7 Temmuz 2014 Pazartesi

GÖÇ; ATEŞTEN GÖMLEKTİR, URUMELİ DE, BALKANLAR DA BİZİM, ANADOLU DA...

Oralarda asla son olmayabilecek bir vaka; Rebrenicka, 2. Dünya savaşından bu güne yaşanan en kanlı katliam, resmen soykırımdır…

Başka bölgelerden derlenmişlere asırlar boyu vatan belki de anavatan olmuş, anavatan dili kültür dili, dini asıl dini olmuş, ne unvanlar yaşadı bu millet, bu memleket Rumeli de. Rumelia’da Balkanlar da ne acılar, ne acı sonlar ve ne başlangıçlar yaşanmış tarihe mal olan.

 “Devletimiz duygusal ve ekonomiye gereken değeri vermiyor, o nedenle tarihte çok devlet kuruldu ve yıkıldı…”

Ana teması göç olan, savaş ve göç ikilisine, ilişkisine teğet geçmeden dünya çapında büyüleyici keşifleri içeren, kesim kesim en kesif, ne kıyımlar var ki insanlık tarihinde yaşanmış çoğu bu memleket ve uzantılarına aittir onlar yaşamıştır. Değer yargıları ve tarihsel gerçekler doğrultusunda ilerlenilmedikçe de gidilebilir,  her şeylere hâkim olunabilir belki ama sahip olunamaz. Agresiflik duygusu hangi ekol olursa olsun ekolun açık kapatacak düzeydeliğini bozar ve egemenlik biter. Külahı başında külyutmazların şaşkın azgınlıklar içinde bocalaması ve tüm tema kaygılı temasları hep bu varlığın korunmasına karşıtlıktandır.

“Balkanlarda Türklerin varlığı 17 asırdır sürüyor…”

Bir yaşam tarzıdır ana temasında hırs barındırmayan, güçlü göçler ve savaşlara dayalı kitaplara geçen hayatlardan seyretmek dünyayı ve hakkınca doğru okumayı. Kitap oburluğu eninde sonunda popüler kültürü deler geçer ve kültsüz gerçekler süzülür zihinlere.  Ve göçmek, göç eylemek derviş edasıyla, hakikat manasıyla, insanlık onuru mahlasıyla çifti çubuğu toplamadan, yiğitçe tahtı da, toprağı da terk eylemektir. Kuştüyünden yatak hafızalarda asla yeri olmayan bir davudi duruştur bu özgürlüğe, özgürce ana yüreğine uzanış.

“Balkanlar Asya ve Avrupa arasında stratejik konumu gereği eski ve yeniçağda daima kırılma noktası bir merkez olmuştur…”

Tarihi kararların pek isabetli olunmayışında gizlidir her şey ve işareti birinden kaçar gibi algılanmakla beraber kahramanlıkla örtüşür tarihte. Başka bir hayat isteniyorsa da özlemlerin ifade edilişiyle ana fikre ters düşer hayatlar vardır ve zoraki göç kendiliğinden başlar önce. Daima rastgele suçlamalarla bakılır meseleye ve bıkılır bir müddet sonra zorlama göçlerle sürdürülür süreç. Ve savaşın da neden çıkarıldığı ve yapıldığı unutulur zamanla, nedenselliği önemini de kaybeder. Ancak kaybedenler kulübü olmak her iki taraf için de geçerliliğini tarih boyu hiç kaybetmez. Kim kazanmıştır, kim kaybetmiştir tarihin sırtında taşınamaz bir yük olarak kalır. Yani savaşın ve göçlerin taraflarının kazanımları sadece kaybedişlerde ve kaybettiklerinde gizlidir. Aslında tüm göç hikâyelerinde saklıdır birer birer, ham yalanlar ve has gerçekler.

“Efsaneler bizi daima yanlış yönlendiriyor, Balkanlarda yıkılan değil, yüzyıllarca varlığını sürdüren ve koruyan bir Osmanlı ve Türk yerleşmesi mevcuttur…”

Ana tema şudur budur bir yana, ama her sınır ötesi ilerleyiş belirgin bir yaratıcılığı da peşinde sürükler. Bu sağlama ve sağlama alma duygusu tüm yaşama nedenlerini de geçmişin dokusunda, doğanın birikiminde arama bilincini yansıtır toplumlaşmalara. Alabildiğine gizlilik içerir ama çok kötü şeyler olmadıkça ve karşılaşılmadıkça her şey özgürlükle ifade edilir ve toprakta gizlidir.

“Göç ateşten bir gömlektir…”

Mutlak hakimlik, en muazzam mutlakiyet bile zamanla zevk ve mana bahçelerinde arsızca biten ve büyüyen kara otlara benzeşir. Kararır her şey ve tahtlar tahtı Revanlara yüklenir iki arada bir derede. Aydınlanma ise her yeri kendi vatanı, kendine öz vatan sayan göçerlerin dönüş yolunda çektikleriyle semavileşir.

“Hüner bir şehir bünyad etmekdir, Re’aya kalbin abad etmekdir…”

Başka bilgilerden asla esinlenilmeden ama yararlanılarak, bin yıldan fazla anavatan kültür birikimiyle selahiyeti her dem kendinde gören devirler yaşatmış ve yaşamış bir milletin eseridir göç. Bir kere emrindekileri asla sürüler olarak görmemiş ve sürmemişliğinde, yerinden, dilinden ve dininden etmemişliğinde gizlidir göçün odu, sırları ve kodlanmamış kodları. Özellikle Balkanlar da, Avrupa’nın her köşesinde büyük kentler kurulmuş, nüfus ve nüfuz bu yolla artırılmıştır. Hem de ileride baskı ve zulüm görüleceği tarihsel gerçeklerde kayıtlı olduğu biline biline.

“Üsgüb 15 ve 16. Yüzyılda Balkanların fethinin merkezi, askeri hareket noktasıdır…”

Ta ki baskı, işkence ve zulüm görene kadar, görüp geçirene, göçe sürülene kadar,  sürdürülen hâkimiyet döneminde asla baskı siyaseti, sindirme ve yok etme politikası gütmeden bir ilahi mucize gerçekleştirilmiştir oralarda. Ruhu göçer olanlar darağacına çekildikleri ana kadar özgürlük için savaşırlar, çekildikten sonra göçtüklerinde ise zaten tamamen özgürleşirler. Oralarda yakın tarihe çekilenler, çekildikleri ana kadar yorulmaksızın çalışarak eşsiz bir manzara izlenimi veren emeklerini, bu paha biçilemez tablo ahengini geridekilere armağan ederek gözyaşları içinde terk etmişlerdir oraları.

“Coğrafyadaki gerilim Balkan savaşlarına kadar sürmüş, ayrılıkçı bir yöne kaymış ve halen sürmektedir…”

Balkan Türklüğünü Osmanlı ile kısıtlamak fevkalade bir yanlış ve tarihsel bir yanılmadır. Bu yanılsamanın yansımalarını bu gün birileri sosyopolitik kazanç, sosyokültürel esans ve sosyoekonomik meta kapsamında ele alıyorsa da işin özü, göçün gözü, gerçeğin közü bu değildir.

“Balkanlarda 8.000 Türkçe yer adı mevcuttur, dolayısıyla bu topraklara geçici değil, vatan telakki edilip yerleşilmiştir…”

Binlerce yıl evvelinden Peçenekler, Kumanlar, Çepniler, Hıristiyanlaşmış Oğuz boyları, Vardarlılar ve daha niceleri Balkanların yerli halkından olmuşlardır.  Hatta bir dönem Anadolu tamamen kaybedilmiş ve Balkanlara tutunmuştur, Balkanlarda tutunmuştur Türk göçerler ve beylikler. Son yüzyılda oralarda mikro milliyetçilik temelinde palazlandırılan isyanlar ve faşizan saldırganlıklar bu tarihsel motifi asla zedeleyemez.

“Meşeyim güneş ormanlarında…”

Bu Balkanlara tutunma hevesi, bir tutuşmanın eseri değildir hiç. Oraları hiç yabansılamayışın, yabancılaştırmamış olmanın tezahürüdür. Daima bir anavatan özlemiyle sarılınmıştır oralara ve oralardan yetişen değerlere. Aradaki mazi çok eskidir çünkü.  Kimsenin azımsayamayacağı, yok sayamayacağı türden bir bütünlük arz eder bu ilişkisellik. oraların suyu tüm susamışlara ilaçtır.

“Dubrovnikli tüccarlar Balkanlardaki şehir devletleri içinde en rahat Bosna ve Hersek’de faaliyet gösterirler. Tuz getirirler ticaretleri karşılığında…”

Ana teması göç olan, savaşı ve göçü içinde barındıran bir gidiş ve ucu açık dönüş biletidir tarihe mal olan. Ve küçük hikâyelerle büyüyen ve büyüdükçe bu gün dahi asla sönmeyen bir toplumsal yıkımın tarihe bıraktığı izdir oralarda yaşananlar. Dönüş yolundakiler ise Rab yolunda yapılan en güzel mücadele ve mücadelenin en güzel yapılanıdır.

“İşkodra ismi tepe anlamına gelen kelimeden türemiştir…”

Tok gözlü zenginlikler ile adamlaşanlar oralardaki yaşamları ve yaşananları da iyi bilirler, sürgünleri de sürülmeleri de. Ve göç yolunda fakirleşmeleri de bu mücadeleyi en güzel ve hakkınca yapanlar onlardır diyerek yüceltirler. Orta Avrupa’nın tümünde oralardaki bu dik duruştur aslında Anadolu’yu var eden gerçek ve hakiki mayalanışın, Hakka dönüşün, imparatorluktan cumhuriyete yeniden dirilişin özü.

“Balkanlarda Slav birliği siyaseti öne çıkınca daha önce çatışmayan toplumlar birbirleriyle çatışmış ama faturayı Türkler ödemiştir…”

Öncesi sonrası tarih boyu bir kaynar kazandır Urumeli ve Balkanlar. Ve bizdir en hasından en makamından. Dereköy ve Kapıkule’den dışarı adımlar atıldığı an bu saptamalardan kendine ters gelen bir şeyler gördüğünü söyleyenlere oraları gördükten sonra yaşam boyu doğru gelecektir Urumelilik ve Balkanlılık gerçeği. Urumelia ve Balkanlar için asla son olmayabilecek bir vakadır Rebrenicka. Rebrenicka, 2. Dünya savaşından bu güne yaşanan en kanlı katliam, resmen soykırım olarak kayıtlara geçti. Daha ne olsun…

“Ben bir göçmen kızı gördüm Tuna boyunda, söyle göçmen kızı annen var mıdır, Ne annem var ne de babam, kalmışım öksüz, telgrafın tellerinde haber var mıdır, ne haber var ne de selam, kalmışız öksüz…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder