SUÇLU KİM, KİMLER? İDEOLOJİLERİ NE?
Dünyanın geldiği nokta lafta herkesi dertlendiriyor gibi. Bu gizlenmeye çalışılsa da açıkça görülüyor. Belki de herkesin kendi derdine düştüğünden bunca cayırtı. Peki, suç kimde, kimlerde, kimin suçu bu günler? Bu suç taşeronlarının ideolojisi ne? Benzer sorular peşi sıra sıralandığında hemen anlamayı bilmez ezberciler tarafından konu başka yere çekiliyor; hala bir dönemin ideolojilerini, gençlik ideolojisini savunan var mı kaldı mı acaba? Sorulur ve hızla eklenir; o ideolojiler kalmadı, bitti diye. Karşıdan cevap beklenmeksizin fetva verilir; kaldıysa eğer pek azdır. Ve pişkin kelle gibi sırıtarak dinozor falan yakıştırmaları da yapılır.
Çiğ yemedik ki korkalım, çağla çalmadık ki ürkelim. Pratikte eski şiddetiyle olmasa da ki yaş kemale erdiğinden başka bir nedeni asla yok; Ben teoriye hala inanırım. İdeolojiyi hala savunurum. Teorinin tıpkıbasım yeni baskılarını da süzüp, idenin amacına ve tarzına uygun derleyip düzenleyip, ideolojiden daha ayrıntılı bilgilenip daha da güvenip, insanlığın ve dünyanın kurtuluşunu onda görüp hala savunurum…
Ayrıca başı dönenlerin boş zamanlarında okuyacağı türden, tüm savları zevkle süsleyip, süsleyip püsleyip manifesto boyutunda tarihe kayıtlar düşerim. Bir bardak su da boğarım bu mevcut dünya ahvalini. Bu kısır kapitalist döngüyü. Emperyalist sömürüyü. Kılıç kalkan çaldıkça çalanlar çağlar boyu faturayı kimlerin önüne koymuşlar bilinmiyor sanki. Bas bayağılığın, pespayeliğin bu kadarı da fazla diyenlerin elbette. Meydansız dayılanmalar ayıdan korkmayanları da hiçliğin ormanına sürükler. Dünya kadar meydan dayağı da kimlereyse kimlere kalır. Gecelere ak, karanlığa dol geleceği mahvet sonra da maharetmişçesine uzak geçmişe sarıl, yakın geçmişi suçla. Olmaz. Ödenmemiş, ödemediğimiz bedel kalmış sanki de bu tek soruluk akılla yatan kalkan ahvalara havarileşelim. Yok artık.
Fikirsiz bilgisiz yükselmenin neticesinde bir yere düğümlenen düşüncesizlik işte bu olsa gerek. Yücelme ne pahasına ise sıkışınca kaçmak da öyle. Böylesi bir zenginlik işte yarımsı mevcudun aparttığı. Ağzında sular akarak tabloya bakanların abarttığı. Cüce cenderesinde cümle alem. Sen neyi savunursun ey gafil diye sormadıkça, sorulmadıkça kimse sonradan siz ne yaptınız diye de atarlanamaz. Son bir atak bataklığa düşülür, bataklık çiçeğine dönüşülür. Gerçi kaba göre şekil alan likid yapışkanlar, cıvık akışkanlar o düşüşü namaz niyaz abartırlar ama yüce adaletten asla kaçılmaz. Kimse kimseler kaçamaz. Asalak salak, aslı astarı tutmayan bir taslak proje ahmağı olurlar sadece. Ve görüntüde ah vah ederler, ölüye de diriye de gözyaşı sel tufan, zil zurna yanarlar. O kadar işte.
Bu nedenle dünya çapında denildiği gibi bu çapsızlığın vadesi geçmiş de olsa bir süre daha başta kalırlar. Olmadık işleri daha sert başlara kakarlar. O kaknemsi kalıplaşma ve hain kalkışmalara karşılık ideoloji savunmak iyidir. En iyisidir. Vadesi geçer görüntüsü verir veya öyle dillendirilir ancak hala yazılı akçesi geçerlidir. Doğru sonuca ulaştırır rikkatle. Dikkat edilmelidir hala tasvir ve tanımlamalarına.
İdesi mide, ideolojisi jikle olanlara rakamı rakım belirler. Yine de açık verir bilançolar. Tutmaz mizan. Yıkılır intizam. İzanı zayıf azana kılıf bu tembel ve terbiyesizler gün olur devran döner ensesinden yakalanır. Babaları da kurtaramaz o tipi tipleri. Babalar gibi kurayı çekerler inci mercan sonsuzluğa. Kurnaz şark kurnazı bu figana çağdaş köleler de isyan eder. O yok sayılan ideoloji ile beslenirler. Bu benzer ezginlik ve bezginlik hangi kitapta yazar bilinir. Lakin kusurlar arttıkça vicdansızlık da artar. Bilmezden gelinir gerçek din dahil tüm ideolojiler. Boyut değişir sanki das sallanmadan meta okunmadan. Lafla zaman ve mekân değiştirilir sanılır. İşte orada aldanılır.
Bu varsıl varyasyonda suç daima ideolojilere ve ideologlara yüklenir. En iğrenç ve terbiyesiz bir muhatapsızlıktır bu suç yükleme sanatı ve sanatsal sahtekârlık…
Kimine göre bu tavsızlık doğrudur. Tavırsızlık ve arsızlık doğru mudur çoğuna göre değişir. Muhakkak olan bir şey varsa ideolojisizliktir. Topyekûn intihar ayrıcalığıdır ayar çekilen. Zaten duvara toslandıktan sonra şikâyete de hiç de gerek yoktur. Göz göre göre, akıl gere gere gelinen nokta işte budur.
Şimdi bu haldeyken hala ideolojiyi savunanlar kaldı mı acaba var mıdır sorusu sormak ise resmen malzemeden çalmaktır. Vardır yoktur bilemem ama ben hala ilk gençlik yıllarındaki ideolojimi savunurum. Ve benim gibiler inanılmaz sayıda ve çoktur. Savunurum savunmam ayrıca kime ne…
Her ne kadar o ilk gençlik yıllarımızda o zor zamanlarda en kötü şartlarda yaşamışsak acıların en babasını görmüşsek de pişman değiliz. Piştik. Hamdık piştik. Ve ideolojiye ideologlarından çok inandık. Benimsedik. Ama kime kimseye ve hiç kimseye körü körüne ne takıldık, ne olmadık havalar takındık ne de tapındık. Hayaller kurmuş olabiliriz suçumuz da günahımız da o sadece.
Emperyal dünyanın dayattığı bu idesi boş dincoz yöntemler ve isimsiz resimsiz ilişkiler silsilesiyle varılan sonuç ortada. Ödenecek diyet belli. Dört bir yan kan deryası, gam denizi. Hangi hangisi demeye kalmadan suçlar ve suçlular açık seçik belli. Değil diyenler de bizden değil. Biz de onlardan.
İşte bu kara ayazda benim de görevim ideolojik saptamalar içeren reçeteleri bulmak, doğruyu daima savunmak ve yeni bir dünya önermektir. Serfsiz sınıfsız, ceremesiz cenderesiz, cenahsız cehennemsiz bir dünya. Ben insanın dünya imtihanına da böyle bakarım. O yüzden hala ilk gençlik yıllarındaki ideye inanırım ve iddiayla savunurum. Siz yarınlarda bugünleri bunca yapılanları ise asla savunamayacaksınız ve de kolayca savuşamayacaksınız. Bari cahiliye öncesine değil de ilahi emirlere riayet edin.
Her şeyden bir haber hangi ideoloji kalmışmış veya nerede yaşarmış, nasıl uygulanırmış size ne birader?
Dünyanın geldiği nokta lafta herkesi dertlendiriyor gibi. Bu gizlenmeye çalışılsa da açıkça görülüyor. Belki de herkesin kendi derdine düştüğünden bunca cayırtı. Peki, suç kimde, kimlerde, kimin suçu bu günler? Bu suç taşeronlarının ideolojisi ne? Benzer sorular peşi sıra sıralandığında hemen anlamayı bilmez ezberciler tarafından konu başka yere çekiliyor; hala bir dönemin ideolojilerini, gençlik ideolojisini savunan var mı kaldı mı acaba? Sorulur ve hızla eklenir; o ideolojiler kalmadı, bitti diye. Karşıdan cevap beklenmeksizin fetva verilir; kaldıysa eğer pek azdır. Ve pişkin kelle gibi sırıtarak dinozor falan yakıştırmaları da yapılır.
Çiğ yemedik ki korkalım, çağla çalmadık ki ürkelim. Pratikte eski şiddetiyle olmasa da ki yaş kemale erdiğinden başka bir nedeni asla yok; Ben teoriye hala inanırım. İdeolojiyi hala savunurum. Teorinin tıpkıbasım yeni baskılarını da süzüp, idenin amacına ve tarzına uygun derleyip düzenleyip, ideolojiden daha ayrıntılı bilgilenip daha da güvenip, insanlığın ve dünyanın kurtuluşunu onda görüp hala savunurum…
Ayrıca başı dönenlerin boş zamanlarında okuyacağı türden, tüm savları zevkle süsleyip, süsleyip püsleyip manifesto boyutunda tarihe kayıtlar düşerim. Bir bardak su da boğarım bu mevcut dünya ahvalini. Bu kısır kapitalist döngüyü. Emperyalist sömürüyü. Kılıç kalkan çaldıkça çalanlar çağlar boyu faturayı kimlerin önüne koymuşlar bilinmiyor sanki. Bas bayağılığın, pespayeliğin bu kadarı da fazla diyenlerin elbette. Meydansız dayılanmalar ayıdan korkmayanları da hiçliğin ormanına sürükler. Dünya kadar meydan dayağı da kimlereyse kimlere kalır. Gecelere ak, karanlığa dol geleceği mahvet sonra da maharetmişçesine uzak geçmişe sarıl, yakın geçmişi suçla. Olmaz. Ödenmemiş, ödemediğimiz bedel kalmış sanki de bu tek soruluk akılla yatan kalkan ahvalara havarileşelim. Yok artık.
Fikirsiz bilgisiz yükselmenin neticesinde bir yere düğümlenen düşüncesizlik işte bu olsa gerek. Yücelme ne pahasına ise sıkışınca kaçmak da öyle. Böylesi bir zenginlik işte yarımsı mevcudun aparttığı. Ağzında sular akarak tabloya bakanların abarttığı. Cüce cenderesinde cümle alem. Sen neyi savunursun ey gafil diye sormadıkça, sorulmadıkça kimse sonradan siz ne yaptınız diye de atarlanamaz. Son bir atak bataklığa düşülür, bataklık çiçeğine dönüşülür. Gerçi kaba göre şekil alan likid yapışkanlar, cıvık akışkanlar o düşüşü namaz niyaz abartırlar ama yüce adaletten asla kaçılmaz. Kimse kimseler kaçamaz. Asalak salak, aslı astarı tutmayan bir taslak proje ahmağı olurlar sadece. Ve görüntüde ah vah ederler, ölüye de diriye de gözyaşı sel tufan, zil zurna yanarlar. O kadar işte.
Bu nedenle dünya çapında denildiği gibi bu çapsızlığın vadesi geçmiş de olsa bir süre daha başta kalırlar. Olmadık işleri daha sert başlara kakarlar. O kaknemsi kalıplaşma ve hain kalkışmalara karşılık ideoloji savunmak iyidir. En iyisidir. Vadesi geçer görüntüsü verir veya öyle dillendirilir ancak hala yazılı akçesi geçerlidir. Doğru sonuca ulaştırır rikkatle. Dikkat edilmelidir hala tasvir ve tanımlamalarına.
İdesi mide, ideolojisi jikle olanlara rakamı rakım belirler. Yine de açık verir bilançolar. Tutmaz mizan. Yıkılır intizam. İzanı zayıf azana kılıf bu tembel ve terbiyesizler gün olur devran döner ensesinden yakalanır. Babaları da kurtaramaz o tipi tipleri. Babalar gibi kurayı çekerler inci mercan sonsuzluğa. Kurnaz şark kurnazı bu figana çağdaş köleler de isyan eder. O yok sayılan ideoloji ile beslenirler. Bu benzer ezginlik ve bezginlik hangi kitapta yazar bilinir. Lakin kusurlar arttıkça vicdansızlık da artar. Bilmezden gelinir gerçek din dahil tüm ideolojiler. Boyut değişir sanki das sallanmadan meta okunmadan. Lafla zaman ve mekân değiştirilir sanılır. İşte orada aldanılır.
Bu varsıl varyasyonda suç daima ideolojilere ve ideologlara yüklenir. En iğrenç ve terbiyesiz bir muhatapsızlıktır bu suç yükleme sanatı ve sanatsal sahtekârlık…
Kimine göre bu tavsızlık doğrudur. Tavırsızlık ve arsızlık doğru mudur çoğuna göre değişir. Muhakkak olan bir şey varsa ideolojisizliktir. Topyekûn intihar ayrıcalığıdır ayar çekilen. Zaten duvara toslandıktan sonra şikâyete de hiç de gerek yoktur. Göz göre göre, akıl gere gere gelinen nokta işte budur.
Şimdi bu haldeyken hala ideolojiyi savunanlar kaldı mı acaba var mıdır sorusu sormak ise resmen malzemeden çalmaktır. Vardır yoktur bilemem ama ben hala ilk gençlik yıllarındaki ideolojimi savunurum. Ve benim gibiler inanılmaz sayıda ve çoktur. Savunurum savunmam ayrıca kime ne…
Her ne kadar o ilk gençlik yıllarımızda o zor zamanlarda en kötü şartlarda yaşamışsak acıların en babasını görmüşsek de pişman değiliz. Piştik. Hamdık piştik. Ve ideolojiye ideologlarından çok inandık. Benimsedik. Ama kime kimseye ve hiç kimseye körü körüne ne takıldık, ne olmadık havalar takındık ne de tapındık. Hayaller kurmuş olabiliriz suçumuz da günahımız da o sadece.
Emperyal dünyanın dayattığı bu idesi boş dincoz yöntemler ve isimsiz resimsiz ilişkiler silsilesiyle varılan sonuç ortada. Ödenecek diyet belli. Dört bir yan kan deryası, gam denizi. Hangi hangisi demeye kalmadan suçlar ve suçlular açık seçik belli. Değil diyenler de bizden değil. Biz de onlardan.
İşte bu kara ayazda benim de görevim ideolojik saptamalar içeren reçeteleri bulmak, doğruyu daima savunmak ve yeni bir dünya önermektir. Serfsiz sınıfsız, ceremesiz cenderesiz, cenahsız cehennemsiz bir dünya. Ben insanın dünya imtihanına da böyle bakarım. O yüzden hala ilk gençlik yıllarındaki ideye inanırım ve iddiayla savunurum. Siz yarınlarda bugünleri bunca yapılanları ise asla savunamayacaksınız ve de kolayca savuşamayacaksınız. Bari cahiliye öncesine değil de ilahi emirlere riayet edin.
Her şeyden bir haber hangi ideoloji kalmışmış veya nerede yaşarmış, nasıl uygulanırmış size ne birader?
10 Haziran 2017 Cumartesi
YENİ IRK; KÜRESEL MÜLTECİ
YENİ IRK; KÜRESEL MÜLTECİ
Küresel yönetimin piyonlarından olmak, onların açtığı yollarından gitmek mülteci gibi yaşamak ve yaşatmak pratiğini günceller. Yakın veya uzak bölgelerde, ücra veya ortacoğrafyalarda teorisi dayanaksız bu çürük pratik hayata geçtiğinde siyaset de, diplomasi de, ekonomi de zar atmak üzerine kurulur. Zırlamak üzerine inşa edilir. Nasıl olur denile denile, ortaya karşı konulamaz paylar sürüle sürüle bir emperyal güdüleme politikası izlenir.
Bu izleksel fonda her daim din kisvesine bürünmüş paralel hikâyeler ağır basar. Memleket ağırdan terso ve forsa formalında şekillendirilir. Şekillendikçe de özgürlükçü tutkular toprağa gömülür. Gömülen savaş baltaları da bir türlü topraktan çıkarılamaz. Bu çıkmazda, bu bulaşıcı bataklıkta toprağı sahiplenmek hissi en tatlı rekabetleri bile bedleştirir. Düşmanları birleştirir.
Bu bileşen güç yaşadığı toprağı savunmak gibi bir derdi tasası olmayan, emperyalist istiladan kurtulmak için her türlü iptidai yöntemlerle kaçışlar planlayan riya ile rüyalanan yeni bir insan ırkını oluşturur. Adı ileride koyulur ama şimdilik küresel mültecilik denilebilir. Bu oluşumla sınırlar, sınır kapılarıbeti benzi atmışlarla dolar. Ucuz senaryolu duyguları sömüren acizlikte zenginliğe sığınmalar uğruna Denizler geçilmeye çalışılır. Ve yer yurt bırakılır kaçılır…
Bu sınıra dayanma ve içe dalma operasyonları her yerde toplumsal sorunları çoğaltır. Her yerde hep aynı uluslararası vahşi girdap yaşanır. Muhafazakârkarılma ve ortadan ikiye kırılma yeni inanç krizlerine gebedir. Zaten mevcuda doğum sancısı bıktırmıştır. Üzerine bu küresel mülteci yığılma da eklenince gaipten gelen sesler bile kurtaramaz bu kerametsiz zevatı, kerevetsiz cemaatleri. Sonra söyleyecek sözü olanlar sorgusudur en yürek burkan süreç. Acıtansonuçlar. Sözün bittiği yeri savunanlar yüzünden eğerlicümleler,değersiz miraslar sandukalardan güneş ışığına çıkar. Çıktıkça da açık açık defolular ve defolasılar efsaneleşir. Arşivler tasniflendikçe ete kemiğe bürünür nice kayıplar. Kayıp anılar. Ve göç hikâyelerine karışır vatanlı vatansız küresel mülteciler. Aklı fikri sabittirler kolay kolay dönmezler.
Akıl almaz biçimde cereyan eden hayatın ve en etkileyici dünyaların yitik metinlerine dayanır bu küresel erozyon. Mültecilik, bayağı küresel yöntemlerden bunalmışlığın ve yine ayni küresel yönetim arayışının yarım akıllılara hediyesidir. İnsanlık tarihinin uygarlaşmamış yüzünde hala devam ettirilen en çarpıcı hikâyedir ayrıca. Bugün kriz derecesine varmış bir boyutta tüm dünyayı egemenliği altına almıştır küresel mültecilik.
En çok rantı götürenler kapılarını sıkı sıkıya kapamış ve sınırlarını dikenli tellerle örmüşlerdir. Rant götürme hevesindekiler ise tüm kapıları ardına kadar açmış, sanki giren çıkanın belli olmadığı bir transit geçiş turnikesi kurmuşlardır. Tüm kara, hava ve deniz taşıtları ring çalışan bir sistematiğe bağlanmış gibi işler. İşler mütercimsiz işlenir yandaş akıllara. Duysa da duymaz, uysa da uymaz şiarla tüm yancı kulvarlar duyarsızlaşır.
Bu küresel duyarsızlık daha çok ülkeleri batırıp, küçük dünyaları kararttıkça kan ve kasvete bulanmış yaşlı dünyayı çok yakında işte bu küresel mülteciler yönetir. Emperyalizmin, vahşi kapitalizm sopasını kullanarak ve yerli veya bölgesel işbirlikçilerle el birliği güç birliği kurarak Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yıktığı ülkelerde türemiş, türetilmiştir bu ‘yeni ırk, küresel mültecilik’.
Şimdi emperyal sermaye açılan veya kapanan kapılar doğrultusunda yaygın mülteciliğe göre küresel diyet üretiyor. Bu savaş kaçkınlarını almayanlar hiç pişman, alanlar ise bin pişman. Toptancı çare topunu vatandaş kılmak olarak gösteriliyor. Gösteriliyor ama bu küresel mülteci pozisyonundabin bir cefa vardığı ulaştığı ve yerleştiği topraklarda tutunmaya çalışan bu yeni ırkın kimseyi de taktığı yok. Küresel mülteciler dâhiyane biçimde rahatlık ve akıl almaz ölçüde duyarsızlıkve de pervasızlık içindeler. Yarı geceden sonra şehir merkezlerinde vatansızlık kol geziyor.
Sadece onlar, egemen güçlerin peydahladığı bu yeni ırk bu küresel mülteciler haklı. Daima haklı. Kendilerine acıyan, hiç zorluk çıkarmadan hayat hakkı tanıyanlar da dâhil tüm dünya suçlu. Çokuluslu sömürünün işine gelen planlar kapsamında anında kendi ticareti, kendi okulu, kendi kültürü velhasıl herşeyle kendisi olan bir pespaye paralel karşıtlık tırmandırılıyor. Yarınlarda güncelere kaydedilecek bir keşmekeş yaşanıyormuş kimsenin umurunda değil. Almayalım da napalımdı sızlanmalarını toplum katmanlarına sızdıranlar, Allah rızası edebiyatı yapanlar ise toplumdan kopuk yaşadıklarından bu tarihsel realitenin hiç farkında değiller. Ağızlarında hemhal sakızı gevip duruyorlar.
Fark ve farkındalık ayrımında bocalayan zengin topraklarda bu yeni ırk küresel mülteciler çoğunluğu siyahi veya arap ırkının uzantılarından kökleşen bir çoğalmaya kolay zemin buldular. Devlet eliyle de buluyorlar. Ve dini mezhebi ayni veya farklı hiç fark etmez başka ırkları da kendilerine ezeli ebedi düşman görüyorlar. İlletsi bir tavır takınıyorlar. Küresel mültecilere sığınılan memleketlerin kendimilletine tanımadığı oranda imkân tanımışlığı da yetmiyor. Sanki daha fazlasını hak etmişlik duygusu veya travması ile tafralanıyorlar. Mazur görülüyor. Kimseyi tanımaz ve saymazyeni bir ırk kardeşliği. Saymaz ve tanımaz bir yapı. Adı şimdilik küresel mültecilik. Kaynaşarakya da dönüşerek hepten zıvanadan çıkacak bir dünya. Allahmuhafaza.
Küresel sermaye küresel yönetimin piyonları ile zır pırt oynadıkça deliren dünyanın ürünü bu ‘yeni ırk küresel mültecilik’yakın zamanda dünyayı ele geçirir. Yerel siyaseti de küresel siyaseti de bir bir belirler. Görünen o ki, önlenemeyecekbir hızla gelişir ve çoğalır nüfusları neredeyse mülteci gibi yaşamaktan asıl vatandaş seviyesine sevk edilecek. Asıl vatandaşlardan kesilip onlara aktarılacak. Ve kol kanat geren memleketlere geliri bol götürüsüdaha bol, getirisi sıfırbir düzey sapması yaşatacak bu küresel mültecilik.
Şimdi devletten şu kadar, belediyelerden bu kadar, vakıf benzeri toplayıcı yapılanmalardan o kadar destek deyip rakamsal açıklamaya hiç gerek yok. Durum resmenböyle. Aritmetiği de besbelli ayrıca.
Sonuç itibariyle küreselküp kafalılık bu küresel mülteci ırkının kıyı kent yayılmasına ve kendi ülküsünü oluşturmasınaçözüm üretemedikçe teorisi de pratiği de karmakarışık bir düzen oluşur. Bu düzen ise emperyal dünya düzenine hiç koşulsuz hizmet eder. Belki istenen de odur, kim bilir.
Başkabir deyişle ileride şu zengin memlekete de diz çöktürmek için başka enstrüman kalmadığında kendi toprağında ata toprağında mülteci gibi yaşayanlar ile yeniırk küresel mülteciler arasında alabildiğine çatışmalar yaşanır, yaşatılır ve yaşatılabilir.
Kim ne derse desin inanılmaz ama gerçek çok yakında Dünya'yı küresel mülteciler yönetecek, yönetirveya yönettirir…
Küresel yönetimin piyonlarından olmak, onların açtığı yollarından gitmek mülteci gibi yaşamak ve yaşatmak pratiğini günceller. Yakın veya uzak bölgelerde, ücra veya ortacoğrafyalarda teorisi dayanaksız bu çürük pratik hayata geçtiğinde siyaset de, diplomasi de, ekonomi de zar atmak üzerine kurulur. Zırlamak üzerine inşa edilir. Nasıl olur denile denile, ortaya karşı konulamaz paylar sürüle sürüle bir emperyal güdüleme politikası izlenir.
Bu izleksel fonda her daim din kisvesine bürünmüş paralel hikâyeler ağır basar. Memleket ağırdan terso ve forsa formalında şekillendirilir. Şekillendikçe de özgürlükçü tutkular toprağa gömülür. Gömülen savaş baltaları da bir türlü topraktan çıkarılamaz. Bu çıkmazda, bu bulaşıcı bataklıkta toprağı sahiplenmek hissi en tatlı rekabetleri bile bedleştirir. Düşmanları birleştirir.
Bu bileşen güç yaşadığı toprağı savunmak gibi bir derdi tasası olmayan, emperyalist istiladan kurtulmak için her türlü iptidai yöntemlerle kaçışlar planlayan riya ile rüyalanan yeni bir insan ırkını oluşturur. Adı ileride koyulur ama şimdilik küresel mültecilik denilebilir. Bu oluşumla sınırlar, sınır kapılarıbeti benzi atmışlarla dolar. Ucuz senaryolu duyguları sömüren acizlikte zenginliğe sığınmalar uğruna Denizler geçilmeye çalışılır. Ve yer yurt bırakılır kaçılır…
Bu sınıra dayanma ve içe dalma operasyonları her yerde toplumsal sorunları çoğaltır. Her yerde hep aynı uluslararası vahşi girdap yaşanır. Muhafazakârkarılma ve ortadan ikiye kırılma yeni inanç krizlerine gebedir. Zaten mevcuda doğum sancısı bıktırmıştır. Üzerine bu küresel mülteci yığılma da eklenince gaipten gelen sesler bile kurtaramaz bu kerametsiz zevatı, kerevetsiz cemaatleri. Sonra söyleyecek sözü olanlar sorgusudur en yürek burkan süreç. Acıtansonuçlar. Sözün bittiği yeri savunanlar yüzünden eğerlicümleler,değersiz miraslar sandukalardan güneş ışığına çıkar. Çıktıkça da açık açık defolular ve defolasılar efsaneleşir. Arşivler tasniflendikçe ete kemiğe bürünür nice kayıplar. Kayıp anılar. Ve göç hikâyelerine karışır vatanlı vatansız küresel mülteciler. Aklı fikri sabittirler kolay kolay dönmezler.
Akıl almaz biçimde cereyan eden hayatın ve en etkileyici dünyaların yitik metinlerine dayanır bu küresel erozyon. Mültecilik, bayağı küresel yöntemlerden bunalmışlığın ve yine ayni küresel yönetim arayışının yarım akıllılara hediyesidir. İnsanlık tarihinin uygarlaşmamış yüzünde hala devam ettirilen en çarpıcı hikâyedir ayrıca. Bugün kriz derecesine varmış bir boyutta tüm dünyayı egemenliği altına almıştır küresel mültecilik.
En çok rantı götürenler kapılarını sıkı sıkıya kapamış ve sınırlarını dikenli tellerle örmüşlerdir. Rant götürme hevesindekiler ise tüm kapıları ardına kadar açmış, sanki giren çıkanın belli olmadığı bir transit geçiş turnikesi kurmuşlardır. Tüm kara, hava ve deniz taşıtları ring çalışan bir sistematiğe bağlanmış gibi işler. İşler mütercimsiz işlenir yandaş akıllara. Duysa da duymaz, uysa da uymaz şiarla tüm yancı kulvarlar duyarsızlaşır.
Bu küresel duyarsızlık daha çok ülkeleri batırıp, küçük dünyaları kararttıkça kan ve kasvete bulanmış yaşlı dünyayı çok yakında işte bu küresel mülteciler yönetir. Emperyalizmin, vahşi kapitalizm sopasını kullanarak ve yerli veya bölgesel işbirlikçilerle el birliği güç birliği kurarak Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yıktığı ülkelerde türemiş, türetilmiştir bu ‘yeni ırk, küresel mültecilik’.
Şimdi emperyal sermaye açılan veya kapanan kapılar doğrultusunda yaygın mülteciliğe göre küresel diyet üretiyor. Bu savaş kaçkınlarını almayanlar hiç pişman, alanlar ise bin pişman. Toptancı çare topunu vatandaş kılmak olarak gösteriliyor. Gösteriliyor ama bu küresel mülteci pozisyonundabin bir cefa vardığı ulaştığı ve yerleştiği topraklarda tutunmaya çalışan bu yeni ırkın kimseyi de taktığı yok. Küresel mülteciler dâhiyane biçimde rahatlık ve akıl almaz ölçüde duyarsızlıkve de pervasızlık içindeler. Yarı geceden sonra şehir merkezlerinde vatansızlık kol geziyor.
Sadece onlar, egemen güçlerin peydahladığı bu yeni ırk bu küresel mülteciler haklı. Daima haklı. Kendilerine acıyan, hiç zorluk çıkarmadan hayat hakkı tanıyanlar da dâhil tüm dünya suçlu. Çokuluslu sömürünün işine gelen planlar kapsamında anında kendi ticareti, kendi okulu, kendi kültürü velhasıl herşeyle kendisi olan bir pespaye paralel karşıtlık tırmandırılıyor. Yarınlarda güncelere kaydedilecek bir keşmekeş yaşanıyormuş kimsenin umurunda değil. Almayalım da napalımdı sızlanmalarını toplum katmanlarına sızdıranlar, Allah rızası edebiyatı yapanlar ise toplumdan kopuk yaşadıklarından bu tarihsel realitenin hiç farkında değiller. Ağızlarında hemhal sakızı gevip duruyorlar.
Fark ve farkındalık ayrımında bocalayan zengin topraklarda bu yeni ırk küresel mülteciler çoğunluğu siyahi veya arap ırkının uzantılarından kökleşen bir çoğalmaya kolay zemin buldular. Devlet eliyle de buluyorlar. Ve dini mezhebi ayni veya farklı hiç fark etmez başka ırkları da kendilerine ezeli ebedi düşman görüyorlar. İlletsi bir tavır takınıyorlar. Küresel mültecilere sığınılan memleketlerin kendimilletine tanımadığı oranda imkân tanımışlığı da yetmiyor. Sanki daha fazlasını hak etmişlik duygusu veya travması ile tafralanıyorlar. Mazur görülüyor. Kimseyi tanımaz ve saymazyeni bir ırk kardeşliği. Saymaz ve tanımaz bir yapı. Adı şimdilik küresel mültecilik. Kaynaşarakya da dönüşerek hepten zıvanadan çıkacak bir dünya. Allahmuhafaza.
Küresel sermaye küresel yönetimin piyonları ile zır pırt oynadıkça deliren dünyanın ürünü bu ‘yeni ırk küresel mültecilik’yakın zamanda dünyayı ele geçirir. Yerel siyaseti de küresel siyaseti de bir bir belirler. Görünen o ki, önlenemeyecekbir hızla gelişir ve çoğalır nüfusları neredeyse mülteci gibi yaşamaktan asıl vatandaş seviyesine sevk edilecek. Asıl vatandaşlardan kesilip onlara aktarılacak. Ve kol kanat geren memleketlere geliri bol götürüsüdaha bol, getirisi sıfırbir düzey sapması yaşatacak bu küresel mültecilik.
Şimdi devletten şu kadar, belediyelerden bu kadar, vakıf benzeri toplayıcı yapılanmalardan o kadar destek deyip rakamsal açıklamaya hiç gerek yok. Durum resmenböyle. Aritmetiği de besbelli ayrıca.
Sonuç itibariyle küreselküp kafalılık bu küresel mülteci ırkının kıyı kent yayılmasına ve kendi ülküsünü oluşturmasınaçözüm üretemedikçe teorisi de pratiği de karmakarışık bir düzen oluşur. Bu düzen ise emperyal dünya düzenine hiç koşulsuz hizmet eder. Belki istenen de odur, kim bilir.
Başkabir deyişle ileride şu zengin memlekete de diz çöktürmek için başka enstrüman kalmadığında kendi toprağında ata toprağında mülteci gibi yaşayanlar ile yeniırk küresel mülteciler arasında alabildiğine çatışmalar yaşanır, yaşatılır ve yaşatılabilir.
Kim ne derse desin inanılmaz ama gerçek çok yakında Dünya'yı küresel mülteciler yönetecek, yönetirveya yönettirir…
8 Haziran 2017 Perşembe
KATAR; ASIL HEDEF BİZİZ?
KATAR; ASIL HEDEF BİZİZ?
Şu koca memleket, nüfusu kendi resmi işsizleri kadar bile olmayan bir minik ülkecik derdine düştü, düşürüldü. Coğrafyadaki politik ve ekonomik tercihlerin yanlışlığı ve bunalımı yine baş ağrıtacak gibi görünüyor. Memlekette masaya yatırılması gereken sayısız sorun varken aniden temel mesele bu oldu. Nedenleri hiç tartışılmadan Meclisin bakar kör aritmetik gücüyle askeri boyutta taraf olmaya da bahane hazırlandı; Asıl hedef biziz…
Koca memleketin idarecileri yaşlı dünyanın başına dert olacak bir krize ve direnilirse gelişecek bir kaosa arkasını önünü hiç düşünmeden atarlanıyor, katarlanıyor. Diplomatik ilişki kesme tuzağı ile baş gösteren bu köşe kapmaca Orta Doğu’da yaşanacak yeni bir kâbusu ve karabasanları da peydahlıyor. Ve mesele askeri platforma doğru da evrilebilir.
Şu fakir memlekette her dert unutturulmuş, gittikçe artan problemler halledilmiş veya ötelemişçesine siyasetin ve ekonominin birinci gündemi bu el kadar ülkecik olmuş. Varsa yoksa bu körfez emirliğinin yaptıkları veya varsayılanlar. Teröre destek verdiği iddiaları falan feşmekan. Ve koca memleketin asri lideri yine alışıldık kanka edebiyatıyla, aslı ara sıcak ve ana sıcak mali akışkanlık donacak dondurulacak endişesiyle tüm şimşekleri üstleniyor. Kıtır kıtır dolar kesen bu körfez zengini, belki de dünyanın en zengini yarımada üslerine 300 den 3000 e varan Vatan evladı desteği tezkerelendiriliyor. Milletin hapsedileceği milli bir lükse yeniden kapı aralanıyor.
Şimdilik tebaayı ayni çizgiye çekmek için Arabın araba arka çıkmadığı bu melun arenada sen ne arıyorsun diye sorarlar adamayı hiç düşünmeden senaryosu zayıf katkı veriliyor. Ucuz filmlere rol model olacak düzeyde gladyatörleşiliyor. Garip garantörlüğün tek nedeni Emirin sadece şu koca memleketin beş paraya aldığı kurum ve kuruluşlar değil elbette.
Garantörlüğe sebep onlarca peşkeşin yanı sıra katırcı yükü katarların, karanlık katar katar sevkiyatın şu koca memlekette kaynak dışı akışkanlığı şekerlendirmesi de var. Emirin petrol ve doğal gaz zengini olma arsızlığıyla kıçı kırıklığına aldırmadan şu koca memlekette yirmi milyar doları geçen yatırımı olduğu için bu sahiplenme. Mazlum modu hemen devreye sokuldu. Sokuldu çünkü giren çıkan az da olsa, çok da olsa kara düzen böyle kurulmuş ve işliyordu. Şimdi sekterlenecek. Emir sanki biraz da o yüzden destekleniyor. Emirin şerh düşülmek kaydıyla hakkı da var gibi. Onca derin ortaklı yatırım yapmış. Sanki şeyh babasının hayrına ama elbirliğince din iman, Allah mezhep, para pul bağlamında millet öyle bir işleniyor ki emir ve havalesine kısa sürede katar katar destek verilir.
Bilinen gerçek Ortaoğu’da acımasız ambargolar ve sıcak savaşlar dönemini isteyenler daima çokuluslu petrol şirketleri, uluslararası doğalgaz şirketleri ve silah tüccarı teknoloji dünyasıdır. Ve bu dünyaların emrindeki liderler ve ülkeleridir. Bu koalisyon en umulmadık anda en kankaları bile kanlı bıçaklı ederler. İşlerine bakarlar. Bu kalıbına bakmadan dünya sermayesine birikim aktaran Emirin ve emirliğinin de sonu geldi, düğmeye basıldı. Çapına aldırmadan çalım satanlar ise başka bir düğme meselesi. Dünyanın jandarmalığına ve jandarklığına soyunanlardan hemen herkesin işine gelecek bir tezgah bu. İşte bu tezgah sahneleniyor körfezde. Bu körfez ayılanmaları ve dayılanmalarıyla kaç ülke haritadan silindi, kaç lider silindir gibi ezildi tarihi daha çok taze.
Zaten Dünyada güvensizlik değil, bir dümensizlik bunalımı yaşanıyor. Dümen şaşkınların ve şarlatanların eline geçmiş bir kere. Dur durak yok, uğursuzluk katar katar dümeni bol ülkelere kadar ulaşıyor. Dümeni bol ülkelerde sırasıyla buharlaşıyor.
Şu koca memleket son yıllardaki Ortadoğu kazanında canı yanmış veya yanmamış mülteci akınlarıyla fethedilmiş durumda. Şimdilik dört milyonu geçen savaş kaçkını ödlek, mülteci pozunda oraya buraya saçılmış fethi yasallaştırıyor. Memleket misafir ev sahibi aldırmadan park bahçe, nargile tüttüren, aklınca keyfeden bir Arap nüfusa sahip. Bu tabansız tebaanın şu fakir memlekete maliyeti kimseden zırnık koparamadan yirmi beş milyar dolar. Belki de çok üzerinde ama söylenmiyor, saklanıyor. İşte şu fakir memlekette anca kayıt dışı kaçak Arap nüfusu kadar bir nüfusa sahip ülkecik Ortadoğu bataklığının istenmez aktörü durumuna düştü. Büyük sermaye Emiri devirmek ve zenginliğe konmak maksatlı bir senaryoyu oyuna sürdü. Kast sistemi astına kastına bakılmadan bir bir belirleniyor. Ben de varım diyenler usta çalımlarla rol çalıyor. Emirin ve emirliğin şeyhler uçurumunda suçu vardır yoktur bilinmez ama şu fakir ülkede katar katar yaptıklarına ettiklerine bakıldığında bir dur deme gereği de hasıl olmuş gibi sanki. Ruhsatı icazeti verene de vermeyene de dur vakti aslında.
Ortadoğu’da sular bulanıktı daha da bulandırıldı. Görülen o ki bundan böyle Emir demiri kesemeyecek, para gücüyle de kestiremeyecek. Küresel sermaye her zamanki Arap uşakları vasıtasıyla zenginliğini hesapsız kitapsız saçıp savuran Emir'i de, Emirin kestiremeyeceği biçimde emirliğini de köşeye sıkıştırdı. Peki, Emir ne yapacak başta çok para akıtacak. Katar katar dolar dağıtacak. Sonuçta elbette büyük sermayenin emrine girecek. Arap baharı yalanında isyana kalkışıp iç edilen linç edilen liderler gibi katar katar zenginliği kolayca bırakamayacak. Veya egemen güçler hiçbir çözüme yanaşmayıp hamutuyla götürmek için oraya da bir kukla lider ve dinci idareciler atayacak. Her hâlükârda mesele hallolacak ve zenginlik katarları uhulet ve suhuletle sömüren dünyanın olacak.
Yani dünya kamuoyunu ürkütmeden körfez zenginliklerinden kurguladıkları ve kurtardıkları ölçüsünde daha güzel ve daha rahat nasiplenecekler. Katur kutur o yola girmişlik var. Şu fakir memleket açısından sev sevme ortada bir gelir gider sorunsalı var. Gider gelir sarmalı var. Evir çevir sallaması var. Bu sorunun da gelip şu fakir memleketi ırgalaması da işte bu yüzden.
Şeyhi peyki batasıca bir din ile dinci düzenin şu koca memlekete malik kılınmasının ıstırabıdır tüm yaşanan. Ve dahi yaşanacak olanlar. Şimdilik arka çıkmaktır, zırhtır, zırhlamak ve zırlamaktır öncelenen. Bu avam avangartlığı ileride milli utanca dönüşecek avantalarla avantürlüğe sarkarsa iş kötü.
Üstüne bir de milli şuur kaybı yaratırsa işte o daha kötü…
Şu koca memleket, nüfusu kendi resmi işsizleri kadar bile olmayan bir minik ülkecik derdine düştü, düşürüldü. Coğrafyadaki politik ve ekonomik tercihlerin yanlışlığı ve bunalımı yine baş ağrıtacak gibi görünüyor. Memlekette masaya yatırılması gereken sayısız sorun varken aniden temel mesele bu oldu. Nedenleri hiç tartışılmadan Meclisin bakar kör aritmetik gücüyle askeri boyutta taraf olmaya da bahane hazırlandı; Asıl hedef biziz…
Koca memleketin idarecileri yaşlı dünyanın başına dert olacak bir krize ve direnilirse gelişecek bir kaosa arkasını önünü hiç düşünmeden atarlanıyor, katarlanıyor. Diplomatik ilişki kesme tuzağı ile baş gösteren bu köşe kapmaca Orta Doğu’da yaşanacak yeni bir kâbusu ve karabasanları da peydahlıyor. Ve mesele askeri platforma doğru da evrilebilir.
Şu fakir memlekette her dert unutturulmuş, gittikçe artan problemler halledilmiş veya ötelemişçesine siyasetin ve ekonominin birinci gündemi bu el kadar ülkecik olmuş. Varsa yoksa bu körfez emirliğinin yaptıkları veya varsayılanlar. Teröre destek verdiği iddiaları falan feşmekan. Ve koca memleketin asri lideri yine alışıldık kanka edebiyatıyla, aslı ara sıcak ve ana sıcak mali akışkanlık donacak dondurulacak endişesiyle tüm şimşekleri üstleniyor. Kıtır kıtır dolar kesen bu körfez zengini, belki de dünyanın en zengini yarımada üslerine 300 den 3000 e varan Vatan evladı desteği tezkerelendiriliyor. Milletin hapsedileceği milli bir lükse yeniden kapı aralanıyor.
Şimdilik tebaayı ayni çizgiye çekmek için Arabın araba arka çıkmadığı bu melun arenada sen ne arıyorsun diye sorarlar adamayı hiç düşünmeden senaryosu zayıf katkı veriliyor. Ucuz filmlere rol model olacak düzeyde gladyatörleşiliyor. Garip garantörlüğün tek nedeni Emirin sadece şu koca memleketin beş paraya aldığı kurum ve kuruluşlar değil elbette.
Garantörlüğe sebep onlarca peşkeşin yanı sıra katırcı yükü katarların, karanlık katar katar sevkiyatın şu koca memlekette kaynak dışı akışkanlığı şekerlendirmesi de var. Emirin petrol ve doğal gaz zengini olma arsızlığıyla kıçı kırıklığına aldırmadan şu koca memlekette yirmi milyar doları geçen yatırımı olduğu için bu sahiplenme. Mazlum modu hemen devreye sokuldu. Sokuldu çünkü giren çıkan az da olsa, çok da olsa kara düzen böyle kurulmuş ve işliyordu. Şimdi sekterlenecek. Emir sanki biraz da o yüzden destekleniyor. Emirin şerh düşülmek kaydıyla hakkı da var gibi. Onca derin ortaklı yatırım yapmış. Sanki şeyh babasının hayrına ama elbirliğince din iman, Allah mezhep, para pul bağlamında millet öyle bir işleniyor ki emir ve havalesine kısa sürede katar katar destek verilir.
Bilinen gerçek Ortaoğu’da acımasız ambargolar ve sıcak savaşlar dönemini isteyenler daima çokuluslu petrol şirketleri, uluslararası doğalgaz şirketleri ve silah tüccarı teknoloji dünyasıdır. Ve bu dünyaların emrindeki liderler ve ülkeleridir. Bu koalisyon en umulmadık anda en kankaları bile kanlı bıçaklı ederler. İşlerine bakarlar. Bu kalıbına bakmadan dünya sermayesine birikim aktaran Emirin ve emirliğinin de sonu geldi, düğmeye basıldı. Çapına aldırmadan çalım satanlar ise başka bir düğme meselesi. Dünyanın jandarmalığına ve jandarklığına soyunanlardan hemen herkesin işine gelecek bir tezgah bu. İşte bu tezgah sahneleniyor körfezde. Bu körfez ayılanmaları ve dayılanmalarıyla kaç ülke haritadan silindi, kaç lider silindir gibi ezildi tarihi daha çok taze.
Zaten Dünyada güvensizlik değil, bir dümensizlik bunalımı yaşanıyor. Dümen şaşkınların ve şarlatanların eline geçmiş bir kere. Dur durak yok, uğursuzluk katar katar dümeni bol ülkelere kadar ulaşıyor. Dümeni bol ülkelerde sırasıyla buharlaşıyor.
Şu koca memleket son yıllardaki Ortadoğu kazanında canı yanmış veya yanmamış mülteci akınlarıyla fethedilmiş durumda. Şimdilik dört milyonu geçen savaş kaçkını ödlek, mülteci pozunda oraya buraya saçılmış fethi yasallaştırıyor. Memleket misafir ev sahibi aldırmadan park bahçe, nargile tüttüren, aklınca keyfeden bir Arap nüfusa sahip. Bu tabansız tebaanın şu fakir memlekete maliyeti kimseden zırnık koparamadan yirmi beş milyar dolar. Belki de çok üzerinde ama söylenmiyor, saklanıyor. İşte şu fakir memlekette anca kayıt dışı kaçak Arap nüfusu kadar bir nüfusa sahip ülkecik Ortadoğu bataklığının istenmez aktörü durumuna düştü. Büyük sermaye Emiri devirmek ve zenginliğe konmak maksatlı bir senaryoyu oyuna sürdü. Kast sistemi astına kastına bakılmadan bir bir belirleniyor. Ben de varım diyenler usta çalımlarla rol çalıyor. Emirin ve emirliğin şeyhler uçurumunda suçu vardır yoktur bilinmez ama şu fakir ülkede katar katar yaptıklarına ettiklerine bakıldığında bir dur deme gereği de hasıl olmuş gibi sanki. Ruhsatı icazeti verene de vermeyene de dur vakti aslında.
Ortadoğu’da sular bulanıktı daha da bulandırıldı. Görülen o ki bundan böyle Emir demiri kesemeyecek, para gücüyle de kestiremeyecek. Küresel sermaye her zamanki Arap uşakları vasıtasıyla zenginliğini hesapsız kitapsız saçıp savuran Emir'i de, Emirin kestiremeyeceği biçimde emirliğini de köşeye sıkıştırdı. Peki, Emir ne yapacak başta çok para akıtacak. Katar katar dolar dağıtacak. Sonuçta elbette büyük sermayenin emrine girecek. Arap baharı yalanında isyana kalkışıp iç edilen linç edilen liderler gibi katar katar zenginliği kolayca bırakamayacak. Veya egemen güçler hiçbir çözüme yanaşmayıp hamutuyla götürmek için oraya da bir kukla lider ve dinci idareciler atayacak. Her hâlükârda mesele hallolacak ve zenginlik katarları uhulet ve suhuletle sömüren dünyanın olacak.
Yani dünya kamuoyunu ürkütmeden körfez zenginliklerinden kurguladıkları ve kurtardıkları ölçüsünde daha güzel ve daha rahat nasiplenecekler. Katur kutur o yola girmişlik var. Şu fakir memleket açısından sev sevme ortada bir gelir gider sorunsalı var. Gider gelir sarmalı var. Evir çevir sallaması var. Bu sorunun da gelip şu fakir memleketi ırgalaması da işte bu yüzden.
Şeyhi peyki batasıca bir din ile dinci düzenin şu koca memlekete malik kılınmasının ıstırabıdır tüm yaşanan. Ve dahi yaşanacak olanlar. Şimdilik arka çıkmaktır, zırhtır, zırhlamak ve zırlamaktır öncelenen. Bu avam avangartlığı ileride milli utanca dönüşecek avantalarla avantürlüğe sarkarsa iş kötü.
Üstüne bir de milli şuur kaybı yaratırsa işte o daha kötü…
5 Haziran 2017 Pazartesi
GEÇMİŞİN KİRİ
GEÇMİŞİN KİRİ
Geçmiş, sahte bilimle lafta kinle, haşmet ve ümmet ilmi ile tedariklenince, tarihe pansuman tedaviler de eklenince ortadamaalesef tarih kalmaz. O tarih yarınlara nitelikli bir eser de bırakmaz. Kantarı tartan kitabı da bulunmaz. O yoklukta geçmişinkiri ve şakülsüz şiiri beyin yakar sadece…
Geçmişekörü körüne bağlanma ve maziyi aşırı dozda övme tutkusu her dönem başa aynı arızayı ve marazayı getirir. Nerelerdennereye gelindiğiniunutmak ve unutarak kişilere radikalleşme bağımlılığını da tetikler. Bu tiryakilik yarınları da bozar. Çünkü yozlaşı ve uzlaşıarasına hapis bir nesil herdem çöküntüye uğramaktan asla kaçamaz. Güncellenen ise kement menzilinde korkudan kulluğu yücelten mantalite ile kıyasıya mücadele olmalıdır. Ama kâfidir kaftanına bürünülür, direnilmez. İsyan edilmez. Kıyası da yok edenbu çemberdeeleştiri ve özelleştirme olmadan tarihi doğru yazmak da güçleşir.Okumak da.
Bin yıllık iktidar süresince sürekli değişimedirenen ve her daim gelişmeyi yok sayan bir tabloyu ilerici ve çağdaş saymak isesadece belirtilenve belletilendir. Diğermodellere bakmamak ise geçmişin kirinden arınmayı kafadan reddetmek demektir.Kafalarda kıyaslamasürekli olmayınca tarihe kaydı düşülenler de hiç berrak değildir.
Başta iyiydisonra bozuldu tarih anlayışı ile meseleler çözümlenemez. Yanlışlar görülemez. Tarih önünde tarihle övünme ve dövünme hastalığından kurtulmak olmayınca baştan sona başka yanlışlar hortlar. Yanlışlar giderek artar, artarak ileriye çok ileriye sirayet eder.Yıkımlar bir bir görülür ve doğru diye yapılanların mantığa asla sığmadığı açıkça bilinir. Her inanç ve düşünceyeters olduğu da görülür ve anlaşılır.Ama kör bakılır, akıllar kirlenir. Sümen altı yaşanır.
Yani sikkenin ayarı bozuldukça ucuz kahramanlık edebiyatı pompalanır. Veicrasıücra seferlere bağlanmış bir tariheodaklanılır. Anve an zarar ziyan düşünmeden aklı geri plana atan ve muhtelif masalların anlatıldığı, garip insanların telef edildiği bir tarihe yapışılır.Zaman ziyanolan her dönem için aynı manzarayı markalar. Hepaynı marka ve marazadır başa çalınan. Hep bulunmaz Hint kumaşı algısıdır yönetilen. Dayatılan. Aynı basmakalıp lakırdılar düzeyinde bir tarih tınısıdır akla resmedilen.Resmileştirilen.
Sahte âleme tapınmayla koşut, sel aldı götürdü dayatmasıve satamadan getirdi tarzı aynı baskıcı tavırlartarih kılınır.Seferöncesi ve sefer dönüşü arasında ip gibi dizilmiş bin birkıyımunutulur. Atanmış kayyumlar karunlaşır.Okuryazarbile olmayanların tarih birikimine verdiğikıymet ve uydurmahikâyelerle nispetlenen saraycılık kanunlaşır.Yalan yanlış olduğunu bile bile karşı koymayıştır tarihin kiri.
Karşı duruş cılızlaşınca tarih körlükle şekillenir.Şekillendirilir.Şekilleniyor…
Geçmişin kirini yıkamaya sevdalı, binyıla yakın bambaşka dünyaya açılacak tüm hayatlar karartılır. Karakter bağlamında manevi şemalar ile nefis tutanaklarına sapılır. Dehaveyahut iddia edilen yakut hevesi ölçüsünde geçmiş zaman tiplerine kapılanılır. Kirlenmeye aldırmadan tarihin rüzgârına kapılanlar sahipsizlik pozunda kapaklanır. Sami pozunda, sahabi mayasından sporlanılır. Spor babında mayalanışın mayı mecrası da kurur. Öyle sakince her şey geçiştirilir sanılır ama tarih asla affetmez.
Öyle safsatacı bir geçmiş perdesidir ki, nesi varsa yalan yoksa talandır. Suçsuz günahsız asılanlarıngölgesinde ne kıvılcımlı divanlar kurulur. Saksılarda saklıdır Bizans oyunları. Veöyle orta oyunları vardır ki oynanan geçmişe geçmişten bir haber okur. Canlara okur.
Beterce bağlanmaveya maziyigazi rütbesinde aklamalar, ceza ve cazibeyi ıhlamurlar altında paklamalar hep geçmişin kirini oraya buraya bulaştırmaktır. Başka bir şey değil. Saklanan satır araları ise en sade biçimiyle manzarayı süsleme sanatıdır.Satırlar çekildiğinde ise koparacak kol, indirecek baş arar. Ve iyice kirlenen geçmişe nice arabeskler bezenir. O kadar.
Geçmiş geçmişte kalsın yeter. Geçmişin kiri süsünde püsünde, küfünde küfründedir.Şimdilik paçalardan akan da bu bulaşmadır…
Geçmiş, sahte bilimle lafta kinle, haşmet ve ümmet ilmi ile tedariklenince, tarihe pansuman tedaviler de eklenince ortadamaalesef tarih kalmaz. O tarih yarınlara nitelikli bir eser de bırakmaz. Kantarı tartan kitabı da bulunmaz. O yoklukta geçmişinkiri ve şakülsüz şiiri beyin yakar sadece…
Geçmişekörü körüne bağlanma ve maziyi aşırı dozda övme tutkusu her dönem başa aynı arızayı ve marazayı getirir. Nerelerdennereye gelindiğiniunutmak ve unutarak kişilere radikalleşme bağımlılığını da tetikler. Bu tiryakilik yarınları da bozar. Çünkü yozlaşı ve uzlaşıarasına hapis bir nesil herdem çöküntüye uğramaktan asla kaçamaz. Güncellenen ise kement menzilinde korkudan kulluğu yücelten mantalite ile kıyasıya mücadele olmalıdır. Ama kâfidir kaftanına bürünülür, direnilmez. İsyan edilmez. Kıyası da yok edenbu çemberdeeleştiri ve özelleştirme olmadan tarihi doğru yazmak da güçleşir.Okumak da.
Bin yıllık iktidar süresince sürekli değişimedirenen ve her daim gelişmeyi yok sayan bir tabloyu ilerici ve çağdaş saymak isesadece belirtilenve belletilendir. Diğermodellere bakmamak ise geçmişin kirinden arınmayı kafadan reddetmek demektir.Kafalarda kıyaslamasürekli olmayınca tarihe kaydı düşülenler de hiç berrak değildir.
Başta iyiydisonra bozuldu tarih anlayışı ile meseleler çözümlenemez. Yanlışlar görülemez. Tarih önünde tarihle övünme ve dövünme hastalığından kurtulmak olmayınca baştan sona başka yanlışlar hortlar. Yanlışlar giderek artar, artarak ileriye çok ileriye sirayet eder.Yıkımlar bir bir görülür ve doğru diye yapılanların mantığa asla sığmadığı açıkça bilinir. Her inanç ve düşünceyeters olduğu da görülür ve anlaşılır.Ama kör bakılır, akıllar kirlenir. Sümen altı yaşanır.
Yani sikkenin ayarı bozuldukça ucuz kahramanlık edebiyatı pompalanır. Veicrasıücra seferlere bağlanmış bir tariheodaklanılır. Anve an zarar ziyan düşünmeden aklı geri plana atan ve muhtelif masalların anlatıldığı, garip insanların telef edildiği bir tarihe yapışılır.Zaman ziyanolan her dönem için aynı manzarayı markalar. Hepaynı marka ve marazadır başa çalınan. Hep bulunmaz Hint kumaşı algısıdır yönetilen. Dayatılan. Aynı basmakalıp lakırdılar düzeyinde bir tarih tınısıdır akla resmedilen.Resmileştirilen.
Sahte âleme tapınmayla koşut, sel aldı götürdü dayatmasıve satamadan getirdi tarzı aynı baskıcı tavırlartarih kılınır.Seferöncesi ve sefer dönüşü arasında ip gibi dizilmiş bin birkıyımunutulur. Atanmış kayyumlar karunlaşır.Okuryazarbile olmayanların tarih birikimine verdiğikıymet ve uydurmahikâyelerle nispetlenen saraycılık kanunlaşır.Yalan yanlış olduğunu bile bile karşı koymayıştır tarihin kiri.
Karşı duruş cılızlaşınca tarih körlükle şekillenir.Şekillendirilir.Şekilleniyor…
Geçmişin kirini yıkamaya sevdalı, binyıla yakın bambaşka dünyaya açılacak tüm hayatlar karartılır. Karakter bağlamında manevi şemalar ile nefis tutanaklarına sapılır. Dehaveyahut iddia edilen yakut hevesi ölçüsünde geçmiş zaman tiplerine kapılanılır. Kirlenmeye aldırmadan tarihin rüzgârına kapılanlar sahipsizlik pozunda kapaklanır. Sami pozunda, sahabi mayasından sporlanılır. Spor babında mayalanışın mayı mecrası da kurur. Öyle sakince her şey geçiştirilir sanılır ama tarih asla affetmez.
Öyle safsatacı bir geçmiş perdesidir ki, nesi varsa yalan yoksa talandır. Suçsuz günahsız asılanlarıngölgesinde ne kıvılcımlı divanlar kurulur. Saksılarda saklıdır Bizans oyunları. Veöyle orta oyunları vardır ki oynanan geçmişe geçmişten bir haber okur. Canlara okur.
Beterce bağlanmaveya maziyigazi rütbesinde aklamalar, ceza ve cazibeyi ıhlamurlar altında paklamalar hep geçmişin kirini oraya buraya bulaştırmaktır. Başka bir şey değil. Saklanan satır araları ise en sade biçimiyle manzarayı süsleme sanatıdır.Satırlar çekildiğinde ise koparacak kol, indirecek baş arar. Ve iyice kirlenen geçmişe nice arabeskler bezenir. O kadar.
Geçmiş geçmişte kalsın yeter. Geçmişin kiri süsünde püsünde, küfünde küfründedir.Şimdilik paçalardan akan da bu bulaşmadır…
1 Haziran 2017 Perşembe
MÜNECCİMBAŞILAR CİNLİĞİ…
MÜNECCİMBAŞILAR CİNLİĞİ…
Öyle zamanlar vardır ki o zamanlarda mücevher sanatçısı gibidir müneccimler. Kayba kadere, gayba ganimete fal açarlar. Yüklü gelirler karşılığı yıldızlaşanlar ise müneccimbaşı olurlar. Zamanla mahkûmiyeti tescilleyen hizmetlerde bulunurlar. El mecbur fanus gardiyan bu müneccimbaşılara akıl kesene kadar tabi olunur. Ve neccinalığa göbekten bağlanılır…
Müneccimler insanlık var olduğundan bu yana saray sathında en geçerli meslek erbabı sınıfındadır. Öyle ki o değme müneccimlik münazaraları yönetenleri de yönetmiştir. Yönetmeye de yönelmiştir. Bu memlekette de böyledir diğerlerinde de.
Şu bereketli ve çok meşakkatli coğrafyada da bin yıllık bir yıldız hükümranlığı vardır. Aslında müneccimlik bin yıllar öncesinden evrile devrile gelen bir iştir. Öncesi de sonrası da münecces bir iştir. Yalan yanlış bulaştığı her hali, hayali bir güzel mantıksız öğelerle yönetir. Veya yönettirir. Bilineni bilinmeyeni ne müneccimbaşılar gelip geçmiştir şu tavlı topraklardan. Usta çırak karışımıyla renklendirilerek nice kandırmacalarla kanlandırılmıştır kanallar. Tek vuruş güzeldir ve o vuruş ta güven kazanmaktır. Nice müneccimbaşılar palas pandıras inanılmaz kıvamda güven kazanmışlardır…
Öyle dönemler vardır ki müneccimler cin akıllı türeyip çoğaldıkça müneccimbaşıları da peydahlanır. Ayni kaynaktan eslenirler beslenirler. En baştakilerden iltifat ve alaka hâsıl olunca oluklar kalınlaşır, avantalar bollaşır ve varsıllaşır müneccimler. Yükünü tutanlar yalakalaşırlar. Bu arada müneccimhaneler kurulur, kurumlaşır, kurumsallaşır. Bazen tahttan sadarete, kederden kerevete, sarftan saadete dehlizlerden çıkmak, delikleri onarmak da zorlaşır.
O zorluk da tüm ahali, devlet etrafı, şehir eşrafı, şehir israfı, güdük bürokrasisi eşref saatine uysun uymasın bu müneccimbaşıların ağzına düşerler. Ağına düşerler. Tapınmalı düzeyde milletin başına bela olacak, tüm kapıları kapatacak bu düzenbazlığa körleşirler. Bu cincineleri ilahi bağlamında sayıp inanırlar. Astrosuna maestrosuna iman ederler. Satancı icrasına amel ederler.
Dil, din iman onlara tüm idareyi maslahat onun kutsadığı iradeye bırakılır. Müneccim şeysi değmeyen her işe uzak durulur, sindirilemeyen her güce de hor bakılır. Zenginlik menbaından nasiplenmek memleketleri gözyaşları içinde soymaya bağlanır. Riya ve riayet pek bir mühimdir bu kör karanlıkta.
Zaman veya takvim ayarları, müneccimbaşıların olanı biteni sözde gördüklerine göre mülakatlandırılır. Müracatlar bire bin alacaklandırılır. Mükâfatlandırılır. Ataktan atara, yataktan yatırıma ne varsa müneccimbaşının bakışına itibar edilerek sıralanır. Bu iteneğin açılımı en dürüst manada raydan çıkma, paydan paylanmadır. Salı yalı düşünmeden nüfuz ve saltanat da bu sıraya dizilişe dâhildir. Kıssadan hisse dehası dahası karşılıklı ikballer uğruna ağır ihmallerdir…
Ona uğradı buna uğramadı, bana tuğraydı babında var olanları varlık yönünde, yok olanları darlık yönünde paylayan bu müneccimbaşılar tüm sızıntılara da sınırlı kaynaklardan bol imkân tanırlar. Uygunsuzluğu ulemalık ve ulamalık tarzında tanırlar ve tanıtırlar. Bu tanışıklıkla rutubet ve difüzyon en tepeden aşağıya tüm konduları konakları, konar göçerleri, çaderi ve çadırları ele geçirir. Kaderleri bir bir tayin eder. Ancak sırça köşk servet münevverliği de günü gelir niyeti bozar. İyi niyet bozulunca da müneccimbaşılar ile saruklu kavuklu beyler, cübbeli cübalar ve parşömen paşalar başından sonuna, ibinden dibine birbirlerinin tahtlarına göz dikerler.
Her şan ve şöhretten nazende nazarlık, manevi yatırımlık isteyen muamelelerden amelelere, kastlardan kasaya, namelerden kaseye, kaselerden keseye, kinlerden kimseye işleyen bu paslı düzenek keyfiyet derecesinde dertlenir. Hepsi hediyelidir, he diyelidir. Diyen diyene gardlar alınınca da menfaatler bozulur. O bozgunda filmler firmalar, aleyhte imalar, isyanlar taşlamalar, tripler tertipler, darb harb, sikke fiyatına pazarlanır. Şeriat ve din raydan çıkarılır hırpalanır.
İşte müneccimbaşı aracılığıyla götürülen işin sonu budur. Müneccimler elçiliğinde iş görmenin kısa zamanda olağanüstü manzaraları çöle kuma çevirdiği, idareyi malumlaştırdığı bin yıllık gerçektir. Ötesinden berisinden idareyi uhdesinde tutanların tamamının bu marazgahdan utanmayışları ise resmen samimiyet dolandırıcılığıdır. Dalan dolan her şeyi ramdan ramazana, namazgahtan namaz niyaza bağlamak ise hepten yozluk yobazlıktır. Hangi lige hangi ilgiye ve ilgisizliğe bağlanırsa bağlansın tüm mesele aslında müneccimbaşılık müessesesinin çökmesidir.
Her fırsatta halk nezdinde kıymetsizleştirilen, haysiyetsizleştirilen ve değiştirilen kanunlarla nizam ve intizam bozulur. Müneccimler ve müneccimbaşı neden ise bir tek bunu bilemez ve de söyleyemezler.
Cahillik ve suskunluk temelli bu müneccim cinliği özünde hiç de boşa değil…
Öyle zamanlar vardır ki o zamanlarda mücevher sanatçısı gibidir müneccimler. Kayba kadere, gayba ganimete fal açarlar. Yüklü gelirler karşılığı yıldızlaşanlar ise müneccimbaşı olurlar. Zamanla mahkûmiyeti tescilleyen hizmetlerde bulunurlar. El mecbur fanus gardiyan bu müneccimbaşılara akıl kesene kadar tabi olunur. Ve neccinalığa göbekten bağlanılır…
Müneccimler insanlık var olduğundan bu yana saray sathında en geçerli meslek erbabı sınıfındadır. Öyle ki o değme müneccimlik münazaraları yönetenleri de yönetmiştir. Yönetmeye de yönelmiştir. Bu memlekette de böyledir diğerlerinde de.
Şu bereketli ve çok meşakkatli coğrafyada da bin yıllık bir yıldız hükümranlığı vardır. Aslında müneccimlik bin yıllar öncesinden evrile devrile gelen bir iştir. Öncesi de sonrası da münecces bir iştir. Yalan yanlış bulaştığı her hali, hayali bir güzel mantıksız öğelerle yönetir. Veya yönettirir. Bilineni bilinmeyeni ne müneccimbaşılar gelip geçmiştir şu tavlı topraklardan. Usta çırak karışımıyla renklendirilerek nice kandırmacalarla kanlandırılmıştır kanallar. Tek vuruş güzeldir ve o vuruş ta güven kazanmaktır. Nice müneccimbaşılar palas pandıras inanılmaz kıvamda güven kazanmışlardır…
Öyle dönemler vardır ki müneccimler cin akıllı türeyip çoğaldıkça müneccimbaşıları da peydahlanır. Ayni kaynaktan eslenirler beslenirler. En baştakilerden iltifat ve alaka hâsıl olunca oluklar kalınlaşır, avantalar bollaşır ve varsıllaşır müneccimler. Yükünü tutanlar yalakalaşırlar. Bu arada müneccimhaneler kurulur, kurumlaşır, kurumsallaşır. Bazen tahttan sadarete, kederden kerevete, sarftan saadete dehlizlerden çıkmak, delikleri onarmak da zorlaşır.
O zorluk da tüm ahali, devlet etrafı, şehir eşrafı, şehir israfı, güdük bürokrasisi eşref saatine uysun uymasın bu müneccimbaşıların ağzına düşerler. Ağına düşerler. Tapınmalı düzeyde milletin başına bela olacak, tüm kapıları kapatacak bu düzenbazlığa körleşirler. Bu cincineleri ilahi bağlamında sayıp inanırlar. Astrosuna maestrosuna iman ederler. Satancı icrasına amel ederler.
Dil, din iman onlara tüm idareyi maslahat onun kutsadığı iradeye bırakılır. Müneccim şeysi değmeyen her işe uzak durulur, sindirilemeyen her güce de hor bakılır. Zenginlik menbaından nasiplenmek memleketleri gözyaşları içinde soymaya bağlanır. Riya ve riayet pek bir mühimdir bu kör karanlıkta.
Zaman veya takvim ayarları, müneccimbaşıların olanı biteni sözde gördüklerine göre mülakatlandırılır. Müracatlar bire bin alacaklandırılır. Mükâfatlandırılır. Ataktan atara, yataktan yatırıma ne varsa müneccimbaşının bakışına itibar edilerek sıralanır. Bu iteneğin açılımı en dürüst manada raydan çıkma, paydan paylanmadır. Salı yalı düşünmeden nüfuz ve saltanat da bu sıraya dizilişe dâhildir. Kıssadan hisse dehası dahası karşılıklı ikballer uğruna ağır ihmallerdir…
Ona uğradı buna uğramadı, bana tuğraydı babında var olanları varlık yönünde, yok olanları darlık yönünde paylayan bu müneccimbaşılar tüm sızıntılara da sınırlı kaynaklardan bol imkân tanırlar. Uygunsuzluğu ulemalık ve ulamalık tarzında tanırlar ve tanıtırlar. Bu tanışıklıkla rutubet ve difüzyon en tepeden aşağıya tüm konduları konakları, konar göçerleri, çaderi ve çadırları ele geçirir. Kaderleri bir bir tayin eder. Ancak sırça köşk servet münevverliği de günü gelir niyeti bozar. İyi niyet bozulunca da müneccimbaşılar ile saruklu kavuklu beyler, cübbeli cübalar ve parşömen paşalar başından sonuna, ibinden dibine birbirlerinin tahtlarına göz dikerler.
Her şan ve şöhretten nazende nazarlık, manevi yatırımlık isteyen muamelelerden amelelere, kastlardan kasaya, namelerden kaseye, kaselerden keseye, kinlerden kimseye işleyen bu paslı düzenek keyfiyet derecesinde dertlenir. Hepsi hediyelidir, he diyelidir. Diyen diyene gardlar alınınca da menfaatler bozulur. O bozgunda filmler firmalar, aleyhte imalar, isyanlar taşlamalar, tripler tertipler, darb harb, sikke fiyatına pazarlanır. Şeriat ve din raydan çıkarılır hırpalanır.
İşte müneccimbaşı aracılığıyla götürülen işin sonu budur. Müneccimler elçiliğinde iş görmenin kısa zamanda olağanüstü manzaraları çöle kuma çevirdiği, idareyi malumlaştırdığı bin yıllık gerçektir. Ötesinden berisinden idareyi uhdesinde tutanların tamamının bu marazgahdan utanmayışları ise resmen samimiyet dolandırıcılığıdır. Dalan dolan her şeyi ramdan ramazana, namazgahtan namaz niyaza bağlamak ise hepten yozluk yobazlıktır. Hangi lige hangi ilgiye ve ilgisizliğe bağlanırsa bağlansın tüm mesele aslında müneccimbaşılık müessesesinin çökmesidir.
Her fırsatta halk nezdinde kıymetsizleştirilen, haysiyetsizleştirilen ve değiştirilen kanunlarla nizam ve intizam bozulur. Müneccimler ve müneccimbaşı neden ise bir tek bunu bilemez ve de söyleyemezler.
Cahillik ve suskunluk temelli bu müneccim cinliği özünde hiç de boşa değil…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder