24 Kasım 2013 Pazar

GÖZLERİM MÜEBBET -2-

GÖZLERİM MÜEBBET -2-

KAVGACI

Sarhoşluğunu sevdim ey kavga
Yuvarlandım yoluna
Beynimi, ellerimi, gözlerimi yaktın
Çöktü içime armağanın
Sen nasıl istersen artık öyle olsun
Kavga olmaktan bıktım
Yalama aratan ıslaklıkla yüreğimi
Ateşim alevim ey kavga
Darılma ama seni de aştı.
Yanağımdaki öpücük pahalıya mal oldun
Alışmadan beklediğim beklemeye alıştığım
Acılar yıpratamaz anılarımı
Ne kavgalar yaptı bu garip kavgacı
Kavgam diye bir kitap var
Asla onu okumadı, okuyamadı
Kavgam’ı övenlerle kavgalaştı durdu
Yersiz müdahalelerle bozuldu ahengim
Yuvarlandım boyuna
Kelepçe bileklerimi, beynimi yaktın
Çöktü içime hüzün
Siz nasıl isterseniz artık öyle olsun
Baktım kavga olmuşum
Sarhoşluğunu sevdim ey kavgacı

HAYAL MEYAL

Yavan hayaller kurardım
Ele geçti
Ele geçtim tek ağızda tek kalemde
Rengi bozuk yalanlar, kötülüğü mayalarken
Kitaplığımda eksik raf, utançlarım ve mayasıl
Ajandamda gizli aşk şerbeti saatleri
Koşulsuz içince güzel bi dikişte
Özveri ele geçti
Özenmesemde tutsaklığa, yatmışlığa, hapse
Ele geçtim deneyimsiz yaşımda bin parça
Kandırıldığım gerçek eskimeyen yüzdeki aksi şiirdir
Usanç, aşk akıllısı kitaplarda nafaka
Sayfa sayfa yaşanmamışlık farkıyla
Ruhumda kırık yaş korkusu
Ödünsüz hafifliyor özbenliğim ödülsüz
Özüm göze geldi
Ölüm geldi başa sonra
Kendimden önce sana sadece en sona
Naylon hayaller kuruyorum ...
Ele geçtim, ele geçtin, ele geçtik, ele geçtiniz
Ele geçti
Yalan mermiler kusarım ...

BOŞ GÜRÜLTÜ

Görmez misin doğum günümde öldüğümü
Ocağıma uğramasan da karanfillerle
İçli bir şarkıda seni duyduğumu
Bilmez misin tek başıma kaldığımı, oysa
Gönlünün sıcağına ayarlamıştım buz bedenimi
Kırk vakte kadar mümkünse gördüğün gibi
Makamında seninle konuşmak için
Tam da mevsimiydi kurtulmanın, olursa
Bigün biyerde kalırsam kafamı dinlemek için
Gelemeyeceğini bile bile yolunu gözlerim
Doğduğu gün kaybeden yolcu kim dersen
Birlikte göründüğümüz fotoğrafa bak
Uzağına düşsem de al gülle gibi
Hisli bir şarkıdır senle yaşadığım
Ölmekten beter bir ayrılık kırk vakte kadar
Uğruna ne yaşlar harcadım güle güle
Duymaz mısın her başı bozuk gürültüde
Öldüğüm gün yeniden doğdum görmez misin

HASAR SERVİSİ

Yüksek hasardayım
İçimin insan üstülüğü mazeretçi bugün
Üniformalı düşüşler açığımda demirlemiş
En az kayıplı hırçın saldırılar dalar
Saklanıyorum zillerle
Kurşun geçirmez balolar göğüs dekolteli
Aynı görüşmeler ilaç niyetine
Koruduğunca yanılgı
Bir söz var ki ilgisizce aktardığımı sanma
Sadece uzaklaşabiliyorum ve eşitliyorum
Sarhoşluklarım yarı açık ceza evi çünki
Düşman miğferindeki çiçeği kokluyorum
Altın tavsiyeler uçuk kaçık
İnsan üstü gayret isterik açık saçık
Mazeretim yüksek hasarlılığım bugün
Affeder misin diliyorum çünkü afedersin
İçimdeki köstebek yakalandı.
Anadolu Hisarındayım ...
GÜL ENDER DE OLSA  
Gül ender ayrılık goncasından gocaman
Güler, güler ağlanacaklara
Bir narin kızcağıza benzer kavga
Kulağındaki ninni olsam
Gençlikten yaşlılığa.
Bir sigara içimi uzaklıktasın şimdi
Gülen derki boşa ağlama
Güler tomurcuklanmış al güller
Bir nazik kızancığa benzer sevda
Kucağımdaki tatlı canan
Yaşlılıktan ölüme
Bir sarılma içimi titretircesine şimdi
Ağlama gül, ender de olsa
Güler güler geçeriz nasılsa rüyalara
Bira acayip dünya olmuş bu dünya
Katığındaki bereket olsam
İş başından paydosa
Bir mesai bitimi yakınımdasın şimdi
Kanımdaki canda.
Sakın ha inanma gül geç
Gül goncasından ayrılmış derler
Gücenmem…

AŞKI ANMAYA GÖR

Ana gör ki devrilişimi
Yavrum bak simli diyebilesin
Ben doğurdum onu ve bir daha doğurasın
Doğan da yeniden ilk nefeste
Çocukluğumu ver elime
Muzipçe çiğ sütünü
Siyah buğday ekmeğini ve
Sapsarı mısır unu bulamacını
Hayat üniversitesinde ölümsüzlüğü
Kazanımı, tüm kaybedişler adına, adımı
Serilmişim ayağına ana
Sevmişim devlerin tepegözüyle çocuksu
Gör ki böyle aşk görülmeyesi
Ayağının altı cennet köşesi.

MAİ

İnsanım dünyaya düşman
Dünya bana
Geçici kin bu
Geçici ayrılık bu
Adeta varolma, kavuşma ve ölüm
Sımsıkı sarılacağım can vermeden önce
Birden bire gözden kaybolurken can ışığı
Üstü bez örtülü nüshaya
Nüsha bana
Topraktan içerim suyu
Suyu toprağa
Toprak bana
Kökü en serine en derine varacak
Azaptayım bu maviş kürede
Boşa kürek mavilim su tersine
Çekiyorum üstü naz örtülü cefayı
Kızıl külahlı hafıza heyecanlı
Geçici hafıza kaybındayım
Azılı düşmanımı kaybettim
Mavi atlas yerli yerinde
Dünya ben
Ben dünya
İnsanım, insanım ... insan,

MÜRVETİM KIRMIZILIDIR

Sanadır sana hasretim,
Mürvetim kırmızıdır.
Kırmızılıdır mürvet
Yener yener asla yenilmez
Kara gözlerinde parlak ışık eksilmez
Siyah saçları doğan pençesidir
Perçeminde hüner, ecnebi ayrılıkları
Gider gider asla dönülmez
Kırmızılıdır mehtabım
Mürvetim kırmızıdır.
Karadenizde batar gözümün nuru
Kara sulara düşen sensin
Yüreğimin dengi kırmızılım
Düşer düşer asla kalkamaz
Kırmızılı şehrin kırmızısı kırılmıştır.
Bir şair deşer deşeler yaraları
Yener yener asla yendim diyemez
Mürvet kırmızıdır
Kırmızılım mürvet
Görmeden gitmek varmış kısmette ölüm
Kıyamet kopanda kırmızı ışıkta geçip
Perçemine dokunduğum sensin
Gözünün karasında, ecnebi alışkanlıkları
Mürvetim kırmızılım alışkanlığımsın
Sana sanadır hasretim…
CEZVE

Yanan ateşe köpürüyor cezvem

Aklıma ısmarladım
Bir fincan,
Kopkoyu ve sade,
Utançtan söyleyemediklerim tek hece
Tümceler uçuşuyor gözlerimde
Ses tonun okşuyor tenimi tüm gece
Tepelerin ardında soluk ışıklar
Sözler can yakıyor canan, can
Bitiremediğim mutluluk ezberimde yeşerir
Gün olur biriktirdiğini ekersin ve
Bakarsın hepsi fışkırmış topraktan
Yanan ateşi körüklüyor canan zaman
Bol köpüklü kopkoyu ve sade
Aklıma uydum
Son ceza ve ilk suç
Donuk, kırmızılı esiyor hafif rüzgar
Bir tutam
Hatboyu ve seda
Usançtan gizleyemediklerim tek parça
Parçalarımı topluyorum sözlerinde
Ses tonun okşuyor tenimi tüm gece
Tepelerin eteğinde soluk yüzler.

BİR NUR VURURSA

Bir mum diktim kilisede
Adadım kendimi sana
Bir nur vurdu alnıma
Yeni erim, o yerli değilim artık
Yetişin yoldaşlar er vakitte
Güneş ufka doğanda
İki rekat namaza durdum Yeni Cami’ de
Bir nur değdi yüreğime
Ali değilim artık, o yerdeyim, yerliyim
Savuşun dostlar er vakitte
Düşman kurşununu sıkanda
Ne sen kilisede ne ben camide ne de
Aynı mezara giren iki sevgiliyiz,
Mum diktim, namaz kıldım, ayıldım
Bir nur saçıldı dört yana
Güzellerim ölümlü değilim artık
O yerli idim, yoluna yeni erim, yolcuyum
Kurşuna kurşun rastlar er vakitte
Sevdalar sala yatanda
Ne sen ağla ne ben güleyim ne de
Aynı rüyayı gören iki faniyiz.
Söz dizdim beynamaz oldum, açıldım
Bir nur yağdı üzerime
Aradım sende kendimi
Bir can buldum klişe değil ...

ATA NEFESİ

Merdiveni çürük medeniyet
Havaya uzar başın uzarda
Günü kurtarmaya yakın
Gökkuşağı renkleri bozar sanatını.
Pırıl pırıl teninde taze ve temiz okşayışlarla
Bir pencere açılır kısır sokağa
Kararmış mandallarla tutturulmuştur
Al ipekli çamaşırlar
Bembeyaz canlanış merdivenler çatıldığında
Medeniyetin oksijensiz kucağına akar
Üstün körü kullanılmalar ve
Havayı döven gürültülerle
Şahikasına varmışım ata nefesiyle
Başımda tercüme edilemez sıcaklıklar
Günü bitirme sakın
Havaya uzar başım uzar da
Medeniyetin merdiveni çürük .

KURUMUŞ PINAR

Bindallıyamı aldandın pınarım
Kuru çaylar selama durmuş
Aksular ağlamış
Kendini dağlara vurdun
Nikahını sattığım askılara çıkmalar
Aklın uzağına kaçmalar niye
Pınarım bindallıya mı sardın yüreğini
Kuru çaylar kelama susmuş
Aksular kalaylarmış
Vurdun kendini dağlara
Harına uzattığım eller yanmış
Askıdan askıya kaçmalar niye
Çıkarken aklın uzağına
Pınarım yakalanmamak da varmış
Yolu kesmiş candarmalar
Can dayanmaz aksunun şenliğine
Kuru çaylar çaya oturmuş
Çayda çıra ve bindallı ve dal
Dalga dalga aksular
Şebinden suyun şehrine yol almış
Bindallıya mı sarındın pınarım.

KİTAP TOPRAK OLDU

Dalkavuklar çemberinden dışa vurdum
İzlerin en olumlusuna basmadan mührü
Yılmadan, ölmeden, tırsmadan
Bataryaları boşalmışçasına dingin, durgun
Çarpışmaların öbeğinden çıkıp dargın
Kuru ciltlere has cıvık maskelere inat
Çepeçevre korunulası insancıllık parlaktır.
Aylar var yıllar gözlerimde pus
Adamın biri gece bekçisi sus
Diğeri en azılısından gece işçisidir
Sağır sultan öldü hafif uykularda,
Karakol gemileri top patlatırken işveyle
Kemençe solfej asistanlık seviyesinde işsizler
İlkbahara denk günlere aşıklar sustu
Elifi okuyamadan kitaplar karatoprak ...

ANNEMİN GÜNÜ

Anneler günün kutlu olsun anam
Aksu inmiş gözüne, ikisine de
Vay olsun ki vay anam
Görüp seçemesen de duyarsın
Sesim aynı kaldı anam
Kutsuz oğlunum baş belan
Ne belalara dolandım bilsen anam
Vur şamarı yanağıma, ikisine de
Huy olsun ki iyi huylar anam
Varıp gelemesem de kucağına
Suçum ayrı kalmak anam
Mutsuz oğlunum baş sevdan
Ne sevdalara yandım bilsen anam
Dur öpeyim yanağını, ikisini de
Ver öpeyim elini, ikisini de
Anneler günün kutlu olsun anam.

SU VE SÖZ

Demir yolarında taşınır sözcüklerim
Dediği dedik vagonlarla
Düdüğü hasta yarınlara üflenir trenimin
Eşlik etmesen de uyar etsen de
Korkmaz geceler korkusuz sabahlardan
Çeker gider çiçekler mikrop gecelere
Yoksulluğun anayasasını oynar raylar
Kestiği kestik duruşlarla
Ne azgın bir çiftleşme bu
Babası düdüksüz yosmalar garında
Aksar şişmiş bacaklar yüzler renksiz
Kesin delil taşlaşmış sözcüklerdir
Bir sohbet anı ihaneti bu
Hiçbir şey söyleyemez sevgililer .

TEMMUZ SONU

Boşa gitmeyecek iyiliklerle ör
İpekböceği gibi
İpeksi
Ağustos böceği gibi
Yaşamayı insanca
İnandığınca yaşat
Yaşa, gör ve inan, aç açına
Yağmalanamayacak gençliğin
Fuzuli hislerle doğan iç zenginliğin
Güler yüzlü bir deniz kenarında
Armağanın çakıltaşları
Kullanma kılavuzsuz erimeler boşa
Anlayacağın gibi
Yanlışsız
Yaşa ...

ALTIN RENKLİ ÇİZGİ

Altı yıl var altın renk çizgiyi geçip
Devrimin beşiğinde önsözü okuyalı
Dalgalanan pankartlarda çocuksuluğumu
Erken yaşlandım besbelli çok erken
Yeğlediğim buluşmalar ziyaretçi tutkusundan
Manifestosunu çok geç yazdım aşkın
Hapse yenik düşünce mayıs başları çepeçevre
Katına ne girişimler sürdürdüm bilsen
Tüm izlerin silinmiş angaryalar omzumda
Kaygılı bir sürgünde ömrüm kayıplarda
En ücra köşesinde konforun eksik yaşanmışlıklar
Sonsuzluğu ölçüyorum ellerimde beynim
Ödeyemeyeceğim borç yükü altında nefesim
Göz görebildiğince zenginlik adatısı yontusu
Kırsalda bir kıvılcım çaktı sakince
Kaç yıl var acıyla geçmiş saymadım
Yer kabuğu sancıyla çatlar sensiz
Ayaklarım ayaklandı çekincesiz, çotanaksız
Dalgalanan al bayrakta orak çekiç
Len yoldaş in ovalara dağlara
O vakit hevesle doğacak kızıl güneş
Öpecek dudağından altın renk çizgiyi seçip .

UZAĞA KAÇIŞ

Kaçtıkça yakalanacağını bilsen
Uzattıkça arayı yanacağını
Abayı yakacağını
Uzanırdın göğsüme tek parça biterdi.
Annene kızma nolursun
Uçsuz sonsuz uçuk sevdasını horlama
Astığı resimleri duvarda
Kınama abartma nolursun
Babanı çıldırasıya sevgili ettiği için varsın
Sevgilinin gül emanetisin
Sevginin meyvesi o, nur
Tanır mıydın beni baban sayıp, sonra sevip
 Annen doğurmasaydı baban hatrına seni
Astığım resimlerin yüreğimde
Uçsuz bucaksız donuk sevdaları zorlama
Ve bana kızma nolursun
Uzanırım göğsüne bir parça yeterdi
Arayı uzatacağını
Uzattıkça abayı yakacağımı
Kaçtıkça yakalanacağımı bilseydim
Tutardım, tutardım, bırakmazdım.

IRAKTA ÖLÜM VAR

İpek ipek süzüldü karayol havaya
Yasemin kokuyor düşler kokla
Şükranla ay dargın baygın savaş var
Eşime dostuma mart ayı matemleri
Bir savaş başladı uzakta insafsızca
Er vakit cahilce mevzilendi hevessiz
Ateşi yüreğe yakın, soğuyor hava hızla
Ben burada yatamam küçük dünyalım
Yüzüme bakma uykulu uykulu uyan uyan
Kara yılan kıvrıldı usul usul üstüne
Gül kokuyor başı al dağlar üşüme
Doğanla ölen yaşamadan kardeşçe
Düşmen bir başına dövünüyor görüyorum
Evime ocağıma ırak ol ölüm.

VURDU IŞIK

Aynaya ışığın vurdu
Çatlattın aynayı
Kadeh de kırık
Rakı ispirtolu, yarı sahte
Oynamaya vurdun nurum
Oynattın aklımı
Kalp de kırık
Rakkase portolu, yarı çingene
Aynada yüzün soldu
Sararttın aynayı
Kader de kırık
Nakkaştepe işportacı, sahte cennet
Eğer handa öze can değerse
Mürvet güle yakınsa
Güneş doğanda er vakit
Aynaya nurun vurur
Bir mayıs akşamıdır ipek şallı
Kadehlerde kırık aşklar
Çınlatır dünyayı
Çatlattığın aynaya
Hülyalı ışığım vurdu.

VAZİYET VASİYET…

Ordular kesse de yolu
Kolluk kuvvetleriyle kesişse de patikalar
Orda kesede bir ev var
Ahalisini fikirler yönetir kitaplar
Sevimsiz geceler intikam kusar ve kızılca kıyamet
Üzerine harfler kazılı ağaçlar devrilir
Yazılı duvarlar badanayla delirir
Bedava sayılan yıldızlar küser sırayla
El ayak çekilir karagözlü dünyadan kasten
Bütün kaybım birkaç kitaptan ibarete sevinilir
Hayatım hayatına inan sevdana
Çünki deniz derya kazanılmış vizesiz
Yine de İstanbul haram bize
Orda kesede bir ev var ya
Ahalisini fikirlerin yönettiği kitapların
İşte o kesedeki evin yamacına gömün
Eğer kesik kesik yağan mermilere değerse başım
Vurulduğum yer neresi olursa olsun oraya .

DİZELER DİZİLİR ONCA

Diz üstü kotlanmışım
Caddelerin ışıltısına kanıp
Annemin gününde
Perde
Gömleğime dolmuş muhabbet
Gözlerim müebbet
Sabahın köründe
Körpe.
Annemin gözünde çocuğum
Evlerin ışıltısına
Diz üstü kotlanmışım.
Siyah beyaz fotoğraflarda sırıtan
Halimle ...

HAYAT RAFI

Hayat denen külüstür rafın önündeyim
Kırk ciltlik ıvır zıvır seti elimde
Capcanlı bir ışık üzerimi örtüyor inceden
Karşı kıyıda dağılmayan hüznün şarkısı
Denize çıkıyor tüm caddeler, ara sokaklar
Sırf hiç dönmemecesine karaya, ufka yüzer gibi
Bagajını yitirmiş tüm yolcular gibi şaşkın
Gözlerimi kırpmadan bakıyorum güneş yanığı
Külüstür rafta kırk ciltlik hayat hatıralarıma
Kırmızılı kabartmalı tuhaf sahneli oyun
Abuk subuk yakınlıklarla iç içe ama sahici
El yordamıyla bulduğum dünya ihanette
Şikayetim ulu orta itiraflara
Yarı karanlıkta güç bela izliyorum şehri
Ağlıyor kaldırımlar kaybedilmiş yıllara
Git artık kılı kırk yaran kara sevda git
Sığındığım bu liman geri dönüşsüz
Aslında rafta boş kırk ciltlik sette .

TANIDIK YÜZ

Uzun oynuyorum oyunu
Ellerimde müdahale titremesi
Kaç kişi geçip gidiyor önümden sırayla
Ben garip, yolcu otobüsü gelmez duraktayım.
Ayağımı sürüyerek hudut dışına.
Ciğerim kanıyor, ısrarla kaçmaktayım.
Uzuyorsa uzasın ak düşmüş saçlarım
Ellerimi yakıyor ellerin
Nefis bir gündü beni yaktığın gün
Uydurma adımlarla veda ediyorum geceye
Nice hatırlatmalar haftası yaşadım yine.
Hafızamda bir kayıp gemi boğuşuyor dalgalarla
Kaptan ben o deniz kızını tanıyorum.
MIZIKÇI

Mızıkçısın ufak tefek işler gören

Sepetlenmesi imkansız sepkensin
Felaket gibi çöken imansız
İyice kötüleşince melodi ufaktan
Mızıka düşünceli ve suçlu
Kırıtarak sustu
Küstü mızıkacı.
Güzelliği saklıyorsun yasak bakışlarda
Görmek imkansız safkansın
Zehirli çiçek gibi kokan insafsız
İyice bozulduğunda ahenk ufaktan
Çınlayan tek ses barış
Herkes birbirine düşman
Kahrolası dünyada alkışsız
Savaş kustu.
Azıtarak mızmızca
Mızıkçılığın böylesi hiç görülmedi .

EZBERCİ

Ezberletmişim bu güz yağmurlarını
İçimde ıslak ayrılıklardan
Şiirler yüreğimin sapağında kupkuru
Anılarım rüya gibi yumuşakça
Ezer başımı acısı beter mi beter yangın
Hücremde dolaşır serçeler
Çatıda yasak tümceler şenliği
Bilirsin dayanır yürek yiğitçe
Aşka, ihtiyaçtan yalan söylenir
Ezberlemişim ben bu geceden kaçan güneşi
Ağıtlar açılmamış mektuplarda feryatta
Yazılmamış doğumlar arefesindeyim
Yıkık duvarlara karşı şarap yudumladık
Sıcak düşlerim derya gibi delice
Bahar gözlü sevgilinin eli yanağımda
Düşlerime aradım şiirlerimi
Döşümde kıvranırken hayalin
Sokak lambasının sarı izinde öptüm seni
Pırıl pırıl dökülüyordu saatler
Hücremde aşk sesi dolaşır
Yüreğimde devrilen sehpa gibi
Baharın asi ölümsüzlüğü fırtınanın ortasına
Ezberlemişsin ne fayda güz yağmurlarını.

MİRASYEDİ

Bir mahmur şarkıdır mirasın
Aynada yansıyan esrar dede efendiden
Usta çiviye çekicini sallar
Yitik yılların peşinden o utanan ses
Vurmalı çalgılar eşliğinde
Mahmur bakışlı büst tamamlanır
Duvardaki çiviye asılsın siyah beyaz
Bira mahmur bakış saklamışsın ayazda
Yüzünden yansıyan giz bende kayıtlı
Usta kalem oynatır zorla
Mahur beste yerine mahmur yazıp
Bitik bedenin ardında o sessiz delikanlı
Mirasını yiye yiye bitirememiş.

ANAM

Anam bir garip kadın
Kar yağmış saçlarında hint kınası pası
Ne bayat günler çalınmış yüreğimden
Doğanları beslemiş göğsündeki pınarla
Elinden tutmuş ibiş rüyaları yürütmüş
Görmüş genç yaşında anam
Fetihler sana kurban anam
Er geç elini tersiyle itersin azrail’i
Vaktinden önce düğün yaman
Bu hayat sana dar gelinliktir.
Anam bir galip kadın
Hemide bir garip kadın ...
AYNALI SÖZ
Kravatım aynalı gözde asılı
Boynum kıldan ince
Sirenler çalıyor gecenin bir vakti
Yandan reis reis diye söylenen saçma şiirler
Televizyon yine açık kalmış komşuda
Belimde kocaman bir ağrı peydahlandı
Rahatım kaçıyor yine, yağmur pencerede
Ayakkabımın altı delik deşik
Kravüze ceketim duvardaki çivide
Koynumda buzdan inci
Adı çalınıyor kulağıma yalnızlık var
Çınlıyor mu kulağın aynasız yar
Sevenler ölüyor gecenin bir vakti
Düştüm senden önce
Kabahatlerim aynalı gözde saklı
SİLLE TOKAT
Zincirlenmişim sillesini yediğim zamana
Abartmadan iyimserliğin kollarına atılırım
Hep sen vardın gibi herşeyde sen gibi öylece
Karşı boş binanın kırık pencerelerinde bile
Çatı katında usta yaşamı yaşar gibi dahice
Bir korkak dünyalıyım doğaya aykırı inan öyleyim
Hadsaffada tembelliğin tadını içiyorum seninle
Kendimi adadığım sokaklarda kar parıltılı isyan
Zorlanıyorum kararlarımda yalnızca çelişkiler
Önemsiz yürüyüşün dikkatli yolcusuyum da
Kursağımda kaldı pişmanlıklarım yutamıyorum
Bir işe yaramıyorum besbelli ondan
Diline hakim olamayınca ne fayda canan
Can çekişiyor silleyi savuran zaman.

UMUT

Umudun oğlu umut
Yaprak aşısı sona ermeden doğan
Adı kulağında yabancı bir terennüm
Boncuk boncuk dökülen baharda boğulan
Her yaz başı dikilen sulanan
Güzün gizeminde filizlenen
Kara kışta beyaz beyaz salınan
İyimserliğin özü bilgiyle doğan
Kendi kendine inanan
Deneyimlerle kanayan, kanan
Kaynasın umudun oğlum umut
Kanmasın gönlün ölümlere hiçbir zaman
Hayat upuzun bir tekrardan ibaret
Ateş yanar döner söner, ateştir evet
Adı kulağımda yabancı bir terennüm
Aşılar tuttu daha doğmadan güneş
Umut oğlu umut .

HAİN MAİN

Can simidimsin,
Şahidimsin
Bir sen gördün Tanrı’ya yakarışımı
En yakışıksız anımda
Adım nedense vatan haini
Peki dedemin şeref madalyası
Sana sığınmışım
Lahitimsin
Bir sen fısıldadın Tanrı’ya inanışımı
En günahsız yanımı da
Aşkım nedense vatan haini
Peki dedenin temel attığı köprü
Sona bağlanmışım
Mutluluğumsun
Can dostumsun.

SİMGESEL İNAT

Yeni bir dil dillenmiş tuvallerde
Son dönem uygarlığına ithafen duvarda
Yazılarla simgelerle,
Yolar işaretli
Anlatabilmek o yaratılan dille
Renkleri, figürleri, üçgeni
Karşılığı insan olanı
Ederi yılar
Duran ve yahut kıpraşan canhiraş varlığım
Son üç yaşıma kendini tak tak vuran
Kapıda bir avuç açılmış sonsuza
Her insanın yazabildiğince kısa ve hoş
Geçmişe atılmış imza gibi boşa değilsin
Yazar çizer tayfasına sürpriz tiraj
Virajı dönemeyince dilsiz çapsız uçmuşum.
Okumaya sunuluyor çapraşık bir hayat
İzleyiciler kendi hapis dünyalarında hapis 
Desenler yağlı boyalarla halleşir
Okurlar işveli
Yazıyorum simgelerle
Son dönem aymazlığına inaden duvara
Yine bir dal koparılmış tevekkeli değil

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder