“18 MART” ÇANAKKALE…
Vatan aşkı ile kutsallaşan direnişin dönemin yükselen aşırı milliyetçi ve sömürgecilik tutkularına vurduğu en anlamlı şamardır Çanakkale, 18 Mart…
Ve tek cümlede değerlenir o ilahi aşk; Dur yolcu,Çanakkale Geçilmez…
“ Geldikleri gibi gittiler…
Bir gün şafakla birlikte topraklarımıza, insanlarımıza ve mukaddesatımıza saldırmışlardı. İçlerinde nereye, niçin geldiğini bilmeyen masum zavallılarda vardı, haçlı ruhunu yüreğinin derinliklerinde gizleyenler de. Bir süre sonra savaştığı insanlara saygı duyanlar da oldu, kafataslarını memleketlerine kadar götürecek kadar nefret edenler de...
Zafer kazanma arzusuyla toprağımıza ayak basıp arkadaşlarını, ayaklarını, kollarını ve canlarını burada bırakıp, utanarak gittiler...
18 Mart denizde ve karada, siperlerde ve barikatlarda verilen altın yürekli bir direniştir. O altın yürekli direniş tam bir asır önce yedi düvele karşı ve tümünü hizaya getiren kutlu sonun başlangıcıdır…
101 yıl önce, İnsanlık tarihin en büyük siper savaşı başlarken 19. Tümen ve Anafartalar Grup Komutanı komutanı Mustafa Kemal yiğit Mehmetçiğe süngü taktırıp; “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum.” Emrinde saklıdır ülkenin geleceği.
Çanakkale’de yaklaşık 250.000 şehit verildi, vatan toprağı verilmedi.
Emperyalist ülkeler Çanakkale’yi geçemediler.
Ve Çanakkale Mustafa Kemal’in ileride Atatürk olacağı işaretinin tescillendiği yer olarak tarihe işlendi…
Albay Mustafa Kemal Conkbayırı’nda 10 Ağustos 1915 günü öğleden sonra 04.30′da taarruz emri verdikten kısa bir süre sonra harekâtı tepe üzerinden izlerken bir şarapnel parçası gelir göğsünün sağ tarafına isabet eder.
Mustafa Kemal parçalanan cep saati sayesinde kurtulur.
O sayede Ülke kurtulur…
Dört mermer top güllesidirbu ülkenin tarihini yeniden yazan bu milletin kaderini tayin eden an…
Toplama birleşik emperyalist güçler daha fazla zayiat vererek, bozguna uğrayıp arkalarına bakmadan kaçıp, çekip gittiler. Çanakkale yakın dünya tarihinin en önemli savaşlarından biri olarak tarihe geçti.
Çanakkale Emperyalist Avrupa’nın İstanbul’a ulaşma sevdasını geçici olarak önledi.
“Çanakkale geçilmez” ana başlığında tarihe şanlı bir destan sayfası eklendi.
Birleşik emperyalist güç birliği donanmaları “Denizlere hâkim olan dünyaya hakim olur”, düşüncesiyle 3 Kasım 1914 yılında Çanakkale boğazı açıklarına demirlediler. Kıyasıya Deniz savaşı 18 Mart 1915’e kadar sürdü.
Emperyal egemen güçler emellerine denizden ulaşamayacaklarını anlayınca Kara Savaşı başlatmak için 25 Nisan 1915’te alaca karanlıkta Gelibolu yarımadasına, her milletten her dinden “toplama askerlerini” çıkardılar. 9 Ocak 1916 yılına dek sürecek mesafesi dokuz on metre olan siper savaşları böylece başlamış oldu.
“Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre. Yani ölüm kesin. Birinci siper dekiler hiç kurtulmamacasına hepsi düşüyor, ikinci siperdekiler onların yerine giriyor. Fakat ne imrenilecek bir soğukkanlılık biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakika sonra öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bie göstermiyor. Sarsılmak yok. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Savaşı’nı kazanan, bu yüksek ruhtur…”
Kahraman Vatan evladı, Kadını erkeği, kızı kızanı siperlerde yan yana işgal kuvvetleri ile çarpıştılar.
Sonu zafer olan bir destan yazdılar…
“18 Mart Çanakkale Zaferi” altı yüz yıllık zenginliğin hapsedildiği fakir Anadolu’ya;
“ Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar geçebilir.”Diyen Büyük Kurtarıcıyı armağan etti.
Ve Emperyalist paylaşımcıların İzmir’de denize dökülmesiyle biten Kutsal savaşın, habercisidir “18 Mart Çanakkale zaferi”…
Sonun başlangıcıdır…
Çanakkale savaş sırasında ve sonrasında dünyada eşi benzeri olmayan barış, hoşgörü ve uygarlık mesajı veren destanlaşan kutsal bir direniştir…
Mustafa Kemal’in; ”Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanının toprağındasınız Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarımızı dindiriniz! Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır” sözü asla unutulmamalıdır.
Her 18 Mart geldiğinde siperlerde ve barikatlarda verilen o altın yürekli direniş mutlaka hatırlanmalıdır; O 18 Mart küllerinden doğacak bir devleti muştulamış ve muştu gerçeğe dönüşmüştür.
“Çanakkale Savaşı kutsallaşan bir özgürlük direnişidir. Ülkeyi ve ülke insanlarını bağımsızlığa taşıyacak adımların ilkidir. Bu onurlu zaferin 18 Mart’ın 101. yılı kutlu olsun!
Şehit ve gazilerin ruhları şad olsun…”
20 Mart 2016 Pazar
ÖĞÜT, SÖĞÜT VE BOMBA…
ÖĞÜT, SÖĞÜT VE BOMBA…
Cidden ve alenen memlekette ve bölgede siyaseten büyük yanlışlar yapıldığını kanıtlar biçimde başkentin göbeğinde ardı ardına bombalar patlıyor, patlatılıyor. Alakasız yüzlerce canlar yitiyor, canlar yanıyor, canlar yaralanıyor ama hükmi erkân ayni teranede terennümde. Huzur bekçisiyiz, görevimizin başındayız. Güç bende çizgisel mantığıyla saflaşılmış istifa müessesesini aklına getiren, söyleyen, işleten yok. Veya öyle bir korku imparatorluğu yaratılmış ki büyük insanlık üç maymunlaştırılmış.
Son yıllarda bu ayarı bozuk, ayarsız, sayarsız ve anlamsız odaklanılmış savaşların bütün ceremesini hep şu garip halk çekiyor. Sonra ateş düştüğü yeri yakar hikâyesi. Oysa ateş eninde sonunda herkesleri bir bir yakacak. Zaten od ile su dilsiz yağıdır. İstenen de asıl odur. Ancak her şeyi görüp, duyup, bilip yok sayıp katlanmak da bir yere kadar. Pek yakında tırpanlı cellat tüm otağlara uğrar. Uğru kalana yanar, mal sahibi gidene ağlar ama ganimetin rahmeti küçük bir kıvılcıma bakar. Şalter attığında o övülen liderler ve övünülen tüm sistemler bir bir düşer, yıkılır. Öğütlere uymayanlara sövgü başlar. Tarih babanın kara kaplısındaki manzumeler böyle yazar.
İş bu haddeye vardığında kullanılan silindirler çalışmak da zorlanır. Çark işlemez. Sonuçta yaşanan sosyal ve siyasal çöküntü öyle başkanlık maşkanlık martavalıyla da halledilemez. Maşukiyetten meşruiyete asla geçilemez. Bilinçsizce bozulan işler emperyal istilacıların pompaladığı kirli savaşların ipine sarılmayla da asla düzeltilemez.
Devlet ana öyle öğütlüyor sağır kulaklara.
Şöyle öğütleniyor Söğüt’ten kör gözlere, zil dillere;
“Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize katlanmak sana. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana. Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana…” düşer.
Ata, baba, ana öğütleri salkım Söğüt tersine yer etmiş nafile akıllara. Gailei zaile tersine dönüyor sanki dünya. Güneş batıdan doğup doğudan batıyor sanki her batında. İşte bu kaotik Katolik ortamda hangi tür masum isyanın penceresinden şöyle bir anlık bakılsa suç ve yasak. Pancar mantar biten patlamalara değinmek ise hepten memnu. Beyfendiler memnun olacaklar diye kapatılsın gerçeklerin üzeri meselesi. Sanki beyfendinin fendi dünyayı yendi.
İnsan olmanın gereği, erdemli ve onurlu duruşun temsili zor artık bu memlekette. Gerçeğe esaslı duruş, akılcı tavır ve tutum büyük günah. Hele yayın yayım, sayım suyum temel yasaklardan. Bombalar patlıyor memleketin dört bir yanında sözde barış gelecek, kökü kazınacak anarşiklerin. On yıllardır hep ayni yalan ayni dalan. Büyüklere binbir gece masalları.
Memleketin bir yerlerinde, koskoca Ortadoğu bölgesinde taş üstüne taş kalmamış, harabe kentler göçebe milletler yaratılmış, dinci yobazlık hortlamış hala ileri demokrasi şablonları. Kim neye niçin kanmış ise artık terör vurmuş her yeri otobüs duraklarını dahi. Canlar kayıp, canlar sönmüş, canlar parçalanmış ancak sözde dahi ve ilahi devlet adamlığı pozları. Yüzlerce binlerce bahaneden ikisi; post ve dost, asparagas ve paspas ikilemlerinde sinsi adımlarla sıyrılmayı beceriyorlar her musibetten.
Maşallah onlara, eyvallah onlara yol veren şunlara bunlara.
Maazallah boş dualarla âmen diyenlere;
“Yükün ağır, işin çetin, gücün kula bağlı, Allah yardımcın olsun. Beyliğin mübarek olsun. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişlerde düşünce, fikir ve dualarla biz vaat edilenin önünü açmalıyız, tıkanıklığı temizlemeliyiz…”
Bu gün aşkla muhabbetle göbekten bağlanılmış beyler ve paşalar kutsala dokunan bu duaları da kendilerine çevirmişler. İçini boşaltmışlar. Veya Söğüt’ten öğütlenen ata yadigarı bu direktiflere sırtlarını dönmüşler. Başları dönmüş ve meydanın boşluğunda çelebileşip mızrakları çuvallara saklamışlar, minarelere kılıf uydurmuşlar. Ve resmen çuvallamışlar ama gören, duyan, işiten yok diller lal. Millette heybeden bin bir dua, haybeden niyaz neredeyse çift kanatlı birer kara melek olup uçacak bu bey paşa fanileri.
Nedense bu şeytan üçgenine hapsolundukça kutsala varan öğütlere kulak asılmaz hiç. Hiçleşmek yolunda eften püften, kıldan tüyden şapşallaşmalarla, ahlaki değerlerden ödün verilerek mertebelenilir, mevkilenilir. Mertlikten uzak bu mertebelenme Yüce Yaratıcı’dan da uzaklaşmaktır aslında. O yoğunlukta erki merki bilemezler, göremezler, hissedemezler.
Ezler mezler ama böyle meyil etmeler de mehil sağlamaz Beyim;
“Güçlü, kuvvetli ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgârlarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı ve iradene sahip olasın. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez, yense bile boğazında kalır. Bilgizsiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirince her zaman duy varlığını. Toplumu yönetende diri tutanda bu irfandır…”
Bunların irfanları bir tufan olmuş bomba bomba yağıyor milletin üstüne, üzerine. Hemen her yerde; yasal toplu gösterilerde, meydanlarda, mitinglerde, toplanma bölgelerinde, köylerde, kasabalarda, kentlerde, metropolislerde, otobüs duraklarında, caddelerde, havada karada denizde, ölüm yağıyor yeryüzüne, masum insanlara. Her fırsatta huzur getirmeye sözlenen kınayıcılar, zulüm olmuş esiyorlar memleket semalarında. Kıyımlara dur diyecek yok. Kalmadılar, yarı yolda kaldılar. Sınırlardan içeri söz meclisten dışarı koyunlar koyun koyuna sokulmuşlar patlatılan bombaların parça tesirlerinden sakınıyorlar. Sanki milleti bulur da onlara ulaşmaz bu illet.
Şimdi hangi sabır sebat, hangi öfke nöbet, suç ve ceza durduracak bu patlamaları. Kimlerin yüreklerini patlatacak bu kaos ve kimlere fayda sağlayacak bu taviz belli aslında. Bu günün hesap cetveliyle sağır kulaklara, kör gözlere, lal dillere dayanmış, şıpsevdi yanaşmalara dayaşkalanmış bu saltanat biraz daha gider. Zar zor gider ama illaki gün olup devran döner ve o dönencede kim gider kim kalır şimdiden bellidir.
Ellidir, enlidir, bellidir ama Allah bilir…
Cidden ve alenen memlekette ve bölgede siyaseten büyük yanlışlar yapıldığını kanıtlar biçimde başkentin göbeğinde ardı ardına bombalar patlıyor, patlatılıyor. Alakasız yüzlerce canlar yitiyor, canlar yanıyor, canlar yaralanıyor ama hükmi erkân ayni teranede terennümde. Huzur bekçisiyiz, görevimizin başındayız. Güç bende çizgisel mantığıyla saflaşılmış istifa müessesesini aklına getiren, söyleyen, işleten yok. Veya öyle bir korku imparatorluğu yaratılmış ki büyük insanlık üç maymunlaştırılmış.
Son yıllarda bu ayarı bozuk, ayarsız, sayarsız ve anlamsız odaklanılmış savaşların bütün ceremesini hep şu garip halk çekiyor. Sonra ateş düştüğü yeri yakar hikâyesi. Oysa ateş eninde sonunda herkesleri bir bir yakacak. Zaten od ile su dilsiz yağıdır. İstenen de asıl odur. Ancak her şeyi görüp, duyup, bilip yok sayıp katlanmak da bir yere kadar. Pek yakında tırpanlı cellat tüm otağlara uğrar. Uğru kalana yanar, mal sahibi gidene ağlar ama ganimetin rahmeti küçük bir kıvılcıma bakar. Şalter attığında o övülen liderler ve övünülen tüm sistemler bir bir düşer, yıkılır. Öğütlere uymayanlara sövgü başlar. Tarih babanın kara kaplısındaki manzumeler böyle yazar.
İş bu haddeye vardığında kullanılan silindirler çalışmak da zorlanır. Çark işlemez. Sonuçta yaşanan sosyal ve siyasal çöküntü öyle başkanlık maşkanlık martavalıyla da halledilemez. Maşukiyetten meşruiyete asla geçilemez. Bilinçsizce bozulan işler emperyal istilacıların pompaladığı kirli savaşların ipine sarılmayla da asla düzeltilemez.
Devlet ana öyle öğütlüyor sağır kulaklara.
Şöyle öğütleniyor Söğüt’ten kör gözlere, zil dillere;
“Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize katlanmak sana. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana. Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana…” düşer.
Ata, baba, ana öğütleri salkım Söğüt tersine yer etmiş nafile akıllara. Gailei zaile tersine dönüyor sanki dünya. Güneş batıdan doğup doğudan batıyor sanki her batında. İşte bu kaotik Katolik ortamda hangi tür masum isyanın penceresinden şöyle bir anlık bakılsa suç ve yasak. Pancar mantar biten patlamalara değinmek ise hepten memnu. Beyfendiler memnun olacaklar diye kapatılsın gerçeklerin üzeri meselesi. Sanki beyfendinin fendi dünyayı yendi.
İnsan olmanın gereği, erdemli ve onurlu duruşun temsili zor artık bu memlekette. Gerçeğe esaslı duruş, akılcı tavır ve tutum büyük günah. Hele yayın yayım, sayım suyum temel yasaklardan. Bombalar patlıyor memleketin dört bir yanında sözde barış gelecek, kökü kazınacak anarşiklerin. On yıllardır hep ayni yalan ayni dalan. Büyüklere binbir gece masalları.
Memleketin bir yerlerinde, koskoca Ortadoğu bölgesinde taş üstüne taş kalmamış, harabe kentler göçebe milletler yaratılmış, dinci yobazlık hortlamış hala ileri demokrasi şablonları. Kim neye niçin kanmış ise artık terör vurmuş her yeri otobüs duraklarını dahi. Canlar kayıp, canlar sönmüş, canlar parçalanmış ancak sözde dahi ve ilahi devlet adamlığı pozları. Yüzlerce binlerce bahaneden ikisi; post ve dost, asparagas ve paspas ikilemlerinde sinsi adımlarla sıyrılmayı beceriyorlar her musibetten.
Maşallah onlara, eyvallah onlara yol veren şunlara bunlara.
Maazallah boş dualarla âmen diyenlere;
“Yükün ağır, işin çetin, gücün kula bağlı, Allah yardımcın olsun. Beyliğin mübarek olsun. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişlerde düşünce, fikir ve dualarla biz vaat edilenin önünü açmalıyız, tıkanıklığı temizlemeliyiz…”
Bu gün aşkla muhabbetle göbekten bağlanılmış beyler ve paşalar kutsala dokunan bu duaları da kendilerine çevirmişler. İçini boşaltmışlar. Veya Söğüt’ten öğütlenen ata yadigarı bu direktiflere sırtlarını dönmüşler. Başları dönmüş ve meydanın boşluğunda çelebileşip mızrakları çuvallara saklamışlar, minarelere kılıf uydurmuşlar. Ve resmen çuvallamışlar ama gören, duyan, işiten yok diller lal. Millette heybeden bin bir dua, haybeden niyaz neredeyse çift kanatlı birer kara melek olup uçacak bu bey paşa fanileri.
Nedense bu şeytan üçgenine hapsolundukça kutsala varan öğütlere kulak asılmaz hiç. Hiçleşmek yolunda eften püften, kıldan tüyden şapşallaşmalarla, ahlaki değerlerden ödün verilerek mertebelenilir, mevkilenilir. Mertlikten uzak bu mertebelenme Yüce Yaratıcı’dan da uzaklaşmaktır aslında. O yoğunlukta erki merki bilemezler, göremezler, hissedemezler.
Ezler mezler ama böyle meyil etmeler de mehil sağlamaz Beyim;
“Güçlü, kuvvetli ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgârlarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı ve iradene sahip olasın. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez, yense bile boğazında kalır. Bilgizsiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirince her zaman duy varlığını. Toplumu yönetende diri tutanda bu irfandır…”
Bunların irfanları bir tufan olmuş bomba bomba yağıyor milletin üstüne, üzerine. Hemen her yerde; yasal toplu gösterilerde, meydanlarda, mitinglerde, toplanma bölgelerinde, köylerde, kasabalarda, kentlerde, metropolislerde, otobüs duraklarında, caddelerde, havada karada denizde, ölüm yağıyor yeryüzüne, masum insanlara. Her fırsatta huzur getirmeye sözlenen kınayıcılar, zulüm olmuş esiyorlar memleket semalarında. Kıyımlara dur diyecek yok. Kalmadılar, yarı yolda kaldılar. Sınırlardan içeri söz meclisten dışarı koyunlar koyun koyuna sokulmuşlar patlatılan bombaların parça tesirlerinden sakınıyorlar. Sanki milleti bulur da onlara ulaşmaz bu illet.
Şimdi hangi sabır sebat, hangi öfke nöbet, suç ve ceza durduracak bu patlamaları. Kimlerin yüreklerini patlatacak bu kaos ve kimlere fayda sağlayacak bu taviz belli aslında. Bu günün hesap cetveliyle sağır kulaklara, kör gözlere, lal dillere dayanmış, şıpsevdi yanaşmalara dayaşkalanmış bu saltanat biraz daha gider. Zar zor gider ama illaki gün olup devran döner ve o dönencede kim gider kim kalır şimdiden bellidir.
Ellidir, enlidir, bellidir ama Allah bilir…
SİYASAL ÇÖKÜNTÜ VE SAVAŞ…
SİYASAL ÇÖKÜNTÜ VE SAVAŞ…
Siyaset bin yıllardır eskimeyen en eski kurumdur. Siyasetçiler ise bu kurumun çatısı altında oy verilerek seçilirler, görevlendirilirler. Siyasetçiler siyasetle uğraşırlar ve kendilerini de yazılı kuralsız siyasetçi diye tanımlarlar. Sözlü gelenek uyarınca hemen hemen tüm siyasi etkinliklerin tamamı hem toplumda hem de siyasetle uğraşanlarda bizzat meslekmiş gibi algılanır. Siyasetçi. Oysa böyle bir meslek yoktur.
Böyle bir meslek olmayınca siyaset kurumları da karşılaşılan her siyasal çöküntüde, dünya ölçekli her zorunlu yenilenme dönemlerinde sözde meslekten siyasetçilerinin peydahladığı savaşlardan bir güzel beslenir. Siyaseten kurumlanılarak kimi zaman soğuk savaş rüzgârları estirilir ve kimi zaman da sıcak savaş körüklenir.
İşte siyaseten yanlış burada başlar. Siyasal çöküntüden kurtulmak için odak ayarı bozuk odaklanılan her savaş sonrası övülen ve övünülen tüm sistemler bir bir yıkılır. Olan daima garip halklara olur…
Gelmiş geçmiş tüm savaşlar bilimsel açıdan değerlendirildiğinde; savaş, rasyonel iletişim çökmesinin ve nasyonal siyasal çöküşün geldiği en son noktadır gerçeğine ulaşılır. Bu temel çöküntü emperyal sömürünün devamı ve iktidar egemenliğinin sürekliliğinin sağlanması için hoyratça kullanılır. Her türlü öznel ve genel dayanakları incelikle planlanarak kitlesel ve bölgesel savaşlar, savaştan öte bir iletişim ve ikna yöntemine dönüştürülür. Biçim değiştiren çökmüş siyaset topla, tüfekle, bombayla yeni çökmeler yaratır. Yenilikmişçesine en eski savaş mekanizmaları yeniden pompalanır. Ve insanlık çöker, iletişim de tarz değiştirir.
Sözde değişimle tüm iletişim kaynakları çöreklenir ve savaşa hizmet eder. Özellikle medya için kaçıncı güç olduğu muamma dönemi başlar ve çökmez denilen iletişim sektörü çöreklendikçe çöker. Özgün ve özgür tavırlı iletişim resmen savaş iletimine dönüşür. Siyaset kurumları ve siyasetçileri de bu dönüşümü doğal karşılarlar. Gözden kaçırılan ise siyaset biliminin siyaseten nerede başlayıp nerede bittiğini asla tanımlayamadığıdır. İşin başı sonu birbirine karışınca siyasal çöküntü ve çöküntünün çimlendirdiği savaşların zorunluluğu iletisi toplumlarda illet bir savaşseverlik yaratır. Ve sivilceler kaşındıkça beyin hücrelerine gömülmüş bütün savaş baltaları tekrar çıkarılır.
Siyaset kurumları ve kurumsal siyasetçiler, ulusal veya uluslararası her sıcak savaşta etrafı kaplayan her türlü negatif havadan, içine düşülmüş çöküntünün üzerinin kapatılması için yararlanır. Sudan sebep savaştırılan kutuplanmışların üzerine havadan, sudan, karadan ölüm yağdırma, bombalar kusma ve emperyal istila, sistemli kurumlandırılmış bal çanak bazlı iletişim sayesinde meşrulaşır. Toplumlara özgü diğer değerler üzerinde kalın çizgili oynamalar ve şeytani manevralar da eklendiğinde savaşın dozu giderek artar. Mızrak çuvala sığmasa da bir takım illüzyonlarla savaş toplumlara benimsetilir. Çok kan akar, çok can yakar ama insanlar makul alem safsatasıyla saflaştırılır.
Kurumsal siyaset ve mesleksel siyasetçiler nedense siyasal çöküntünün nedenlerini adaletsizliğin hüküm sürdüğü her alanda, her bölgede, her belgede adaletsizliğin karşısında gereğince karşı durmadıklarına hiç bağlamazlar. Sıkıştıklarında açık gizli savaştan medet umarlar. Eşitlik ve adalet istemiyle açılan ve bambaşka talepleri ileri süren masumane cepheleşmelere sıcak savaş soslu cepheler açarlar. Bu basireti bağlanmışlık, aksak kıvrak duruş siyaseten adaletsizliğin, vurgunculuğun, yolsuzluğun, eşitsizliğin mihmandarlığına soyunmayı ve soyulmayı sağlar. Siyasal çöküntü içindeki siyaset iyice yalpalar, sakar siyasetçi zaman içinde aklanacağına, karalandıkça karalanır. Savaş severlikle paralanmak da işe yaramaz.
Oysa siyaset kurumları ve seçilen görevlendirilen siyasetçileri siyasal çöküntünün girdabından halklarını kurtarmak için önce kirli savaşlara karşı durmalıdır. Sonra tüm olumsuzlukları yüreklice dile getirmeli, haksızlığa ve vurgunculuğa, savaş ganimetlerinden pay kapışa karşı tek ses bir yürek haykırabilmelidir. Tarihte örneklerle sabit kamu vicdanını şimdi sızlatmasa da çok yakın gelecekte derinden yaralayacak bu savaş tellallığı siyaset kurumlarının ve kurumsal siyasetçilerin sonudur. Savaşçı üslupla her pisliği aklama, her hinliği saklama çabaları ajandaları boşu boşuna doldurmaz. Emperyal istilacıların küpleri dolar belki ama savaşa yol veren tüm siyaset kurumları ve seçilmiş görevlendirilmiş siyasetçileri çöküntüleri aşamazlar. Aşırı aşınırlar. Siyasal çöküntü ilk onları yutar.
Siyaset kurumları ve kurumsal siyasetçiler yaşanılan çöküntüyü saklamak için kan, palet, fişek örtülü savaştan nemalanırken, bu ucuzcu cengaverlere inat hatırlatma, insanlık onuru, adalet gerekliliği, haksızlıkların giderilmesi adına tarihe not düşmek de imanın şartlarındandır. İmanla düşülen tüm notlar yaşanan siyasal çöküntünün yasal bildirisidir, bildirgesidir. Aşırı yoğunluklu savaş ırkı, dini, imanı, mezhebi ne olursa olsun insanoğlunu omuriliğinden yakalar ve felç eder bilgisidir.
Bu beyanname, siyaseten elden, dilden, belden beyine yayılan bu uyuşmaya hizmet eden tüm siyaset kurumlarına ve seçilmiş görevlendirilmiş tüm kurumsal siyasetçilere de açık duyurudur;
Siyasal çöküntü emperyal istilacıların pompaladığı savaşlarla düzeltilemez…
Siyaset bin yıllardır eskimeyen en eski kurumdur. Siyasetçiler ise bu kurumun çatısı altında oy verilerek seçilirler, görevlendirilirler. Siyasetçiler siyasetle uğraşırlar ve kendilerini de yazılı kuralsız siyasetçi diye tanımlarlar. Sözlü gelenek uyarınca hemen hemen tüm siyasi etkinliklerin tamamı hem toplumda hem de siyasetle uğraşanlarda bizzat meslekmiş gibi algılanır. Siyasetçi. Oysa böyle bir meslek yoktur.
Böyle bir meslek olmayınca siyaset kurumları da karşılaşılan her siyasal çöküntüde, dünya ölçekli her zorunlu yenilenme dönemlerinde sözde meslekten siyasetçilerinin peydahladığı savaşlardan bir güzel beslenir. Siyaseten kurumlanılarak kimi zaman soğuk savaş rüzgârları estirilir ve kimi zaman da sıcak savaş körüklenir.
İşte siyaseten yanlış burada başlar. Siyasal çöküntüden kurtulmak için odak ayarı bozuk odaklanılan her savaş sonrası övülen ve övünülen tüm sistemler bir bir yıkılır. Olan daima garip halklara olur…
Gelmiş geçmiş tüm savaşlar bilimsel açıdan değerlendirildiğinde; savaş, rasyonel iletişim çökmesinin ve nasyonal siyasal çöküşün geldiği en son noktadır gerçeğine ulaşılır. Bu temel çöküntü emperyal sömürünün devamı ve iktidar egemenliğinin sürekliliğinin sağlanması için hoyratça kullanılır. Her türlü öznel ve genel dayanakları incelikle planlanarak kitlesel ve bölgesel savaşlar, savaştan öte bir iletişim ve ikna yöntemine dönüştürülür. Biçim değiştiren çökmüş siyaset topla, tüfekle, bombayla yeni çökmeler yaratır. Yenilikmişçesine en eski savaş mekanizmaları yeniden pompalanır. Ve insanlık çöker, iletişim de tarz değiştirir.
Sözde değişimle tüm iletişim kaynakları çöreklenir ve savaşa hizmet eder. Özellikle medya için kaçıncı güç olduğu muamma dönemi başlar ve çökmez denilen iletişim sektörü çöreklendikçe çöker. Özgün ve özgür tavırlı iletişim resmen savaş iletimine dönüşür. Siyaset kurumları ve siyasetçileri de bu dönüşümü doğal karşılarlar. Gözden kaçırılan ise siyaset biliminin siyaseten nerede başlayıp nerede bittiğini asla tanımlayamadığıdır. İşin başı sonu birbirine karışınca siyasal çöküntü ve çöküntünün çimlendirdiği savaşların zorunluluğu iletisi toplumlarda illet bir savaşseverlik yaratır. Ve sivilceler kaşındıkça beyin hücrelerine gömülmüş bütün savaş baltaları tekrar çıkarılır.
Siyaset kurumları ve kurumsal siyasetçiler, ulusal veya uluslararası her sıcak savaşta etrafı kaplayan her türlü negatif havadan, içine düşülmüş çöküntünün üzerinin kapatılması için yararlanır. Sudan sebep savaştırılan kutuplanmışların üzerine havadan, sudan, karadan ölüm yağdırma, bombalar kusma ve emperyal istila, sistemli kurumlandırılmış bal çanak bazlı iletişim sayesinde meşrulaşır. Toplumlara özgü diğer değerler üzerinde kalın çizgili oynamalar ve şeytani manevralar da eklendiğinde savaşın dozu giderek artar. Mızrak çuvala sığmasa da bir takım illüzyonlarla savaş toplumlara benimsetilir. Çok kan akar, çok can yakar ama insanlar makul alem safsatasıyla saflaştırılır.
Kurumsal siyaset ve mesleksel siyasetçiler nedense siyasal çöküntünün nedenlerini adaletsizliğin hüküm sürdüğü her alanda, her bölgede, her belgede adaletsizliğin karşısında gereğince karşı durmadıklarına hiç bağlamazlar. Sıkıştıklarında açık gizli savaştan medet umarlar. Eşitlik ve adalet istemiyle açılan ve bambaşka talepleri ileri süren masumane cepheleşmelere sıcak savaş soslu cepheler açarlar. Bu basireti bağlanmışlık, aksak kıvrak duruş siyaseten adaletsizliğin, vurgunculuğun, yolsuzluğun, eşitsizliğin mihmandarlığına soyunmayı ve soyulmayı sağlar. Siyasal çöküntü içindeki siyaset iyice yalpalar, sakar siyasetçi zaman içinde aklanacağına, karalandıkça karalanır. Savaş severlikle paralanmak da işe yaramaz.
Oysa siyaset kurumları ve seçilen görevlendirilen siyasetçileri siyasal çöküntünün girdabından halklarını kurtarmak için önce kirli savaşlara karşı durmalıdır. Sonra tüm olumsuzlukları yüreklice dile getirmeli, haksızlığa ve vurgunculuğa, savaş ganimetlerinden pay kapışa karşı tek ses bir yürek haykırabilmelidir. Tarihte örneklerle sabit kamu vicdanını şimdi sızlatmasa da çok yakın gelecekte derinden yaralayacak bu savaş tellallığı siyaset kurumlarının ve kurumsal siyasetçilerin sonudur. Savaşçı üslupla her pisliği aklama, her hinliği saklama çabaları ajandaları boşu boşuna doldurmaz. Emperyal istilacıların küpleri dolar belki ama savaşa yol veren tüm siyaset kurumları ve seçilmiş görevlendirilmiş siyasetçileri çöküntüleri aşamazlar. Aşırı aşınırlar. Siyasal çöküntü ilk onları yutar.
Siyaset kurumları ve kurumsal siyasetçiler yaşanılan çöküntüyü saklamak için kan, palet, fişek örtülü savaştan nemalanırken, bu ucuzcu cengaverlere inat hatırlatma, insanlık onuru, adalet gerekliliği, haksızlıkların giderilmesi adına tarihe not düşmek de imanın şartlarındandır. İmanla düşülen tüm notlar yaşanan siyasal çöküntünün yasal bildirisidir, bildirgesidir. Aşırı yoğunluklu savaş ırkı, dini, imanı, mezhebi ne olursa olsun insanoğlunu omuriliğinden yakalar ve felç eder bilgisidir.
Bu beyanname, siyaseten elden, dilden, belden beyine yayılan bu uyuşmaya hizmet eden tüm siyaset kurumlarına ve seçilmiş görevlendirilmiş tüm kurumsal siyasetçilere de açık duyurudur;
Siyasal çöküntü emperyal istilacıların pompaladığı savaşlarla düzeltilemez…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)