21 Ocak 2015 Çarşamba

SABİTE ŞARTLAMA, O USTA EVİ, ANKARA'DAN ABİM…

SABİTE ŞARTLAMA, O USTA EVİ, ANKARA'DAN ABİM…

 

SABİTE ŞARTLAMA, ŞAŞKINLIK, ŞARTLANMA ŞARKLILIĞI VE DİN…

Kan kırmızı bulaşınca dini atmosfere yeryüzüne yağan kar da, yağmur, tipi, boran da kızarır. O kızgınlıkta şartlanmalar ideye, fikre, dine, mezhebe, ırka, renge bağlanır. Merkezsel sabitlenme zamanla deneyim şartlanmasını da şartlar. O şaşkınlıkta ve şartlanma şarklılığında öten artık gerçek İslam bülbülleri değildir. Çakma ve yandan çarklı bir aldanıştır billurlaşan. Yüreklere tüneyen kargalar ve akıllara dadanan akbabalardır aslolan ve bülbüllerin yeri artık kapılmıştır. Ve bu kapanda yer gök hava, din ve mezhep adına kan kırmızılaşır ve o ilahi adaletten kopuş başlar...

Sonra şartlanılan fikre körü körüne sabitlenilip saplanarak karşı hiçbir görüşe hoşgörülü davranmamak eylemleştirilir. Bu durum nedir, neyle isimlendirilir herkese göre değişir. Değişir ama tersi tutumun adı deneyimdir ve dersler çıkarmaktır tarih yapraklarından. Deneyim; yakınlık, hısımlık ve yarenlik kurulan, şövalye yüzüklü ince kıyım bir orta yaş delikanlısının hasta yatağında yuttuğu haplarla tutunabildiği hayattan kopuşuyla kendine gelmek gibi bir şeydir aslında.

İllet vurmuş da haberi yokmuşçasına bir yok oluş öyküsüdür kan dökülen albümlerden yansıyanlar. Seramikten geniş tabaklarda sunulan çepeçevre dizilmiş yapma meyveler şeklini şemalini düzeltse de anıların bozulmuş bir kere her şeyin tadı. Kocaman sürahilerde sunulan bol buzlu limonatalar bile kandıramaz bu kısır susuzluğu, susamışlığı. Durduk yerde din ve iman sorgulaması yapma şartlanmışlığı da kimseye Allah emri ve de vahiy değildir asla.

Kuran’ın kurguladığı  Kur’an’a inanmakla, anlamakla başlayan manasal enginliği yıpratmak, dört bir yanı yangın yerine çevirmekle bitecek bu sürece kirli sular taşımak ölüme götüren büyük yalanlardandır. Hangi akıldır peşine düşülen, hangi dindir tapılan anlamak mümkün değil. Tarikatçı abartması ve abanmasıyla bayatlayınca kahrolası düzen, düzmece hayatlar ve illetlikler ortaya dökülüyor. Ve nice savruk hayatlar bir hiç uğruna ala kargaların kılavuzluğunda ve ablukasında kadavralaşıyor.

Sabit fikre aykırı tüm değer ve fikirlerin reddi, donuk ve mat bir yapının tesisini de test eder. Testilerinde bin bir çeşit öğrenme metodu bulunmasına karşın ecel şerbeti içmeyi inatlaştırmak, yalnızca şehitliğe mertebe şüpheciliğidir. Bu çapraşık düzende deneyimlerden ders çıkarmadan, askersel boyutta dinsel motifte ortaçağsal hizmet tarzı, bu hizmetsel aşk neyi niçin kanıtlar belli değil. Dinamikleri bozulmuş ve dinamitlerden medet uman bu şartlanmışlık neyi ortaya koyuyor apaçık görüntülerde kayıtlı.

O kafa koparan kapanlara kapılmalar, boğuk sesli gecelerde çepeçevre tüm özgürlükleri sarmalar ve yutar. Bu adı Şarlo olur, Şarli Şaplin, Hebdo, Cumhuriyet, Agos olur ama edepsizlikler görülmezden gelinir. Yüzsüzlük en ücrada ve bir hiç görülen adı sanı duyulmamış Esenler Time uzayana dek susulur. Hem de Germanya’da geçen o meşhur fıkra biline biline. Böyledir işte karanlığın ayak seslerinin yayılışı. Dindarlık edebi gereği görüldüğü an düğmeye basılmaz, nedense susulur da susulur. Dinler ocağında pişmemiş tabletler olarak kalır tüm yazıtlar, yazıldığında en iyiden sayılacaklar ve makamları rakamlaştıracaklar. Dünyanın böğrüne saplanan bu kara islamik deneyler çok acayip sırla gömülür toprağa nihayetinde ama çok can alırlar, epey can yakarlar gitmeden evvel. Ancak adı o, şu, bu olanlara nasılsa bize hiç uğramaz korkaklığıyla sarılmak semaları da üzer herhalde. Hiç bize dokunmaz varsayılan ve hatırı bu yüzden çok sayılanların punduna gelip bir gün Tanrısız Allahçılar babında rahata alışmışların, yadırgamazların, sanki istikrar varmışçasına aman istikrar bozulmasın borazancılarının yakınına ışınlandıklarında şartı şurtu kalmaz inançların her nevisinin...

Şartlanarak, şartlı reflekslerle yaşayarak deneyim kazanamamak ve deneyin ta kendisi olmak ve dahi iş bilirlerce kolayca kontrol altına alınmak ve kontrolde tutulmakla devam eder dinsel siyasallaşma. Hal böyle olunca da karşıtların tüm söylemleri canını sıkar siyasal dincilerin. Kimseler alınmasın ama meselenin özü, tespitler doğrudur ve karasal iklime uyan kurmaca İslamcılığın topluma dönük yüzü karanlıktır gerçeğidir. Aynen böyledir durum ne kadar saklanmak istenirse istensin. Parasal düzenekte ve düzmece din frekansında dilediğince ve deneyimsizce insana kıymalar şartlı refleksliliğin dışa vurumunun tam tescilidir. Bölgeler arası ve belgeler arkası barışa gem vuran, nüfuz ve coğrafya savaşı ötesine taşınan ilkel yaklaşımlarla sabit yanlı, yönsüz, hamallıktır. Bu ham Allahçılık çiçek bahçesi düzenliliği sağlamaz fezaya. Bu övülen ve dayatılan asla dinsel ereği ve gereği bulunmayan fikri sabite neferlik ve müflisçe noterlik belki nirvanaya ulaştırır ama hidayete ermek Allah muhafaza.

Tanrı kelamları boğazda düğümlendikçe cennet göğsümde saklı, cehennem ise aklımda serzenişleri gökkubbede çınlar durur. Adamakıllı adam olmayan fikri sabitlerin dinsel aykırılıkların kucağına düşerek piyonlaşmasına normal bakanlar olabilir. Ama şol cennetin ırmakları şirinliğinde gönül perdesinde misafir tutulmaları normal olmaz. Bu anormallikte serseri mayına basmış hokkabazlar gibi zorlama gülücüklerle bin bir parçaya ayrılıp dört bir yana cennet havarisi havasında dağılmak zatlık değil, Tanrı’nın yüce öğretisine zıtlıktır. Bu zıtlık ve arsız zıplamalar da bir yere kadar meşrudur. Zaten tüm dogmalarda karanlığa ev sahipliğine ısrar, inat ve ayak direyişin sonu cehenneme direk misali geçer.

Ayrıca din adına sabit yüklenenlerin, sabite subutayların ve subuların bir denge unsuru olarak durum tespitinde kullanılmaları da başka bir tanımsızlık ve deneyimsizliktir. Deliliğe varan boyutta bu harcanışın ve aldanışın kimlerin işine geldiği de tarihsel tecrübeyle sabittir.

Deneyim şartlaması gereği birçok terimle özneleştirilebilir bu travmatik şartlanma. Hangi hobi, fobi, izm olursa olsun angarya nakaratlarla ve kendinden olmayanları mıntıka temizliği tarzında sıfırlamalarla, karga gaklamaları ve akbaba kundaklamalarına mecbur kılmak, kara deliklerde boğmak, acıklı manzaraları yırtık azgınlıklarla göze gözlere sokmak, kesinlikle sabite neferlik değil resmen animalsallıktır. Bu fitili bitik, yer gök hava paramparça ve insanlık kayıp döngüde tüm şartlanmalar ideye, fikre, dine, mezhebe, ırka, renge koşut merkezsel sabitlenmeye bağlandığından sözde şaşkınlık ve şarklılık bir süre daha prim yapar.

Bu çakma ve yandan çarklı kara kapanda din ve mezhep adına o ilahi adaletten kopuş habire deneylenip şartlanırsa yer, gök, hava ve insanlık sabite şartlama, şaşkınlık ve şartlanma şarklılığı üzerine düşünmeye başlar…

17 Ocak 2015 Cumartesi

O USTANIN KÖY EVİ…



Her anlatılışta sonsuzluğu haykıran ve bitmeyen masalımızı yaratan o gözünü sevdiğim yapraklarla gizlenmiş köy evidir. O ustanın usturuplu desenlere kucak açmış, maziye kökten bağımlılık duygusu veren o gözünü sevdiğim bağ evidir. O ustanın köy evi…

O ustanın evi mısırı patlatan közünü sevdiğim yapraklara sinmiş ahşap bir evdir. Artık inşa edenleri tarih olan, toprak olan. Tahtalarına kazınmış yakın tarih cilveli cilasıdır. Kaç gelin almıştır, kaç kızı gelin vermiştir. Kaç göçü bir arada misafir etmiştir, kaç yasak savmıştır. İki oda, bir sofa ve bir aşenede titrer hala o hayatlar…

Aşenenin yalımlı ateşinde çorba kazanları kaynarken, kaç çocuk mide gurultuları eşliğinde sofraya selam durmuştur. Sofanın pencerelerinde asılı aksu’nun şırıldayan manzarasının ardında saklıdır tüm bu rakamlar. Ve umut daima bir ümit dolaşır tavan arası kayınlardan kestane dikmelerine kadar.

Acaba kaç zaman önceydi, hatıralara üşüşen eğreti sarsılmalar ve içten kasılmalar. Üzengisi boşanmış bir kısrak gibi gittikçe yakalanamayacak, taşınamayacak biçimde ağırlaşınca mazi üzülür insan. Çünkü korkudan topal eşeğin semerine yapışan cılız çocuk anılarında ağıtlaşır usta ve o ustanın evi. O evin silueti patlar her gece köy ortasına. Hayaleti sılaya vurur, yağmur damlaları sarhoşu çinkolu çatısıyla. Ve köhneleşen zaman çotanakların çatına tüneyince, kaşları çatılır o usta evinin.

O usta evinin çatmalarında altı cemekli motifler ve Arapça dualar serpilmiş. Besmelelerin ortasında Allah ve Muhammed hat levhaları. Kara kalemle çiziktirilmiş ve epeyce benzemiş ata portresi başköşede. Bir oda dolusu aşk manzumeleri, karındaşların denizlik imzaları ve özlü sözler. Bir değişmez ve kaybolmaz mühür vurulmuş ki tahta sıcağına mürekkebi hala ıslak.

Köz düştükçe öze, gözlerden sakınılan o ustanın evi artık saklanmaz. Yüreklerde eksik kalmış kara sevdalar, akıllarda tam kıvamına gelmiş sözler. Sarfa nazar anında Çepni çekiği gözlü veletler öze, söze, göze gülümser. Sahanlık rafında kutsal kitabın şifresi göğe asılı. Efendisiz efendilerden öte bir yiğit duruşu sergiliyor ağlaşan ve ağlaştıkça açılan ve ağırlaşan köysel senfoni. Ve o ustanın evinde ayni sazlar ve sonsuzluk senfonisi. Keskin bir aydınlanma bağlamında merhamet kıvılcımları kıvrılıyor ocak başına. Duvarda istem içi, sitem dışı kelime kelime veda hutbesi ve diğer yanda çözümlemeler ve çözülmeler. Her öğleden sonra kendiliğinden duran saatler geçmişe köprü ayağı. Geleceğe ise dal köprüler asılmış. Hangi mevsim, hangi an, hangi gün olursa olsun analar ve komutanlar güllerle bezeli ot döşeklerde uyur, o ustanın köy evinde.

Mısırı patlatan köz söndüğünde ise anılara serpilmiş ve dar patikalara yol vermiş tarzıyla o ustanın köy evinde mutluluğun son perdesi sahnelenir. Doğa doğal dekordur, gönüllerdeki masalsı yangın rekor seviyededir. Sabun ve lavanta kokulu tahtalarına kazınmış tüm bu satırlar.

Her şey tek tek karılmıştır ve yer yarılmıştır, özenle seçilince kelimeler tek tabanca varılır sahte cennete. Bal ormanından yolu geçenler bilir, okuyanı çok, anlayanı yok modundadır silik adres. Ve bir kayboluşu ve varoluşu resmeder ilham perisi tavanlara. Kaç gün ve kaç geceden sonra şelek yükü yorgunluk yağarken bedene akıl melekeleri meleklere bile sırtını çevirir. Ve bir yaşına tam bin yaşına ulaşılır o taşkınlıkta. Yazılar zırlayınca delik tahtalı duvarlarda çekim fiilleri çekilmez ve okunur sadece.

“ Bir fidan diktin bir yüreğe, fidanlar diktin yüreklere. Ama meyvelerini hep başkaları yiyecek. Küçük kıyametler peşi sıra koparken evliya düzünde, paşa çimeninde ve değirmen çayırında yine çocuklar seyirtecek. İçteki çocuklar öldükçe onlar yaşayacak ve dışarıdaki bebekler kaşla göz arası büyüyecek. Ve üst üste başarılardan, kazanımlardan sonra kayıplar da yaşanacak ve o ustanın sakinleri ve sakineleri sabır taşı çatlatacaklar. Bir fidan dikmeye yetmese de ömürler, gerektiğince güç olmasa da bileklerde bilenecek yine de girebi. fidanları kesmemek için ama odunlaşanlar için. Ve öyküsever gönüllerde bir avuç toprakta boy verecek yemişlerini daima başkasının yediği fidanlar…”

O ustanın köy evi sen başka bir yarsın başka bir diyarsın. Kurda kuşa yem olmadan düpedüz, gece ve gündüz ve güneş ve ay ile yıldızlarda yaşayacaksın denizcesine. Ve sözlerde var olacaksın sözleşmişçesine ve de gönüllerde.

Şu arı diliyle şekillenen şu dört günlük dünyada büyümek, büyülenmek her devrin değişmez modası olunca o ağaçların yetiştirilmesini sevecek geride kalanlar. Geleceğe umutları kalanlar yetişeni yetiştireninden ötürü sevecek ve yeni fideler, fidanlar dikecek akıp giden toprağa. Yaşı ilerleyenler önce doyamadıklarını, sonra ağaçları, ocakları ve ormanı sevecek nihayetinde. Ondan ötesi ölümsüz hasat zamanıdır, tüm faniler için.

İşler kesatlaşınca, zihinler hasetleşince aslında farkındalıklar da sonlanır. Safa sürülen aykırılıklar, aykırı düşmeler saflaşır ve insafsızlığın hükmüne son verir. Ancak o ustanın köy evinde sen bir ceviz ağacı, ben bir söğüt, siz bir orman, biz bir bal ormanıyızdır, onlar ise öğütlere tetikçi. Her akşam ufuk kızarınca üstü yeşile boyanan bir renk cümbüşüdür o ustanın köy evi. Aklı, haklı veya haksız anıların sıcağına çeken ve yol bölgesine kurulan sirk çadırları gibidir her zamansız çekip gitmeler. Hem gökte hem yerde yetkili olana ve tutmayan fidanlara ağlamakla iç içedir vekâlet yaşamlar. İşte o toprağa tutunan fidanlar yaşatır dünyayı. Yeşermeyen tohumlar ise meyvesini görmemişlikten yiyenleri değil ama Allah razı olsun, bereket versin demeyenler suçlar. Onlarında dünyalık görevleri odur.

Bu işin özü o ustanın evinde kayıtlıdır. Kıyamete kadar emek çiçeği ve söz ve şiir ve kitaplardır ustasının gözü kulağı. Şahit olunan dünyayı yaratan ve yaşatan ise gözünü sevdiğim yapraklara kazınmış gizliliğin gizidir, izidir. Ve yapraklar ardına saklanan o ustanın köy evi de yüce bir lisan ile o gözün gör dediğidir.

Dünyan bileğimdeki nabızda atar usta, kara dosyalar ise yedi kat çekmecelerdeki büyük bir zarfta saklıdır ve üzerinde nama nam katar cinsten adım yazılıdır. O ustanın köy evinin emanetçisi…

“ ANKARA’DAN ABİM GELDİ, YETİNMEDİ ESENLER’E DE GELDİ…”



 “ Ankara’dan abim geldi. Yetinmedi Esenler’e de geldi. Esenler’de bir bayram havası var…” ama evdeki sorunlar yakın zamanda çok kolay çözülecek, İstanbul’da ve ülkede ki sorunlar ise öyle kolay kolay halledilecek, bitecek gibi görünmüyor hiç.

Görünmüyor çünkü “Ankara’dan abim gelince, yetinmeyip Esenler’e de gelince, Evde bir bayram havası esince, estirilince” abime yaklaşabilmek için başka başka abiler de, ablalarda geçmişten bu güne evdeki hesap çarşıya uymadı bağlamında dem vurarak, şirinlik yaparak noktasından virgülüne alışılagelmiş bir tavır ve tutum sergiliyorlar. Yakın tarihi bulandırmak ve sulandırmak siyasal zayıflığın göstergesidir ve bir okadar da kolaydır. İşin aslı çarşıdaki hesap çoktan şaşmış, dolayısıyla evdekine çoktan beri hiç uymamaktadır.

Bu uyumsuzlukta elbette birileri çıkar dostdoğruları yazar, zımbalar, dosyalar ve sunar. Sunuş öyle bir sunuştur ki, ‘yetersizliği eleştirenlerin, yetkinliği savunanların yönetime geldiklerinde hiç de farklı bir şeyler yapamadıklarını gördük daima’ diye başlar. Ve şöyle devam eder;

Sanki yönetim makamı yeterlik ve yetkinlik sınama veya yitirme ve öğütme ile özdeş bir makam. Öncelikler sırası şaşınca, özellikle de ideoloji sorun edilince karmaşa ve kargaşalar had safhaya ulaşıyor. Öyle ki ideolojik eksiklik ve tutarsızlıklar sorunu artırıyor, programsal gerilik düzeyine eriştiriyor. Bu gereksiz dönüşüm basite indirgendikçe, kolaycılık kabarıyor ve ilkelere dayanan bir pratiğin de önünü kesiyor. Tüm eylemlilikler teoride kalınca da yanlış tavırlı yaklaşımlar hız kesmeden güncelleniyor.

Örgütsel kademeler arasında sağlıklı bir iletişim de sağlanamayınca kucaklaşma gitgide zorlaşıyor. Gönülsüz zoraki bir barışmaya kapı aralanıyor sadece. Kadroların birbirini içine sindirmesi ve hoşgörülü yaklaşımlar da güçleşince doğal olarak faklılığı açıkça ortaya koyacak cesaret de yitiriliyor. Zamanla diğer partiler veya iktidar partisi ile asla eş tutulamayacak gerçekçi yol haritaları da ya çizilemiyor ya da çizilse de inandırıcılığını yitiriyor.

Sanki bir zorunluluk varmışçasına benzeşmeler üzerine bir siyasal edebiyat yukarıdan aşağıya geliştirilince güven de azalıyor. Bu küçük olsun benim kalsın babında göz yumma veya gerçekleri görmezden gelme alışkanlıkları ile ideolojik hatalara kayan çizgi de ısrarcılık ise tüm iyi niyetlileri canından bezdiriyor. Tüm bu aksaklıklar toplumdan uzak karar ve yönetim yapılarının belirlenmesini doğuruyor.

Bu günden yarına ivedilikle kendisine çeki düzen verecek bir özeleştiri bile yapılmayınca veya bile bile geciktirilince anında siyasetin bireyselleştirilmesi modasına uyuluveriyor. Bu gayri ciddi eğilim parti gibi parti olmayı da engelliyor. Her kurtarıcı vasfıyla gelenin nedense bu siyasal savurganlığa prim tanıması suretiyle sınıf bir yana, kitle partisi olma konumundan bile uzaklaşıldığı yönünde dert yanan bir anlayış hâkim oluveriyor tabandan tavana.

Tabanda düşünen, üreten ve devinen birçok kadro düşünce temelleri Marksist, devrimci, sosyalist diye nitelendirilip ayrıştırılıverince, ötekileşme ve yabancılaşma tavana doğru da yaşanmayacak manasına gelmez. En tepede ise bu dışlanmışlıkların tamirine dönük çaba ağırlaşınca, sorun yapılmaması, problem görülmemesi noktasında gizli ısrar sabitleştirilince kopuş hızlandıkça hızlanıyor.

Artık öneri yapmama, kenara çekilme ve yol verme katına itilen bu üçüncü yol ve dördüncü kuvvetin yerine ise parti eksenine tamamen zıt, parti tabanını iyice kayganlaştıran kim olursa olsun yeter ki gelsinler eklemleniyor. Kendilerine yer bulma açısından hiç zorlanmayan bu zümrenin aksine yılların emekçi partilileri ise yeni yetmelerin beslemelerince kurmaca kutsallarına sövüldüğü bahanesiyle düpedüz, güpegündüz horlanıyorlar.

Bu tersine akış ve gerisin geri sürükleniş aslında resmen nitelikli kadroların pasifize olması veya egemen güçlerce pasifleştirilmesidir. Ayrıca yıllarca aktif üye, pasif üye gerçekliğini dillendirenlerin niceliğe direnemeyişi kadro erozyonunu ve partinin güç kaybını getirir. Tabandan tavana popülist yaklaşımlarla gelişen bu karakteristik yıkım, iyice hakimleştikçe ezen azınlık kıvamına devrilir.

Yani aritmetiği temsil edenlerin nicel varlığı, niteliği temsil edenlere üstünlük sağlayışıyla parti gibi parti olabilmenin asıl ve tek koşulu da hiçleşir. Bu hiçe sayma kötü gidişi ve yalnızlaşmayı, parti içi seçimlerde önseçimsizliği ve katılınılan birçok seçimlerde de o bilindik tabloyu ortaya çıkarır.

Bu öncelikle bize ve ülkeye özgü aritmetik hatası nicel nitel ayrıştırması kapsamında tüm ilişkilerin sonunda başa gelen çekilir suskunluğuna ve peşinden alevlendirilen kızgınlıklara bağlanır. Sonra biçimlendirilen bu yanılgılar zinciri tüm kadroları ve parti bütünselliğini çıkacak her türlü tabloya kimsenin eleştirisi olamaz seviyesine indirger. Zaten kısmi yapılan eleştiriler de akılcı ve gerçekçi olmayınca, kayda değer de bulunmayınca hiçbir zaman özeleştiri mekanizmasının işletilmesine de gerek duyulmuyor.

İdeolojik, projeli ve anlaşılır programlarla donatılmış, geleceğe yönelik bilgilenmeler de taşıyan, eksikliği hissedilenlerin realist tamlamaları olan bir metod uygulanmadıkça, süreci taşımaya kim gelirse gelsin taşıyamaz ve aşı tutmaz.

  “ Ankara’dan abim geldi. Yetinmedi Esenler’e de geldi. Esenler’de bir bayram havası var…” ama evdeki sorunlar yakın zamanda çok kolay çözülecek, İstanbul’da ve ülkede ki sorunlar ise öyle kolay kolay halledilecek, bitecek gibi görünmüyor hiç. Görünmüyor çünkü “Ankara’dan abim gelince, yetinmeyip Esenler’e de gelince, Evde bir bayram havası esince, estirilince” sertifikalı saptamalar da aciliyet kazanır. Öyle ki, sen ben kavgası, adamcı, adamcılık, kayırma ve kayırmacılık, himayecilik çıkmazında imha edilen yıllara yazık diye başlar ve devam eder.

Tüm bu ve benzeri saptırmaların kıyım ve kıyıcılığı körüklediği kadroları canından bezdirdiğinden hareketle tam da siyasi olgunlaşma yaşında siyasi makam ve mevkilerden berhava edilmek ise başa gelen başka bir ağır kusur. Bu ince hesaplarla uğraşmalar araya yeni soğuklukların girmesini, toparlanamayacak kopukluğun çoğalmasını getiriyorsa da birilerinin dur demesi maalesef gecikiyor. Yine ve yeniden yapılanmaların tamamı alışılagelmişliğin aksine bir tutum sergilemiyorsa, ayni huzursuzluğu şimdilik içten içe yaşatıyorsa bu durum çok yakında parti hiyerarşik yapısını da kökten zehirler. Çok çok yakında ülkenin kaderini tayin edecek bir genel seçimin olması nedeniyle, kısa zamanda ülkenin en geri bırakılmış ilçesinde ve en büyük ilinde parti yapısını zedeleyen ve zehirleyen ne var ise bir bir gözden geçirilmelidir aslında.

Yoksa genel seçime kadar böyle gider, genel seçimden sonra ise nasıl giderse gider mantığıyla bu günden yarına kangrenleşen sorunları ister istemez taşımak ve mevcudu savunuculuktan kaçınmamak parti gibi parti olup, seçimler kazanmayı da başka baharlara erteler.

Baharın sonu ise hem kıştır hem de yaz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder