KOV-BOY KEMENDİ
Kovulamadı gitti şu başa bela boylar. Kovulamayan o boyslar, kov-boylar enine boyuna hesaplayıp kementlerini savurup durdular iz sürdüklerine, diş bilediklerine. Yıllardır havada ıslık çalan kementlerini salladılar, üzülecek narin boyunlara. Tabii ki işbirlikçi küçük baş güdücüleri sayesinde...
Son yıllarda kov-boy denen sığır çobanları at koşturuyor kasıp kavrulan tüm topraklarda, arazlı arazilerde, dünyanın dört bir yanında. Dünyayı germe peşinde atlarıyla birlikte geviş getiriyorlar, eve iş götürüyorlar. Şimdilik başlarında Arap soylu atı. Son yıllarda gülmeyi unutmuş dünyada, tek kutupluluk planetinde yalnız kaldıklarından beridir ki; hiç de öyle değil öyle olduğu algısı yayılıyor, ittirin gidin diyen yok şu kıytırık kov-boylara. Cenapta cesaret de kalmadı memleket aşkı da.
Oysa yıllarca önce bir avuç yurtsever yiğit delikanlı kementlenmek ve kenetlenmek üzerine oynanan bu basit oyuna dur diyerek conileri denize döktüler, boğaz da. Dökmediler mi? Döktüler. Ve sonuçta onlarcası kov-boy kemendiyle kementlendiler, kurşunlandılar. Anıları annelerin yüreklerini yakar hala. Ama Samca ya da kenetlenmediler. Kementlendiler ama keneleşmediler.
Şimdi ayni tavırda harlanan, tavırlanan çelik yürekliler çıkmıyor. Harbisinden çıkıp sahte markalarınıza, sözde özgürlükçü dayatmalarınıza, küresel çirkinliklerinize, global bal teknenize, yeni dünya düzeni denilen düzensizliğinize ittirin gidin diyebilen yok.
Varsa yoksa emrinize amadeyim, aman emredin efendim fetbazlığı…
Dinimize söven Müslüman olsa bari bir de şu ılımlı İslam manevralarına ve iktidar ayarlamalarına ne demeli. Hiç. Çekilen ayarlara, haraç mezat kurulan iktidarlara helal olsun valla türünde totem duacılığı moda şimdilerde.
Şu Kov-boy denen sığır çobanları pat içeri, at hırsızları küt dışarı toplayıp duruyorlar ganimeti, dur diyen yok. Sayelerinde ne mahrem kaldı ne namahrem. Her şey ortalıkta cereyan ediyor, orta oyuncular ise üç maymun. Kült kültürlerine kapıldı alem, çıt çıkmıyor. Cılkını çıkardılar herşeyin. Çıkıp da mıçtırmayın çalınıza, çalımınıza, kofti kalıbınıza diyemedi askeri, sivili, politi, bürosu, osu busu…
Kelli felli yancılar ile yerli işbirlikçilerince bu sığır çobanı kov-boylar, hanende melek misali haremden sayıldıkça her nadasa sürülmüş toprak, bol bereketli topraklar harası oldu, olur bu at hırsızlarının. Has dur, topunuz ittirin gidin denilmedikçe de vest vesterne geçer tamamen. Bloklaşan bu geçişle de vestern blotlaşır, tüm yancı hancı diyaloglar kafiyeleşir, kalifiyeleşir. Diskalifiye endişesiyle sığır çobanlarına at hırsızlarına karşı çapsız dik durmacılar ve kaşağılamacılar anında vestern severler safına dururlar. Azar azar da çoğalırlar. Bu genleşme, küçüldükçe küçülen fındık kadar büyük bir dünyada sit-comları aratmayacak bir şirketleşmeyi doğurur. Bu şirketleşme gizli veya açık ortağı kov-boy denen ama bir türlü kovulamayan sığır çobanları olan şirk ve et ile sermayelenen bir adi şirketleşmedir.
Bu vesternvari düzende sığır çobanından olma at hırsızından gelme kovboyculuk ve eastern karşılığı goygoyculuk bir yere kadar işler...
Sultan köşkünde kısa ve uzun vadeli borca harca yolculuklar cehennem kaçkınlığını bedavaya konaklatır. Kondurulmak istenmez ama konargöçerliğin kapısında odacılık fazla dayanmaz. Yollar tuzlanır. Yolcular darlanır. Ve yürekler buzlanır. Bu devrin siyasi sanatıdır. Sağır sultan saltanatında tümü bir avuç yurtsever yiğit delikanlı kararlılığı demlenince daha kıvamına gelmeden sirk cambazı ve palyaçoların gayretiyle kov-boylar eşliğinde billur cam küreye hapsedilirler. Hayallere kapılınan ağır yolculuk kırmızı takma burunların ardındaki yeşil gözlerde camlanır. Buzlanır. Canlanmaz. Oysa gözyaşlarında koca dünyalar saklıdır.
Film üstü filmdir hayata dokunan. Eşsiz görüntüler eşliğinde kara paravanlar arkasına yerleştirilmiştir sahteci bereket tanrıçası. Ve yalancı aşk tanrısının ve tanrıçasının silüeti balkonlardan süzülür. Niyet banknotlarında saklıdır. Ön yüzünde ve arka yüzünde kayıtlıdır o melun kısa not. Sultan köşkünde görmeden geçilemez denilir ama doğrulardan geçilir. Yalnızlık kalır elde. Ay yıldızlı gecelerde işte o yalnızlık bekler kov-boyları, koyları, konyonları. Saltanatı bekleyen tehlike ise kovalar dolusu çil altına tapınmadır. Yıldız hızıyla varılan gerçeklik ise çoktan terk edilmiş, tozlu sokaklarında çalı çırpı uçuşan, bir sığır çobanı kov-boy kasabası manzarasıdır.
Medeniyete karabasan vurduğunda da izinsiz çıplaklıklar ve yoksulluklar kurutulur güneşte. Ve kuru çöl takaslarında insanlık kullanılır…
Kader kaçkınlığında açık hesapları aynı ezberden buyruklarla güncellemek görülmezliğe saplanmak sanılır. Ama görülür herşey. Beyazperdeden ılım ışık taşan ise sığır çobanı kov-boyları densizliği, pisliği, at hırsızlığı ve kovalanamayan vestern uykululuğudur. Bu uyumsuzluğun kuyruğundan tutanlar ise sergilenen kurgusal düellolara açıkça tapanlar ile ağlayacağı şeye gülen zavallı tayfadır. Yersiz alkışlar ile yeri göğü inletenlerdir veya. Körü körüne göbekten bağlanılan ise ruhsal kirlenmedir. Bu resmen bir kara melek aldatmacasıdır.
Bastıran başı bozuklukta beyaz kan tüm vücutta değiştirildiğinden sallanan hayatlar kollektiv korku içinde bir ter tanesine dönüşür. Alın terinin rengine, altın rengine. İşte o vakit kimseler sığır çobanı at hırsızı kov-boyların ateş saçan çubuğundan ve akıl oynatan ateş suyundan korkmaz. Kızılderilileşir altın tenli doğanlar.
Ve veda...
Kuşanılan zırh tırnak boşluksuz fişekle bir seferlik delindiğinde göğüsten dışarı minik bir serçe havalanır ve ölümsüzlüğe canlanılır. Salkımlarca olgun sarı üzüm tanesi azı dişlerinin arasında ezildikçe ezilir. Yeniden doğulur. Yaban çiçekleri bile boynunu büker bu doğuşa. Kaktüsler havasızlıktan boğulur. Zaten su çeliğe aldanınca kalpler kırılır. Ve kırılmaz çeliğe su verilir. İşte o zaman bu zamandır.
Zamanla yenilgilerin karanlığı gözlerdeki renge sirayet eder ve kararır dünya. Som altın treni son köprü havaya uçurularak pusulanır. Unutulur her şey. Külçe sandıkları yağmalanır. Mutlu son. Tüm ves-ternelerde terane böyledir. At hırsızı sığır çobanı kov-boyların dayattığı batasıca ahlak da tam punduna yerleşir.
Kovalanamadı gitti şu boynu devrilesi boyslar. Kovalanamayan o adı batasıca kov- boylarda boyuna kementlerini savurup duruyorlar izini sürdüklerine. Göze kestirdiklerine. Hala. Yıllardır havada ıslık çalan kementlerini salladılar, sallıyorlar üzülecek nazik boyunlar arıyorlar. Yine üzülecek analar. Tabii ki işbirlikçi yerli güdükler ve sonradan görme yancılar sayesinde. Hala durum aynı, değişen bir şey yok...
Bu kov-boy denen sığır çobanlarına, at hırsızlarına şu fakir insanların yaşadığı, yaşatıldığı medeniyetler beşiği sayılan bu en zengin coğrafyada bir kementlenme bir kenetlenme yakın planı. Şu kov-boy denen at hırsızlarına, sığır çobanlarına hadi iyisiniz hassınız ama has ittirin gidin diyebilecek medeni cesaretli bir Kızılderili çıkmadı. Çıkmaz. Çıkmaz çünkü;
Filmin senaryosu baştan belli, Kov-boy kemendi kızıl derili oturan efendiyi yendi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder