15 Eylül 2013 Pazar

ASRİ TATİL…

ASRİ TATİL…
 
En Allah‘sız kavgalarda sağa sola savruldum. Hoyratça uykusuzluğa ve yollara. Ummazdım asla, umursamazdım gecelerin bedduasının bu kadar tutacağını, gelip geçenlere bahçemdeki biberleri göstererek, öylesine yeşil öylesine kırmızı, dualarını almayı. O eşine az rastlanır kavga büktü boynumu.
 
Boğaza karşı günaha bulandığım utançla başbaşayım şimdi. Boğaz o denli küsmüş ki bana, altın boynuzlarında dönüyor dünya. Dünya o eski halinde dünya değil. Boynuzlar battıkça bir taraflara gözleri faltaşı. Bir olmuşlar ve beni yargılıyorlar balçık sularda. Karanlığı denize emanet edip yüzmüyorum asla yıldızların parıltısında. Yıldızlar hala benim. Evet değiştim ve yaşlandım, yaşlanıyorum veya. En genç halimde hissedip yaşayamadığım o ince mütevazilikteyim. Nişanı hala bende saklı, nişanlı köprüde. Geçmek üzereyken geçemediğim. Hep iki oda, aynı tuzlu sular ve aynı değişmez ikili.
 
Düşlerim hala o kaosa takılı. Huzuru özlüyorum, tıka basa hayatıma sokmayı. Bitkin gözlerinden öptüğüm uykulu geceleri, üstünü öptüğüm korkuyu, pişmanlığımı ve yüzemediğim denizi seviyorum. Seviyorum en canlı kanlı kavgaları. Canım seni istiyor, belki sende beni. Aynı kavganın tarafı hiç olmadık çünkü kavga bizdik, bilmiyorum, hiç bilmiyorum.
 
Ezbere yaşadım kaç on yıl bilsen, yakışıyor desinler diye, öylece, nasıl olursa, sakınmadan. Test kitabında ıslandığımız gün yazılı ondan sonra neler neler. Dün gibi aklımda onca şey ama yeterince anlatamayacağımı biliyorum. Yeşil yeşil yansıyor aynalara yüzün kendiliğinden ve buğular içinde o gözlere takılıyorum, yeşil. Kıpkırmızı yanmış vücudun, dudağın kuru ve yarı açık. Hep o büyüleniş. Unutmak isteyip tam da unuttum derken bardaktan boşanırcasına yağıyorsun üzerime.
 
Suç suç inliyorsun beynimin kıvrımlarında. Akıl gözüm test kitabını sürüyor önüme, testlerde aç açık bir ağrı, ağrıyorum. Sensiz şehrin doğma büyüme hemşehrisiyim. Ne aranıyorum ne sorgulanıyorum. Kavgalarda ölmüş sen de. Canlı fasıl gecelerde, o uzak kır şehrinde elimi tutup meydana çekelediğin doğuyor içime. Tip bir kekik kokusu ve değişik deyip ardın sıra sürüklendiğimi anıyorum. Üstü kontraplak bir açılır kapanır masa aldığımızı. Şimdi o masalardan var mıdır acaba.
 
Çay bahçelerinin tahta masalarında canlandığımı, candan gülüşünle sandalyeme mıhlandığımı görüyorum. Sonra kara beyaz sakallı, kanser sarısı bir yüzle giriyor anılara, meyhane kuşu çarpılmışlığı sinmiş gözlerine ve görüntülerim siliniyor. Ama hayatı sende özlediğim gerçeğini bilmiyor, hissettirmiyorum ona.
 
Radyodaki o nihavent şarkı gece gündüz aklımda çalıyor. Kelepçesiz bağlıyım gecelere ve aramıza uyku yatıyor. Hınzırca sağına soluna dönenip bir seni bir beni süzüyor. Elimi süremiyorum sana, çırılçıplak düşler kızıyor ve canım yanıyor.
 
Bir yağmur alacasında buluyorum seni kaç yıl sonra bilemiyorum, şemsiyeden süzülen sular ensemden sıcak sıcak, hissetmiyorum. Senden ayrıldığımda sırtım üşüyor, üşüyorum. Titriyorum hatboyunda, boynundaki fuların desenlerini beynime kazımışım renk renk, şaşırıyorum. Sonra her akşam sen, alışverişi öğreniyorum senden, gönlünce gezip tozmayı, işten artan zamanın değerlendirilişini, özlemeyi, okuyorum o sıra başka birlikteliklerin sıradanlığını. Ve sıra çırılçıplak düşlere yatacağımız kıyılara vurmaya geliyor.
 
Alelacele hazırlanıyorum, yıllar var yalnızım ve içimde özüm akıyor, Marmara dar geliyor, dağılıyorum Ege’ye Akdeniz’e. Uzun ve klas bir yolculuktan sonra bir sıcaklık vuruyor başıma, sen deneyimlisin bir gün süren yanılgımız yat gezisinde son buluyor. Bolca içiyor ve dans ediyorsun yıldızlarla. Yerlere saçılmış sevişmeleri izliyorsun, sevişemiyorsun. Yatma vakti geciktikçe gecikiyor. Su kemerlerine ılımış sular yürüyüşe geçecek yarın, biliyorsun. Hayal kırıklığı içinde seni kaybediyorum.
 
Memleket kadar yorgun ve çaresizim, isteksiz ve karar değiştiren bir vaziyetteyim, yol yarenliğim baştan saçma geç anlıyorum. Denize dalıp gözlerimi dinlendiriyorum. Başka çare yok katlanmam gerek. Dalga dalga deliriyorsun ben sessiz sakin izliyorum. Sana sarhoşluk bulaştı, suç üzerine suç işletiyor ben uyumalıyım. Şimdi karşıma çıkıp bu kaçıncı sarhoşluğumdu dersen söylemem.
 
Ne ilk ne son derim, koynuma sızan lambalar sönmüş, güneşe sır vermek olmaz. Gittikçe gündüzüm gecem sana benziyor demek yeter. Çerçeveye sığmayan kalede çekilen tatlı gülüşün hala sıcacık. Donmuşsun dudağındaki ışıltıyla desem, o sarhoşlukta bana yeter. Pırlanta çocuk anası ve babası bu yaz masmavisin, maviye vurdun beni. Ismarlama beyaz bembeyaz dalgalarla alt alta üst üste yeşilin bağrında...

Sabaha ulaşırken masumiyet toz içinde bir yolculuk düşünmemiştim hiç. Beni aştı kıvrıla döküle giden yollar. Bozdu dengemi sancı oturdu yüreğime, otel perdelerinde ağlaşıyor yabancılaşma, yürek o eski yüreğim değil. 

Denizin koyuluğu, karalığı uyutuyor içimde çıldıran zamanı ve zaman ninniliyor aklımı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder