12 Ocak 2017 Perşembe

KASIM-2016-1

ÖRGÜTLÜ GELECEK “BAŞKAN” İLE GELECEK…

ÖRGÜTLÜ GELECEK “BAŞKAN” İLE GELECEK…

Bu kadar da olmaz denildikçe ‘ Olacak O Kadar’ diye denile başa olmadık işler geldi. Geldi de bir türlü akıl başa gelmedi. Şimdi başka bir tekerleme moda; Gelecek gelecek, gelecek ‘Başkan’ ile güzelleşecek…

Hayın darbe girişimi atlatıldı atlatılmasına ya zelzelesi geçmedi. Hemen peşinden demokrasi rafa kaldırıldı; yeni bir rejim oluşturuldu. Olağanüstü haller, çarpıcı kandırılmışlıklar, debre yalanlar, gece gündüz operasyonlar, görevden uzaklaştırmalar, sıcak baskılar, keyfi dayatmalar, demokratik örgütleri kapatmalar, asılmış vekilmiş kamuya reismiş tanımadan toplamalar, alnı secdede görünen Allahsızlara çıkartmalar, sert sansür, tecavüzlerin bin nevisine akıl dışı aklamalar, kanun hükmünde karar almalar, karanameleri istisnasız uygulamalar ve benzerleri ile idare edilen, sıkı denetim sıkıyönetimli bir rejim. Aslında resim başka, mevcut rejimi içinden çıkılamaz hale getirip karalamak, kötülemek ve başkanlığa kapıyı aralamak. Gündemi başkanlık tartışmaları ve anayasa taslakları ile işgal etmek. Şimdilik örgütlü muhaliflik gereksiz misali memleketi başkanlığa incelikle hazırlamak.

“ Sessizlik ve sersizlik bastırınca kara geceler iyice kararır. Alaca karanlıkta cehalet vurur sıkı sıkıya kapalı pencereleri. Uyartılar, baykuş çığırtısı kulak çınlaması tipinde yayılır ortalığa…”

İleri darbesel bir sel tufanı vurunca memleketi, memleketin özellikle en nadide iki büyük kentini; at izi it izine karıştı. Karıştırıldı. Behemehal Başkanlık iddiası dört bir köşeye yayıldı. Dirayetsizlikle dağıtıldı. Önce tarlanın ayrık otları temizlendi sonra iktidarı tek adam, parlamentoyu tek parti götürsün ittifakları hazırlandı. Sona yakın harika bir çıkış yoludur bu manzumeleri yazıldı. Daha kim kime yazılır ve yazılacak şimdiden kestirmek güç ama tüm ampullü tabelaların son değil yeni bir başlangıç yazacak biçimde ayarlanacağı kesin. Altına da bir dip not düşülür; ‘Örgütlü Gelecek Başkanlıkla Gelecek’.

Her şey komşuda pişer bize de düşer, Kötü komşu ev sahibi eder meselesi aslında. Yaklaşık bin kilometrelik sınırda savaş var üç milyon mülteci şu garip memlekette ev sahibi, yakında vatandaş. Atıp tutmalar bir şaka. Hele hele okyanus ötesi yakınlıkta en baba müttefik ABD’de pişenlere gelince. ‘ABD’yi Yeniden Harika Yap’acak aşırı dinci vasıflı, ırkçı tabanlı, artist özentili, faşist kovboy yenidünyanın en etkin gücü, dünyadaki mutlak gücün kara eli olunca veya kara karanlığın en kara güçlü tarafı kazanınca model belli oldu. Modelin dünyaya yansıması da yakında görülür. Hal böyle olunca şu garip memlekette ‘Ülkeyi Yeniden Harika Yap’manın yolu ‘Başkanlık’tan geçiyor süreci kapıya dayandı. Dayanır.

“Zaten sessizlik ve sersizlik bir akbaba çığırtısı, yoksulluk yoksunluk kulak çınlaması olarak halka yayıldıkça tüm yaşanmışlıklar ve yaşanmaz görünen yaşanacaklar birbirini takip eder…”

Öyle sıkı bir takip ki bu, Birleşmiş Milletlere turp gibi bir başkan Trump seçilince, Donald dünyayı bizim için donat denilince ABD ve AB’nin diğer faşist unsurları da cesaretlendi. Önlerinde öykünülecek bir örnek oluştu. İşte bu örnek ve örnekleme versiyonlar ilk başta Ortadoğu ülkelerini şekillendirir. Sonra, sonrası için Allah korusun. Tarihle sabit aslı astarı faşizm, oradan topyekûn savaşmaya uzayan bıçak sırtı bir yoldur bu izlenen.


“ Sessiz ve sersiz sonsuz eylemlilikte tüm masum çıkışlar bile, karga tulumba ak babaya teslim edilir. Kusursuz kurbanlar aranır, kurgulanışa…”

Bu eşsiz temaşa üçü bir arada bir temsille işler. Başkan; aynı zamanda başbakan, cumhurbaşkanı ve başkomutan olacak biçimde. Şimdilik dört dörtlük görülüp dört şekliyle hitap edilen biri de hazır kıta. Her şeyi zaten harika yapar, harika yapıyor ülkeyi. Ancak orta seviye inanç sarhoşluğu aniden yapıcı isyanlara yuvarlanırsa bu başkanlık hevesi ve heveslileri akla karayı seçer. Bulurlar papazı. Tıpkı tapılan dost ve mütemadiyen müttefik ABD gibi. İşte taraflar için sorun bu.

Belki bu zamane hevesi, parlamentoda derinlemesine ittifaklar katkısıyla referanduma gider. Referandumdan da belki başkanlık çıkar. Çıkar ama kim başkan olur hiç te kesin değil. İstenen, beklenen ve tek geçilen, şimdilik hak ettiği söylenen değil de aradan bir faşist çıkabilir ipi göğüsleyebilir mesela. Canlı örnek müttefik. Buralarda farklı işler sistem, başkalarına asla benzemez. Hiç çaktırmadan olanlar olur, bir çırpıda. Aslında Başkan kim olursa olsun bir gecede kendi partisi dışında tek bir parti bırakmaz. Demokratik kitle örgütlerinden rejime taş koyanlar kapatılır. Başkana karşı koyanlar bir bir tutuklanır. Akla gelmedik şeyler yaşanır. Genelge ve talimatlarla tüm ipler başkanın eline geçer. Her şey ama her şey başkanın aklına bağlanır. Öyle ki toplumsal akıl kiraya verme dönemi de kapanır. Paketler ağır ağır para basar. Kağıttan paketi fünyesiz patlatmak gibi bir şeydir bu baştan bozulma. İşte o gün geldiği zaman yıkıntılar arasında yakınmak, enkaza bilmeden veya bilerek kandırmaca methiyeler yazmak zevatı kurtarmaz, milleti de esenliğe çıkarmaz.

Ancak istibdat dönemi beklenenden çok kısa sürer. Her alanda Başkan ve başkanın adamlarının dedikleri olur. Gerçek demokrasiden çok uzun süre, çok canlar yanacak biçimde uzaklaşılır. Dönemin çağdaşı değil, dönemde çağdışı olmak üzere kurumlanır tüm özgürleşmeler. Keyfi idareye bağlı   ‘Örgütlü Gelecek Başkanla Gelecek’ iddiası da bu arada gerçekleşiverir. Ancak bu öyle bir özgürlüktür ki; izin verilen kadarıyla, izin verildiğince ve başkanın işine geldiği oranda sınırsız özgürlüktür. Çerçevesi belirlenmiş bir hürriyet. O sınırsız özgürlük dışında iktidarca kusurlu sayılan yürüyüşe devam edildikçe de çok canlar gider, köprü altından çok kayıp yıllar akar, ömür geçer.

Şu sıralar tarihle sabit bu kadar da olmaz dedirten acılar yaşatmış o gözü kara dönemleri, bilmezden görmezden gelip, ‘Olacak O Kadar’ tarzında loş hayallerin peşinde koşan, her katmandan edebi ağızlı edepsizler başkanlığa geçiş hakkında saydırıyorlar. Sıraklar sırıyorlar sıvıyorlar. Tertipli tezgahlı bir boş hayal satılıyor açıkça. Alıcısı da çok sanki kanmışlar da bol gibi görünüyor. Ancak son keresine son zerresine yürekleri hala yakan tarihten kesitler, beş para etmez sebepten tüm toplumsal kıyımlar, faşizme bulanmış o lanetli yıllar hatırlandıkça yumuşak geçiş zorlaşır. Bir bakarsın ‘Başkanlık’ da buharlaşır.

Taraflardan, demokrasi tabanlı ‘Örgütlü Gelecek’ için ve Demokles’in kılıcı ‘Başkanlı Gelecek’ için de bir çift söz yeter; “Zor oyunu bozar”…

15 Kasım 2016 Salı


ME-BU GÜNLER İÇİM YANIYOR…

BU GÜNLER İÇİM YANIYOR…

Doğruları kimin söylediği önemli değil, önemli olan doğrunun ta kendisidir. Yalanı ise kimin söylediği önemlidir…

Yalansız dolansız yazdıklarım bu düzen böyle gitmez diyenlerle beraber yazacaklarımı bekliyor sırada. Hak aşkına, halk aşkına, pir aşkına ben de bekliyorum. Bekleriz ama asla kurşun atmayız bu kadar insan kasabı varken düşküne. Zaten yeryüzünde masumiyet oldukça, masumluk simgesi nefes aldıkça doğruları vurgulamak daima içimizde yaşayacak.

Çok geçmedi üzerinden; bir mülteci bebek kıyıya vurdu. Utancından Deniz boğuldu. İki gün sonra unutuldu. Nerede kaldı insanlık. Kalmadı başka dert ülkemin gündemi Başkanlık…

Bu günler hep geçmişimizi konuşuyoruz. İşimize geldiği kadar arada sırada bugünü konuşuyoruz. Yarını ise hiç konuşmuyoruz. Sanki korkuyoruz. Geçmişi olmayanın geleceği olmaz ama geçmiş geçti yarını yaşayacağız. Resmen unutuyoruz. Oysa yarını ve umutları olmayanlar yok olmaya mahkûmdur çok iyi biliyoruz.

Bu memleket bu günler bir acayip. Hep Allah razı olsun diyorlar. Devlet millet sağ olsun. Bu günlerde bir gün de kul razı olsun, canlar gitmesin diyen yok…

“Bu günler
Bardaktan boşalırcasına akan gözyaşlarımı
Aşkın ile sildim.
Hercai menekşenin pejmürdeliği
Soğuk sıcak alaşımı
Bu günler.
Kan sızarken kör gecelerin
Üstünü örttüm.
Yalnızlığın Sevdasına kurşun attım
Genzim yandı, bir yanda kömür kokusu
Bir yana gülbeşeker yanakların.
Ekim yanıyor
İçim kanıyor
Bu günler.
Matemindeyiz susuzluğumuzun
Kana boyanırken Kerbela
Acıları pişiriyor, aşure diye dağıtıyoruz
Han sofralarına zulüm olmadan
Cancana pire döndük
Bu günler.”

Bu günlerde cenneti gösterip de cehennem azabı çektirenlere kanmayacaksın. Bu günler dışarısı Gül bahçesi değildir. Hep reklamasyon. Hayatın yanılma payı da yüksektir. Önce mevcutlu muhafaza edeceksin her şeyi. Daha iyisi varsa da, gerçekse bu günlerin getirdiği arkana bakmayıp yürüyeceksin. Ama insan satıp yarı yolda bırakmayacaksın. Ve asla aldanmayacaksın.

“ Yalancı baharla ısındığını sanırsın
Aldanma…
Peşinden neler gelir bilinmez,
Fırtınanın sessizliğinde...”

Bu günlerin getirdiği budur. Fırtına öncesi sessizlikteki bu günlerde emperyalizm dışsal bir olgu değil içsel ve bölgesel bir olgudur. İşbirlikçi sermaye nitelik değiştirdikçe çelişkiler daha da keskinleşerek ülkeyi çözümsüzlüğe götürecektir. Emperyalizm yeni alternatifler üreterek yeni arayışlara gidecek ve paylaşım ülkemiz üzerinden yapılacaktır. Ve bu bölüşümden payımıza düşen ise bölünme olasılığıdır.

Her türlü olasılık bir yana; Gül ağacı yola dikilmez, bağında güzeldir. Ekin tarlada sürülmez harmanda güzeldir. Tek öküz çifte koşulmaz, eşiyle yürürse güzeldir. Tek Adamla ülke yönetilmez, halk kendini yönetirse güzeldir.

Elbette güzellik kaybedilince anlaşılır. Bu günlerde orta öğretim ders kitaplarında kaldı yurttaşlık. Sanki vatandaşın dertleri bitti, kalmadı başka dert bu günler ülkemin gündemi Başkanlık…

FUARI SOLDAN DALGALANDIRDIK…

FUARI SOLDAN DALGALANDIRDIK…

Belki de her şeyin sonu gelecek günlere çok yakın Tüyap’ı da, fuarı da kendi çapımızda, elimizden geldiğince, aklımız yettiğince soldan dalgalandırdık. Kitap partnerimiz yanımızda değildi ama tek başına Edibin e tipinde geçen uzun ve sancılı yıllardan sonra, gecikmiş yazarlığımızı fırsat bilerek dost meclisine durduk. Kitapsever dostlara “Karadeniz Soldan Dalgalanır, Her Eylülde…” imzalamak üzere bu kez kitap sergisinin ardına oturduk. Konuklarımızı ağırladık, üç beş imzaladık takdim ettik. İhtiyarlık çöken yaşam öykümüzün portresi dostlarımızdan bazılarıyla, bu vesileyle otuz yıl sonra karşılaştık. Her biri yine genç, yine can, az biraz yıpranmış ama dirençli, çekingen ancak korkusuzdular. Onlar olduğu sürece ve beterin beterine dayandığı sürece bize karada ölüm yokmuş anladım.

Demokrasinin bir türlü bin türlü sebeple kurumsallaşamadığı, kitap kokusunun kitap korkusuna dönüştürüldüğü şu ülkede, engel ve yasak tanımayan bu buluşmanın tarafı olmanın gururu yeter adam olana. Senede bir gün üç beş saatliğine de olsa yeter de artar. Yurt insanı bir yudum kitap sıcaklığı peşinde koşarken, yazar önce kitapla buluşur, sonra kitap okurla. Ve yazar özlemle beklediği ve yıllardır aradığı dostlarıyla. Gerçi fuar yıldan yıla kan kaybediyor, kaybettiriliyor, işte böyle bir arenada kırılmaz zincirin sessiz sedasız parçası olduk. Bir kez daha anladım ki zincirlenemez bu toplum ve bu kitap kitap atan yürekler.

Hayatın anlamı silahını seçmek sanatında gizlidir. Okumak ve yazmak gibi her yaşamsal eylemin katlanılması gereken dramatik sonuçları da olabilir. Getirileri ve kazanımları da. Kitap almak, aldığını okumak, sonra biriktirmek ve nihayetinde kütüphane kurmak muhteşem bir tutkudur. Ve yazmak, yazamaya çalışmak da. Dünyayı anlatmaya heveslenenlerin aksine, yozlaşı dünyanın tozuna zerresine sinmiş ise yazmak, pek yaygın olmasa da tutkuların şahıdır. Zor iş yazmak. Konuşmak için hiç cesaret gerekmez, ağzı olan konuşur durur zaten. Ama yazmak, acayip cesaret ister. Kelimelerin sihrine kapılanda iki yaka bir araya gelmez hiç. Dünyaya kafa tutmanın, sömürüye ve adaletsizliğe başkaldırının, bozuk düzen var oldukça bitmeyecek kavganın insani ve siyasal yolu belki de böyledir. Yazmak ve yazılmak üzere kurgulanmış bu en disiplinli uğraşı özünde kesintisiz öğretidir.

Pek yakında bu gereksiz kin, garez ve aşırı şiddetin politik açıdan başkanlığa bağlanması arifesinde, fuarı “Yaş otuzbeş yolun yarısı eder” yılında zar zor yakaladık. Dünden bu güne bu fuarın kompartımanlarından nice kelime emekçileri geçmiş gitmiş, göçmüş. İçeride, dışarı da ve toprakta olanları var. Yıllardır bu peronda yetiştiklerimden bazılarının kompartımanların camlarından, hayatın tam ortasından çılgın devinimi bir güzel izledikleri hala gözümde tüter. Şimdi anladım ki meğer takılı her göz temasında kendilerini görürlermiş. Kendi kendilerine bakarlarmış. Kendilerini anlamaya çalışırlarmış. Meğer her anlık göz ucu temas unutulmayacak kalıcı izler bırakırmış. Anladım.

Yere göğe sığdırılamaz tarihi kırılmalar yaşanan şu bereketsiz günlerde ömrümden tarihi bir gün yaşadım. Yıllarca sınır tanımayışın kıldan ince kılıçtan keskin sınırında ömürlük bir nefes çaldım hayattan. Zalim felekle yüzleştim. Solun da soluna savrulmuş dalgalanmayla, itaatsiz portreler almanağına adımı, adımızı yazdırdık. Ve akıntıya karşı kürek çekmenin zorlukları bir anda bitiverdi sanki.

Kitaplarla kitaba uzanan bir yolculuk hikâyesine dönüştü soldan dalgalanmalar. Deli dolu dışarıdan bakmalar. Öylece durup dışarıdan baktığı sanılanların hayata attığı imzada, kitaplara kazıdığı dipnotlarda uyanışın gizli kodları saklıymış aslında. Ancak ezberler bozulmadan görülmezmiş. Bu gün filmi başa sardık ve öğrendik.

Yol ve yolculuk hikâyeleri ile demlenir hayat. Değer ve anlam kazanır. Bir gün yolun sonu görünür ve bilgelik çöker. Bilgi kalır. İhtiyar gevezeliği esir alır belleği. Doldurur bellek boşluklarını.

Ve yazı doğar, yazar kitap olur…

“ Yazar,
yer yüzünün okyanuslara döküldüğü derin sessizlikte tek başına yaşar.

Yazmak,
bir yaz mavisi yolculuğudur.
Akıl denizinde karakucak yüzmeyle başlayan.
Ve dahi okunmayla biten…

Denizler okyanuslara döküldüğünde
ok yaydan çıkmıştır artık
ve yaz döner kışa, kış kara kışa…
Ancak yazı dönmez asla
dimdirek direnir…

Yazmak,
Karadenizlerin ardı arkası kesilmeyen fırtınalarında
yürek hoplatan hoyrat dalgalara dayanmaktır.
Ve dahi evrende bir yerlerde var olmaktır hiçten birlenip…

Yazar,
Dünyanın bittiği denizin başladığı yerin sol derinliğinde yaşar
ve dahi yaşadığınca ağır
ağır ağır
yazar…”

11 Kasım 2016 Cuma


DURMA YOLCU…

DURMA YOLCU…


On yıllar geçti sevinemediğim
öz, umut, aşk, inanç selinde on yıllar.
Her yılın başı ortası sonu yangın yatırı
Yazgı kapkara hep yaşanmamışlık.
Kalmadı hatır yiğide hep kırk satır.

            Ay kızıla çaldı, güneş tutuk
            Anılar puslu, umut yitik…

Günler hala tank paleti gölgesi, yıllar jet hızı
ez geç, er geç faslında asırlar sarhoş.
Nice bin yıl var boynu bükük.
İhanetin onursuzluğu omurgasız heykellerde toz zerresi
beşikte sallandığını sandığında bebecikler.

            Can üşüdü, Kışlalı dondu,
            Nur söndü, Zuhal karardı…

Yirmide ulaşılamadı yirmi bire çakıldı mıhlar
Lakin ezeli kin ebedi, yandı yıkıldı on yıllar.
Piç oldu sevgililer, yad ellerde yarsızlık.
Sarsıldı inadına doğa fayladı yer küreyi
Sille tokat gariplere indi felaket.

            Boldu darlandı, düzdü düzlendi
            koca el küçüldü, ada pazarlandı…

Bir gün evet, evet Mehteran bir gün
karanlık kapkaranlık olmayacak dünya.
Ellerim bedenim titremeyecek asla
Karşıyaka’ da ellerim meşale sıcağı
aydınlığın tam orta yerinde dimdik duracağım.

            Mey nehrine uzanan ağaç köprüde ikinci bahar
            Geldi geçti altı çarpan, mevsim karakış, ömür ihtiyar…

Bir öykü ol öykünemediğim
Bir aşk ol tapınamadığım
Bir şiir ol besteleyemediğim
Bir roman ol bastıramadığım
Hayatımız kitap, kalınca roman kendin ol gel.

            Yıldızlar kaydıkça parmak ucu tutulanlar herkese yeter
            bin yıl yıllardan süzüldük, yüzyıllardan geçtik, On yıllar daha beter…

Geç erdim, kırklar sofasından ereğim dileğim
ablasının yeşil gözlerine ilmeğim.
Yirmi çift sıfırdan sonrası yalan yıllar
Merkezden dışarı şiddetli yeller
Yürek sızlar ayakta kalmak zorlaşır.

           Bin kez dur zorbalar duvarına karşı
           Bin bir kez yürü yolcu…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder