29 Ocak 2015 Perşembe

M.EROL YAZILARI-2-



VARVAR PAŞA’NIN KELLESİ…
 
Sene 1648 Padişah Sultan Deli İbrahim, Sivas Valisi Varvar Ali Paşa, ona Bağlı Tokat Beylerbeyi (Kaymakam) ise İpşir Mustafa Paşa’dır…

“İpşir Paşa’nın hanımının güzelliği İstanbul’da saraydan bile duyulmuştur. Şeyhülislam Cinci Hoca padişaha iletir. Padişah Deli İbrahim, hiç vakit geçirmez. Sivas Valisi Varvar Ali Paşa’ya ferman gönderir. Acele olarak 30 bin kuruş ve İpşir Paşa’nın hanımını gönder, haremime katacağım der. Varvar Ali Paşa karşı çıkar ben nikâhlı bir kadını padişah ta olsa göndermem, bu güne kadar Sultana hep var var dediğim için ismim Varvar Ali Paşa’ydı. Bundan sonra da Yokyok Ali Paşa desinler demiş. Cevabı alan Sultan Deli İbrahim, kafaya koymuş bir kere, o yüzden biraz alttan alır Varvar Ali Paşa ve İpşir Paşa’ya devlette önemli görevler vereceğini hatta vezir yapacağını iletir.
Çok çalışması gereken İpşir Paşa’nın yeterli zamanı olmayacağı için hanımı ile ilgilenemeyeceğinden hanımını da haremine katacağını söyler. Varvar Ali Paşa yine karşı çıkar. Deli İbrahim, Varvar Paşaya çok kızar ‘ya kadın ya başın’ der. Varvar Ali Paşa başım der ve isyan çıkartır. Ne gariptir ki İpşir Paşa, Varvar Ali Paşa isyanını bastırmak için görevlendirilir ve Varvar Ali Paşa’yı yakalar ve istemeye istemeye asar. Karısı da zamanla Deli İbrahim’in haremine katılır. İpşir Paşa devlette üst düzeyde görevlendirilir, Deli İbrahim’den sonra altı ay vezirlik bile yapar.
Çünkü Şeyh Cinci Hoca fetvayı vermiştir; Sivas Valisi Varvar Ali Paşa padişahımıza isyan edüp, karşı çıktığından dolayı asılması, yoğun devlet işlerinden dolayı İpşir Paşa’nın hanımının da padişahımızın haremine katılması caizdir…”
Günümüzde her şeye caiz diyen insancıklar türedi. Ne hikmetse Osmanlıcayı isteyenler, Osmanlıyı sevenler, toz kondurmayanlar bol bol fetva veriyorlar. Yağcılığın yalakalığın sonu yok. Her kesimden insanlar yağcılık yalakalık yarışında. Arkasına nişadır sürülmüş gibi yakalayana aşk olsun. Cumhuriyet’in kazanımlarını küçümseyenler hatta inkâr edenlerin fetvalarının büyük bir bölümü cinsellikle ilgili yani belden aşağı. Yatmayıp kalkmayıp cinsellikle ilgili fetvalar vermeye hiç utanmıyorlar. Buna sözüm ona kendisine din adamıyım diyen hoca geçinenler de katıldı.
Bir cüppeli hoca kadınla erkeğin bir arada bulunması çalışması günahtır diyor. Halvet olma tehlikesi varmış. Bir başka hoca da annesinin diz kapağı gözükürse tahrik olma olasılığı vardır diyor. Millet işi gücü bırakmış din adına fetva veren bu mahlûkları ibretle izliyor. Sanki din sadece onlardan soruluyormuş gibi racon kesiyorlar olur olmadık konularda. Şu yasak bu günah, bu haram şu sevap diye millete sözde akıl satıyorlar. Altı yaşında bir çocuk bile evlenebilirmiş, başını kapatmalıymış.
“ Al sana bir hayâ, nerene dayarsan daya…”
Oradan buradan, Ukrayna’dan, Fas’tan, Libya’dan, en yakından, dara düşmüş komşulardan, harem kurmak sevap, Türk kadınının sokağa çıkması haram ve günah. Esas saflıkta belki de işlerine öyle geldiğinden bunlara din adamı diyenlerde. Ya ekran önü ve arkası âlem yapan hocanın cümbüşlerine ne demeli. Bu adamcıkları ciddiye alırsak biz dinden çıkacağız. Allahım sen bizi ve aklımızı koru şunlardan…
Polis hırsızı suçüstü yakalamış. Hırsız hemen avukatımı istiyorum demiş. Polis seni suçüstü yakaladık avukatını ne yapacaksın deyince hırsız: ‘merak ediyorum bakalım bu sefer ne yalan atacak’ demiş.
Şimdi hiçbir şeye gerek kalmadı. Büyük götürenler mecliste aklanıyorlar. Büyük götürenlerin vekilimi istiyorum demeleri yeterli. Hemen vekillerinin oyları ile aklanıyorlar. Akkoyunlular Devleti’nden Akoyunlar Devletine geçtik. Ne gerek var bağımsız hâkime savcıya ve avukatlara. Zor anında Vekilini iste yeter. Aksaray’dan selam gelsin yeter. Kurtul. Yazık oluyor gerçekten hapiste yatanlara. Yargılanmışlar cezaları kesilmiş boş yere yatıyorlar. Vekilleri olanlar ise iki bakara bir makara al sana beraat…
Hem aklanıyorlar hem de yolsuzluğun gecikme faizini de sıkılmadan alıyorlar. Yollarını bulanlar sözüm ona bir de yolsuzluğa karşı olduklarını söylüyorlar ortalık yerde. İnsanlar işsiz insanlar yoksul, emekliye zam 2,32. Televizyonda mikrofon uzatılan emekli diyor ki, ‘pazara akşamüstü çıkıyorum. Fiyatlar biraz düşsün diye. Veya çürük çarık arta kalmışları toplayım diye.’ İnsanlar fakir, İnsanlar işsiz, insanlar aşsız.
Fakirlere ta yıllar öncesinden bakıp, türkü yakıp söyleyen Aşık Kul Fakir yazıyor, televizyonda Kutsal Evcimen söylüyor, biz de izliyoruz, dinliyoruz;

“Biz çalışak siz de yiyin
Yiyin eşek sıpaları
Arkamızdan deli deyin
Deyin eşek sıpaları…”

Ne kadar kızsak da, ezilsek de, vurulsak da, asılsak da, yakılsak da içimizde hala kocaman bir umut taşıyoruz;

“Bir gün bitecek bu çile
Meydana çıkacak hile
Memleketi bile bile
Satın eşek sıpaları

İnsanlık bunlardan uzak
Derdimizi kime yanak
Bu fakir millete tuzak
Kurun eşek sıpaları…”

İki adam biri cılız sıska, diğeri ızbandut gibi iri kıyım tartışıyorlarmış. Cılız kızgınlıkla izbanduta ‘dangalak’ demiş. İri kıyım olanı bu sözün anlamını bilmiyormuş, sarılmış cılızın boğazına dangalak ne demek diye sormuş. Cılız kendini izbandutun elinden kurtarmak için ‘dangalak senin gibi iriyarı, güçlü kuvvetli adam demek’ demiş. Izbandutun hoşuna gitmiş bu sözler, ellerini gevşetmiş ‘ohoo demiş ben neyim ki onun yanında, bir abim var benden daha dangalak…’
Geçici de olsa bu barış süreci denilen ucubenin sonu nereye varacak belli değil. İç savaş tehlikesi her zaman var. Ülke terör örgütlerinin merkezi haline gelmiş. Daha uyuyan hücreler var, bir uyanırlarsa düşünmesi bile korkunç. Dengeleri bozan ülke içinde başıboş dolaşan üç milyon Suriyeli var. Üç beş aya seçim var, geçim derdi her zaman var. 2015 yılında 480 katrilyon sıcak paraya ihtiyaç var. 900 katrilyon borç var. Zamanında Sivas Valisi Varvar Ali Paşa’nın kellesi koptu ama 2015’te kelleleri iyice zorlayacak çok büyük sorunlar var. Hepsi çok önemli ve çok büyük. Hepsi de birbirinden dangalak.

Fetva verenlere her şeye caiz diyenlere ve dedirtenlere duyurulur…

İSTER YÜZLEŞ İSTER BÜTÜNLEŞ

Sokrates’i idama götürüyorlarmış. Eşi seni haksız yere asıyorlar diyerek ağlıyormuş. Sokrates eşine dönmüş ve; “ Daha iyi ya, haksız yere asıyorlar haklı yere assalar daha mı iyi idi” demiş.

Savurganlık, yolsuzluk, bayağılık itibarla kapatılır, yandaş medyada savunulur. Cılız aydınlığın gölgesi dört duvara vurur. Yolunu yitirmiş pusulası şaşırmış, yelkenleri dağılmış, keyfekeder içmiş gemiciler gibi makalelere, fotoğraflara yansıyan ruh haliyle yalpa vuran bir toplumdan başka ne beklenilir.

Ne yürekler yandı, iki cihanda yeri olmayısacılar bizi bu cihana sığmaz ettiler. Yol bulduk, iz tuttuk dağlarımız düzlendi, bağlarımız bozuldu. Harç çektiğimiz gökdelenlerde harcandık. Yarı yolda kaldık. Bir kararda durmayan parayla bütünleşen, onurunu kaybeden sazıyla çalan, dizide rol kapan numaracı takımları ahımız oldu.

Engizisyon mahkemesi Galileo Galilei’ye sorar; ‘söyle bakalım Galilei, evrenin merkezi dünyamıdır, yoksa başka bir yıldız mı? Güneş mi dünyanın çevresinde dönüyor yoksa dünya mı güneşin çevresinde deviniyor?’ Yani hakim Galilei’nin söylediklerini ona sorar ve doğrulamasını ister.

Günümüz hukukunda ise yargıç, savcı çalınanı sormaz, çalanı sorgulamaz, sorarsa başına ne geleceğini çok iyi bilir. Sürgün, meslekten men ve hapis. Sorgulamaya kalkanın vay haline. Haddine mi düşmüş? ‘Ey nazlı hilal yapılanlar helal’…

Evraklar eksik düzenlemiş, soruşturmaya gerek yokmuş, ne olacak al sana beraat. Egemenlerin hukukunda ‘hukuksuzluğunda’ büyük zafer. Bayraktarlığı yapanlar bile şaşkınlık geçirir verilen kararlarla ve gülerler.

Peki, yüzleşme mi, bütünleşme mi ne yapmak lazım. Geçmişle yüzleşelim, o zaman biraz cesaret bulsalar Atatürk Dersim’de katliam yaptı diyecekler. Zaten Atatürk dinsizmiş diyorlar. Atatürk’le yüzleşelim, CHP özür dilesin. Diyecekleri çok; Dersim’de alevi katliamı yapılmıştır. Camileri ahır olarak kullanmıştır. Kolomb’dan önce Amerika’yı Müslümanlar keşfetmiştir. Dünyanın yuvarlak olduğunu Müslüman bilim adamları bulmuştur. “ Atma birader din kardeşiyiz”…

Yüzleşilecekse eğer; Geçmişle yüzleşmeyi bu günün siyasetçileri değil tarihçileri yapmalıdır. Siyasetçinin görevi bu günle yüzleşmektir. Yaptıklarının hesabını vermektir. Tarih baba dizginiyle nal toplatan, malıyla servetiyle yok olan nice sultanları-şahları sorgulamıştır ve sorgular.

Günümüzle yüzleşmek lazım; dünya ölçeğinde kaç bilim adamımız var, kaç üniversitede kitapları okutulan profesörümüz var. Tıpta, mühendislikte, matematikte, fizikte kimyada ne durumdayız. Birkaç istisnanın dışında kim var? Soma’da, Ermenek’te en geri yöntemlerle çalışmadık, çalıştırılmadık mı? Nasıl olsa alışığız. Basit bir su pompası ile su ve çamur boşaltmaya kalkıştık. Düz yolda kurtarma ekiplerimiz kaza yaptı. Aletlerimiz arıza yaptı. Elbistan kömür işletmesinde işçilerimiz seneler geçti toprak altından çıkarılamadı. İşletmenin patronu enerji sektöründe hala en büyük ihaleler almaya devam ediyor. Parasına para katıyor. Adamın gazetesi, televizyonu var sanki dokunulmazlığı var.

Üniversitemiz yüz seksenin üzerinde. Kalite sıfır, matematikte dünyada en gerilerdeyiz. Diploma dağıtma merkezlerine dönüştü tüm okullar. Ama bitirene iş yok. Sana iş veremedik ama üniversite mezunu yaptık. Uyutma politikası okuttuk ve uyuttuk. Boşuna mı açıyoruz, imam hatipleri. Okuyup üfleyeceğiz sorunlar bitecek.

Amerikalılar kuyruklu yıldıza uydu gönderirken, Japonlar manyetik alanda en hızlı treni yaparken, dünya yeni enerji kaynakları bulurken biz kaçak maçak saray yapıyoruz. Hem de bin odalı. Neymiş itibarımız artacakmış. İtibarımız milyonlarca asgari ücretliye 890 TL. Vererek mi artacak. 900 katrilyon borçla mı artacak. Aksaray’ın ilk konukları ise alevi erenleri ve Papa oldu. 

Papa’yı gördük. Lapa olduk. Sultanımızı kutsadı. Alevi erenleri de halkın ve hakkın korunduğu bir sofrada İmam Hüseyin için gözyaşları mı döktüler! Ağıt mı yaktılar? Aleviler üzerine yine oyunlar oynanıyor. Devlette, bürokrasi de tasfiye edilen onlar. Her türlü bölünmeye uğruyorlar. Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da ölenleri Alevileri kim katletti. Dersim’i sorgulamaya kalkanlar önce Sivas’ın Madımak’ın hesabını versinler. Kimse bu hesabı vermekten kaçamaz. Sivas’ın katillerini savunanlar, aklayanlar bakan ve milletvekili oldular. Hem de bu iktidarda.

Günümüzle yüzleşmeyelim de bütünleşmeyelim de ne yapalım. Yolsuzlukları aklamada bütünleşelim. Sultanımıza oy vermede bütünleşelim. Başkanlık ‘sultanlık’ sisteminde bütünleşelim. Barış sürecinde, eyalet sisteminde bütünleşelim. Ülkenin bölünmesinde, Atatürk’e küfurda bütünleşelim. İlimi bilimi  boşver, imam hatipte bütünleşelim. Bu milleti uyutmakta bütünleşelim.

Hükümet büyüğü bakın ne diyor; Türk-Kürt kardeştir. Barış sürecini baltalayan kalleştir. Alevi-Sünni kardeştir. Ayrım yapan kalleştir. Öyleyse çalma ile soyma kardeştir, bunu yapanlar da kalleştir.

İster yüzleş, ister bütünleş; Kadınla erkek, ağaçla yaprak, şarapla tütün, bulutla gök, güneşle gölge, gibi el ele yürünmeli güzel günlere.

Ve zalimler, diktatörler bu toplumla yüzleşmelidir. Toplumdaki mağdurlar ise bir an evvel bütünleşmelidir… 

BU GECE DE AY KARANLIK

Çilehaneme kapandım bu günler. Hain pusuda yıldızlar yine yok gökyüzünde. Kat kat olmuş bulutlar. Derin sessizlik ve sensizlik var yüreğimde. Korkularımın karabasanında cesaretimin dinginliği var. Var ile yok arasında kan sızan geceler ölümlere gebe.

Batsın bu gecede ay karanlık.

Ocaklar sönüyor, insanlık ağlıyor. Hiçbir şeyin farkında olmayan çocuklar ölüyor. Kadınlar satılıyor. Ne uğruna? İndirilmişliğin uğruna değil uydurulmuşluğun uğruna. Adına cihat diyorlar, en az beş insan katledene cenneti satıyorlar. Varsa eğer Allah’ınız, belanızı versin.

Kirli savaşın kirinden bu gece de ay karanlık.

Karadeniz Akdenizi aklamaz. Sultanımız Karadeniz seferinde, veziri Karamanoğlu beyliğinde Ölümler, cinayetler, katliamlar Diyarbekir ellerinde. Işit sınırımızda, şen olasın Bayburt, anlıyam Vanlıyam kılıcı kanlıyam. Ben ne haldayam?

Ankara’da bu gece de ay karanlık.

Amerikan katliamları ölümleri, Vietnam’dan Afganistan’a, Irak’tan Suriye’ye, Kabani’den Türkiye’ye devam ediyor. Dünya kadınlar voleybol şampiyonasında finali ABD ile Çin oynuyor. Dünyanın geldiği bu son noktada Ortadoğu finali de sanki bu denklemde çözülecek gibi görünüyor. Müslümanlar birbirini keserken hepsi de İsrail karşıtı olduklarını söylüyor. Ama İsrail bu bölgede neden ise! Güç ve alan kazanıyor. ABD mutlu, İsrail mutlu, ay gökyüzünde.

Arap dünyasında bu gece de ay karanlık.

Devletlu sultanımız babası için yaptığı Rize seferinde diyor ki; ışite yardım eden vatan hainidir. Vatanseverlik ile hainlik yer ve anlam değiştirmiş galiba. Işiti yaratan ABD, İsrail ve haşmetlu sultanımız değil mi? Silahları kim veriyor, kim ışite eğitim verdi. Yaralılar (katiller) nerde tedavi ediliyor. Amerika Saddam’ın Irak’ına müdahalesini televizyonlarda dünyaya canlı izletti. Şimdi sözüm ona kendi kurduğu Işit’i bombaladığını söylüyor. Aşık Mahsuni Şerif yıllar önce demişti ki; “Bütün insanlık adına Amerika katil katil, katil Amerika”. Bizim vezirimiz diyor ki; Bizden habersiz Ortadoğu’da yaprak bile kıpırdamaz. Ölen Türkmenler, Araplar, Kürtler, Türkler bir yaprak bile değil anlaşılan.

Gecede yaprak kımıldamaz, bu gece de ay karanlık.

Ortadoğu’da kim kimle dost belli değil. Herkes herkese karşı, düşman. Türkiye, Mısır, Işit Irak, Suriye, PKK, PYD, YPG, El nusra vb. herkes birbirine karşı. Kardeş Esed ile sultanın da kardeşliği çabuk bitti. Biliniz ki Çarşı alayınıza karşı. İsrail ile ABD figüranları biz ulus olarak hepinize karşıyız. Barışmaz, savaşı bırakmaz, bu oyunu bozmazsanız hepinize topunuza karşıyız. İç savaş tehlikelerinin olduğu bu günlerde barışı savunanlar kazanmalı.

Kalbimin doğum gününde bu gece de ay karanlık.

Tarihe bir notta ben düşeyim. Bu gün 12 Ekim 2014. Adalet seçimini yapıyor bugün. Kendini yargılayacak. Ya sultanımızın hukuku işleyecek veya temiz vicdanların sesi duyulacak. Tarafsız yargı oluşacak. Ülkenin gecesi de gündüzü de aydınlık ve çağdaş olmalı. Bu fırsat iyi değerlendirilmeli.

Dün gece de pencereden baktım ay karanlık.

Aziz Nesin’in nişan alan eşek hikayesinde eşek padişaha şöyle sesleniyor;  “Padişahım bizim gibi eşekler olmasa bu ülkeye sen zor padişah olurdun.” Ekmek ve hoşaflar ile savaşlar kazanmış ulusuz. Yokluk ve açlık içerisinde bağımsızlık kazanmışız. Getir oğlum garson, bir tas hoşaf, eşeklik bizde kalmasın.

Bu gece de ay karanlık, gece karanlık, ülke karanlık…
EYLÜLDE…

Bu eylülde de yalnızlığımı bekliyorum. Bu gece acılarımı uyuttum sabah tekrar uyansalar da. Diziler bu mevsimde başlar. Hüzünlü acılara belenmiş diziler yaptım. Yalnızlığım ve yoksulluğum var içinde. Her sevdanın nazlı bir düş gibi geldiği anda içimde evrenin ayazı (12 Eylül faşizmi). Cebimde yaz güneşi dolaşıyor, ayvanın sarısına narın kırmızısına hasret.

Umut istasyonlarında vagon vagon yıldığım bu günler. Yine ellerim ceplerimde, yine ağzımda bırakamadığım cigaram. Sokakta peşimizi bırakmayan cellâtları bekleyen can almaya hazır faşizm. Hep gözyaşlarımızı sağnak yağmura döndürdü. Depremde bıraktı yüreğimizi. O on yedi yaşın darağacına çıkardığı güzel, umut dolu devrimin çocuğu Erdal Eren. Sanma ki sen gittikten sonra devran değişti.

Düzen kasaplarının biri gitti diğeri geldi. Bize de seni anmak, umudu yaşamak kaldı.

Fırında sütlaç, bal kaymak gibi kelepir sanıp yediler bitirdiler İstanbul’u. Çaldılar çırptılar ama çalmadan evvel besmele çekmeyi de unutmadılar. Belki cumayı kaçırmadılar, Cuma namazında ayakkabı çalmadılar ama harama uçkur da çözdüler. Limitsizce çaldılar, çaldılar ama utanmadılar. Kerrat cetvelinde sayı, ülkeyi soymak için dayı, ayvayı yemek için ayı oldular ama bir kere adam olmadılar.

Üşümeyip ısıttığını sanırsın, ama içini acıtır, keyfe keder güz rüzgârları. Yaprakların sararması değildir mesele. Mesele okulların açılmasıdır, çocukların okumasıdır. Molla olup büyümesin çocuklar bu kadar imam hatibin olduğu yerde. Mollaların kapattığı kadınlar Işit, Irak pazarında satılmasın yirmi beş liraya. İnsanlığı bilimi öğrensinler, kapanmanın sadece başlı başına Müslüman olmak için yetmediğini bilsinler.

Telefon ucunda beklemek gibidir devrim. Özlem atına binip dağlardan kırlardan kentlere gelmek gibidir devrim. Yalnızlığın biçiminin son noktasıdır devrim. Hep bir arada kardeşçe yaşamanın adıdır devrim. İsyan ateşinin doruk yaptığı sloganların naraların tavan yaptığı andır devrim.

Haksızlığa karşı Beşiktaş çarşı darbeden yargılanacakmış. Dört duvar arasına sığmaz ki çarşı. Korkularından yerlerinde yatamayacakların getirdiği, uyguladıkları şiddete karşı bilin ki her zaman karşınızda duracak çarşı. Bu yüzden seviyorum. Hayatı ciddiye alıp nasıl yaşamasını bildikleri, istedikleri için.

Bu sene de yokluğunun ilmini yaptım. Gün batımı ayrılıkları içimde sakladım.

Geçerken bir de CHP kurultayına uğradım. Anlayamadım çalan sazını. Kimi bekâr kimi evli. Çaylar demli olsun rakılar buzlu. Hayırlı olsun. Alın size bir fırsat daha, umut olsun. Kadro olmadan iktidar olunmaz, kadro üretin, eşit olun dürüst olun. Yemekle bitmez partinin malı, üstünüze kalır bunun vebali. Bir kere daha kaybederseniz yerinde bulamazsınız Kemali. Bu örgüt oranladı, halıcıyı toprak yaptı.

Bırakın bu işleri danışmanınız örgüt olsun. Halk olsun. Sonu iktidar olsun. Biz çalışıyoruz siz de çalışın, size inanalım.

Olmazsa da ne yapalım, sağlık olsun.

Yine bu eylülde de eylüller gibiyim. Kış gelecek. Dokuz ay sonra umudumuz bahar olsun…

AMERİKA SEN BİZİM HER ŞEYİMİZSİN!

Sam amcanın Türkiye ile ilgisi yüz yıldır devam ediyor. Hep de seviyor, durmadan da öpüyor. Padişahlarımız bile Amerika mandası istemediler mi? Bu yüz yıllık aşkın öyküsünün teoride ki karşılığı;

Amerika sen bizim her şeyimizsin…

Feodalizmin kapitalizme, kapitalizmin emperyalizme dönüştüğü süreçte bu aşk büyüyerek gelişti. Bazen yediveren güller açtı, bazen dikenli yollar üzerinde yüründü. Johnson mektubu (tehdidi), İnönü’nün muhteşem cevabı, süt tozu, Nato derken yıllarca, 90’lara kadar sürdü. Üniversitelerde öğrencilere, 2. Dünya savaşından kalma Amerikan askerlerinin yiyemediği etleri yardım diye yedirdik. Bu yapılan yardımların, kredilerin karşılığında;

Amerika sen bizim her şeyimizsin…

Ülke yönetimlerimizi belirlemede etkin oldu. Menderes’i, Demirel’i, Özal’ı, Erdoğan’ı bize dikte etti. İktidara gelmeleri kalmaları için her türlü alt yapıyı hazırladı. Yıprandıkları zaman en acımasız şekilde, yazdıkları senaryoları sonlandırdı. Darbeler de onların bilgisi dâhilinde yapıldı.

Rap, rap, rap, Amerika sen bizim her şeyimizsin…

Onların dediğini yaptık. Sözlerini hep dinledik. Küçük ABD olamadık belki ama uslu çocuk olduk hep. 6. Filoya 68’de devrimci gençliğin koyduğu tepki, sonraki yıllarda selamlamaya dönüştü. Ecevit’in haşhaşı sınırlaması ambargo, yağ-tüp kuyrukları, olarak bize geri döndü. Sermayenin işbirlikçi olduğunu belgeledik. Komünizm fobisi karşısında ise;

Amerika sen bizim her şeyimizsin…

İki binli yıllardan günümüze gelirsek, Ak Partinin kurulması ve iktidara gelme senaryolarını yazdılar. Başarı ile de uyguladılar. Ortadoğu cenderesinde Türkiye’de Ak Partiyi, israil’de Netanyahu’yu desteklediler. İktidar olmalarını istediler. Davos, one munite, Habur, Mavi Marmara, Gazze, Somali, Bosna, PKK, Barzani, TYT, IŞİT ve daha birçok senaryo yazıldı. Amaç, Ortadoğu da ABD’nin egemenliği ve enerji kaynaklarının denetimi. Biz hep büyük abiyi dinledik. Kendimizi siper ettik. Ergenekon, balyoz, ayışığı, vb. davalarla Atatürkçü, bağımsızlıkçı, laik, aydınları askerleri tutuklayarak hapse attık, sindirdik. Başarıyla talan vurgun, tek adamcılıkta devam ettik. Bu senaryoların anladık ki karşılığı;

Amerika sen bizim her şeyimizsin…

Ak Partinin tek başına iktidarda kalması için başkanlık sistemi, yargı, eğitim, sağlık, spor ve daha birçok konuda devletin temel ilkeleri ile oynamak için gerekli parametrelerin devreye girmesi gerekirdi. Eskiden Yunan düşmanlığı prim yapardı. Baktılar ki artık tutmayacak İsrail düşmanlığı, karşıtlığı prim yapacak hemen senaryo yazıldı. One munite, one munite sayın Peres sen benden yaşlısın, Arapların Müslüman çocukların katilisin, One munite, one munite al sana tek başına iktidar.

Amerika sen bizim her şeyimizsin…

Altı ay sonra israil’de seçim oldu. Netanyahu da Türkiye’ye siz Kürtlerin katilisiniz deyip, büyükelçimizi aşağıladılar ve Netanyahu israil’de seçimleri aldı. Amerika ne istiyordu, Türkiye’de Erdoğan, İsrail de netanyahu. Helal olsun yahu. Ortalık süt liman, sahillerimiz ak liman, Erdoğan baş(ba)kan, hep bir ağızdan bir daha;

Amerika sen bizim her şeyimizsin…

Gazze İsrail tarafından işgal, abluka altındaydı. Gazzeye Mısır’dan açılan kapı vardı. Zorlamadık. Barbaros Hayrettin gibi deniden gidecektik. Mavi Marmara gemisiyle yola çıktık. Dokuz şehit verdik. İsrail gemimize el koydu. İstenen oy’du. Oy lazımdı. Referandum vardı. Yetmez ama evetçilerin desteği ile referandum kazanıldı. Anayasanın birçok maddesi değişti. Sen gül, ben gül derken Çankaya’ya Abdullah Gül. İşler yolunda gidiyordu. Paralel yapı, üzümün çöpü, armudun sapı geldi yerel seçim, yok oldu geçim. Sonra o biçim her derde deva ağabeylerin işte reçetesi,

Amerika sen bizim her şeyimizsin…

Ağustosta cumhurbaşkanlığı seçimi var. Yanıbaşımızda IŞİT, çatı aday ılımlı İslamcı Ekmelettin bey. Beyin durumu da dikkate alınarak konsolosluğumuzu bastılar. Personelimizi esir aldılar. Büyük ağabeyler basına sansür koydular. IŞİT ile bizim bir problemimiz yok diyorlar ve yine adam kaçırma yok. IŞİT e giden silahlar, tırlar, petrol alım satımı, yaralıları tedavi etme her türlü yardım var. Bu senaryoyu kim yazdı, Amerikadan niye tık yok, fıs yok. Ak Parti yine mağdurları oynayacak. Bir süre sonra personelimiz serbest bırakılacak ve onlar yine kahraman olacak. Cumhurbaşkanlığı seçimi alınacak. Ekmelettin beye gerek var mı, bu millet bunu yer mi, bal gibi yer. O zaman ne yapmak lazım hep bir ağızdan, topluca en yüksek tondan;

Amerika sen bizim her şeyimizsin. Amerika sen bizim her şeyimizsin!

HERŞEY ALIŞKANLIK YAPAR…

Sayın Selami Şahin; ‘Alışmak sevmekten daha zor’ diyor. Ya alıştıktan sonrası o daha da zor. Rahmetli Nisa Serezli de bir sözünde;’Kadın iç çamaşırını çıkarırsa alışkanlık yapar’ demişti. Kadın gözüyle söylenen bu sözün doğruluğu yanlışlığı bir tarafa ama durum bu.

Alıştıktan sonra, Gül gül oyna, çal  çal oyna…

Hayatın akışıdır alışkanlık. Vazgeçilmezdir. Kolay kolay bırakılamaz. Sigaranın bırakılamadığı gibi. Biteviye tekrarlanır durur. Karmaşık gelse de aslında basittir. Korkuyu, heyecanı, telaşı, sevinci, üzüntüyü, kederi, iç hesaplaşmayı ve benzeri birçok duyguyu içinde barındırır.

Alışkanlıklarımız, alıştıklarımız ve alıştırıldıklarımız ortasında dönüyor dünya…

Bütün hırsızlıklar da bir alışkanlıktır. Bir kere çalmaya başlarsan sonu gelmez. Tövbenin de faydası yoktur. Hırsız için hayat çalmayla başlar, çalmayla biter. Çaldıklarım bana yeter diyen hırsız görülmemiştir.

Sanırım Türkiye’de siyaset kurumu yalan söylemenin baş aktörü sayılır. Yalanların ardı arkası kesilmez. Toplum yalanlarla kandırılır. Toplumun doğru ile yalanı ayırma pusulası şaşar. Siyasetçi iktidar erkini elinde tutmak için söylediği yalanlar nasıl alışkanlık yaparsa, toplumda da yalanlara inanmak alışkanlık yapar.

Adalette, hukukta yaygın bir kanı vardır. Avukatlar yalan söyler. Savunma gereği söylenen yalanları her avukat söyler mi bilinmez ama günümüzde mahkemelerin güven vermediği de bir gerçektir.  Adaletin siyasetten etkilenmesi, korkması hakime savcıya, yargıya duyulan tepki, güçlülerin hukuku ile birleşince haksız yargılama ve infazlara yol açar. Hakimlerin aldığı haksız kararlar bir süre sonra alışkanlık haline gelir.

Yetkiyi sınırlamak zordur. Bizde her yönetici yetkiyi elinde bulundurmak ister. Asmak-kesmek şanımızdandır. Gücü ve yetkiyi elinde bulunduran kişinin etrafında yandaşlar, yağcılar ve dalkavuklar birikir. Bir süre sonra yetkili de ne kadar önemli bir insan olduğuna inanır. Frenlemek zordur. Başlar aklına geleni yapmaya. Yanlış da olsa doğru da olsa yapar. Bir kere büyüklük güdüsüne kapılmıştır. İnanmıştır. Aldığı her yanlış karar hem kendini hem toplumu sonu gelmez bir bataklığa götürür. Çıkamaz işin içinden. Barış süreci denilen hiç kimsenin inanmadığı senaryo ve Ortadoğu daki konumumuz büyüklük egosundan, tek adamcılıktan, ben bilirimcilikten ve yetkileri kötüye kullanmaktan kaynaklanmaktadır.

Yöneticilerdeki büyüklük sendromu ve yetkileri kötüye kullanmak da alışkanlık yapar…

Haram yemek de alışkanlık yapar. Göz boyamak için, yapılan ibadet de kapatmaz günahları. İftira etmek, dolandırmak bir başladı mı devam eder gider. Yolsuzluklar, talanlar süregelir bitmez. Karşı direnci en iyi bastırma yolu da işkencedir.

İşkence yapmaya bir başladın mı o da alışkanlık yapar…

Toplumu etkileyen bu olumsuz alışkanlıklar doyma noktasına geldiğinde ise toplum patlar. Karşı koyacak gücün militarizmi de yetersiz kalır, kaçacak delik arar. Yapılan tahribatın boyutu ne olursa olsun, yeni ikiyüzlü çözümlere gebe kalır. Gerçekçi çözümlere ulaşmak için, devrimci bilince erişmek için bu kafayla gidersek daha çok bekleriz.

Beklemek, beklemek de alışkanlık yapar…

ALİ’Yİ DE ÇALIYORLAR ERENLER…

“ Hu erenler, meydan ise aşk olsun, meydan sizindir, meydanınız mübarek olsun. Hz. Allah birliğinizden dirliğinizden, katarınızdan didarınızdan ayırmasın”
                                                                                                   Gerçeğe Hü, mümine YA ALİ.

Yüzyıllardır, ayrılmadılar ayrışmadılar ve hamları pişirdiler. Gökyüzünde turna olup Hak için semah döndüler. Hakkın divanına ak oldular, dara durdular, dara çekildiler, asıldılar, yüzüldüler, yakıldılar.

Yanan yüreklere kar oldular, meril keklik gibi sektiler, her çiçekte bal oldular, taşa tutuldular. Kerbela’dan beri Fadime’den doğan iki güneşe sahip çıktılar. Mervan Yezit katında yer almadılar. Hak Muhammed Ali dediler, Ehlibeyt’e sahip çıktılar…

Davaları Kerbela davası. Şah Hatayi’nin nefesi, Kul Himmet’in deyişleri, Nesimi’nin derisi, Şeyh Bedrettin’in kellesi. Günümüzde de devam eder Maraş’ta, canlar yanar Sivas’ta. Dal grubunda dizilirler sıraya; işkence, baskı, zulüm durduramazlar, yıldıramazlar, sonu olsa da ölüm…

Hacı Bektaş’ta, Serçeşmenin başında himmet verdiler. Anadolu erenleri, Urum erenleri, Horasan pirleri yol gösterdiler, çiğleri pişirdiler, gönüllere girdiler. İncitilseler de incitmediler.

Tarih baba neleri yazdı okudu. Binlercesi ışık tuttu Anadolu’ya. Hacı Bektaşı Veli’den Pir Sultan’a, Şah Hatayi’den Kaygusuz Abdal’a, Fuzuli’den Nesimi’ye… Günümüze gelirsek Neyzen Tevfik’ten Hasan Hüseyin’e, Âşık Veysel’den Ali İzzet’e, Mahzuni Şerif’ten Neşet Ertaş’a, Davut Sulari’den Daimi’ye; düşün hesaptan ne kalır geriye…

Kara yobazlar, karabaş gibi hırlayanlar, yüksek katta zırlayanlar, karanlık emellerini oya bağlayanlar, adaletsizliği hırsızlığı soya bağlayanlar, paralarını dolara euroya bağlayanlar; vakıf kurup başına geçenler, milleti soyup işine bakanlar katlimize ferman yazıyorlar. Serler verdik Gezi de, yurdun dört bir tarafında. Yakışmaz artık bize susmak.

Hizmet alıyorlar, askere alıyorlar, vergi alıyorlar. Sormak lazım son yirmi yılda İstanbul Belediyesine, ilçe belediyelerine bir tane bile alevi (işçi-memur) işe alındı mı? Bırakın işe almayı, olanları bile tasfiye ettiler.

Cem evlerine cümbüş evi diyenler, Müslümanların ibadethanesi camii diyenler, Aleviler Ali’yi seviyor ise ben de aleviyim diyenler, Alevileri fitne sokup bölmeye ayrıştırmaya çalışanlar biliniz ki; Aleviler Hak yolundan dönmezler.

Dedeniz Yavuz döndürememiş, siz hiç döndüremezsiniz…

Kainatın velayeti Muhammed ise, delaleti Ali’dir. Allah’ın Aslanı demişler. Ali’siz Alevilik olmaz, Ali’nin evinden olmaktır Alevilik. Seyitler, pirler, dedeler Evladı Resul’dür. Siz hakkı Kudüs’te, Mekke’de, Şam’da aramaya devam edin. Hak, Enel Hak diyenlerin zaten yüreğindedir.

Ey erenler, ey gaziler canınızı yakıp alanlar, milletin malını mülkünü çalanlar bakıyorum; Ali’yi de çalmaya kalkıyorlar. Biz de seviyoruz Ali’yi diyorlar. Önemli olan Ali’yi Ali gözüyle sevmektir…

Boş verin onları, insanlık sevgisi eksik olmasın yüreğinizden. Hakkı Hak bilin, insanları kardeş. Kuran’ı kâğıt bilmeyin Allah’ın emirleridir. Merak etmeyin yarın ulu divan da Hz. Ali Zülfikarıyla yanınızdadır…

“Eğlen turnam eğlen, Ali misin sen
  Ali sevilmez mi dost, deli misin sen”
                         Gerçeğin demine Hü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder