ÇAMURLU GERÇEKLER VE ÇAMUR ATMA YALANLARI...
Gerçek, nesnel gerçekliğin insan zihnindeki yansımasıdır. Elbette zamanı geldiğinde her şey bilinebilir ve insan zihni bu konuda sınırsızdır. Çamurlu gerçekler ise zihni en çok zorlayan kurmaca yansımalar ve yansıtmalardır.
Çamur lekesi kurumayınca asla çıkmaz…
‘Elleriyle çalışan işçi, elleri ve aklıyla çalışan usta, elleri aklı ve yüreği ile çalışan sanatkârlar’ gerçeğe ve geleceğe yön verirler. Bu yönlendirilmişlik sürecinde restleşilen şiddet temelinde bağımsızlık yatıyorsa da her suret ve şartta haklı sayılmaz. Bu gün için iltifat buyrulanlar ve buyrulmayanlar yarın sıraya dizilse gösterilen şiddetin her türlüsünü kimse affetmez.
Hiddetten kızarmış gözler kimden kaldığı belirsiz tarihin ahşap dolaplarındaki sararmış resim albümlerine takılınca büyük olasılıkla tüm çamurlu gerçekler turkuaz renkli göğe yayılır ve sonsuza dek asılı kalır. Kim o asılmalar eskidendi, ilim ve bilim bu gün ayni telden söylemiyor diyorsa da realite bu. Kara kapakların tutamaçlarından tutmayanlar ve tutunamayıp kopanlar ile saflıkla saflıktan koparılanlar ayni sıkılganlıkla çocuksu heyecanlara kapılabilirler bir süre. Zamanla bu yanlı yön tayini oradan buradan yersiz kurcalamalarla ve en kuytu köşelerin bile tozunu almaya bağlı hırslarla paçavraya döndürür garipleşen hayatları.
Ardından ıvır zıvırlarla silmece dolar kenar köşe, kıyı bucak. Dış yüzeyi karanlık, iç yüzeyi daha da karanlık, ahşap ve beton dikmelerin içinde kıpırdayamayanlar zayıflamış insan saflaşmasına tutulur, güneş tutulması yaşarlar ömürlerince. Bu tutukluluk aslında en gözde olanların bile zamanla, itinalı planlamalarla saf dışı kalmasını şartlar. Bu şartı şurtu kaybetmişlikle halledildi sanılan her türden yakınlaşmalar yepyeni uzaklaşmalardır aslında. Şuur şaşkınlığıyla ise insanı hayatına yabancılaştıran bir dönemeç başlar.
Çamur lekesi anca kuruyunca çıkar…
‘Açıktan kapalıya, beyazdan karaya sellenişte enikonu izlenildiğinin bilinciyle göz alıcı ve akıl bozucu numaralar çekmek çok ucuza kaçmak şeklinde isimlendirilebilir. Ama o numara tekniğini kullanabilme yeteneği ve zekâsı yerli yerine oturtulduğunda bazen pahalıya mal olur. Yine de bu numaracılık geleceğe gerektiğince ve hakça olmasa da önlenemez boyutta yön verir veya yön şaşırtır. Ballı badem bıyıkları titreterek, boy pos sallayarak kırık renkli ve özgün miras modeline sarılıp tüm yasal karşı koymalara tavır almak çekilen numaranın alasıdır. En sonunda toplumu bütünleştirecek ayrıcalıkları bu günden bölünme tarzı ayrışmalara dönüştürmek ise çamurlu gerçeklere kapalı kapılar arkasında göz süzmektir.
Bu süzme ilgisizlikte bilgisizce var olan acı ve acıtan gerçekleri görmezden gelmek, gerileten değişimleri hayra yormak ve resmen kötüye gidişi kısmen ve ismen savunmak bilgisize bilgi olunca gökten çamur yağar yağmur yerine. Çamurlu gerçeklerin, çamlar devirmelerin hiç anlamı da kalmaz. Hükmü de bu gereksiz yoğunlaşmada tam geçerli olmaz. Zaten dik kafalılık dur durak bilmeden, yasa masa tanımadan değdikçe gül kırmızısının alına ve alınlara akıllardaki gerçekler de, hayallerde morarır. Adeta hayaletleştirilen bir atmosferde çıplak ve uyarıcı sesler çıkarılmaz, çıksa da duyulmaz. Yani çıplak gerçekler usulden görülmezleştirilir. Ve aniden çamur at izi kalsın martavalına sürüklenir kışkırtıcı karanlığın gizli kapılarında nöbet tutanlar. Ve Çamur atma, çamur attı yalanları estirilir kurmaca gerçeklik aleminde.
Bu sürüklenmeden kendini kıt kanaat sakınanların arayış girdabına düşerek, numaralara takılıp kalmadan çamurlu gerçeklere güvence tazelemek yerine ilke atılan tüm imzaların metinlerini araştırmak zorundalığı ise tarihe miras olarak taşınır. Deniz aşırı hiçliğe yuvarlanmak yerine şehirlerin beyaz düşlerinde buluşulması gerçeğini çamur at izi kalsın martavalında dışlama zavallılığı ise her halükarda dalga kıranlardan döner. Oysa arayıp bulmak, bulduğunda deşifre etmek gerekir düş bozanları ve başıboş borazancılarını.
Gerçek aslıyla vaki budur, çamurlu gerçekler ise çil çil çamurludur. Çamur lekesi kuruyunca çıksa da öyle bir gerçek vardır ki bolaran yüzsüzlükte yüzler bir daha çamur tutmaz, çamur yüzden kayar…
Hamurunda Tanrı gözetiminde süren hayat düzeneğinde arsızca ve akılsızca yapılanları nasılsa kul görmedi, nerden bilecekler, bilmiyorlar asla bilemezler alışkanlığı ve her şeyi yok saymalar bulunanların günah umursamazlığıyla götürmeleri fazla şaşılası bir durum değildir. Aslında bu hamuduyla götürmeler nesnel gerçekliğe ve Tanrı’ya alenen ihanettir. Ve eleştirileri iftiradır tarzı geçiştirmeler boş itirazdır. İltifata tabilerden yalnızca birinin itirafıyla bile çözülür tüm bilmeceler ve milyonlarca sınırsız insan zihni dakikasında tam tersine döner.
Başta anlaşılmaz sanılan küçük ayrıntılarda ve aykırılıklarda saklıdır kavgalar ve kaygılar. Ellere çamur bulaştığında tortusu da kaldığında iş çığırından akıl zıvanadan bir kalemde çıkar. Üstü üstüne sabır düğümleri atılsa da kopuş başlamıştır bir kere çaresizleşilir. Hayat en istekli görünenlerden dilediğine diler ve bölüştürür kutsal yağmalamadan artanları. İbriğinden nice trajedi dökülse de gerçek acı çamurlu gerçektir ve sırayla abdestler tazelenir. Zaten alt beyinlerde nesiller boyu gizlenmiş kavgalar hüküm sürmese de var oldukça ve durdukça her ileri düzey paylaşım epey can yakar. Ve şüpheler köleleştirir iyi yürekleri.
Utancı arıtacak beyinler bile zor bela yalnızca yalnızlığı hazırlayabilir yersiz ve yurtsuzlara. Ve açlığı dizginlemek üzerine programsız eğilmeler ile gerilir ortam. Gerçekleri saklayanlar milyonları mıhlayınca salon koltuklarına, kutsanmış uyuşukluk kendini hissettirdikçe bütün çamurdan gerçekleri de birileri çıkar minyatürleştirir. Büsbütün hayırdır arkadan hançer bazında bir kazı çalışmasıdır çadırlaşan. O yayılmada fısıldamalar asla azalmaz ama gerçekler şehrinde tüm yollar çamurlanınca yudum yudum geleceğe borçlanılır. Aşırı derecede borçlanmanın sonu ise iflastır, yıkımdır. Gezdiğini, gördüğünü, bildiğini söylemekten korkanlar, çekinenler ise buram buram sadece eski alışkanlıkları tütsüler ve başka bir makaleye konu olacak nesnel gerçeklik ile kurmaca gerçeklik çelişmesine çentik atar.
Çamur lekesi toprak tasta kuruyunca belki çıkar ama güneş balçıkla sıvanmaz ve gerçekler asla çamur tutmaz…
Gerçek, nesnel gerçekliğin insan zihnindeki yansımasıdır. Elbette zamanı geldiğinde her şey bilinebilir ve insan zihni bu konuda sınırsızdır. Çamurlu gerçekler ise zihni en çok zorlayan kurmaca yansımalar ve yansıtmalardır.
Çamur lekesi kurumayınca asla çıkmaz…
‘Elleriyle çalışan işçi, elleri ve aklıyla çalışan usta, elleri aklı ve yüreği ile çalışan sanatkârlar’ gerçeğe ve geleceğe yön verirler. Bu yönlendirilmişlik sürecinde restleşilen şiddet temelinde bağımsızlık yatıyorsa da her suret ve şartta haklı sayılmaz. Bu gün için iltifat buyrulanlar ve buyrulmayanlar yarın sıraya dizilse gösterilen şiddetin her türlüsünü kimse affetmez.
Hiddetten kızarmış gözler kimden kaldığı belirsiz tarihin ahşap dolaplarındaki sararmış resim albümlerine takılınca büyük olasılıkla tüm çamurlu gerçekler turkuaz renkli göğe yayılır ve sonsuza dek asılı kalır. Kim o asılmalar eskidendi, ilim ve bilim bu gün ayni telden söylemiyor diyorsa da realite bu. Kara kapakların tutamaçlarından tutmayanlar ve tutunamayıp kopanlar ile saflıkla saflıktan koparılanlar ayni sıkılganlıkla çocuksu heyecanlara kapılabilirler bir süre. Zamanla bu yanlı yön tayini oradan buradan yersiz kurcalamalarla ve en kuytu köşelerin bile tozunu almaya bağlı hırslarla paçavraya döndürür garipleşen hayatları.
Ardından ıvır zıvırlarla silmece dolar kenar köşe, kıyı bucak. Dış yüzeyi karanlık, iç yüzeyi daha da karanlık, ahşap ve beton dikmelerin içinde kıpırdayamayanlar zayıflamış insan saflaşmasına tutulur, güneş tutulması yaşarlar ömürlerince. Bu tutukluluk aslında en gözde olanların bile zamanla, itinalı planlamalarla saf dışı kalmasını şartlar. Bu şartı şurtu kaybetmişlikle halledildi sanılan her türden yakınlaşmalar yepyeni uzaklaşmalardır aslında. Şuur şaşkınlığıyla ise insanı hayatına yabancılaştıran bir dönemeç başlar.
Çamur lekesi anca kuruyunca çıkar…
‘Açıktan kapalıya, beyazdan karaya sellenişte enikonu izlenildiğinin bilinciyle göz alıcı ve akıl bozucu numaralar çekmek çok ucuza kaçmak şeklinde isimlendirilebilir. Ama o numara tekniğini kullanabilme yeteneği ve zekâsı yerli yerine oturtulduğunda bazen pahalıya mal olur. Yine de bu numaracılık geleceğe gerektiğince ve hakça olmasa da önlenemez boyutta yön verir veya yön şaşırtır. Ballı badem bıyıkları titreterek, boy pos sallayarak kırık renkli ve özgün miras modeline sarılıp tüm yasal karşı koymalara tavır almak çekilen numaranın alasıdır. En sonunda toplumu bütünleştirecek ayrıcalıkları bu günden bölünme tarzı ayrışmalara dönüştürmek ise çamurlu gerçeklere kapalı kapılar arkasında göz süzmektir.
Bu süzme ilgisizlikte bilgisizce var olan acı ve acıtan gerçekleri görmezden gelmek, gerileten değişimleri hayra yormak ve resmen kötüye gidişi kısmen ve ismen savunmak bilgisize bilgi olunca gökten çamur yağar yağmur yerine. Çamurlu gerçeklerin, çamlar devirmelerin hiç anlamı da kalmaz. Hükmü de bu gereksiz yoğunlaşmada tam geçerli olmaz. Zaten dik kafalılık dur durak bilmeden, yasa masa tanımadan değdikçe gül kırmızısının alına ve alınlara akıllardaki gerçekler de, hayallerde morarır. Adeta hayaletleştirilen bir atmosferde çıplak ve uyarıcı sesler çıkarılmaz, çıksa da duyulmaz. Yani çıplak gerçekler usulden görülmezleştirilir. Ve aniden çamur at izi kalsın martavalına sürüklenir kışkırtıcı karanlığın gizli kapılarında nöbet tutanlar. Ve Çamur atma, çamur attı yalanları estirilir kurmaca gerçeklik aleminde.
Bu sürüklenmeden kendini kıt kanaat sakınanların arayış girdabına düşerek, numaralara takılıp kalmadan çamurlu gerçeklere güvence tazelemek yerine ilke atılan tüm imzaların metinlerini araştırmak zorundalığı ise tarihe miras olarak taşınır. Deniz aşırı hiçliğe yuvarlanmak yerine şehirlerin beyaz düşlerinde buluşulması gerçeğini çamur at izi kalsın martavalında dışlama zavallılığı ise her halükarda dalga kıranlardan döner. Oysa arayıp bulmak, bulduğunda deşifre etmek gerekir düş bozanları ve başıboş borazancılarını.
Gerçek aslıyla vaki budur, çamurlu gerçekler ise çil çil çamurludur. Çamur lekesi kuruyunca çıksa da öyle bir gerçek vardır ki bolaran yüzsüzlükte yüzler bir daha çamur tutmaz, çamur yüzden kayar…
Hamurunda Tanrı gözetiminde süren hayat düzeneğinde arsızca ve akılsızca yapılanları nasılsa kul görmedi, nerden bilecekler, bilmiyorlar asla bilemezler alışkanlığı ve her şeyi yok saymalar bulunanların günah umursamazlığıyla götürmeleri fazla şaşılası bir durum değildir. Aslında bu hamuduyla götürmeler nesnel gerçekliğe ve Tanrı’ya alenen ihanettir. Ve eleştirileri iftiradır tarzı geçiştirmeler boş itirazdır. İltifata tabilerden yalnızca birinin itirafıyla bile çözülür tüm bilmeceler ve milyonlarca sınırsız insan zihni dakikasında tam tersine döner.
Başta anlaşılmaz sanılan küçük ayrıntılarda ve aykırılıklarda saklıdır kavgalar ve kaygılar. Ellere çamur bulaştığında tortusu da kaldığında iş çığırından akıl zıvanadan bir kalemde çıkar. Üstü üstüne sabır düğümleri atılsa da kopuş başlamıştır bir kere çaresizleşilir. Hayat en istekli görünenlerden dilediğine diler ve bölüştürür kutsal yağmalamadan artanları. İbriğinden nice trajedi dökülse de gerçek acı çamurlu gerçektir ve sırayla abdestler tazelenir. Zaten alt beyinlerde nesiller boyu gizlenmiş kavgalar hüküm sürmese de var oldukça ve durdukça her ileri düzey paylaşım epey can yakar. Ve şüpheler köleleştirir iyi yürekleri.
Utancı arıtacak beyinler bile zor bela yalnızca yalnızlığı hazırlayabilir yersiz ve yurtsuzlara. Ve açlığı dizginlemek üzerine programsız eğilmeler ile gerilir ortam. Gerçekleri saklayanlar milyonları mıhlayınca salon koltuklarına, kutsanmış uyuşukluk kendini hissettirdikçe bütün çamurdan gerçekleri de birileri çıkar minyatürleştirir. Büsbütün hayırdır arkadan hançer bazında bir kazı çalışmasıdır çadırlaşan. O yayılmada fısıldamalar asla azalmaz ama gerçekler şehrinde tüm yollar çamurlanınca yudum yudum geleceğe borçlanılır. Aşırı derecede borçlanmanın sonu ise iflastır, yıkımdır. Gezdiğini, gördüğünü, bildiğini söylemekten korkanlar, çekinenler ise buram buram sadece eski alışkanlıkları tütsüler ve başka bir makaleye konu olacak nesnel gerçeklik ile kurmaca gerçeklik çelişmesine çentik atar.
Çamur lekesi toprak tasta kuruyunca belki çıkar ama güneş balçıkla sıvanmaz ve gerçekler asla çamur tutmaz…
DEM ŞİİRİ…
ÇEK URGANI VER ATI
Atlantik’ ten And dağlarına
Deneme sınavı örsesinde serçeler uçar
Karakaşlı matem,
Kurşun zengini madem diller sürçer
Akıl meçhule kayar
Kimliğinde “ Gelişigüzel Dolaşır “ yazılı
Nüshasında gelişiveren dostluklar
Devrim düşüne kurban arşivlerde Nurhak dağları
Düzlenmiş künyesi Everest yazılı
Somut cümleler günlüklere sızmış mertçe
Günü birlik keşifler insanca imalı
Hümanist imzalı
Başı fırtınalı efsaneler bebek yüzlü
Deniz altında yakın inci mercan çekim
Batık sevdalar katmerli
Boğulmak esrarengiz tufanı kovalarken
Kararınca ve de kızarınca umman
Balık pazarında mavi buhran
Kırmızıya para basar kuklalar mızıklanarak
Soru sürgünde, parolası çiçek kokteyli
Purosu pasaportu kepi, yaldızlı külçe
Bir yıldız kaydı dilek tutamadım
And içemedim Atlantik’ ten dağlara
Çektim urganı verdim adımı
Ernesto ernesto dediler …
VASİYETİM HAYSİYETİM
Er doğdum geç ölürüm belki
Geç olsun ama güç olmasın
Uykumda
Uy…
Uy adamcaz ölmüş desinler
Ölüme yalnız gidilir sevgilim
Yiğitçe
Ak kefenlere sarıldıkça ruhlar
Sular seller gibi yaşanır
Er doğdum geç ölecem sanki
Geç olsun ama güç olmasın
Yatağımda
Yat…
Yattı adamcaz yatış o yatış desinler
Ölüme ağıtlar yakılır sevgilim
Yakma
Kara toprağa yatırılınca bedenim
Sular seller gibi yaşayabilirsin
Geç doğdun er ölebilirsin
Unutma
Erin öldü diye ölecek değilsin
Alabildiğine yaşa
LİMANSIZ
Denizi tonlarca kara taş doldurulan limanda
Bayramı sordum mavilere son defa
Kartal köprüsüne yetişmeyen yolda acıyla
Bir hiperaktif ve validesi ve hancı
Limon ekşisi kekik buğusu
kör hayat özlemiyle zehirli hap
zamanında seviştiğim dalgalar dalgakıranda
kırık çökük dökük dev kayalar
Bayramı uğurladım al güllerle semaya
Ayrıldım sonra arkama bile bakmadan beyaz bir gemiyle
Kalede bir topal silüet bırakarak kalemlere
Kime ait olduğu bilinmeyen koltukta ağlıyorum
Sılaya sınaya sılaya
Başkasından istemeden git yoluna çocuğum
ballı darıyı bitirmeden
Salalar okunuyor dinle bak minarelerden
Elim yandı yazamadım ağıtları
Manileri Debboy’da şebboylar yeniden
Öyle yeşil gecedeki ilanı bile okuyamadım
Bir sarhoş müzik geldi yanıbaşıma
Uyduruk bir manzarada
Arka sokaklarda bihaber yalnızlıklar kılavuzsuz
Taşındım kara mavilere
tonlarca kayayı taşıyor kar suyu kuytuya
Upuzun pardesülü ben ve boş koltuklar
Deniz gözlerinde o sahilsiz liman kenti
Bayramı görmeden gitmek varmış Memedim
Denize doldurulan tonlarca taş yosun kokulu.
Limanda bir hiperaktif ve validesi ve hancı
Limansız kaldık sılada sınaya sılaya.
AŞIK MAHŞERİ
Peyderpey yattın içerde
Beş paraya korsan devrinde
Kırkbeşlik plaklar dinlesin diye dostların
Beş sene biraz da fazlası var
Kırkbeş senede onbinlerce eser
Bir yel eser hesapsız sabahlara
Çılgın pazarlıklardan sonra susuz yaz
Türkülerden özür diler işkence aletleri
Sırayla utançla koparlar nota nota
Pişmanlık ne kelime yine zevkle vurursun mızrabı
Yürüyüşün hazzı saz üstüneince tellerde
Mayısta kır çiçekleri mahsun
Bahar güdük sevdalı aşık
Yuh olsun örümceğe
Örümceğe de ağına da takılanlara da
Top yekun sevgi kattın gönüllere
Nur ol aşık, nursun insin insansın
Bir peykede benim yüreğim
gel dostum yanıma uzansın yankın
ben yaşadıkça sen de yaşayacaksın
yangınlardayım
dilimden kendiliğinden süzülen ezgilerde
sonrası yok varsa da
sonsuzlukta bir konserinde buluşacağız
sen çalacaksın biz söyleyeceğiz
Tanrı şahit.
O serin derin buluşma gününe aşığım
Gerekçesiz sensiz
Bekliyoruz son nefesimizi…
Vah çocuklarım vah yazık oldu diyerek
Kıydılar gariplere yazık.
O çocukları sonraları epeyce tanıdım
İyiden iyiye anladım, dinledim, bildim
Yandım ciğerim yandı
Ve hiç unutmadım
Çok ağladık.
Zaten unutulası değildiler hiçbiri
Annem ne çok ağlamıştı
onu da babamı da
Unutamadım, unutmadım,
Baktım da tam otuz kırk yıl geçmiş
Ve hay anasına şaşırdım
Deniz doğunca anladım
Meğer o çocuklar annemden üç beş yaş küçüklermiş
Benim canım annem,
Canım cananım
Demek ki sadece üç beş yaş farkla
Tüm analar gibi çocuklarına ağlamışsın
çok ağlamıştın
Denizin bittiği kıyıya ulaştığında ustalık
İnançlar can siperane
Karadenizdir gönüllere
Gözyaşımda annemin ödenmez emeği
Unutamam evet onları
Annem çok ağlamıştı.
Gözyaşları çiçek
Çok ağladık.
Atlantik’ ten And dağlarına
Deneme sınavı örsesinde serçeler uçar
Karakaşlı matem,
Kurşun zengini madem diller sürçer
Akıl meçhule kayar
Kimliğinde “ Gelişigüzel Dolaşır “ yazılı
Nüshasında gelişiveren dostluklar
Devrim düşüne kurban arşivlerde Nurhak dağları
Düzlenmiş künyesi Everest yazılı
Somut cümleler günlüklere sızmış mertçe
Günü birlik keşifler insanca imalı
Hümanist imzalı
Başı fırtınalı efsaneler bebek yüzlü
Deniz altında yakın inci mercan çekim
Batık sevdalar katmerli
Boğulmak esrarengiz tufanı kovalarken
Kararınca ve de kızarınca umman
Balık pazarında mavi buhran
Kırmızıya para basar kuklalar mızıklanarak
Soru sürgünde, parolası çiçek kokteyli
Purosu pasaportu kepi, yaldızlı külçe
Bir yıldız kaydı dilek tutamadım
And içemedim Atlantik’ ten dağlara
Çektim urganı verdim adımı
Ernesto ernesto dediler …
VASİYETİM HAYSİYETİM
Er doğdum geç ölürüm belki
Geç olsun ama güç olmasın
Uykumda
Uy…
Uy adamcaz ölmüş desinler
Ölüme yalnız gidilir sevgilim
Yiğitçe
Ak kefenlere sarıldıkça ruhlar
Sular seller gibi yaşanır
Er doğdum geç ölecem sanki
Geç olsun ama güç olmasın
Yatağımda
Yat…
Yattı adamcaz yatış o yatış desinler
Ölüme ağıtlar yakılır sevgilim
Yakma
Kara toprağa yatırılınca bedenim
Sular seller gibi yaşayabilirsin
Geç doğdun er ölebilirsin
Unutma
Erin öldü diye ölecek değilsin
Alabildiğine yaşa
LİMANSIZ
Denizi tonlarca kara taş doldurulan limanda
Bayramı sordum mavilere son defa
Kartal köprüsüne yetişmeyen yolda acıyla
Bir hiperaktif ve validesi ve hancı
Limon ekşisi kekik buğusu
kör hayat özlemiyle zehirli hap
zamanında seviştiğim dalgalar dalgakıranda
kırık çökük dökük dev kayalar
Bayramı uğurladım al güllerle semaya
Ayrıldım sonra arkama bile bakmadan beyaz bir gemiyle
Kalede bir topal silüet bırakarak kalemlere
Kime ait olduğu bilinmeyen koltukta ağlıyorum
Sılaya sınaya sılaya
Başkasından istemeden git yoluna çocuğum
ballı darıyı bitirmeden
Salalar okunuyor dinle bak minarelerden
Elim yandı yazamadım ağıtları
Manileri Debboy’da şebboylar yeniden
Öyle yeşil gecedeki ilanı bile okuyamadım
Bir sarhoş müzik geldi yanıbaşıma
Uyduruk bir manzarada
Arka sokaklarda bihaber yalnızlıklar kılavuzsuz
Taşındım kara mavilere
tonlarca kayayı taşıyor kar suyu kuytuya
Upuzun pardesülü ben ve boş koltuklar
Deniz gözlerinde o sahilsiz liman kenti
Bayramı görmeden gitmek varmış Memedim
Denize doldurulan tonlarca taş yosun kokulu.
Limanda bir hiperaktif ve validesi ve hancı
Limansız kaldık sılada sınaya sılaya.
AŞIK MAHŞERİ
Peyderpey yattın içerde
Beş paraya korsan devrinde
Kırkbeşlik plaklar dinlesin diye dostların
Beş sene biraz da fazlası var
Kırkbeş senede onbinlerce eser
Bir yel eser hesapsız sabahlara
Çılgın pazarlıklardan sonra susuz yaz
Türkülerden özür diler işkence aletleri
Sırayla utançla koparlar nota nota
Pişmanlık ne kelime yine zevkle vurursun mızrabı
Yürüyüşün hazzı saz üstüneince tellerde
Mayısta kır çiçekleri mahsun
Bahar güdük sevdalı aşık
Yuh olsun örümceğe
Örümceğe de ağına da takılanlara da
Top yekun sevgi kattın gönüllere
Nur ol aşık, nursun insin insansın
Bir peykede benim yüreğim
gel dostum yanıma uzansın yankın
ben yaşadıkça sen de yaşayacaksın
yangınlardayım
dilimden kendiliğinden süzülen ezgilerde
sonrası yok varsa da
sonsuzlukta bir konserinde buluşacağız
sen çalacaksın biz söyleyeceğiz
Tanrı şahit.
O serin derin buluşma gününe aşığım
Gerekçesiz sensiz
Bekliyoruz son nefesimizi…
GÖZYAŞLARI ÇİÇEK
Annem çok ağlamıştıVah çocuklarım vah yazık oldu diyerek
Kıydılar gariplere yazık.
O çocukları sonraları epeyce tanıdım
İyiden iyiye anladım, dinledim, bildim
Yandım ciğerim yandı
Ve hiç unutmadım
Çok ağladık.
Zaten unutulası değildiler hiçbiri
Annem ne çok ağlamıştı
onu da babamı da
Unutamadım, unutmadım,
Baktım da tam otuz kırk yıl geçmiş
Ve hay anasına şaşırdım
Deniz doğunca anladım
Meğer o çocuklar annemden üç beş yaş küçüklermiş
Benim canım annem,
Canım cananım
Demek ki sadece üç beş yaş farkla
Tüm analar gibi çocuklarına ağlamışsın
çok ağlamıştın
Denizin bittiği kıyıya ulaştığında ustalık
İnançlar can siperane
Karadenizdir gönüllere
Gözyaşımda annemin ödenmez emeği
Unutamam evet onları
Annem çok ağlamıştı.
Gözyaşları çiçek
Çok ağladık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder