19 Kasım 2014 Çarşamba

İSTANBUL VE KENTSEL DÖNÜŞÜM LABORATUVARI…KÜLTÜREL AKILLILIK VE KİTAP…

İSTANBUL VE KENTSEL DÖNÜŞÜM LABORATUVARI…

İstanbul hızla değişti, değiştirildi ve bu hız önce kentin ilçelerini, sonra kenti, bölgeyi ve en sonra ülkeyi vurdu…

Yedi tepeli bir kentin her tepesine her kuytusuna görgüsüzlük ve yüzsüzlüğün daniskası konserve kutusu ucubeler kondurulunca bir acayip oldu kent. İstanbul mahalleleri ve sokakları kartonlara tablolaşınca sihirli projelerde, planlı ziyafetler de kifayetsizleşir. Artar dilek ve temenniler. Zaten yalan yanlış felsefeler ve kantarsız uygulamalar din iman derecesine eriştirildiğinde olacağı da budur.

Kendileriyle haşır neşir olanları korumak, yanlamak, arkalamak üzerine geliştirilmiş bu yönetsel ağ karmaşası ve dağınıklığı bir gün olur düzenlenemez ise İstanbul’un İstanbulluğu da kalmaz yarınlara. Karanlık bir ifade ile icraata yeltenişin ve taraflı duruşun İstanbulluluğu da Anadolu’da beş para etmez sonra. Başka İstanbul yok.

Yeni İstanbul için iğreti projeler tasarımlanarak, ormanlar yok edilerek, su yolları tırpanlanarak, topluma villalık kanal ayarı çekilerek ve dahi kentsel dönüşüm denilerek sürdürülüyor hizmet yarışı. Kent bizzat hükümet eliyle küresel dünyaya, uluslar arası büyük sermayeye hizmet edecek şekilde dizayn ediliyor. Kente bu yeni konumu acımasızca yükleniyor. Sözde büyüme kapsamında yaşlı kent ve kentin yaralı insanları vahşi kapitalizmin kucağına itiliyor resmen.

Yeni İstanbul planında Kentsel dönüşüm işleme konulurken apaçık bir sürülme, mülksüzleştirme istismar ve olası mağduriyet tehlikeleri toplumun sırtına yükleniyor. İstanbul’a ve İstanbulluya bu seçkinci ve despotik bindirmelerin yanı sıra ayrıca politik bir yeniden seçmeci denge veya dengesizlik planlaması da yapılıyor. Hal böyle olunca hükümet ve hükümete yakın belediyeler ile onlardan nemalananlar ve faydalananlar yasa ve kural tanımaksızın kentin dar geniş yollarında at koşturuyor.

Zaten sağduyu çağrılarına kendileri bile uymayanlar sağdan soldan hüzün sonrası duygusallıklarla günü kurtaranlara, geleceklerini kurtarmak adına yeni kent ve kent içinde kentler inşası yoluyla akçalı bolluğa pencereler aralanıyor. Gidişat arada zafiyet gösterince oluşan derin çatlaklar, kasnak kırılmaları ve kayış atmalar sonucu çıkan cılız isyanlar harç, para, pul, ikrah kapatılıyor.

İstanbul hızla değişti, değiştirildi ve bu hız önce kentin ilçelerini, sonra kenti, bölgeyi ve en sonra ülkeyi vurdu, hız kesmeden sürüyor dönüşüm…

İstanbul’un bu gününü düşünmeden küreselleşmenin emrinde ve büyük sermayenin yararına yapılan betonsal yatırımlarla ekonomik teslimiyetçi bir kent yaratılıyor merkezden dışarı yayılan. Ekonomi, çevre, yeşil, doğa, hazine malı, tarih emaneti hiç düşünülmeden ne varsa kapitalizmin emrine sunuluyor. İstanbul’da büyük alışveriş merkezleri yaygınlaştırılıyor, civarda yeni yerleşim alanları oluşturuluyor, bu çarpık yenileniş ise kentin gelişmesini ve dönüşmesini tersine çeviriyor. Öyle veya böyle her yapılan aslında imaj yenileme, mevcudu koruma ve söylem geliştirme malzemesi. Ayrıca kantarın topuzunu kaçırmış boyutta çemberin içindekilere bol kepçeden aktarımlar.

Böyle olunca işliyor elbette çark ve İstanbul’u yenilemek ciddi dur diyen de çıkmadığından kolaylaşıyor. İstanbul yenilecekmiş kimsenin umurunda değil, görünen odur ki yenilendikçe hezimete zemin hazırlanıyor. İzlenen imar politikalarının ve uygulanan kentsel dönüşüm projelerinin tek gerçeği ise iktidar erkini devam ettirecek ikramlar için kaynak sağlanması ve rantın bölüşülmesi. Zaten tüm dünyada özellikle Orta Avrupa’da böyle işletiliyor bu kentsel dönüşüm mekanizması. Ama oralardaki elde edilen kazanımların nasıl paylaşıldığına bakmak ve dersler çıkarmak gerek.

Yetmiyor İstanbul yerli yabancı ayırmadan, hemen herkese uyruk aranmadan, kuyruk ve buyruk doğrultusunda kiralandıkça kiralanıyor, satıldıkça satılıyor. Kent resmen kentin gerçek sahiplerine karşı özelleştiriliyor ve yabancılaştırılıyor. Parası olanlar, parası olmayıp para babası bulan taşeronlar, akıl bozan komisyon rakkamlarıyla kara para aklayan acemi çaylaklar paylaşıyor mevcudu ve mevcuda eklemlenen rantı. Sanki batan geminin malları veya savaş ganimeti İstanbul’un binlerce yıllık değerleri. Bu ağır aksak anlayış hızla birilerinin zenginliğine zenginlik katarken, bu haksız paylaşım çoğunluğa yoksulluk olarak dönüyor ayni hızla. Bu paralılık bir cenaha rüyada bile göremeyecekleri şan şöhret, hibe ve hediye olurken, bir kesime ise derinleşen bir uçuruma düşmeden evvel eline tutuşturulan ve çoluk, çocuk akraba talukat kesinlikle ödenecek yüklü fatura oluyor. Yani kentin içi boşaltılarak dışı da cilalanarak İstanbul’un geleceği karartılıyor ve de pazarlanıyor.

Suyu tersine akıtan benzer uygulama ve eşitsizliklerle İstanbul’un yeniden kurulması merkezde kalmış ve sıkışmış ilçelerden başlıyor. En barizi ise hükümranlığın yıkılmayacak denli sağlam görüldüğü merkezlerden pompalanıyor. Hayal dünyası, kentsel dönüşümle değişecek hayat rüyası baş tacı ediliyor. Ve kentsel dönüşüm programları laboratuar statüsünde sayılmış oralardan ülkeye lanse ediliyor. Başta alan almış satan satmış, alan razı satan razı bir durum yaratılıyor. Böyle kentsel dönüşüm olmaz, toprak sahipleri ileride mağdur olur diyenlere ise veryansın ediyor kandırılmış mal sahipleri, iktidar yanlıları ve borazancıları.

Sonrası apar topar tomarla ele geçirilen hisselerin bir yatırım ortaklığına devri, kaçak başlanılan başlatılan bir proje, ruhsatsız bir yapılaşma, eksik metrekareli hak teslimleri, metrekare farkı ödeme mecburiyeti ve hak sahiplerinin meçhul bir tapulaşma ile karşı karşıya kalışı. Emsal artışından kazanılan binlerce metrekare inşaat alanının kime yar olacağı belirsiz ve başka bir muamma. Emsal artırma ve dairelere birer ikişer kış odası kurnazlığı bile teknik üniversitelere bitirme tezi konusu olur. Ve kentsel dönüşüm üzerine yazılacak yüzlerce makale nedeni.

Ama Allah’ın sopası yok, ilk oralarda, merkeze en yakın labarutuvarda patlıyor kabak, çatlıyor toprak, dökülüyor yaprak. Allah’tan lafla yürümüyor inşaatlar, atılmıyor katlar, her şeyin ödenecek bir bedeli var. Laboratuarda vaatler yerine getirilemiyor, verilen sözler tutulmuyor sanki. Merkezde kaynama bu minvalde. Ve ahali o en uyumlu ahali takke düşüp kel görününce havalandı. Bire bir, metre kareye metre kare atmasyonları ve promosyonlar, dairelerin net brüt olayına takılınca, üste milyonlar ödeme mecburiyetine endekslenince toprak sahipleri isyanda. Gitti gider canım daireler, paralar pullar. İmajda, metrajda yerlerde sürünüyor ve bu saatten sonra halkın yapacağı nedir ancak kallavi hukukçular bilir. Belki de hiçbir şeydir bundan sonrası için yapılacaklar. Onca uyarıya karşın imzalar atılmış atı alan da denizi geçmiştir. Daha işin en başında oluşmuş mağdurların feryadına, kentsel dönüşümün rantını paylaşacakların aç alıcı pozunda ‘satın bize’ kurtulun havası da manidardır. Takası tımbırtısı ile kentsel dönüşüm martavallarının geldiği nokta budur. İşte kentsel dönüşüm laboratuarları merkezi İstanbul’da örnekleriyle sabit acı veren son durum.

İstanbul hızla değişti, değiştirildi ve bu hız önce kentin ilçelerini, sonra kenti, bölgeyi ve ülkeyi vurdu ve hız kesmeden sürdürülüyor kentsel dönüşüm. Ama şiirler kanatlanınca tepeden tırnağa şairane bir arınma başlar ve bu çok örselenmiş kent yeniden eskisi gibi güzelleşir, İstanbul’laşır…

Çözüm ortak beklentilerin uyumunda saklıdır, çözüm umut ve çekilen acılarda gizlidir. Felaketi öne çıkarıp insanların ümitlerini yok ederek tırnak içinde her kentsel dönüşümü çare öngörmek ve göstermek etik kurallardan kopuşu da hızlandırır. Bu hızlı yaşam kısır döngüsü, dönülmez hataları da beraberinde getirir. Gün gelir kim tetiklerse tetikler ve canlar İstanbul’unda milyonlar, o bilinmez görülmez sanılan milyonlarca şeyi görür, okulu mektebi olmaksızın anında öğrenir, öğrendikçe de ‘bu iktidar vallahi güzel’ demez bir daha. Ve ‘siz geleceksiniz de ne yapacaksınız diye diye’ ehveni şeri getirir bütün yönetimlere.

O vakit, gökkuşağı renkleri taşınır demir, çimento ve kum aksamlı akşamlara ve çiçekler açar betonlar, gül gibi kokar İstanbul’un asfalt yolları. Göz kamaştırıcı bir ahenkle, renk ve tonlamalarla elyaf elyaf kızarır İstanbul’un çatıları. Ve İstanbul’da kentsel dönüşümün kapkara bulutları kalkar gökyüzünden. Ama Esenlerlinin gözyaşları dökülür İstanbul’daki tüm yol tabelalarına.

O tabelalarda “İstanbul’un merkezi Esenler’e gider” yazar lakin Esenler artık Esenler’lilerin değildir…
KÜLTÜREL AKILLILIK VE KİTAP…

Fuarların her türlüsü elbette ticari bir olaydır. Ama konu kitap olunca, amaç kitapla buluşmak olunca hele hele orada kitaplarını imzalayan yakın dost ve dostlar bulununca şekli şemali değişir işin. Yazılarıyla şu garip haber sitesine bila bedel katkı sunan Mustafa Kemal Erdemol ve Hatice Eroğlu Akdoğan başta diğer dostlara da imza günü yapılınca onlara sevgi, saygı ve teşekkürler bağlamında bu yazı kendiliğinden doğar.

Simsiyah dalgaları dövünce dümensiz kitaplar, aşkın ve devrimlerin müebbet hapsine alışır saçlardaki bembeyaz köpükler…

Fuarların izdüşümünde düşler kitaplaşınca düşünceler evsiz barksızlaşır yüreklerde. Bir baba ocağında yüzyıllık haksızlık mağduriyeti metaforları kitapları ticarileştirir, babaları da kitapsızlaştırır. Fuardan fuara kırılır zincir.

Kitap okumayan bir toplum olma yolunda kitaplara konu olacak biçimde ilerliyor tüm toplumsal denkleme ilericiliği. Yine de bu tarz etkinlikleri takip etme modası hala güzel ve güncel. Kitap almasalar bile ziyaretçilerin, maddi yetersizliklerden dolayı kitap alamasalar bile kitapseverlerin kitaba dokunabilmesi, hele hele çocukların kitaba yoğunlaşması ne güzel bir sadadır.  İmza günleri, söyleşi ve paneller ile desteklenerek cazibesi artırılan bu fuarın otuz üç kurşunundan en az yirmi beşini yakalamışlığımız vardır havada karada. Kitaplar arasında dolaşmışlığın, kitap yolculuğunun hazzıyla bu evrensel hikayeye herkes kendi çapında kelimeler eklemek ister ve ekler de.

Simsiyah dalgalar ile boğuşunca dümensiz kitaplar, aşkın ve devrimlerin müebbet hapsine alışır saçlardaki bembeyaz köpükler…

Yaşlanmışız gerçekten, tansiyonumuz düştü… Yeni Türkiye, yeni demokrasi topluma üç maymunu oynamayı şartlarken, şartsız şurtsuz başrol oyuncuları yüz yıllık beyaz perdeyi bile kıskandıracak yasak savmacı replikler ve aceleye getirilmiş yasaları uygulama maharetiyle ezdi geçti akan yılları. Belli azınlık ise bazinofla beraber her şeyin ötesinde gençliğini buldu bu fuarda ve kitaplarda.

Kültürel yaşamlar yolları bir eder, derler toplar. Çizgileri serttir gerçeğin ve sosyolojisi ise toplumda kendine yer açmak üzerine kurgulanır. Seyyiata seyyahlık seyyar siyaset satıcılığı tezgâhında kitaplı şairler, kitapsız yazarlar ararken, arayan Mevlasını da bulur belasını da.

Zaten evlerin ocakların izdüşümünde sıcak düşler kitaplaşınca düşünceler de evsiz barksızlaşır, sokağa adımını atar. Bir baba, baba ocağında evladına kitaplarını miras bırakmak istiyorsa, ay ışığı güzel terbiyeyi sürükler mağluplar mahzenine. Ve mahzen aydınlanır…

Hiç pürüz kalmayacak, parmağa kıymık batmayacak denli sıfır numara ile delice zımparalanmış aykırılıkların mağlubu olmaktır en zoru. Alet edevat kutularıyla erken yaşta tanışmak gibi bir şeydir ustalığın ve dâhiliğin ilk penceresi kitaplar, kitap okumak ve yazmak.

Simsiyah dalgaların defterini dürünce dümensiz kitaplar, aşkın ve devrimlerin müebbet hapsine alışır saçlardaki bembeyaz köpükler…

Keşke ben yazsaydım, ben de… Kıskanma değil kesinlikle ama bu işin kültü, kültürel aklın gereği böyle kütleleşir yüreklerde. Keşke her şeye her zorluğa karşın tarihin dönüm noktalarını capcanlı yaşamışlardan her biri kitaplı kitapsız kendilerini sürseler bu fuara.

Keşke ben de… Hayatımı yazsam roman olur… Herkes romanını kendi zekasına göre yazar, romansını kendi bekasına göre yaşar. Asi çocukların romanında ise hep en uysallar devrim yapar.

Tek dilek vardır ölmeden önce. Çam ağaçlarından dinlemektir ölümü ve dinlenmektir yorulduğunca. Acı tecrübeleri unutmak ve mehtaba yalnız başına sarılmaktır. Ve çıkılan berbat yolculuğu ilk molada terk ederek bir daha uğramamaktır o limana. Çam kokusu yüze çarptığı an ayılmak ve başıbozukluğu anında bırakmaktır uslanmazlıkla. Böyledir işte kültürle iç içe yaşamak ve telef olmak. Ama kitaplara tutunmaktır uçuruma düşmeden evvel tek yol olarak ve devrime inanmaktır ömür yettiğince.

Kara kutusu sıkışınca kaçanın anası ağlamazı ön gören bir dünyada hayatın öznesinin kitap olması zorlaşır. Örselenmiş öksüzlükleri metinleştirse de her sayfa, cümlelere gizlenmiş ilişkilerde asla yalnız değilsinizi haykırır kahramanlar. Kara kurumlu kuyularda, masmavi denizin altın sarısı kıyılarında kapalı gişe oynayan o ayni filmde rol çalmadan rol alabilmektir amaç, fuar bahane.

Simsiyah dalgaların üstüne üstüne gidince dümensiz kitaplar, aşkın ve devrimlerin müebbet hapsine alışır saçlardaki bembeyaz köpükler…

Akıldan gelse de, sezgilerden oluşsa da, alt kültürler etkisinde gelişse de, tecrübeler ile var olsa da bilgi bilgidir. Akıl üzerinde maksatlı denemeler yapmaya da hiç gerek yok bu fuar ortamında. Kitaplar vardır tüm kitapsızlara ayar çeken demek kafidir.

Çileli hayatlara her kitap kendinden parçalar bulmasını sağlar. Şaşırtıcı boyutta kendin olmak, kendini bulmaktır mesele. Ve okumakla başlar tüm misaller. Mutlak olunur ve bulunur. Kitaplardan yansıyan ışık aslında kusursuzluğa uzayan yola yolcu olmak ve her imkansızlığın imkanlı duruşuna ise asla kanmamak ve tapınmamamaktır.

Fuarların izdüşümünde sıcak düşler kitaplaşınca düşünceler evsiz barksızlaşır yüreklerde ve sokağa inecek yol bulur. Bir baba, baba ocağında evladına simsiyah dalgaların hesabını gören dümensiz kitaplar miras bırakmak istiyorsa eğer, ay ışığı yakamozlara hapsolur.

Ve Deniz aydınlanır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder