İSTİKLAL, İSTANBUL VE…
Çok önceden yazılmış sadece sırasını bekleyen bir İstanbul, bir İstanbullu yazısıydı bu. Kara yazgısına celallenen kentin yeniden diriliş arzularını kapsıyordu. Ancak bir bomba düşünce Kraliçenin kalbine, içi içeriği, şekli şemali değişti kendiliğinden. Bu yazıyı İstanbul bizatihi, günün mana ve önemine denk düşmüş veya düşecek biçimde, bütün yasakçı emirlere ve köhne düzene bir baş eğmeyiş olarak biçimlendirmiştir. İstanbul’da doğan olmaktan başka bir dahlimiz yoktur.
Tadı damakta kalan bir İstiklal narasıdır İstanbul…
Ve asırlardır özlemle özlemlerine boşalır Marmara. Günübirlik ilişkilerle, çarpık ilişkiler yumağında tüm çağların en gözdesi de harcanır gider gitmiştir. Ama özü gözü sağlam kalmıştır her cendereden çıkışta. Özü boşalır patlayan bombalarla lakin dolar, körlenen gözü yenilenir her daim. Ama bu kez manzara başka.
Bizans Bizans olalı beri bir daha görmeyecek bu denli çok uluslu alan, satan ve talan. Yetmedi bombalarla patlayan. Şehirlerin kraliçesine, Kraliçenin Beyoğlu’na yeter bunca günah, günahkâr. İstiklal vurulmayacaktı.
İstanbul’um dayan, sen dayandıkça Anadolu direnecek istiklal için, barış için. Hem de bombaların, bombardımanların gölgesinde.
Zaten yüz yıllardır hiç ehlileşmedi tüm dünyanın şu İstanbul sevdası. Dünya karıştığında, Ortadoğu her karıştırıldığında, din iman mezhep kardeş savaştırıldığında bu yarım kalan aşk yeniden depreşir. İstanbul. Tüm yazılar donar. Tüm kazılar durur. Şehir canevinden vurulur, vurdurulur.
Oysa Marmara Denizi battaniyeli bu şehre İstanbul’a sıcak sıcak bir memleket havası eser her daim. Ve köşe bucak İstiklal’e hasretliktir harlanan. Limanlarında istasyonlarında, kamplarında sahillerinde insani kavuşmalara açar kapılarını. Peronlarında mendil sallamalarla büyür.
İstanbul İstambul olalı beri böyle Bizans oyunları görmedi. Bu kraliçe şehir bu kadar hoyratça budanmadı. Yarımburgaz mağaralarından bu güne bu kadar medeniyetsiz burgaçlanmadı. Bir iki derken çoğalabilecek bu bombalamalar öyle bir yara ki, yüreğinde al kızıl laleler açar şehrin.
İstanbul’um dayan, İstanbullu diren. Dayanıp direndikçe istiklal güneşi parlatacak Anadolu’yu, Anadolu’dan öteleri…
Her hazanda naz başlar, yosun kokar yoksunluk tadar bu şehir. Yakamozlu dalgalar İstiklal yüklü yüzer denizinde. Islak ve nemlidir taşralaştırılan hayatlar. Kara gecelerde koyun koyuna yaşar eceler, cüceler, heceler. Haz kalmayınca hepten yoksul yaşamlar sürülür namluya. Bombalar patlar meydanlarında. Özgürlük ve demokrasi talebinin de fünyesi çekilir bir ara. Marmara’nın suları çekilir. Siyasi mahkumlukla özdeşleşir alın yazıları. Ve susulur. Çok partili demokratik rejimdeki yalpalamalar büyüklere masallar olarak anlatır. Tatlı anılar çöker kara sularına ve suçsuz insanların resmi dağılır etrafa uyduruk parça tesirli bombalarla.
Ne gafil aldanmadır bu, kamyonlarla bombalar dolaşır yollarında. Ve sefilane patlatılır. Ayni uyuz ressamın fırçasından çıkmışçasına hazindir yaprak yaprak şehre, şehirlere dökülen. Bu kent ki ne fazdan ne fazlalıkları törpülemiştir kaşla göz arası. Bu kez amasız fakatsız yakalandı hüzne şehir devleti. Hangi uğursuz sona başlangıçtır bu patlamalar çok yakında anlaşılır. İş işten geçtiğinin de.
Öyle bir çizgidir ki kırılan, patlayan bombalarla boya posa aldanmadan yenilmedir. Yenilmeler her keresinde kısa süren dostlukları, anlık buluşmaları çeker sofrasına. Bir dargın bir barışık geçen zamana isyancıdır bu şehir. Nice sarsak sinyalleri perdesine süs iğnesi olarak iğnelemiştir. Nice kısa ömürlü muştulara yaşam zevki üflemiştir. Ve yenilenmiştir.
Ancak Bizans Bizans olalı bu şehir böylesi maddi manevi yıpranmalar görmemiştir. İstiklal’in göbeğinde amacı ne olursa olsun bomba patlatmalar da neyin nesi kimseler soramamıştır. Kimin tacı kimin fesi hesaplanmamıştır. Hesapsız kitapsızlığın sonucu mermer taşı yarenleşmelerle, ağıt gibi fısıldaşmalarla acizleşir tüm özel yaşamlar. Bu şehir karnavalında ne şaşkınlar dolaşır haklı haksız.
Dünyanın peşine düştüğü markadır bu şehir. İstanbul. Bu marka şehre hangi marka kostüm giyilerek öyle veya böyle kıyılır; ayıptır, günahtır.
Her şey kavramında kıvamında görülse de, kitabına uydurulsa da bombayı patlatandan patlattırana, engelleyemeyeninden izleyenine herkesin hal ve gidiş karneleri pek zayıftır. İstiklal, hiç umulmayan, sözde aklın ucundan dahi geçmeyen ama günlerce beklenen ve dahi bilinen bombalı aymazlıkla sarsılınca bir kez daha işlerin yolunda olmadığı görüldü. Efendiler efendidenler suskun. Ünleyen yok, İstanbul’un Beyoğlu’nda, Anadolu’nun dört bir yanında durmalı, durdurulmalı bu yıkım. Artık caddeler ve sokaklar özgürleşmeli, yolcular ürkmemeli. Öyle yıkıntı haline döndürmelerle, dövüp durup, övünmelerle ve dövünmelerle öylesine bir dönüşür ki planlanan, gün olur bombalar gelir kulak dibinde patlar, patlatılır. Anında anılar donuklaşır ve durgunlaşır akıl.
Bu akıl tutulmasıyla tutuşur fitiller ve düş gücü yoğunluklu sezgilerle dolaşır İstanbullu. Tam serin dursalar da durulsa ortam dendiğinde ortalık hepten karışır. Belki şu kraliçe şehir eşiğinden geçirmez özü boşalan, özleri boşaltan yalnızlıkları ama ihmaller imhaları taşır kucağında. Ve patlar bombalar. İstanbul zekâ küpü bir şehirdir, tüm çıplaklıkları örter zihinsel terapilerde ama âmâsı var.
Ah İstanbul ah, köprüleri altında hala lale devri aktığı varsayılan aksi şehir. Kraliçe. Kraliçenin Beyoğlu’nu da vurdular İstiklal’de. İstiklal’i de patlattılar.
Kumandanların kılıcından keskin Haliç yedi veren gül danesi gibi damlar İstiklal’e. Yedi tepesinde mürebbiyelerine âşık olur külhanbeyleri. Külyutmazlar yutarlar boşa anlatılan hikayeleri ve Boğaziçi’ne dolar boğazı doymazlar. Serin nidalar dolaşır kıyı kenar tüm semtleri, herkesin ocağına bomba düşmüş veya düşecektir çalımıyla. Bu tahtın postu kimseye kalmamış kimselere de kalmaz avazıyla. Kanla yazılmış fermanlarla da hesap kesilir belki ama durum düzeltilemez niyazıyla. Ağdalı fetvalarla ise sadece ak hayaller kararır öngörüsüyle. Özlemlerin şehrinde değişmeden kalabilmenin getirisi gerçek İstanbulluluktur.
Vah İstanbul vah. Böylesi bir saltanat görmedi Bizans Bizans olalı. Böyle de sultan. Dört bir yan ateş deryası. Meze oldun sanki birilerine ey güzel şehir. Bombalar patladı kalbinde. Özür dilemeyi bile çok gören herkese herkesin ezberlediğini sunan bir uçuruma devrildin. Okumayı bilmek gerek Beyoğlu. Eskidendi o Beyoğlu masalları. Artık mehtaplar çiğdemleri demler, yarınlar damağa buruk bir tat bırakır. Tehlike çanları çalar ve İstanbul kahırlanır.
İstanbul’un Beyoğlu’nu da vurdular İstiklal’de. İstiklali. Bizans Bizans olalı beri böyle bir kahırlanma görmedi. Böylesine aşkın taşkın Bizans oyunları hiçbir zaman Kraliçe’nin açık hava tiyatrolarında sahnelenmedi. Arenalarında insafsızlaşılmadı. Elif elif kahırlanıyor İstanbul, efil efil esiyor istiklal. Beyoğlu bombalanıyor, istiklal naraları Marmara’nın kulelerinde asılıyor.
Dertleniyor kederleniyor İstanbul, İstanbullu.
Olan biteni sadece seyrediyor İslambullu. Buldukları Cami bahçelerine saklanıyor İslambollu. Sanki bombalar bulmaz ve vurmaz minareleri ve Cami bahçelerini. Cami müştemilatına montelenmiş çay kahve içilen avlularını. Dini imanı var sanki paranın parayı bulmanın. Tam siper gizleniyor İstambullu.
Tek çare özdür, bir çift gören gözdür.
Özlemle özlemlere dalgalanır, Marmara. Kıyıya vuran sesi İstanbul, İstanbul diye şavkılanır. İstiklal’de bir Beyoğlu şah damarından vurulur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder