu sürecek, gelecek kuşaklara da sirayet edecek biçimde karşı karşıya kalınan projelerin kentsel dönüşümle alakası olup olmadığı da iyi incelenmelidir.

Ayrıca kentsel bir dönüşüm projesinde, ekonomik ve sosyal boyutunun iyi irdelenmiş, katılımcı, paylaşımcı, mekân müdahaleleri barındırmayan, mülksüzleştirme gayesi gütmeyen, asla mağdur etmeyen bir çizgide olduğuna ve yoksullaştırıcı, yoksunlaştırıcı, büyük sermayeye kaynak aktarıcı bir işlevselliği olmadığını araştırmak, inanmak ve inandırılmak her yurttaşın en temel hakkıdır. 

Kentsel dönüşüm; “ Alt gelir gruplarının zor bela edindikleri yaşam alanlarından tasfiyesi, yoksulların evlerinden barklarından mahallelerinden, semtlerinden vilayetlerinden gönüllü, yarı gönüllü veya metezori tahliyeleriyle oluşturulan alanların halk ve kamu yararı gözetilmeden değerlendirilmesi değildir. Boşaltılan alanların akıl ötesi rant projelerine, yüksek gelirlilere arzı muhtemel lüks konutlara dönüştürülmeden ahalinin de çağdaş, yaşanabilir, sürdürülebilir bir kent ve çevrede yaşama garantisi veren projelere yönelinmelidir. rant odaklı kent girişimciliği yerine insan odaklı kent dönüşümü sistemi önemsenmelidir.

Kentsel dönüşüm projeleri “ve uygulamaları yeterince denetlenmezse üst gelir grupları için bulunmaz nimet, orta ve alt gelir grupları için ise en başta barınma hakkı olmak üzere bir dizi hak ihlalleri ve mağduriyet oluşturur. Her şey bir yana insanları blok beton kutulara hapsetmek de kentsel dönüşümün mantığı ile bağdaşmaz.

Temel sorunu çözme inancı ve bilincine uymayan, yeni somut çözüm önerileri sunmayan küçük, orta ve büyük dönüşüm ve yenileme projeleri yık-yapçı mantıktan öteye geçemez. Sonuçta böyle uygulanan kentsel dönüşüm projeleri kangren olmuş yaraya da asla çözüm olmaz.

































KÖŞE VE KÖŞE DÖNME SEVİCİLİĞİ

Dönülecek köşeleri ve köşe dönmeyi, köşe dönenleri pek seviyor bu memleket.  Özellikle siyasal veya sosyal yaşamın kaşla göz arası köşe dönücülerine ise açık veya aleni aşk besliyor şu millet. Bu besleme alışkanlık yeni bir sevi ve sevicilik formatı sokuyor aşk literatürüne. İllet olmamak elde değil ama hayrı olmayan bir sayrı…

Bu köşe ve köşe dönme seviciliği yüzünden memleket resmen uçurumun kenarında. Millet kızıl kaosun içine içine çekilme aşamasında. Memleket evladı ateşli silahların hâkim olduğu bir köhne bataklığın can pazarında. Memleket ortamı ortaçağın karanlığına denk bir sisteme zorlanma aylarında. Etliye sütlüye karışmadan bir köşeye çekilip köşe olanlar ise yüzünü dönecek köşeler arıyorlar hala. Kıbleler şaşmış, bir köşeye kurulup on yılların klişelerini ballı bedel karşılığında kiliseleştirenler en gözde makamlara kuruluyor.  İcraatlar ve denilenlere inanmayan,  bol kepçe yenilenlere hayıflanan, direnme işini baş tacı edenler ise kıyı köşe sindiriliyor. Bir esenlik karşıtı maraza.

Şu memleket böylesine gergin günler yaşıyorsa eğer, gerçekten köşeler ve köşe dönme seviciliği yüzünden. Sadece anı yaşarlar veya yaşar yaşamazlar yüzünden her şey. Yaşadıkça da akıllanmayıp kanıksayanlar nedeniyle bu kriz. Köşe dönücü hissine katılıp, oraya buraya takılıp bürünmüşler ve büyüklenmişler yüzünden bu sapkın sevi yüklemesi.  

Ve şu garip memleket sessiz sedasız, pürüzsüz belasız, bir alacakaranlık serinliğine mahkûm ise eğer haksız yere bir köşeye atılıp hapis cezası kesilenler yüzünden…

Ve bir köşede bekletilip sırası bir türlü gelmeyenler çoğaldıkça sözde memleket sevgisi rüzgâr ekip fırtına biçenlerle, suskunluğu meslek edinenlere kalıyor. Şimdi öyle arada bir on yıllarca yıllık cezaları göze alarak köşe yazıları karalamaya, bir güzel karalama ilanlarının önü kesilmez ise eğer düzelmez ortalık. Düzelmez bu işler.

Bir köşeden her köşeye sızıp din aromalı siyasal krema tadında köşe yazılarıyla zifiri karanlığın çöküşünü aklayanlar da köşelerden en köşe dönünce müthiş formüller çıkar ortaya. Özgü başkanlık gibi. Bu plastik köşeli kurşun kalemler yüzünden gelindi bu noktaya. Dara çekildi memleket. Köşe dönmek üzerine kurgulanmış dünya görüşlerinin çoğu, zamanlı zamansız din iman mezhep üçgeninde hala geleceği eşeliyor.  Köşe dönücüler eşliğinde bu peşi sıra kısır dönemler yaşam tarzlarına ağır hasar verilmiş bir topluma endeksleniyor. Hep bir şeyler unutuluyor unutturuluyor. Nice bahanelerle de memleket uyutuluyor. Hep köşe dönme, köşe dönmüşler ve gözü dönmüşler sevdası.

Bu köşeci uyanıklar grubu günahına sevabına aldırmadan yapıp ettikçe de köşeleri dönüyorlar. Bu karanlık âlemde bir köşeye oturup kaba veya sapa güçle avına çöken karanlık yüzlerle amansız mücadele etmek de bu yüzden günden güne zorlaşıyor. Birbirinden hiç farkı kalmamış bu köşe dönücülerin,  köşecilerin ve yol ile hasat kesicilerin bir köşede unutulup unutturulup muhafazakârlık ambalajıyla tekrar tekrar kaplanmaları da başka mesele. Ayrıca etaplar halinde köşe döndüren bir araca döndürülen bu mutabakat ile ataya da gök kubbeye de ayıp ediliyor.  Tanrının gök kubbenin ve toprağın altında, fezanın her köşesini görüp bildiği görmezden geliniyor.

Tek hedef sırça köşklere çökmek.  Köşe dönmek zümrütten bir kâse, altından bir köşe farz ediliyor. köşe ve köşe dönmek meselesi memleketin resmi dili oluyor. Başlar sapıtılıyor, saptırılıyor. Baştan çıkmak veya baştan çıkarma kalitesiz egemenlik kurmanın vazgeçilmezliğidir. Kof iktidar kurmak, korumak ve egemenlik kurmak köşe dönücülüğün temellidir. Bu gün değil on yıllar önceden cereyan eden bir kasar döngüdür.

Köşe dönme seviciliği düşünce ve bakış açısına göre değişiklikler gösterir ama görgüsüzlük ilk belirtidir şu fakirleşmenin. Memleketin zenginliğine çöken, öykünenler yüzündendir bu sakar sevicilik. Kendi derdine düşmüş milleti köşeli düşünmeye ve köşe dönenlere, köşe dönmüşlerin ve döndürücüleri peşine takılmaya zorlayan da bu illet sevidir.

Şu referandum ayıracıyla, son günlerde on yıllardır uğraşılıp yaratılan bu gelenekçi muhafazakar milli iradenin de pek seviyor görünmediği bir dönemece evrildi memleket. Köşe dönücülük tutkusuyla hala en iyi köşe dönene aşkı ilan ediliyor olunsa da karşı konulmaz hafiflik veya kaldırılamaz ağırlık dolaşıyor aklın kıyı köşelerinde.  Köşe tutmanın, köşe kapmaca oynamanın ciddi tehlikeleri de barındırdığı bir nebze de olsa görüldü.

Köşeye kurulmak önemlidir. Hele hele başköşeye kurulmak en önemlidir. Bu köşe seviciliğinin başka da sonu yoktur. Gerçi başı da sonu da yoktur. Lakin dayatılan rol odur ki köşe döner modelin başı kıçı oynamalıdır. Yanar döner olmalıdır. Kıyı köşe binbir numara oyun atılmalıdır. Ve köşeci kuklalar hakkıyla oynatılmalıdır. Son tahlilde oryantalist bir makam düşkünlüğüdür, ne pahasına olursa olsun  köşe dönmek dönekliği.

Şimdi o dönemeçte memleket. Hayır,  ve bereket ise seçici tavrıyla siyasal veya sosyal yaşamda köşe, köşe dönme ve köşe dönmüş seviciliğini terki diyar etmekte…





FELSEFE YAPMAK…

Bilgi, kavram, inanç ve kuramlar çözülünce, dayanaksız eleştiriler arttıkça, düşünme yöntemleri de prangalanır. Ve felsefe yapmak modalaşır. Felsefe bilmek başka felsefe yapmak başka. Gelinen noktada gelişmelerin ve olayların neden sonuç ilişkisi üzerinde kafa yormadan kendince soyut birtakım düşünceler ileri sürmek hangi kalıba sığıyor en iyi felsefeciler bilir.

Şimdi felsefenin kökenini ve gelişimini, bu gelişimin yasalarını ve aşamalarını, felsefe okulları ve akımlarını bilmeden toplumsal çatışmalar arasındaki bağı değerlendirmek de boş. Varlık, mantık, ahlâk, estetik, fizikötesi ve bilgi kuramları çerçevesinde ele alınması gereken bir süreçten geçiliyor.

Felsefenin amacı özgürlük, eşitlik, dayanışma ve kardeşliktir. Sanayi devriminden bugüne işleyen düzenek burjuvazi ile proletaryanın çatışması ve birbirinden kopmaması doğrultusunda kendiliğinden programlıdır. Hatta yeri gelir birbirini tamamlayarak da düzeni parlatırlar. Bu iki birbirine karşı keskin taraf bugünün dünyasında uluslararası kapitalist yapılanmaların güdümünde çırpınıyor…

Burjuvazi kaynakların sömürülmesi ve Sürdürülebilir ülkelerde sürdürülmesi milli burjuvazi lerin geçim araçlarının tamamına yakınını elinde tutmasıyla mümkün emperyalizme hizmette sınır tanımıyor bu Yapı bu büyük yapılanmaya hizmetle burjuvazi varlığını kabul edilip servetini atladıkça katıyor siyaseti yedeğini alıp zamanla siyasal gücü de öznel ve nesnel şartlara uygun hale getiriyor çeşitli yollarla ele geçirildiğinde Egemen sınıfların hakimiyeti Resmin tescilleniyor öyle ki mutlak monarşi yıllar evvelinden tasfiye edilmesine karşın Bu Gün Mutlak monarşiye dönüşümün hazırlıkları yapılıyor monarşinin değirmenine su taşınıyor huzur ve istikamet bozulmasının başında bu yola edilmişlik gelir Soylu değerlerinde bitmesiyle burjuvazinin denetiminde biçimlenen bir devlet yapısı oluşur diğer sınıflara ezmek ve boyunduruk altında tutmak aracına dönüşür devlet değişik türde kürdiş burjuva Devletleri mevcudiyetini konular ki hiç zorlanmaz var çünkü tümünde emeğin sermaye tarafından sömürüsü halen devam eder mevcut düzeni korumak için ve baskıyı pekiştirmek için tüm araçları burcuoğlu diktatörlüğünün elinde tutmasına yardımcı olacak aslında Burcu diktatörlüğüne karşı proletarya diktatörlüğü felsefede yerine kalır sömüren azınlıklar sömüren çoğunluğun iktidar savaşıdır her şey Tüm bu ekonomik sistemleri etkileyen bir mekanizmadır dünya ekonomik sistemi felsefe tırnak içinde insan felsefe insan kurtuluşunun kafası ise proleterya da kollarıdır felsefe proleterya ortadan kalkmadan gerçekleşemez pronator yada felsefe gerçekleşmeden ortadan kaldırılamaz kapat felsefe Soğuk Savaş piyonu olmamak üzerine kurumsallaşır resmi ideolojilerle Özgün düşmemeye set vurulur ancak Sonuçta reel politikada millete layığını bulur                       







İŞBİRLİKÇİ İÇGÜÇLER VE DIŞ MİHRAK…

Yakın tarihte yaşananlar iyice irdelendiğinde, olaylara objektif bakıldığında ders alınması gereken birçok gerçekle karşılaşılır. Biri yerli işbirlikçi iç güçler ve dış mihraktır…

Belli isimlerle simgeleşen, emperyalistlerle bütünleşen işbirlikçi iç güçler ve dış mihrak öyle bir güçlenmiş, güçlendirilmiş ki tüm çatışmaların temeli o. Suçlu onlar. Gözler bazen görmeyebilir ama kalp duyar. Nice siyasi davalar vardır düşer veya beraatla sonuçlanır. Ancak akıllarda kalan ve yer tutan hep o en baştaki tutuklanmalar ve sorgulamalardır. Duruşmaların nasıl yapıldığı, nasıl iddianamelerin olduğu, suçlamaların neler olduğu gibi konular zamanla unutulur. Akılda kalan her şeyin komple düzmece hazırlandığıdır. Komplo oldukları da başka bir konudur.

İşte bu tutuklayıcıları sorgucuları ve kati kararcıları yönlendiren siyasi, militarist kanat ve kanaat önderlerinin tutumlarıdır. Bu kuklaların yaptıklarından  ders alınması gerekir. Dersler çıkarmak gerekir. Geçen zamana yazık türden dama tıkılanların boş boşuna içerde yatmalarının hesabını kim verecek o günahkarlar bir bir ortaya çıkarılmalıdır.

Siyaseten sorumlular hep olmayacak bir cümleyi, cümleleri sarf ederler daima. Ama cümle günahtan dış mihrakların emrindeki yerli işbirlikçi güçler ve dış mihrakların işi diye kurtulurlar. Bu kadar kolay olmamalı. Sorgucularınki ise baştan bellidir; doğruları söyle külahları değişiriz. Kara cüppeli kararcılar ise orta karar tavırla emredileni yazarlar, kalem kırarlar. O kadar kolay yırtılmamalı…

Şu fakir memleketin devlet erkan sayılanları, kurum ve kuruluşları öyle incelikli derinlikleri olan komplo teorileri üretir ki dünya şaşar. Komplo kuranlar ise hiç kendilerinden değildir. Üretmeden, türetirler, suçlarlar, tutarlar ve külahlar değişir. Anlaşılmaz, kopyala yapıştır kes, tercüme tutanaklar süreci işletilir. Pabucun pahalı olduğu görülünce de her meseleyi sürece tüm karşı çıkanlara mal ederler ve vebalden sıyrılmaya çalışırlar. Senaryolu sorgulamaların ardından, tam karar aşamasında metazori beyanlar uydurulur. Halk uyutulur.

Bu dış mihrak meselesi her dönem var olan, çözülmesi gereken geçmişten bu güne nice senelere kan doğramış acı bir gerçekliktir. Aslında her karşı direnişi birilerinin adamı olmak veya dış mihrakların işbirlikçileri görmek emperyalist güçlerle yerli işbirliğinin dışa vurumudur. Asıl işbirlikçilerin saklanma metodudur. Ya askeri darbeyle veya sivil diktayla bir süre nadasa bırakılır.

Sonraki sıkışmalarda tekrar temcit pilavı başlar. Elbette böyle diyenlerin çıkması da çok doğaldır. Peki, bu dış mihrak veya mihraklara yerli işbirlikçilik kime ne sağlar. Veya sağlamıştır onu ne soran ne de gören var. Eğer durumu kurtarma, günü rahatlatma emperyal gücün teminatlarıyla sağlanacak ise en umulmadık yerden balon patlar. Acayip şekilde güç kaybetmektir. Dünyaya büyüklenilir ama öyle meydan okumayla falan da özgür ve bağımsız bir gelecek kurulamaz. Bir yere kadardır her şey.

Emperyal sermaye dış mihrak olarak işini bitirdiğinde yerli işbirlikçilerinin de işini çaktırmadan bitirir. İster idari pozisyonda ister isyani potada olsun eritilir. güç tükenir. İnsani boyutta ise kısmi devşirmelerle güç kazanılıyormuş gibi gösterilir.  Bütün argümanları kullanmak kısa bir rahatlatma sağlar. Sonra memleket batar. Yani ekonomik açıdan durum budur. batar, çıkar, bata çıka ölmemecesine nefeslenir memleket.

Sonuçta bir gerçek vardır ki biten bitirir, memleket batma noktasına getirilir. Dış mihrak odaklı yerli yabancı iç işbirlikçiler memleketi batırır ve iç savaşın kapılarına kadar dayandırır. Her şey dış mihraklar ve işbirlikçi yerli yetiştirmelerin işgüzarlığıdır. Batan memleketin batmasına da gözler yumulur. Ölen yiten çocukların bitmeyişine de. Yumoşlar  kendine küçültücü bir dünya kurarlar ve yakın tarihten utanırlar, utanılacak tarihin yazılmasına fırsat veririler.

Kişisel çıkar çatışması, maddi zenginlik çarpılması yüzünden büyük sermayenin kanatları altına girilen bu sıkışmanın sonucu da dış mihrak işidir. Emperyal güçlerle işbirlikçi yerli güçler memlekete kara damgasını vuruşu da iç mihrak işidir. Bir işbirliği olduğu kesin. Damgayı yiyenin de yedirenin de kara kışa rağmen kaçıp kurtulmak için hiç çaresi kalmaz. Başka çare yoktur.

Peki, yıllardır sağda solda sallandıkça sallanan ve çok büyük bir sırmış gibi saklanan bu yerli işbirlikçi iç güçler ve dış mihrak kimdir. Apaçık belli aslında içi dışı bir olmayanlar. İçinde başka dışında bambaşka olanlar. El ele ayni yola yürüyenler.

Yakın tarihte yaşananlar iyice irdelendiğinde çıkarılacak ders işte aynen budur…


MEMLEKET HAYRA DURDU…

Yıllarca ayarlarıyla oynandı memleketin. Oyun üstüne oyun, oynama üzerine oynamalar ayarı iyice bozdu. Saf ayar bozulunca memleket de bozuldu. Her şey bir yana özellikle din, hedeflenen siyasi sürece, ideolojilere ve günlük siyasi gelişmelere sarf edildikçe siyasallaştı. Toplum siyasallaşan din tandanslı eğilip büküldükçe de memleket tam bozuldu.

Şimdi apaçık belirginleşen bu bozukluğu hayra çevirmek şu asil milletin tekelinde.

Son yıllarda tek tek, toptan ve sıkça değişti her şey. Siyasiler sadece dünün karanlığına ulaşabildi, ulaştıkça da toplumu keskinleştirdi. Bu keskinleştirme yarına akan günleri de gerisingeri değiştirdi. Değişim dünün karanlığına koşut yaşama yeni acılar, dertli anılar istifledi. Ve umutlar tükendi. Umut olmadan yaşanmaz ama alan satanların ikamet ettiği en tepeye niceleri dadandı. Orada o yüksek rakımda daha başka kimlerin ikamet ettiği de belirsiz. Belli belki ama korku dağları beklemeye başladı. Söyleyemiyor kimseler.

Şimdi imparatorluk kuran korkuyu hayra çevirmek korkutmayla değişmeyenlerin azminde…

Memlekette ayar zaafı başlayıp, moral değerler de çökünce ele geçen fırsatı değerlendirmeler mermerden kulelerde tepeleme birikti. Oradaki hava da karardıkça karardı. En güzel manzaralar gri betona gömüldü. Mayasında olanlar olmayanlar havaya girdi. Havalandı ve yükseldi. Öyle ki niye girdaba kapıldığını, hangi dini perspektife göre kurtulabileceğini bile umursamayan bir güruh oluştu. Oysa hepsi olmasa da çoğu her şeyi din iman adına yapan tipi tiplerdi. Bir kez ayarı bozulmuştu hayatın. Ayarlar bozulunca da memleket bozuldu. Devlet çöktü.

Şimdi dip yapan şu fakir memleketi yeniden fabrika ayarlarına döndürmek alın teriyle yaşam sürenlerin pençesinde…

Emek ve insan odaklı dünyalar bile Tanrı ve din merkezli öteki dünyaların hevesine kapıldı. Avlularda avlandı, ağulandı. Onlar ki, zamanın sildiği karaladığı müfredat üzerinden, ilgiyi ve bilgiyi hep kurcaladılar. Saklı defineyi kucakladılar. Ve kalsam da bir gitsem de bir türdeş itiraflar ile herkesle ittifak yaptılar. Göz göre göre yeni bir düzen tescilleniyor olunmasına göz yumuldu. Siyaseten sürekli yanılmalar, dinen koyulmuş yasaklar ile cebelleştiler. Bir cibilliyet ve standart sapma mekanizması kuruldu ve ayarlar iyice bozuldu. Hangi gerçek hangisi yanlış, yanlışlar hangi gerçekliğin uzantısıdır birbirine karıştırıldı. Bilmek gerekirdi ama bilmek zorlaştırıldı. Görmek gerekirdi ama kanıtlar ıraklaştırıldı. İyi algılamak gerekirdi ama salgı çoğaltıldı. Yapılabilenler kısıtlı kaldı ve kısıtlı imkânlarla direnilebildi.  En doğrusunu yaptık ettik doğrultusunda, doğru doğru olmaktan da çıkarıldı. Sahte ayarlarla memleketin ahengi bozuldu.

Şimdi bunca suçlu ayarsızlığı hayra döndürmek en sabırlıların bile sabrının tükenmesinde…

Tüketilen kıymetler deryasında, abartılan kimlikler, apartılan titrlar, yalan dolan imajlar gökten yağarmışçasına yağan hisse ortalığından yağlanınca cıvatalar da gevşedi. Ayaklar dolaştı akıl bunca kısa sürede onca varlığa gark olmaya şaştı. Kargaların bile güleceği memleket değişiyor, dönüşüyor, büyüyor hikâyesi ile bu kez ayarlar sıfırlandı.  Havuz başına, kerevetin başköşesine oturanlar servete bulanınca ipe un serildiği de kısmen anlaşıldı. Ama toplumun dini ayarlarıyla da oynandığından tıs çıkmadı. Ses gelmedi. Yani yükselme ve kazanma üzerine kurulmuş bir din bezirgânlığı şu bereketli topraklara bir kere belenmişti. Her şey ama her şey ferdi çıkarlara koşut ve din tabana dönük olabildiğince kullanıldığından ayarlarla oynama hız kesmedi. Ortalık yalama doldu. Yalakalık bollaştı. Asil millet ve fakir memleket soyuldu.

Şimdi bunca soygun sonrası fakirleşmeyi hayra yükseltmek fukaranın sağ ve sol avuçlarında...

Gözünü budaktan sakınmayan kişiler ve bu kişilerin içinde bulunduğu kişilikli kurum ve kuruluşların da ayarlarıyla oynandı. Hepsi yeniden kurgulandı. Montajcıların içeride ve dışarıda kullandıkları dil birbirine tamamen zıt olunca felek de şaştı. Ve dünya arenasında sırt mindere yapıştı. Bayat bir siyasi proje peşinde koşan koşturan cenah bu yenilgilerden ders çıkarmadı. Her bir şeylerin paramparça olmasını asla umursamadı. Hiç bozulmadı. En kolay işler Arapsaçına döndü. Arap baharı açılımlı ve sözde demokrasi temelli yürütülen siyasi programların da ayarı tutmadı. Dil, din, iman, mezhep kardeşliği bir süre dillere dolandı. Ama inandıkları din, dünya dini müsaade etmeyince ilk fırsatta yarenlikten cayıldı. Yüz yılın, bin yılların gerçeği Yurtta Sulh Cihanda Sulh tembihinin ayarlarıyla da oynandı. Teminatlar bozuldu ve savaşçı noktaya gelindi. Bataklığa girilince Memleketin huzuru bozuldu.

Şimdi resmen huzuru bozan bu hazirunu hayra çekilemeyeceğinden istirahate çekmek, nisan ayında çiçeklenecek zeytin dalında…

Tek önemsenen, önemli görülen hedeflenmiş siyaseti sonuca ulaştırmak olunca ideolojilerin de ayarlarıyla oynandı. En sağlam ideolojiler bile son yılların ithal ikame versiyonuna, günün son siyasi verilerine kurban edildi. Ayarsızlık zirve yaptı. Ve sahte ayarlara göre yeni siyaset biçimlendirilip her açmaz da din sayacına bağlanınca ahlaksal bütünleşmede çöktü. Birlik beraberlik te kalmadı. Memleketin dirliği bozuldu.

Şimdi bu kamplaşmaları hayra yönlendirecek pusulayı kaybetmemişlerin resen pusulasında…

Yüz yıla yakın süre olabildiğince güçlü kalan ve olabileceği kadarlık güce odaklı bir değişkenliği kabul eden bir memleketin sabit ayarlarıyla oynandı. Öyle oynandı ki kof güce tapınma arttı ve direnç adına hiçbir şey kalmadı. Özgür düşünce ve özgür irade, özelde tüzelde öz başlıklı ne varsa hemen yalnızlaştırıldı. Emperyalkurnazı kurgu film manevralarıyla devlet anaya yaslanıldı. Devlet bab çarpıldı. Kale içten içe fethedildi. Kendi kalesini kendisi fethedip sevinen, kendi surunu kendi yıkan, kıyamete sur üfleyen bu inlerin peşine takılındı. Bunların topuna ayar olanların peşine ise adam takıldı. Mustan, musibetten kaçmak bile durumu anlatmaya yeter. Yeter de artar. Muz, muhabbet kesildikçe ayar aşımı kurbanlıkların yorumuna yuvalanıldı. Üstüne üstlük ahlaki değerler de çökünce memleket yolsuzluk ambarına yuvarlandı.

Şimdi bu yuvalanmayı hayra yuvarlayacak, yorgun demokratların şahlanışı…

Sonuç itibariyle on yıllarca şu asil Milletin ayarlarıyla olmadık derecede oynandı. Millet düştü, dönüştürüldü. Memleketin ayarları bozulup, Milletin yarısı neredeyse duyarsızlaşınca canım memleket  zayıfladıkça zayıfladı. Memleket böyle bozuldu. Ve zemin kaymaya başladı. Ve iş gelip rejime dayandı. Ve celep çalap arasına sıkıştı asil millet. Memleket hayra durdu.

Şimdi bu rejim karşıtlığını hayra evrimleştirmek evliyaların çelebiliğinde…


COĞRAFYADA ILIMLI İSLAM PROJESİ ÇÖKTÜ

Çift kutuplu dünya doksanlar başında çökünce iki binler başında yeni dünya düzeni başlığında tam sömürücü bir sistem lanse edildi. Uygulamaya geçildi. Bu sistem emperyalist girişimlerle özellikle enerji bölgelerine kaydırıldı. Çağın geçerli enerji kaynakları İslam ülkelerinin topraklarındaydı. Oraya kadar uzandı semin eli.  

Yeni dünya düzeni, global dünya, küresel sermaye derken tek kutuplu yeni dünya düzeni kavramı çöktü yeryüzüne. Ve yeni dünya düzeni çökmeye yakın öyle veya böyle kendi kaderini kendi tayin etmiş İslam ülkelerinin içişlerine müdahale planları devreye sokuldu. Mezhepti, ırktı, terördü, tirandı diyerek ilk terör örgütleri hortlatıldı. Derken ortak paydası İslam ve payı ılımlı İslam projeleri olan bir kalkışma Arap baharı adıyla devreye sokuldu.

Yeni dünya düzeni ılımlı İslam projelerini yürütecek çok uluslu işbirlikçilerini de hareketlendirdi. Dini figürlerin siyaset yapması, siyasi fikirlerin dini motiflerle işlenmesi, uygun düşenlerin ise dine kapılanması için acayip finansal kaynaklar yaratıldı. Bu sayede uydurma ılımlı İslam anlayışı itibar kazanırken antikapitalist ve antiemperyalist direnç yeni modele düşman kaydedildi.

Çamur atanın eli kirlenir, atılan çamurun izi kalır ama kirlenmez. Kimse on yıllarca böyle çamur batak durum göremedi…

Öyle siyasi analizler ve dini saptırmalarla öyle bir model yaratıldı ki ılımlı İslam modeli Kuzey Afrika'dan Ortadoğu'ya kadar uzadı. Bahar azgınlaştı. Popülist ve agresif formatta dinle buluşan bu uzanışın yörüngeleri koordinat landı. Ve yol göstericileri Müslüman olsun olmasın dinden sayıldı. Planların tutmayacağını, programın yürümeyeceğini söyleyenler, bu yöndeki söylemler din dışı ilan edildi.

Ilımlı İslam ve bahar denile denile tüm İslam ülkelerinin iktidarları bir bir yıkıldı. Rejimleri değiştirildi. Yönetimler dinci kesimin zibidilerine bırakıldı. Sonuç tüm İslam coğrafyası dinci terörün eline düşmüş bölgeler olarak anıldı, anılıyor.

Yeni yönetimler ahaliyi milleti göçebeye döndürdü. Ayırdı kayırdı. Eski yeni onların üzerine de geldi emperyal güç. Ülkeler bölünüp parçalandı. Hakkıyla yönetilemeyen memleketler çoğaldı. Yeni haritalar çizildi.

İcazeti gayri Müslüm emperyal egemen güç, halifesi büyük sermaye, temsilcileri dinci provokatörler olan ve zavallı Müslüman ülkelere dayatılan ılımlı İslam düzeni de çöktü. Bahar kara kışa döndü.

Yeni dünya düzeni çöktü, Arap baharı, ılımlı İslam hülyası ve büyük Ortadoğu projesi de çöktü. Yaklaşık on küsur yılda bölge yaşanmaz hale geldi getirildi. Detayları bol yürek yakan bir çizgide tüm dünya İslam'a karşı kutuplaştırıldı. Kendi dinine din düşmanlığı yapanlar türetildi.

An itibariyle dışarıda yağmur yağıyor ve zavallı Arap kızları şu fakir memlekette camdan bakıyor. Bıçkın delikanlıları ise parklardaki kamelyalarda nargile çekiyor, selfi çekiyor. Daha ne olsun.

Bu gidişle bu coğrafya artık 2020’ler ve sonrasında dini ve siyasi zaruretten sayılacak ve yapılacak iç savaşlar ve yeni paylaşım savaşlarının hakimiyetini sürdüreceği bir arena.

Arena, hangi gladyatör ve garantör ülkeleri de içine çekecek zaman gösterecek…


REFERANDUMDAN HER HALÜKARDA “HAYIR” ÇIKIYOR…

Bu gün itibariyle halkta anket, banket, banknot caydırması, kandırması ve kemikleşmesi sağlanmaz ise nisanda yapılması öngörülen refendumdan aritmetik temelde ‘Hayır’ çıktı, çıkar, çıkıyor gibi…

Şimdiye değin yapılan, yaptırılan her siyasi tandanslı anketlerde % 46-48 oranında “Hayır” çıkıyor, evet ise % 41-42 civarında kalıyor. Kararsızlar ise yüzde 10 ve üzerinde bir oranla seyrediyor. Anket dinamiği içinde kararsız oyların dağıtılması halinde ise referandumdan açık ara “Hayır” çıkıyor.

Yani ‘Hayır’cıların lehine altı yedi puanlık bir makas açılması var. Makasın kapanması hükümet ve Cumhurbaşkanı’nın izleyeceği politikanın yanı sıra muhalefetin direncine de bağlı. Eğer ana muhalefet partisi sivil toplum örgütlerini ve diğer “Hayır”cı partiler ile ikiye bölünen ülkücüleri doğru mesajlarla ayni platformda buluşturabilirse sonuç şimdiden belli. Milletin çoğunluğu referandumda ‘Hayır’ der.

Halk üzerine çalışmalar daha başlamadı. İktidar partisi ve seçilmiş Cumhurbaşkanı propaganda yapmak için henüz sahaya inmedi. İktidarın her seçimde kullandığı tüm devlet gücü, iletişim kanalları ve sınırsız imkânlarıyla bu sonuç değişebilir mi? Belli değil. Pek mümkün de gözükmüyor.

Hükümet, seçilmiş Cumhurbaşkanı ve kullanılacak sınırsız mali güce, belediyeler ve sivil toplum örgütlerinden iktidarı destekleyenler de eklenince ibre biraz oynayabilir. Bu destek yeter mi yetmez mi sandık ortaya koyacak. Şimdilik yetmez görüntüsü hâkim.

Siyaseti iyi bilirim havasında referandum bahsine tutuşmak, parti oylarını alt alta yazıp toplamak havanda su dövmek aslında. Çetele tutmak ise böyle gelmiş böyle gidere körü körüne tapınmak. Açıkça görülen bu referandum, 10 Ağustos 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçiminin benzeri bir tabloyu ortaya koyacak. Unutulmaması gereken o seçimde katılımın % 73,4 civarında kalmasıydı. Kamuoyu araştırmaları referanduma katılım oranı arttıkça doğru orantılı “Hayır” oylarının artacağını öngörüyor. Bu kez halk başkanlığa yol vermeyecek gibi.

Yerelden genele amatör, yarı profesyonel ve profesyonel tüm siyasetçilerin 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi yerelden genele nasıl bir tablo ortaya koymuş, dönüp bir daha bakmaları ve çıkan sonucu iyi irdelemeleri gerekir. Kimilerine göre bu seçimde muhalefet tarihi bir fırsatı kaçırdı. Özellikle ana muhalefetin strateji yanlışlığı yüzünden sandığa gitmeyenlerin ağırlıklı olarak muhalefet seçmeni olduğu ve cumhurbaşkanlığın mevcut Cumhurbaşkanına hediye edildiği eleştirileri yapıldı. Her şey bir yana rakamlar yeniden gözden geçirilmeli.

Şu fakir ilçe Esenler’de bile 10 Ağustos 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimine katılım diğer tüm seçimlerde % 85 ve üzerini gördüğü halde %73,4 oranında kaldı. Ve bu oranla tamamlanan seçimde adaylardan mevcut Cumhurbaşkanı; 146.818 oy ve % 66,4 aldı. Ana muhalefet adayı: 50.627 oyda ve % 23,2’de kaldı. Üçüncü aday ise: 23.008 oyla %10,2’yi götürdü.

Yani iktidar partisi tüm seçimlerdeki gibi cumhurbaşkanlığı oyunu da % 65 civarına dayamış. Hem de en düşük katılımın olduğu bir seçimde. Aynı yıl içinde yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 genel seçimlerine bakıldığında iktidar partisi ilkinde % 55,1 oranı yakalamış, 1 Kasım da ise oylarını ancak % 65,4 bağlamış. Eğer yine bu tablolar gerçekleşirse ki gerçekleşmesi muhtemel, memleket genelinde referandum geçmez. Bu kez sandığa giden oran yükselirse ki yükselecek görünüyor “Hayır” oylarında artış olacak. O yüzden iktidar partisinin İstanbul ve memleket düzeyinde “Hayır” çıkmaması için, Esenler’de oyunu en az % 85’lere bağlaması gerekiyor. Yani bir mucize bekleniyor.

İstanbul’un 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçlarına gelince; Toplam seçmen 9.983.130, Kullanılan oy: 7.264.348. yani katılım % 72 oranında kalmış. Mevcut Cumhurbaşkanı 3.567.905 oy ve % 49,83 almış. Ana muhalefet adayı 2.941.368 ve % 41,08 oranda kalmış. Üçüncü aday ise seçimi 650.670 oy ve % 9,09 oranla tamamlamış.

Şimdi nisanda yapılacağı düşünülen referandumda üç aşağı beş yukarı ayni seçim sonuçları alınması halinde, kararsızlara bile gerek kalmadan İstanbul referandumda ‘Hayır’ demiş olacak. Yok, 1 Kasım Genel Seçimi baz alınacak deniyorsa, kasım da 10.312.538 seçmenden 8.926.092’si sandığa gitmiş. Yani katılım % 85 civarında. Ve iktidar partisi %49,2 almış. Kamuoyu araştırmalarına yansıyan biçimiyle iktidar partisi içindeki en az % 10 olduğu söylenen kararsız veya ‘Hayır’cılar bu orana yedirildiğinde de İstanbul’da referandumdan yine ‘Hayır’ çıkar.

Memleket geneline bakılacak olursa 10 Ağustos 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçiminde seçmen 55,9 milyondu. Katılım ise 41.02 milyonda kaldı. Katılım oranı yüzde % 74 küsur. Türkiye için çok düşük bir oran. Yani 15,7 milyon seçmen sandığa gitmedi. Mevcut Cumhurbaşkanı 51,7 oran ile ilk turda cumhurbaşkanı seçildi. Cumhuriyet tarihinin en düşük oy yüzdesiyle seçilen ilk cumhurbaşkanı olarak tarihe geçti. Bu sonuçlarla bile katılmayan % 26’nın yarısı sandığa gider ve yarısı “Hayır” verirse ibre değişir ve memleket genelinde referandumdan “Hayır” çıkar.

Bu referandumda kim çarpılır, kim çakılır belli olacak. Galiba siyasetin matematiği olmaz diyenlere veya aritmetiğe kanıp mevcuda bloklaşanlara, kararsızlar ve diğer seçimlerde sandığa gitmeyenler bu kez kerrat cetvelini yüzde yüz öğretecekler. Ve çıkacak her iki sonuç doğrultusunda siyaset yeniden sil baştan dizayn edilecek.

İşte referandumdan çıkacak her türlü siyasi aritmetiğin memleketi taşıyacağı yol budur; “yeniden yapılanma”…

IÇTE VE DIŞTA SÜRGÜN

İçte ve dışta ansiklopedik derinlikleri olan zor günler yaşanıyor. Aradan yıllar geçtikçe bu komşu bırakmayan dış politika ve yurttaş bırakmayan iç politikanın sebep oldukları sürekli anımsanacak. Bu olağanüstü günlerde anılara geçecek Partili Cumhurbaşkanlığı günlerine gidiyor memleket. Resmen sarı liralar ile sarı öküzler cehennemi bir memleket girdabına sürükleniyor Yüzyıllık Cumhuriyet.

Böyle mi olmalıydı diyenler azaldıkça bir bir gerçekleşiyor en olmaz denilenler. Sıradanlaşmış bir doğrultu izliyor gidişat. Sulandırılmış bir program ve bulandırılmış zihniyet çerçevesinde mafyavari bir devlete doğru dönüşüyor memleket. Emperyalizmin oyunu.

Vahşi kapitalizmin tarzı bir sistemin kurulması ve varlığını sürdürmesi için gerçekten hoşa gitmeyen ve gereksinim duyulan ne varsa kullanılıyor. Faşizm bile. Hem burjuvazi hem de proleter toplumsal sınıflar olmaya devam ettiği halde istenenler olmayınca arena piyonlara kalır. Aslında gizli ve gizemli her şey alenen bu iki sınıf arasındaki çelişkileri körükler. Artık sınıf mınıf kalmadı yalanına sığınılır. Ortaya atılır. Ama çare değildir. Bu iki sınıfsal katmanın birbirinden kopması, koparılması tarihe aykırıdır. Bakalım şu fakir memleketin tarihi nasıl yazılacak.

Bu sağlıksız ayrıcalıklarla sağlanan sahte gerçeklik akademik formasyonlarla topluma yedirilir. Topluma karakalemle çizilen tablolar en renklisi diye dayatılır. Ama bir İroni vurgunudur yakalanılan.

Küresel kriz uyarınca demlendirilen ve değerlendirilen iç dış gerginlik piyasaları kasıp kavurur. On yıllardır para sermaye ilişkisi, emek sermaye çelişkisi, emek sermaye bağlantısı, malların serbest dolaşımı, iş bölümü, öğretim teknolojisi ve makinalaşma iyice unutuldu. Politik ekonomi eleştirisi yok sayıldı. Tüm temel kavramlar iktidar zevkinin devamına ve yaygınlaşmasına kurban edildi. Böyle gidilirse döviz artar, elbette memleket batar.

Ve sürgün başlar. Bu savaş ve sürgün ortamında revaçta olan yazgı edebiyatı, yargı denetimi, yasama şiddeti. Son günler geleceğin bu topraklara neler getireceğini de üç aşağı beş yukarı belli ediyor. İnsanoğlu gerektiği an nerede duracağını bilemeyince noktayı yerli yerine koyamayınca ya da yanlış koyunca kendi kendine düşmanlaşır. Durum bu. Mührü basarken alnına yer. Yeni düşmanlar yaratır. Tüm entellektüel birikimler din odaklı tartışmalarda yok edilir. Aynı mahallede yaşama lüksü yaygınlaştırılır. Ama nafile.

İddia gizli ve gizemli bir başyapıt haline dönüşünce din dahil her şey çağın çok ötesinde bilgelikler bile boşa çıkar. Bulmacayı çözmeye çalışmak da güçleşir. Ve boşa çıkar her şey. Dil ağırlaşır düşünce karmaşıklaşır. Dini ansiklopedik derinlik kaybolur. Siyasi derinlik sığlaşır, sağcılaşır. Yetmez.

Kendi memleketinde sürgünlük işte böyle sürgün verir. Tüm yasal siyasi terminoloji yaklaşımları derhal siyasi ayaklanmadan sayılır. Özgürlükler ise kavram kargaşasına kurban edilir. Sonu gelmez.

Bu açmazda içte ve dışta ağır yenilgilerin başlaması ise kaçınılmazlaşır.



LİDER…
Küçük te olsa büyük te olsa bir topluluğun devamını sağlamak için sürükleyici bir lidere ihtiyaç vardır. İnsanları vatan millet adına ya da ait olduğu topluluğu, kurumu motive eden, toplumu daima ileriye taşıyan lider profili nasıl olmalıdır ki toplum arkasından gitsin.  desteklemeyi seçsin. Lider olmak çokta kolay değildir tabii, yürek ister. eh birazda karizma ister. Tabii bu karizma kısmı görecelidir. Malum, kime göre karizma ? Erkek kadın fark etmez yeter ki halkın gönlüne girsin, kendine hayran bıraktırsın.

Yeter mi yetmez. Lider olunur da biraz da doğulur. Potansiyel olmalı ki üzerine katkıda bulunabilsin. Göze hitap etse de kültür ve bilgi dağarcığı önemlidir. Her ne kadar danışmanları olsa da bildiklerinin üzerinden yardım alması karar vermedeki muhakemesini sağlamlaştırır. Yanlışı önler. Bilgi kişiye aktarılır lakin önemli olan bu bilginin kişi tarafından değerlendirme ve yorumlamayı nasıl yaptığıdır. Bu belki de en önemli noktadır.

Ayrıca yorumlamada objektif olunmalıdır. Yeri geldiğinde empati yapmayı bilmelidir lider. Kalabalık bir kitleye liderlik yapılsa da her şey insanlar içindir. İnsanoğlu robot değildir, duygu denilen birtakım ruh hallerine sahiptir. Öyleyse bir liderin bilmesi gereken diğer bir bilim dalı da insan  psikolojisidir.

Toplumu oluşturan insan olduğu için yine toplum psikolojisidir. Ya da yönettiği bir kurumsa kurum psikolojisini iyi bilmelidir. Yani kısacası çok bilmelidir.

Lider toplumun ebeveyni gibi olmalıdır. Cinsiyetine göre anne yada baba kıvamında. Her zaman dik durmalıdır ama bu duruş gerçekten dik duruş olmalıdır. Öyle göstermelik değil. Öyle makaradan değil. Bu lider her neyin lideri ise duruşu ve verdiği kararlarla insanın yüreğini titretmelidir. Tabii bu titreyiş korkudan değil doğruluktan ve güvenden olmalıdır.


Lider kültürlü olmalıdır ama öylesine değil gerçekten olmalıdır. Yüreğinde sanatçı ruhu olmalıdır. Kulağa çok basit gelebilir ama bir lider dans etmeli, gerçekten sanatın ne olduğunu bilmelidir. Malum, sanatçı ruhu naiftir. İnsanın yüreğini yumuşatır. Bu naiflik beraberinde çevresine de sirayet eder.

Bir kurum veya bir toplum lideri insanı yönettiğine göre, insan da duygu sarmallarından oluştuğuna göre lider de bu toplumun bir parçası olduğundan aynı naiflikte ve aynı duygu sarmalı içerisinde olmalıdır.

Böyle bir lider var mıdır, vardır. Üstelik masmavi gözlüdür…



BİR ŞEHİR KÜSKÜN…

Kar kış ortası tüm şehir yaz güneşinden beter kavruluyor. Yazmak zorlaştıkça zorlaşıyor kara yazgı masalarında. Güneş kırıntıları bulaşıyor sararmış fotoğraf albümlerine.  Günlük güneşlik kış günlerinde bile buz gibi anımsanıyor geciken itibar iadesi, eksik merasimler. Ve akla takılıyor belgesiz tırt belgeseller.

“Afyonkarahisar’da, Dumlupınar’da sizin uşaklar da vardı. Bundan dolayı müsterih ve memnun olabilirsiniz…” M. Kemal Atatürk.

Üç mermidir hepsi kalan; iyilik doğruluk ve dürüstlük. Memleketi ipten almışlıklar göz hapsinde. Olmazları yaşamak ve yolsuz izsiz kalmak gönül rahatlamasını bozdukça akıl mermi çekirdeğinde kalır. Nice değerli hayatlar unutulur veya dünya unutur. Dünyalar unutulur ama tutmamış senaryolar unutulmaz. Şehirleri küstüren tarihi gerçeklerin hepsi de çok az sayıda basılan eserler de saklıdır.

“Mütarekeden sonra husule gelen vaziyeti görünce, çıkabilecek bütün neticeleri tahmin ettim. Daha hiçbir şey olmadan 42 yere telgraf çekerek; bir kongre yapalım, bizim imhamıza karar verilmiştir, savaşmaktan başka bir çare yoktur dedim…”  O. Ağa.

Bu şehir küskünlüğünü doğru yansıtmak için sanat tarihçisi olmak gerekir en hasından. Şehir küskünlüğünü gidermek için ise tarihe sanata doğmak gerekir en alasından.

“Ağa Hazretleri senin hakkında gerekli bilgileri aldıktan sonra çağırttım. Sen Karadeniz köy ve kentlerini koruyacaksın. Pontusçular hangi usulleri kullanıyor ise aynı usulleri çekinmeden kullanın. Bu mücadeleyi kaybedersek tarihten silinme tehlikemiz de vardır, fakat ümitsiz değiliz…” M. Kemal Paşa.

Şehirleri nelerdir küstüren neden küstü küser bellidir. Pencere demirleri paslanmış, sardunyalar öksüz kalmış, yüreklerde nefis ölümünün buruk tadı. Her grupta aynı ilga, aynı ilgisizlik. Hangi kapı aralansa aynı yıkım. Fındık ocakları arasında hapis ve denize komşu bu sahil şehri küsmüş. Küstürülmüş. Şehir Küskünlüğü sürülmüş dünyanın dibine, tarihin namlusuna.

“ Ankara hükümeti, ne emir vermiş ise harfiyen yaptık…”  O Ağa.

Ve yalnız adada gönüller yaslanmış göğe. Aynı safa durulmuş nefti yeşil. Marşlar ruhsuz yürekler paslı olunca küsülür elbette. Bir başka ilgisizlik şehri yalnızlaştırır. Küp gibi küstüren tarihin en tanınmış şehirlerinden olmanın armağanıdır bu küskü. Köşkün, konakların damlarına bir damla değer gözler dolar. O damlalar hiçbir şey değildir denir ama candır küskün şehre.

“…Bu millet uğrunda bir bacağımı ziyan ettim. Düşmanı denize dökünceye kadar icap ederse sedye üzerinde muharebe edeceğim…” O Ağa.

Ticaret genişledikçe haritalar daralır ahali yozlaşır dua bilimcileride  çaresizleşir. Doğa bilimidir tarihe not düşen. tarih  ağzını küskün ağzına kapattığında kalp çalışır. Korkma sakın kelimelerden ve kollardaki çiçek bozukluğundan nefesidir transfer edilen. Şiirsel şehvetten sonra, kollar sona sarıldıkça hayat dört bir yana taşınacaktır, taşınır.

“Birinci Meclis muhaliflerinin, M. Kemal Paşa karşıtlarının, mandacıların, saltanatçılar, şeriatçılar ve hilafetçilerin T.B.M.M’ye yoğun baskıları sonucu; M. Kemal Paşa’nın muhafız birliği kumandanı, öncü kuvvacı Gazi milis Yarbay Topal Osman Ağa’nın başsız naaşı gömüldüğü yerden çıkarılarak bir kağnıya yüklendi. Beyaz gömlek giydirilerek Ulus’ta Meclis binası önünde ay…”

Göz hapsinde şehir. Bu şehir küskün şehir. En kral tarih ve din bezirganlarını kusar kapaklanmış pencerelere ve açıkta demirlemiş gemilere. Ümidi sönmüş ocaklarda közlenir şehir küskünlüğü. Kızgın alevlerin önünde arzı endam eder şehir. Şiirlerle deniz tutması yaşar tek hücreli amipler. Büyük keyif alınan geziler, öfkeye fırtınalara ve depremlere toslar. Dostlar duygularını onca ağırlığına karşın dışa vuramazlar.

“Mustafa Kemal Paşa’yı kıyıya çıkaracak kayığın süsü püsü yerli yerindeydi. Muhteşemdi. Paşa kayığında çivi gibi, zımba gibi, siyah aba zıpkalı, beyaz gömlekli ve ayakları gön çapulalı on yiğit hazır ve nazırdı…” O. Ustanın İbrahim.

Tarihi hiç yanıltmayan, gönlünde hiç korkaklık yaratmayan becerikli mahir insanların şehridir bu şehir. Masumiyetin çılgın, mucit ve cüretkar yüzüdür erleri yiğitleri. Güldür güldür ölüme akarlar gülerek. Asılsız çekiştirmeleri gördükçe küser, onlar küstükçe fosilleri fırlatır kara dalgalara bu küskün şehir. Öyle bir şaşkınlıktır ki yakalanılan kara kışta yaz güneşini azdırır. Şiir kuşudur bu şehir, nice nesilleri yutan nefti yeşil renklidir. Haki ceketlidir. Mavi lacivert ile harmanlanır kıyı boyu. Buz mavisi gök ile buluşur kızaran ufukta.

Mustafa Kemal Paşa, epey sert ve derin mavi, kırk manalı bakışlarını kendisine konağı işaret eden zata yönelterek; “ Topal Osman değil, Cumhuriyetin banisi Osman Ağa Hazretleri…”…

Küskün şehir mavilere bulandığında gönüllüler yanar. Ateş yağar. Küskündür ak köpükten köpüren şehir ve kızgındır. Tanrı yazgısı kralın tahtı sarsılır. Tüm şehrin düş ve inanç dünyası tüketilince, diz çöker dünya. Dünyanın en küskün şehri de kutsalına dokunulunca köpürür, kükrer.

Mustafa Kemal Paşa Osman Ağa’nın oğlu  Mustafa’ya; “ Yavrum, baban Cumhuriyet kurbanıdır…”…

Ve kutsal isyandan doğan diriliş kutsal kitapta yerini bulur, arayan bulur aranılsa bulunur…

TÜCCAR SİYASETİ VE FON
Nisan yağmurları memleketi bereketiyle yıkamaya hazırlanırken, neler yıkılacak, yetkiler hangi şahsa aktarılacak, nereye şahlanılacak, şah kimlere nerede nasıl gözükecek ve şu fakir ülkenin payına ne düşecek öğrenilecek. Ama süreç tüccar siyaseti ile belirleniyor…

Dünya ölçeğinde tarih boyu tüccar zihniyeti ile hükmeden tüccar siyaseti dünden bu güne dini, altını, parayı, taşınır taşınmaz varlığı hep tekeline aldı. Maddi manevi, mali gücü daima elinde tuttu. Şu garip memleket rejim değişikliği referandumu arifesinde esin kaynağı besbelli ve siyaseten sorgulanamayacak bir yola sokuldu. Memleketin temel değerlerinden bir kısmı kırk dokuz yıllığına varlık fonuna devredildi. Böylece bütçe dışı kamu kaynakları tek torbada toplanacak ve harcamalar yapılacak. Gelir bellidir ama gider yerleri muamma. Yüzyıllık kazanımlar sınırsız ve sorumsuz bir fon yapısına ve idaresine emanet. Giderayak tek merkezli hazine kavramı da yok ediliyor. Bu varlık fonuna işlerlik kazandırılınca mali sistem belki rahatlar ama mali disiplin kesinlikle yok olur. Ve hazine sayısı çoğaldıkça çoğalır, çoğaltılır. Bilinmelidir ki bu model imparatorluklar çökerten ve yıkan bir sistemdir.

Zaten on yıllarca babalarının malıymışçasına babalar gibi satarız diyen liboş mantığı satılmadık kazanım bırakmadı. Elde kalanlar en kilit olanlar ve işe yaramazlarıydı. Şimdi sıra onlarda. Tüysüz yetim hakkı hiç düşünülmeden devlet değerleri, Cumhuriyet kazanımları on yıllarca iç edildi. Kimsenin kılı kıpırdamadı. Tüccar siyasete tam yol verildi. Öylesine kıpırdanılmadı ki iş buralara vardı. Her türlü faşizan dayatmalar yüzünden gidişata yeterli tepki de gösterilemedi. Karşı da çıkılamadı. Yapılandırmalar bindirilmiş hazır kıtalarla desteklendi. Göz önündeki yıkıma rağmen, yıkanlara saygı gösterilerek toplam kalite yönetimi algısı yaratıldı. Sonuç zafer üstün zafere endekslendi.

Sözde zaferler kazanıldıkça devleti milleti hiçe sayan, her bir şeyi memleket yararına gören güruh hiç rahatsızlık duymadı. Oh çekti. Of çekenler anında dışlandı. Sürece razı asimetrik algı yönetimine devam edildi. Nabza göre şerbet tüccar zihniyetin amacına ulaşmasını daha da kolaylaştırdı. İş uydu akıllara kaldı. Rehin alınıp kiraya verilen akıllarla da bu güne gelindi. Varlığa, varlıklıya kucak açan bir kör siyasi model oluştu. Şükür siyaseti milleti din, secde, seccade merkezli ayarladı. Harladı.

Varlık, para pul, akıl ve vicdan hiç kullanılmadan on yıllar içinde mevzi değiştirdi. Bu yönde gerekli tüm enstrümanlar hedefe varmak için resmi araç olarak kullanıldı. Hedef kutlu vadiye ulaşmaktı, epey de yakınlaşıldı. Kutsal şifreler peş peşe sıralandıkça sözlükte yer kalmadı. Her sıkışıklıkta tüccar siyaseti resmen ortaya döküldü. Fona devir şimdilik açıkça ifşa edilmese de sonuca varma işleminin ünlem işareti. Varlık fonu aslında zengin kaynakları bulunanlar için toptancı tüccar zihniyeti. Şu fakir memlekette ise fona aktarılacak para bulunamadığından para edecek kurum ve kuruluşlar torbaya eklendi. Şimdi yakın zamanda bir bir satılmaları söz konusu. Yani devlet ileriki süreçte borsa da işlem görür hale gelecek.

Yani bu fon sayesinde memleketin yüz yıldır ayakta kalmasına vesile, kurum ve kuruluşları, yer altı yer üstü hava kaynakları, tarihi değerleri, doğası, turizmi paraya çevrilecek neyi varsa, çevrilip fonun emrine verilecek. Asla denetlenemeyecek vahim bir mali tablo bu. Dünya harcamadığını, harcayamadığını fonlarken, şu fakir memleket sadece harcamak, fondiplemek üzerine inşa ediyor geleceği garantileyen bu modeli.

Ekonomi bu şekil seyrederken memleketin yepyeni macerası başkanlık koltuğunda kim oturacak, başkan kim seçilmeli, başkan kim olacak iddiası. Hep kısır bir yarış. Başkan milletini özgürleştiren demek. Reis yurda esenlik getirmek için seçilmiş demek. Önder top yekun seçilmesi lazım geleni seçmek demek. Hayat hikâyesi sıradan ama övgüye değer kapasite demek. Ancak her şey bir yana itilmiş. Varsa yoksa iş mevcudunda direnmek. Yani tespitleri, hitabeti literatürü ürkütür, ana dilinde konuşur, okur, resmen tüccar zihniyetli siyaset güder, dini, malı, mülkü, varlığı tekeline almış meçhule gider önemseyen yok. Hapse girer sürgünden biter, hala pişti pişer, açık gizli her şeyi bilir, bilir ama bekler bir durum yaşanıyor. O da hoşa gidiyor. Nereye kadar hoşa ne kadar boşa gider belki nisana kadar. Belki de ilanihaye.

Tüccar siyasetini ve varlık kayyumculuğunu yepyeni bir siyasi model, işleri bu aşamaya getireni yepyeni bir lider olarak görüp onaylamak ise nisanda kızak kaydırmak için kar yağmasını beklemek gibi bir şey. Ancak cezveler ateşe sürülmüş piyasada alıcısını bekliyor. Mitolojik bir insan yaratılmış milletten pazarlıksız peşine takılması bekleniyor.

Bu illüzyon gösterisi ne zaman biter, hangi rapora göre aklanır, hangi kitabın ortasından kayıtlarla yorumlanır, hangi geçmiş hikayelere gönül verilir, hangi film izlendikçe izlenilir, varlıklar niye hangi fona aktarılır çok yakında referandumda görülür.

Nisandan sonra tüccar siyaseti de, başkanlık sistemi de batar. Batar batmasına da aradan kim çıkar, fonda ne kalır, işte o belli değil…

GLADYO-TÖRCÜ…

Şu fakir memleket elbette her zaman böylesine benzer, artık yeter bir sona doğru sürüklenir. Son gayret, gidişat önlenemez ise daha beterine de sürüklenecek. Çünkü her şey geçmişte, geçmişin çözülemeyen karanlığında gizli. Gizli derin devlet yapılanmasında…

On yıllarca gladyo kontgerilla namıyla iki tarafı keskin bıçak derin devlet yapılanması şu bereketli topraklarda bir türlü aşılamadı. Gladyo dün başkalarını bu gün bambaşkalarını kullanarak devlet içerisinde gladyatör acımasızlığıyla daima bir katı direniş ortaya koydu.  Devlet içinde devlet olma devamını sağladı.

Gladyo fasa fiso nedenlerle sol karşıtı gücün tarafı ve tetikçisi olarak şu memleket içinde, devlet içinde yuvalandı. Yuvalandırıldı. Ve yavruladıkça yavruladı. Üremesine izin verildi. Yavrular, yavrular yavrulamaz yıllar içinde güçlendi, güçlendirildi. Arada keşfedildiği de oldu ama devlet çıplak yakalanacağından korktu. Ya Gladyo baskın çıktığından ya da derine dalmış kimileri çekindiğinden ipuçlarının üstü hemen örtüldü. Zaten aşk sandığın kadar değil yandığın kadardır. Duvardan bir tuğla olsun çekilemedi.

Çember her daraldığında akıllara ürkü dağıtıldı veya gözler dağlandı. Çözülenler, organize ilişkileri açığa düşenler veya işleri sarpa saptıranlar unutturuldu, unutuldu. Unutmayanların, üstünü örtmeyenlerin ise hali malum. Ya yersen, anlamsız yer biçim kazalar ya da kuytu köşelerde cansız bedenler. Faili meçhul bulunmalar. Bir şekilde sonlandırıldı mesele.

En bariz iş solun dibi kazındı. Sol her yükselişe tırmanışa geçtiğinde olmadık işlerle uğraştırıldı. Sol ve solcu kadrolar ile resmen uğraşıldı. Toplumda güven kaybına neden olacak vakalar tezgâhlandı. Kazandibi gladyo-tör yavrular kumarı hep kazandı. Döneme göre uyanların ve uyuyanların önü açıldı, sağ selamet bırakıldı. Son yıllar itibariyle bakıldığında memlekette Gladyo halen var. Var mıdır sorusuna bile hiç gerek yok. Memleketin sağlığı esenliği için hep görev başında, masa başındalar. Evet var. Velev ki sol kazanmasın, iktidara gelmesin. Budur birincil gaye. Gerçi son on yıllarda at izi it izine karıştı, karıştırıldı ama burada da büyük olasılıkla sonu hesaplanmış birçok senaryoları vardır.

Çünkü yurtta ve bölgede yenidünya düzeni çöktü, ılımlı İslam modeli de tutmadı. Kapitalizme göbekten bağımlı liboş ekonomi politikaları da battı. Dinci güruh durduk yerde göz göre göre marjinalleşti. Veya marjınalleştirildi. Aklı din mezhep bazlı yıkananlar kardeşkanı içmeye alıştırıldı. İşte tam bu kaotik aşamada şu fakir memlekette Gladyo meselesi tekrar değerlendirilmesi gereken bir konudur. Gladyonun alnı secdeye değeni de bir, eli kutsal hazineye uzananı da. Eli silah tutanı da bir kalem tutanı da. Ayıklanmalıdırlar devlet içinde konuşlandıkları yerlerden.

Nedir ki gladyo; “Gladyo için Nazi eskisi faşistler ile CIA'nın kurduğu anti-komünist bir teşkilatlanma denilebilir. Model soğuk savaş döneminde tüm NATO ülkelerinde mutlaka kurulmuştur. Şu fakir memleket de es geçilmemiştir kesinlikle. Böylece ülkelerde bürokrasi, istihbarat, askeri ve devlet yönetimi ABD'nin tekeline geçmiştir. Geçmese de güdümüne ve emrine girmiştir. Bilindik şekli ülkelerin solcularına karşı sözde sivil toplu tüfekli teşkilatlanmadır. Sol kitlesel başarılar kazandıkça Gladyo ile birlikte bu sivil güçler anında devreye sokulmuştur. Olmadık acılar yaşanmıştır. Daima solun önü kesilmiş ve sol hırpalanmıştır.  Öyle ki sol güçlendikçe karanlık plan siyasal cinayetlerden, kitlesel katliamlara kadar vardırılmıştır. Vahşi durumlar yaşanmasından yaşatılmasından asla çekinilmemiştir. Hatta son aşamasında askeri faşist darbelerle toplum gerileştirilmiş ve büyük gücün koşullandırmalarına yatkın biçimde dizayn edilmiştir...” Kim ne diyora bakılmaz, diyar diyar Gladyo işte budur.

Demir perde-doğu blokunun dağılması, duvarların yıkılması ile Gladyo açığa düştü. Gladyonun kullandığı şablonların tamamı gizliliğini kaybetti. Şeması şaşırttı. Kafaları karıştırdı. Kısa sürede tüm Avrupa temizlendi. Umulmadık, en ciddi kimliklerin dahi gizli görevler üstlendiği afişe oldu. Avrupa’da küçük büyük bütün ülkelerde siyaset ve toplum Gladyo-törsüz hale getirildi.

Gladyo belki de öylesine amatör işler çevirmesine karşın bir tek şu fakir memlekette açık verdi de, vermedi. Açığa düştü de, düşmedi. Kim neden saklar, devlet içinde derin devleti kim niye korur hala muamma. Hangi tip iktidar gelse gladyo işlerini, kâğıttan gemilerini yüzdürüyor. Hem de Deniz bitti, kara gitti dünyasında bile umursamazca. Garantörü kim bunun, garnitürü neler kafa yoranı yok. Konu belli aslında ama değil. Hala belli oyunlar oynanıyor, nicesi de oynanabilir. Dur durak yok, durduran yok. Daima bir huzursuzluk ortamı ve tam belirsizlik. Tam bitti derken bambaşka bir gündem gladyo-törcülüğü.

Etnik ve mezhepsel farklılıklar, kültürel çeşitlilik kaşındıkça toplum hızla yozlaşıyor. Yozlaşı arttıkça bağlar zayıflıyor. Kaos yaklaşırken, kapitalin yeri yurdu değişirken yeni laboratuvarlar ve daha gizli çalışmalar kotarılıyor. Ve eksikli gedikli planlar. Sömürgeci baronlara açık çek vermeler. Tam demokrasi, şeffaf devlet, özgür toplum, yolsuzlukla mücadele, insan hakları istendiğinde, daha istem belirdiğinde veya eylemler keskinleştiğinde devlet içinde devlet kara gözlü gladyo ortaya çıkıyor. Her seferinde mevcut iktidar adına bileti kesiyor. Veya Gladyo mucitleri saklanıyor, gladyo-törcükler uluorta ahkâm kesiyor. Tarafı açıkça belli bir gözlemcilik yapılıyor ve büyük güç tarafından düğmeye basılıyor. Yani tüm muhalif yapılar, sol yapılanmalar hala güç kullanılarak sindiriliyor.

Peki, Gladyo buysa, şimdi kimin hizmetinde veya kimler hizmetinde, kime destek sunuyor veya kimlerden destek alıyor öğrenmek lazım. Memleketin geleceği için bu sıcak teması kesmek veya bitirmek şart. Yoksa tarih yine tekerrür eder.

O yüzden her şeye rağmen, gladyosuna, gladyo-törcülere, gladyotörcüklere rağmen zor da olsa şu fakir memlekette hayırlı bir çıkış güncellenmelidir. Aksi takdirde eski günler çok çok özlenir. O hale gelinir…



RÖNESANS, YENİDEN DOĞUŞ…

Duyurulur; Rönesans, rölyef tablolar eşliğinde tasarlanmış sanatsal bir ansiklopedi veya boş zamanlarda ucuzlamış turlarla müze gezmek değil. Ne avlularda üste başa sürülecek hacı yağı esans ne de emeklilik döneminde seans seans oturulup kara, kuru, guaj, pastel, sulu veya yağlı boya resim yapmak, tutkallı bezden tuvaller fırçalamak değil. Floransa romansı, filarmoni orkestrası, müzelik heykeller yontulması, fuarlık güzel tabloların boyanması, mimari boyutta dev eserlere imza atılması da değil sadece. Yaşamın ta kendisidir. Yaşamın esası Rönesans ile tescillenmiştir.

Rönesans Avrupa’da 15. yüzyıldan itibaren hümanizm etkisinde, klasik İlk çağ kültür ve sanatına dayansa da din, bilim, felsefe ve sanatta reformdur. Dini özgürce yaşamanın ve yaratıcı güçlerin doğuşunun temelidir. Düz bir mantıkla ve yüzeysel bakarak anlaşılamaz Rönesans. Baktığını görerek, izlerini takip ederek yaşamı anlamak sanatıdır. Anlamak için öncelikle ortaçağı bilmektir. Ortaçağ karanlığına dönük araştırmalar yapmaktır. Aslında döneme ilişkin gerçekleri gerçekten basit ve yalın değerlendirmek bile yeter anlamaya.

Ayrıca işin özünü kaydıran ve ortaçağ aydınlanmasından dem vurup harman kaldıran veya karşıtlık körükleyen mantıkla ulaşılamaz radikal değişimlere. Rönesansın sürükleyiciliğini ticari, siyasi, kültürel, sanatsal ve dinsel kazanç sağlama yönünde hamle sanmak da ayıp kaçar. Hayata dair ne varsa süpürmek, karanlığın peşine de düşmemek gerekir. Çünkü Rönesans köklü bir değişimin karanlığı yenmesidir. Tarihi aydınlanmanın keşfi ve tespitidir. Özellikle kilisenin toplum yapısındaki egemenliğinin de bitmesidir.

Yani Rönesansı anlamak için Ortaçağ karanlığını iyi öğrenmek gerekir. O yıllarda tüm Avrupa'yı kasıp kavuran bir toplumsal travma yaşandığını görmek gerekir. Ortaçağ karanlığı engizisyon, cadı avı, aforoz, kadın düşmanlığı, Papa seviciliği, kilise bağımlılığı, din içi mezhepler hayranlığı, uyduruk dini mahkemeler ve mezhepler çatışması, diri diri yakma, kelle alma, cinayet ve katliamlar süreci demektir. Elbette bunca kaotik atmosferde her bireysel ve toplumsal olay din ve mezhepler çerçevesinde ele alınmıştır. Ancak her türlü reformlar Rönesans’ın devrimci sanatçıları eliyle topluma yansıtılmıştır. Onlar reformların öncüsü ve Rönesansın müjdecisi olmuşlardır.

Sırrı hala çözülemeyecek boyutta eserlerle dini, doğayı ve duayı birbirinden ayırıp din geleneği dışında yepyeni dengeler oluşturmuşlardır. Anlamsız kısır kavgaların dışında kalarak yaşamı ayrı ayrı irdelemiş ve sanatlaştırmışlardır. Sanatı ilimle bilimle buluşturmuşlardır. Rönesansla insan insan olmuş, sorgulama başlamış ve dini bağnazlık gerilemiştir. Böylece kilisenin bin beşyüz yıllık dini saltanatı yıkılmıştır.

Yani Rönesans sadece sanatsal bir devrim değildir. Yaşamı din dogmasından kurtaran ve yüzlerce binlerce yıl ileriye dönük bir aydınlanmadır. Tüm devrimlerin de anasıdır.  Dinciliği ağırlaşan ve kararan bir yönetim anlayışına ve gerileyen toplum düzenine sistemli karşı çıkış, sanatsal ayak direyiştir. Ve dünyayı değiştiren bir diriliştir. 

Rönesans gerici politik gelişmenin önünün alınması ve ömrünün tamamlanmasıdır. Geleceğin bilim ve sanatla yorumlanmasıdır. Sanatla dini, toplumla siyaseti yakından etkileyen bilimsel bilinç seviyesindeki ilk isyanlardandır. Din simsarlığı boyutunda elde edilmiş zenginliğin ve kilisenin dini buyruklarla üstün nitelikli insan vasfına eriştirdiklerinin izniyle kurulan kara düzenin yıkılmasıdır.

Erinde geçinde tüm dinlerin de, yoz toplumların da içinden geçeceği, yaşamak zorunda olduğu evrensel bir duygudur Rönesans. Öyle dini dalkavukluk ve din popülizmi politikalarla da bu duygu yok sayılamaz, yok edilemez.

Şu fakir memlekette on yıllardır ilim bilim dışılığın düpedüz sahnelenmesine seyirci kalan, duyarsız davranan, protesto etmeyen sanatçılara son dönemeçte son duyurudur. Duyurulur; Rönesans yeniden doğuş demektir…

AYNILIK, AYNİLİK VE AYKIRILIK…

Üst düzey hazırlıklar hep aynı noktaya ayni nakarata çıkar, aykırılarını da yaratır…

On yıllardır inatla değişmeyen, aralarında ayrım olmayan, ayırt edilemeyecek kadar benzer, özdeş, tıpkısı basımdır aynılık. Aynılık ayrılıkları da anında doğurur. Ancak aynileşilir hemen. Aynilik para bazlı olabileceği gibi, mal mülk, madde temelinde de hayata geçirilebilir. Yani her şekliyle aynı ve ayni dostluğun pat diye söylenen sözlerini içerir. Dünyada doğada çekirge kılıklı bostancılar her telden şarkıları besteler de denilebilir. 

Bir dağ başı kentliliği ve kentköylü aynılığı vurur akılları, ayniliği besler dizeleri. Zaaflar sapsarı aynı, zarflar ayni saf sarıdır. Haliyle desteklenir aynılık. Bir dahası bulunmaz ele geçen fırsatın bertarafı şahaneliğe uzayan köprülerden geçi ile ödüllendirilir. Sıvazlanır sırtlar. Aynı şıradan şirretleşmektir aynilik. Ve jiletle çizilir şirinlik aynaları. Yüzler aklanır.

Hiç sıkılmaz yüzlerin, utanmaz kampanyası ayni kampanaları çalar durur. Çaldıkça çalar. Köçek güldüren söyleşiler yerine göre harman, yerine göre dermandır. Ortak nokta aynidir. Acayip bir mavi yolculuk masalıdır çıplak veya pespembe savunulan ve hepsi bir parmak çalınan bal. Yapmacıklık üzerine kurulmuş, kaçak göçek aynı kavramların aynilik mukabili kabulüdür orta yerdeki aynı stil ayni sistemli püskürtme.

Abartılı ve görgüsüz hitleşme ve ayni sözleşmeler ile biçimlendirilir aynılık. Sitemlenen sağduyulu saf beyaz ırkın zaferidir ayni telaş.  Soyut bilgiler diyarında çok uluslu aynileşme ile değişmedir beklenti. Bu öyle bir keskinleşmedir ki bayağılaşma başlar ve bayağı etkiler memleketi. Münasip bir zamanda arpa yulaf boyu ilerlemedir aynilik. Ve bir kızgınlığı yansıtır daima. Soğuk savaş dönemlerinin kırgınlıklarını da yalar yutar yasal süreç.  Aynılığa doğan erkin,  doğurulan işgaller ile aynileşmesidir başa çalınan. Belki de aynı kafaların ayni oyunlarla aynı saydıkları her şeyi ele geçirme operasyonudur süreç. Vardır yoktur her şey geliştirilir, değiştirilir, ziller çalar ve yeni hayat tarzı belirlenir.

Aynilik yayığında ağır aksak işlese de işleyen düzeni bozmaktır maksat. Sonra yeni sistemi düz mantıkla ayni düzeyde ödüllendirmektir mesele. Üst düzey düzeylilik hepsi tamamı kısacık bir andır aslında. O dar anın temsilcisi ve işbirlikçisi olmaktır aynılık. Ayni çerçevede renkli tasvirle, büyüklenmiş tavırla bakılır şehrin çeperine. Hanelerin çatlayan cephelerinde binlerce aç yatar. Görülmez. Yeter bu abuk sabuk yaşamalar ve kara alıntılar labirentinde dolaşmalar diyemez kimseler. Susanlar aynileşirler. Susmayanlar aykırılaştırılır. Değerli mineraller mihenk taşıdır, hatıralar altın madeni, kültürel darbelerle toptan değiştirilirler. Aynilik rüzgarına kapılınılır ve köşk saray kapılanılır. Belki istenen de odur zaten.

Gördük öldük, ölümüne yaşadık oynaklığıdır aynılık. Üstü üstüne gelen yıkımlarda teskeresi bozukluktur aynilik. Aynılık alternatif dünyaya açılan pencereler de muhtemelen aynı mevsimi, ayni beklentiyle bin kez yaşamaktır. Hem de hiç ders çıkarmadan.

Aynıyı yaşamak endamına azize güzellemesi vurdurmaktır. Kıyamete uzayan gönül sızılarını, gönül sazlarını aynileştirmektir. Aşama aşama suskun dillere rüzgârgülü vurmaktır. Aynılık aynı gölün balıklarına dadanmaktır aygın baygın isimlerle, cisimlerle.  Merkezden yürütülen aynılaşma, aynileştirme çabasına yatırım yapmaktır aynılık. Bağlanmaktır hatırlamamaya ve hatırlatmamaya. Durmadan, kötüye yollanan duruma el koymaya çalışanlardan da korkmaktır aynılık.

Hangi kapıdan girilse aynı resmi, ayni rejimi örmektir, görmektir aynılık. Nahoş akşamlara kulak kabartmadan, temerküz kamplarını hikaye hikaye eşelemektir aynılık. Düşmektir. Film çekmektir. Hikâye ayni hikaye, senaryo biraz değiştirilmiştir ama gözlere çalınan aynı gizemdir.

Üst düzey kamplaşmalar örüldükçe, görüldükçe, bilindikçe, eldeki cepteki kırgınlıklar da aynileşir. Saygı duvarını aşar aynılık. Yeni sisteme yaranma telaşı ile atılan adımlar da aynileşir. Simi silinen aynalar değiştirmeyi de yok eder. O yüzden aynılar aynalarda, duvar aynalarında, boy aynalarında kader kısmet aynileşir. Bu aynılık ve aynilik tezgahında alışılmışa hayır çekmek, doğru sayılıp, kabul edilmişe karşıtlık, direnç ve kıvamında terslik, gidişat yönüne isyan ise aykırılıktır. Aynalar günü gelir gösterir eğrisini doğrusunu.


Tarihte aynılık ve ayniliğe karşı daima aykırılıklar kazanmıştır kazanır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder