SUÇ, ‘KIRIK CAMLAR’ VE CEZA…
SUÇ, ‘KIRIK CAMLAR’ VE CEZA…
Herkesin kendine göre bir suç tanımı yaptığı şu muhabbet arenasında gerçekleri mahallinde saptayan iyi hazırlanmış bir sunumdan dökülen kırık camlar, yüreğimize dokundu. O kırık camlar, teorisi bol aklımıza da ulaşınca maharetle işlenen tüm ilerlemiş ve gelişmiş gösterilmelere karşın hala yıllar öncesinde olduğumuzu anlayıverdik…
Yarım asra vuran ömrümüzde düşünme özürlü olarak anılmaktan ise düşünce suçlusu olmayı yeğlemiş biri olarak aldık yerel dersimizi. Belki de elle tutulur tek suçu her hat ta ve her satıh ta kendine düşünce özgürlüğü yolunu seçmek olan garip bencileyin ‘Suça Ve Suçluluğa Dair’, ‘Suçlu Ayağa Kalk! Denilince’, ‘Suç Teşkili-Atı! Ve Değişim’ başlıklarıyla yazdığı suç üzerine üçlemesi cam kırıklarıyla buluştu yerelden genele…
Hiç bir şey bilmeden başladığımız hayat yolculuğunda alın yazısı, kader deyip nelere katlanmıyoruz ki, alt-yazı okuma alışkanlığımız zaten yok. Aslında küçük alıntılardan bile dersler çıkarabilmektir hayat, tıpkı dün olduğu gibi, bu günden yarına da olacağı gibi.
Yine de alıntılara başlarken; “İlla bir eksiklik, suça mehil arayacaksınız, bulduğunuzu sanıp doldurma haber yapacaksınız ki gündeme gelesiniz. Yok, böyle, akla zarar bir şey. Biz bardağın dolu kısmına bakanlardanız. Ne bardakla ilgileniriz ne de içindekiyle, ancak toplum sağlığına zarar getirecek denli bozulursa, kirlenirse iş başka. Ne birilerinin borazancığını yaparız ne de birilerinin kıyamet sur’unu üfleriz. Bireysel çıkarımızı toplumsal çıkarların gerisinde tutarız. “ diyoruz kimse alınganlık göstermesin diye.
Ve farklı bir pencereden bakmak gerek “Suç, ‘Kırık Camlar’ Ve Ceza…” cetveline;
Durduk yerde kendi muhalefetini kendisi yaratanlar, hem de en ağır biçimde, kendisini gizli açık tehdit edecek boyutta tırmandıranlar sonra suç tahlilleri sıralıyorlar ve kırık camlara, kırık kalplere aldırmadan cezayı da kesiyorlar. Gerekçesi tek kelimelik; müzmin mağduriyet. Oysa bilim; ‘asla ve kata, hiç olmaması gereken eylemleri bile toplumun nabzını ve toplumu yönetme erkini elinde tutanlar işlerine geldiğince belirler, statükoyu oluşturur ve suç haline dönüştürür’ diyebiliyor.
Tarihe, İnsanlık tarihine barışçıl anlayıştan çok, kişisel çıkarlar ve ayarsız hırslar yön verdiği gerçeğinden hareketle meseleye bakıldığında ise kurallı kuralsız dayatma ve baskılarla sus pus olan bireyler ve kimliksiz kimlikler yaratılmaya çalışılarak dönüştürülen toplumlarda suç asla önlenememiştir, önlenemez. Sadece kuzu kuzu yönetilir…
Dünyada ahlaki normların, dinin, gelenek ve göreneklerin etkisinin görülmediği bir sistem de yoktur. Olsun varsın ama önemli olan eksik veya gedik mevcut sistemi tüm toplum yararına işletmektir…
Bin bir türlü arzu ve isteklerine ulaşmak için her edimine fesat karıştıran kişi makamı ne olursa olsun topun ağzındaki ilk suçludur. O ilki yakinen takip edenler ve karşılığının ceza değil mertebe ile mükâfatlanma olduğunu görenler de devamını getirir. Süreklilik arz edince ise balık baştan kokar. Kendisine adamım diyenlerin perde ayaklı şansına kapılıp, yükünü tutma heveslerini bilinçaltlarından silmeleri gerekir. Çünkü sonuçta zemzem suyu ile yıkanılsa dahi suç ve suçluluk kırıntıları paçaya bulaşır. “Suç, ‘Kırık Camlar’ Ve Ceza…” cetveline isimler yazılır.
Yedi ceddimize bereket, eksik sıra dışılık ve kördüğüm edilmiş kurallarla, mıntıka temizliği olmaz. Orantısız güç ve bu gücün yerli yersiz aşırı kullanımı ise yerelde kulpsuz kazanda aşure karıştırmaya benzer.
Ve “Haddini Aşan Şey, Zıddına Döner”…
Etkinlik ve yetkinlik özellikle suçlara atfedilmeden geçilir ise değinilmeyen nedenlerle suça sisli öpücükler belirir hayal perdesinde. Anlamayanlar bu seans böyle der geçer ama biz yine sınıfta kalırız.
İnsan psikolojisi bir kereliğine de olsa dağılmaya görsün; “İnsan psikolojisinin yanında toplumsal psikolojinin bozulması da suça temeldir. Bir toplumda etik ve moral değerlerin çökmesi elbette bireyi çok yakından ve olumsuz etkileyebilir. Ancak Önemli olan gerçekdışı rüyadan uyanmak erdemliliğidir.”
Hayata sille selam, kadere silsile kelam; “ Çok olan şeyin değeri de azdır…”
Herkesin kendine göre bir suç tanımı yaptığı şu muhabbet arenasında gerçekleri mahallinde saptayan iyi hazırlanmış bir sunumdan dökülen kırık camlar, yüreğimize dokundu. O kırık camlar, teorisi bol aklımıza da ulaşınca maharetle işlenen tüm ilerlemiş ve gelişmiş gösterilmelere karşın hala yıllar öncesinde olduğumuzu anlayıverdik…
Yarım asra vuran ömrümüzde düşünme özürlü olarak anılmaktan ise düşünce suçlusu olmayı yeğlemiş biri olarak aldık yerel dersimizi. Belki de elle tutulur tek suçu her hat ta ve her satıh ta kendine düşünce özgürlüğü yolunu seçmek olan garip bencileyin ‘Suça Ve Suçluluğa Dair’, ‘Suçlu Ayağa Kalk! Denilince’, ‘Suç Teşkili-Atı! Ve Değişim’ başlıklarıyla yazdığı suç üzerine üçlemesi cam kırıklarıyla buluştu yerelden genele…
Hiç bir şey bilmeden başladığımız hayat yolculuğunda alın yazısı, kader deyip nelere katlanmıyoruz ki, alt-yazı okuma alışkanlığımız zaten yok. Aslında küçük alıntılardan bile dersler çıkarabilmektir hayat, tıpkı dün olduğu gibi, bu günden yarına da olacağı gibi.
Yine de alıntılara başlarken; “İlla bir eksiklik, suça mehil arayacaksınız, bulduğunuzu sanıp doldurma haber yapacaksınız ki gündeme gelesiniz. Yok, böyle, akla zarar bir şey. Biz bardağın dolu kısmına bakanlardanız. Ne bardakla ilgileniriz ne de içindekiyle, ancak toplum sağlığına zarar getirecek denli bozulursa, kirlenirse iş başka. Ne birilerinin borazancığını yaparız ne de birilerinin kıyamet sur’unu üfleriz. Bireysel çıkarımızı toplumsal çıkarların gerisinde tutarız. “ diyoruz kimse alınganlık göstermesin diye.
Ve farklı bir pencereden bakmak gerek “Suç, ‘Kırık Camlar’ Ve Ceza…” cetveline;
Durduk yerde kendi muhalefetini kendisi yaratanlar, hem de en ağır biçimde, kendisini gizli açık tehdit edecek boyutta tırmandıranlar sonra suç tahlilleri sıralıyorlar ve kırık camlara, kırık kalplere aldırmadan cezayı da kesiyorlar. Gerekçesi tek kelimelik; müzmin mağduriyet. Oysa bilim; ‘asla ve kata, hiç olmaması gereken eylemleri bile toplumun nabzını ve toplumu yönetme erkini elinde tutanlar işlerine geldiğince belirler, statükoyu oluşturur ve suç haline dönüştürür’ diyebiliyor.
Tarihe, İnsanlık tarihine barışçıl anlayıştan çok, kişisel çıkarlar ve ayarsız hırslar yön verdiği gerçeğinden hareketle meseleye bakıldığında ise kurallı kuralsız dayatma ve baskılarla sus pus olan bireyler ve kimliksiz kimlikler yaratılmaya çalışılarak dönüştürülen toplumlarda suç asla önlenememiştir, önlenemez. Sadece kuzu kuzu yönetilir…
Dünyada ahlaki normların, dinin, gelenek ve göreneklerin etkisinin görülmediği bir sistem de yoktur. Olsun varsın ama önemli olan eksik veya gedik mevcut sistemi tüm toplum yararına işletmektir…
Bin bir türlü arzu ve isteklerine ulaşmak için her edimine fesat karıştıran kişi makamı ne olursa olsun topun ağzındaki ilk suçludur. O ilki yakinen takip edenler ve karşılığının ceza değil mertebe ile mükâfatlanma olduğunu görenler de devamını getirir. Süreklilik arz edince ise balık baştan kokar. Kendisine adamım diyenlerin perde ayaklı şansına kapılıp, yükünü tutma heveslerini bilinçaltlarından silmeleri gerekir. Çünkü sonuçta zemzem suyu ile yıkanılsa dahi suç ve suçluluk kırıntıları paçaya bulaşır. “Suç, ‘Kırık Camlar’ Ve Ceza…” cetveline isimler yazılır.
Yedi ceddimize bereket, eksik sıra dışılık ve kördüğüm edilmiş kurallarla, mıntıka temizliği olmaz. Orantısız güç ve bu gücün yerli yersiz aşırı kullanımı ise yerelde kulpsuz kazanda aşure karıştırmaya benzer.
Ve “Haddini Aşan Şey, Zıddına Döner”…
Etkinlik ve yetkinlik özellikle suçlara atfedilmeden geçilir ise değinilmeyen nedenlerle suça sisli öpücükler belirir hayal perdesinde. Anlamayanlar bu seans böyle der geçer ama biz yine sınıfta kalırız.
İnsan psikolojisi bir kereliğine de olsa dağılmaya görsün; “İnsan psikolojisinin yanında toplumsal psikolojinin bozulması da suça temeldir. Bir toplumda etik ve moral değerlerin çökmesi elbette bireyi çok yakından ve olumsuz etkileyebilir. Ancak Önemli olan gerçekdışı rüyadan uyanmak erdemliliğidir.”
Hayata sille selam, kadere silsile kelam; “ Çok olan şeyin değeri de azdır…”
STK’LAR İKTİDARA OY STOKLAMA MERKEZLERİ OLMAMALI…
Ülkenin ulaştığı boyut itibariyle sivil toplum kuruluşlarının tümüne ihtiyaç varmış gibi görülebilir, ama gerçekleri görmenin vakti zamanı da geldi…
Sivil toplum kuruluşlarını hep ayniyi düşünen, tek tip ve benzer olanlar diye kategorize etmek elbette doğru olmaz. Ancak yerelden genele bakıldığında tüm örgütlenme ağları akrabalık derecesiyle orantılı ve hiçbirini diğerinden ayıracak bir özelliği olmayan bir işlevsellik içinde iktidarın küpüne su taşıdıkları ayan beyan açık olunca bu sivil toplum kuruluşlarına güvenmek de zorlaşıyor.
Son yıllarda devletin asli görevlerinden olmamasına karşın, ülkenin gerçekten itici gücü olarak STK’lar sistemli bir biçimde kullanılıyor. İktidar tarafından istenilenin, projelendirilenin topluma sunulması aşamasında yerelden genele STK’lara aktif roller veriliyor. Üyelerinin gönlünü hoş tutmak amacı gütmesi gereken bu sivil toplum kurumları ülkenin önündeki sorunları irdelemeden ve yeterince incelemeden eksik çıkarımlar yaparak toplumsal şekillenme yaratıyorlar ve uygulanmak istenen toplum mühendisliğine yardımcı oluyorlar.
Bu tip cemiyetlerden ülkede yüzlerce, binlerce hatta yüz binlerce var. Hizmetleri karşılığında ise hepsi de bir biçimiyle yerel ve genel iktidardan nimetleniyor ve nemalanıyorlar. Hiç biri ticari rant boyutunda görünmeyerek, baştan sona ticari rant peşinde dolanıyorlar. Akçeli işlere bulaşmam diyenleri ise her iki yıla denk düşen seçimlerde siyasi rant kapma hayaliyle kuruluşlarını iktidara gül bahçesine dönüştürüyorlar.
Hal böyle olunca değerini geçmişten geleceğe pazarlayarak, parayı veren düdüğü çalar mantıksızlığı içinde iktidar yanaşmalı adaylaşma yarışlarına tutuşuyorlar.
Bu tip kuruluşların iç dinamiklerine göz atıldığında bilerek veya bilmeyerek tüm aykırılıkların tırpanlanmış durumda olması da başka bir gerçek. Bünyesinde değişik görüşleri, farklı unsurları taşıyan ve barındıran bir sivilleşme maalesef yok. Adına sivil denilse ve böyle gösterilmeye çalışılsa da bu kuruluşlarda bir askerleştirme, tek tipleştirme yaşanıyor ve yaşatılıyor. Bu olguyu üçü beşi çevresine toplayan kuruluş başkanlarının çoğunlukla iktidar yanlısı adaylaşması apaçık ortaya seriyor.
Farklı yorumlar yapmaktan ürken, farkı gözetmekten ısrarla kaçınan bu toplumsal kuruluşlar ülkenin dört bir yanında, atılımcı ve uzlaştırıcı biçimlenmenin ötesinde, iktidarla uzlaşmacı, emir verin yapalım, emredin yerine getirelim sıradanlığının üyeleriyle paylaşımını STK’cılık olarak görüyorlar. Ve en az üyeden çok üyeye, en çok üyeye sahip tüm bu kuruluşlarda kısır döngüleri aşmak yerine kurum kurum kurularak seçim dönemlerinde akan musluklardan nasıl mevkileşirim paylanırım kaygısı zirve yapıyor.
Her şeyin bu biçimde yönetime gelmekle bittiği sanıldığındanyerelden genele bu sivil toplum kalıplarını en üst seviyede kullandırabilme ve kullanma yöntemleri arayışına düşerek geniş alanda gizli paslaşmalar yapıyorlar.
Yaratıcılığın ve üretkenliğin olmadığı bir ortamda gelişme ve ilerlemeden nasıl söz edilebilir ki. En ciddi işleri bile sadece yönetenlerin yeteneğine ve yeterliliğine orantılayan ve bağlayan bu koskoca sivil kurumlar ve koskoca adamlar sivil toplumculuk kulvarını da boşa işgal ediyorlar. Kurumculukları kendilerine siyasi ikbal getireceğine inandıklarından, kan ter içinde bütün koşuşturmaları ise gözde adam olmaktan öteye değil.
Özel adam itibarı kazanmayı bu STK’ların başında kalmaya borçlu, kendilerini yetiştirmişlikleri ise camia içi basit eleştirilere bağlı bu güruh asla özeleştiri yapmadan gerçekleri görmezden gelerek, devir bu devir tavrı içinde iktidar çeşmesinde kuyruğa giriyorlar.
Seçimden seçime ve seçim sonrasında gelen iktidara tapınıp, gelişmeye ve yenileşmeye set vurmak için bu sivil konseyler toplumun önüne atılıyorlar ve göstergesi belli siyasi oyunların malzemesi oluyorlar maalesef. Bu durum iktidarın da işine geliyor elbette.
Reklam, yazılı ve görsel basın ve medya kurnazlığı ile bütün tüketim alışkanlıkları ve değer yargılarının değiştirilmesinin topluma sunumu STK’larca yapıldığı için toplumu etki altında tutmak da kolaylaşıyor. Toplumun siyasi yön değiştirmesi ise standart sapması en aza indirilerek gözetim altında tutuluyor.
Sivilleşmeyi asla düşünmeyen bu toplum kuruluşları bilinçli biçimde yaygınlaştırılarak, durduk yerde değil de yılların birikimleri sonucu patlamalarda iktidara zırh yapılıyorlar. Taban ve tavan değiştirme sistematiği asla işletilmeden ülkenin geleceği STK’lar elbirliği ile batağa saplanıyor günden güne. İktidarın başarılı olmadığı apaçık belli olsa da, görülse de STK’lar muhalifliğin çekirdeği olacak yerde protokole konma derdiyle günahsız üyelerinin oylarını pazarlıyorlar.
Zaten iktidarda amaç kolayca gidecek iken gidişi ertelemek ve faydacı mantığın devamlılığını sağlamak olduğuna göre her seçim seherinde ayni manzara yaşanıyor. Bu kara fotoğrafa bakıp alan satan memnun deyip işin içinden sıyrılmak ise ülkeye zarar. Her şeyin hep ayni kalması için sükun ederek, içten dışa, dıştan içe iktidarların devamına uğraşıp didinen bu sivil toplum kuruluşları, örgütlülüğü, örgüsü, süsü, süngüsü belli bu çarpık düzene hizmet etme yolunu seçerek seçilenlere köleliğin nüvesini oluşturuyorlar, siyasal çıkarlar uğruna.
Son söz yerine; STK’lar yerelde ve genelde iktidarlara oy stoklama merkezleri olmamalı ve mevcut iktidarlara blok oy kullanma yanlışlığına da düşmemeli. Bir bakarsınız sandıktan sizce umulmadık iktidarlar da çıkabilir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder