EKLEME, EKLEMLEME, EKLEMLENME VE TEKERLEME SANATI…
Bir basit tekerlemeyi ihsandidelikle en eksiksiz, olgun ve uygun mükemmellikte kâmilce eklemlemek, siyaset sanatına neler katacak yakında belli olur. Hem de düşüncelere sonbahar gark eden bir şarkının iyi, hoş bir güzelin çok temiz ve duru sesinden dinlendiği varsayımının siyaset musikisine neleri kattığı da ortada iken. İsmiyle dinine bağlı kimselerden gül dalında goncaları, dağ yolunda yoncaları dermesini beklemenin siyaset tarlasına neler ekeceği de üç aşağı beş yukarı belli. Hal böyle olunca ihsanatın ekmeğinden olması demektir bu liderler sultasındaki lütufkar biçimlenmiş ile halleşmek.
Bu değişmez liderler sultasından taşanları başa en başa taşımak ise, ayni karar ve hükmü zoraki kabullenişten muzdaripler için baştanbaşa en ağır karmaşa, baştankara natamam tam tekerlemelik bir durum halk oyunda. Kesiyi gaddarca kesen, en babasından, alasından kesmiş hasat başı, yarıcıların başı hasatla masatla dertteymiş kime ne haber…
“ Sevdi aldattı beni. Güldü ağlattı beni. Gittim kölesi oldum. Götürdü sattı beni.”!!
İçinden şair geçen şehirlerde mutlaka deniz vardır ve bu şiirsel kentlerde şiir yerine tekerleme söyletmek zordur diye başlayan bir yazıya başlık ayarlamak en zorudur. Zordur ama genel amaç siyaseten toplumun topuna toptan ayar çekmek olunca akıl yettiğince karşı durulsa da içten içe, akıl tekerleniverir tekerlemelere. O karşı duruşlardır ki düşlerin çelik anahtarını bile kırıp geçmiştir zamanında. Her genel geçer gerginlikte, gerginlik anında yeniden yorumlama gereği hâsıl olur içinden şair geçen şiirsel şehirleri.
Aynı fasıldan, fasıla fasıla beslenmişlikten olsa gerek, yersiz ve zamansız şarkılar bestelemek, türküler yakmak, şiirler dermek ve tekerlemeler tekerlemek ve hepsini de bir yerlere eklemlemek tam bir hayal kırıklığı yaşatır ahalide. Bu gün şehrin, şehirlerin ve ülkenin yaşadığı veya yaşadığı halde algılayamadığı gerçek aynıyla bu merkezde. Yakında algı yöneticilerine gün doğar yine fahiş fiyatlara.
İçinde şehir efsaneleri barındıran şehirlerde mutlaka unutulan ve görmezden gelinen, denizden esintilerin ve kimliklerin gazabı vardır.
Final çığlık çığlığa yaklaşırken insanlık dersinden neredeyse sıfıra yakın not almalar, tümden sınıfta kalmayı getirince azap başlar gök kubbenin altında. Hesap mahşere kalmaz bu sefer. Artık hangi engin sularda geziniyor ise adamlık ve dost doğru adamlık, dalgalar haşince kıyıya vurdukça iz bırakacak sanılan adamlık ta ölür. Tersyüz edilmiş zihinlerin ve alaşağı edilmiş hayatların dibe vurduğu o kadar fazla şehir vardır ki sınır içinde, diz çöker ülke. Ve denizin derinliklerinde, nice siyasi batıklar nice uydurma hayatlar sürdürür ama kimsenin haberi olmaz.
Öyle ki liderlerin, liderlerinin insafına kalınmıştır bir nevi, tüm yokuş aşağı tekerlenmelerde. Derli toplu bile olmayan kişisel kısa notlardan ortaya çıkan, sohbet artıklığı ile ancak bu kadar olur. Zarara sevinmek işte budur, denizaşırı, sınırdışı eklemlemelere hiç gerek kalmadan.
Dilsiz sürüler haline gelmek ve sürülendirilerek, süründürülerek yaşamak, yaşamaya zorlamak ve yaşatmak sonun başlangıcı, yıkımın bir adım berisidir aslında. Ben nasıl olsa yaşadığım kadar yaşamam, yakılsa da, yıkılsa da görmem düz mantıksızlığı ve düz kontak tavırlılığı ile vatan semalarında yükselen her yurtsever nidayı karalamak, her en son uyarıyı görmemek, görmezden gelmek ademleşmek değil adamleşmektir. Bir evcil sürü sürümüdür dilsizleştirme ve dil bilgisinden bahis kafadan erkeklik ister…
Siyasi iktisadi ablukaya alınmış ve hayatın abece’sine yenilmiş bir milletin sinesinde hangi aslanın yattığı belli olmaz ama bu ve benzer durumlar her daim olduğu gibi akvaryumdaki rengârenk süslü balığa ve ülkede birkaç köyde konuşulabilen kuşdilinin maharetine aldanmakla sonuçlanacak bir tekerlenmedir sadece.
Eklemlenen tekerlemelerin tekmeleşmesine, belirginleşen isyanın buğusuna, asla renk vermeyen şarkıların şartlandırmasına, şarklıymışçasına dikkat kesilerek ama dayatmalara hiç sesini çıkarmadan, yükseltmeden bekleyenlere kimin bir diyeceği var ise yakında eklenir mevzuuya. Ancak şu bu uydurmaca ve kandırmacalarla dil üstü kaydırma ve adam kayırmacılığıyla piyasaya sürülenlere mavi boncuk takma molası şimdilik. Sahte mavi boncuklar ve boncukçulara ve oluşturulan manzara çirkinliğine elbette kimsenin itirazı olamaz, olmamalı da. Zaten yaz mevsimi ve deniz kıyısına ne sürsen gider.
“ Bir Seçimde, Seçenler, Seçilenleri Seçemiyorlarsa, O Seçilenleri Seçenler, Seçim Sistemini Seçenler Kimler?''
İçinden şair geçen şiir gibi şehirlerde içinde mutlaka deniz var olan yazlık ve kışlıklarda yaşamak insana yakmayan tılsım ve serinlik katar. Bu eşsiz kazanımla yüreklenen ama yürekte tutuşan çatılardan sızan sihirli dumanlar, sadece çatıyı çatan sihirbazları kıskandırıp sinirlendirir ama sonuçta bu numaracı renkliliği gölgeleyemez. Gölge düşer belki kısa süreliğine ama süreklilik arz etmez, önü kesilir dört koldan. Hayal içinde hayal, dünya içinde hayal yorgunları yeşil sedeflerle işlenen kızarmış eseflenmelerin sırrını da dört kolluya kadar taşırlar.
Bu saatten sonra bu mevcut üçgenin dış kenar bükeylerine kafa yormak, iç bükeylerini aramak ve çok genleşmek kimler hatırına da kapıya dayansa akla düşer tekerlemeler, tekerlenmeler. İleride apaçık ortaya serilecek bu savrukça ama dikkate değer nedenlerle bir araya geliş, yan yana esaslı duruş rahatlıkla hoş gelişler ola tarzında saygılamaya dönüşmeyebilir. Ak suların köpüğünde hapis hayatı yaşamakla ödüllendirilmiş ahali nihayetinde yine bir dört kolluya zevkle sarılır.
Oluş ve yontuluş sürecinde her türlüsü mubahtır babında yaşama tutkusu aşılanmış isli ve sisli gecelerin ve bekçilerinin yegâne armağanıdır bu bermudacılık. Artık aklın okuyup yazması, gezip görmesi ezber edip bozması da boşunadır. Biçarelikten bütün amillerin ve amellerin mukaddes sayılmasıyla, bütün amir ve emirlerin doğru sanılmasıyla biter bu devre kayıplığı, eğer kısa devre yapmaz ise akıllar. Perdede sadakatsizlik hayalet gibi gezinse de ses ve ışıktan örülmüş sahte âlemlere akar yarım akıllar. Parıldayan her ışığa kanmak alaylı âlimlerin ve mektepli bozguncuların harıl harıl israfa ve ispata yönelik çalışmaları ile geçer bu ramadan. Ve seleksiyon da yine gerçeklik kaybeder.
İçinden şair geçen, şiir gibi şehirleri yüklenmiş üç tarafını deniz kuşatmış bu ülke, içerisinde mutlaka şehir efsaneleri barındırır. O efsanelerde eski imparatorluk dilbazları ve dilberleri kırık sazlar eşliğinde talih kuşuna yüklerler hendese okuma devrine yanıp tutuşan özentilerini. Ve sahi diye başlayıp, uzatılıp inceltilse de katı kaskatı bir kaderciliğe mahkûm edilir ucuzlatılmış yaşamlar.
Kadercilikle ziyan edilen yaşamlar ve kadercilikle biçimlendirilen süreç teker teker tekerlenir ve kapağını bulur. Elemeler, eklemeler ile eklemlenir ve tama tamamlanır. Ziyadesiyle zikirleme ve zikirlenmeden doğan bu çok genleşmeye nefretlenmek ise içinden seçimler geçen, oylum oylum oylanan ve içi oyulan ülkenin al renkli saltanatına gönül vermiş ve dahi kalpten inanmış ütopistlerine düşer. Ekleme, eklemleme, eklemlenme ve tekerleme sanatı, siyaset sanatına yeşil ışık yakarsa işte o vakit tekerlemeler tekerlenir…
“ Hakkı hakkının hakkını yemiş. Hakkı Hakkı’dan hakkını istemiş. Hakkı Hakkıya hakkını vermeyince, Hakkı da Hakkı’nın hakkından gelmiş.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder