14 Haziran 2017 Çarşamba

MAYIS2017

SİCİL; ‘MAZALLAHU TEALA’…

Sicili kabarık bir irtibatlandırmanın gizli saklı süren varlığı halledilmedikçe, neticede tahammülleri ve teamülleri hepten zorlayacak biçimde bir düzene ulaşılır. Bu ulaşılan düzen asla Maşallahu Teâlâ değil resmen ‘Mazallahu Teala’ bir düzendir…

İş öyle bedestenden içeri harikulade bir iş diyerek nedensiz geçiştirilemez. Torba tulumba bedenleştirilemez. İlk adımı atılan bu tek adamlık hangi ulufe dağıtılırsa dağıtılsın uzun gitmez. Akçe akışı kesildiğinde karşıt efelenmeler aynı usulde tatbike başlar. Kazan kaldırmalar tarihle sabittir. Yok, olmaz da denilemez, başlarsa başlasın da denilemez. Sistem işte o zaman tamamen çöker. Tarafsızlık varmış da ihtiyar heyeti görmemişçesine bir taraftarlık siyasallaşmasına ulaşmanın, ulaştırılmanın sonucudur bu illet. İleride başa gelebilecekler de öyle kolay kolay atlatılamaz. 

Lafta tedbiri makul neticesinde şimdilik sinen itirazlar, rasyonel direnişler zamanla gelişir. Mevcut irade ise zulüm ve ihanetlerle çakma kılıklara evrilirHatta halkta galeyan etkisi ve direnç eseri de kırpılmaya çalışıldıkça talih döner. Tarih işler. Gün görmek, gülmek isteyen gelgeç ekip biçilir. Ekilip biçilmek istenen yeni bir ekipte buluşulur. Nerede ne buluşmasıdır bu, eski tas eski hamam, işte o büyük çelişkidir.

Üstelene gelinen tekli teklif esasında ciddi bir yorgunluğun gayri ihtiyarı bertaraf edilmesidir. Lakin ortada bir garabet söz konusudur. İslam ehlinden hiddeti ile iffetsizlik savuşturmak azabı da gazabı da bir süreliğine başka yerlere çekerAncak bu yeni düzende ne kadar tek başına yönetilebilir bilinmez. Bilinen mevcut durumgerçekten çok sıkıntılıdır.

Devlet, sicili kabarık kalibresi zayıfların elinde oyuncak edilmiş bir görüntüde kıvranıyor. Kurşunlu kulelerden serpilmiş korkuimparatorluk yıllarını andıran saltanat saraylarını ve memleket sahillerini kucaklayacak biçimdeyaygınlaşmış. Heybetli bir aksi nida olmayınca da mevcudu savunanlar daha çok gürültü koparır.  

Tertiplenen yeni tip saltanat kayığı, deniz ortasında ‘Mazallahu Teala’ bir döngüdedir. Ve gri tonu da asla yoktur…

Bu koşullarda sürekli sicili bozukların ayıklanması gerekirken olmuyor.  Ayrıca ibadethane avlularında kurulu bir yaşam düzeneğinden elbette bu sonuç çıkardıçıktı da. Toplumsal yaşam kalburüstü görünen, sırf imaj ve ambalaj bir anlayışı egemen kıldı. Kılar. Bundan böyle düpedüz bilinçaltılar ve kuruntular yönetecek her yeri. Yeni rejimin gereksinimi dünyada yalnızlaşmaya koşut bir dayılanma olsa da durum şimdilik bu. 

Bu durum resmen ‘Mazallahu Teala’ bir durumdur…

Önyargıları keskin söylemlerle kırmaksadece rekabeti ve ayrışmayı getirir. Zaten sicili malum yılışık tayfayla çalkantılı denizde seyir etmek, iz sürmek tüm yanlışların kutlanması ve kutsanmasıyla mümkündür. Dönem şartlarında aykırı düşmek ise önce taraflılığı zedeler. Sonra tarafsızlığı. Öyle ki bundan böyle bu sicilsilik taraftar zümresiyle cümle pozisyonu korumak da zorlaşırZorlaşmıştır.

Kehanete kenetlenen bu kilit yolda köprüden önce çıkış bulmak güçleşir. Sicili zayıf tuhaf birlikteliklerle yolculuk da bir yere kadar. ‘Mazallahu Teala’  boş zaman toplumu olmanın neyle doldurulacağı besbelli bir dönem ve düzen açıldı memleketin önüne. Bu boş görülen kirli sayfaya hangi notlar düşülecek orası da kebiri muamma. Her şeyi zaman gösterecek.

Naz niyaz çerçevesinde ‘Mazallahu Teala’ yapay ve yanlı duruşla anlı şanlı tarihi yazmayı birilerine bırakmak yeni bir sonunda başlangıcıdır. Olabilir. Ve çok yıla varmadan sicili şüpheliler klişe kalıpların dışına çıkarlar ama özgürce salınamazlar. 

O yüzden bu çerçevede dayatılan tarih ‘Mazallahu Teala’ mevcut iki Türkiye'yi iyice bölmez, daha başka biçim küçük parçalara da parçalamaz…

19 Mayıs 2017 Cuma


ANTİEMPERYALİST RUH; “19 MAYIS”…

ANTİEMPERYALİST RUH; “19 MAYIS”…

Memleket meydanlarından resmi irade tarafından protokol düzeyine çekilen “19 Mayıs” aslında tarihe ışık tutan ve ilelebet tutacak olan antiemperyalist ruhtur…

On yıllar boyu çok uluslu paralı gurka, safi kukla kuşaklar ne yazık ki ‘19 Mayıs’ın antiemperyalist ışık çarkından nasiplenmeyip tatlı fesat gerici bir anlayışı egemen kıldılar. Kapitalizmin uşaklığında büyük sermayeye daima gece bekçiliği yaptılar. Her türlü ayak oyunlarından, sivil askeri faşist darbelerden medet umdular. Koca memleketi çağdaş aydınlanma yolunda sekterlediler.

Ve onca yıllar zarfında 19 Mayıs’ında içi boşaltıldı. Kurtuluşun ve inancın zaferiyle bütünleşmiş bayram temaşası meydanlarda stadyumlarda sürdürülen yılların birikimi fazla görüldü. Sil baştan düzenlenecek yılan hikayesi ile yeniden şekillendiriliyor planlanıyor derken 19 Mayıs hepten boşa çıkarıldı. Yıkma, sıkma, yarma, karma sıkılmalar vardı orta yerde, halledildi. Bedavadan taçlandırılan, kulelendirilen, saraylandırılan birilerinin bayram kleptomanlığı da tavan yaptı. Tarih ve kutsal kitaplar üzerine değil, şahsi hırslar üzerine davranıldı. Yığınla imreneni varken yalnızlığa mahkûm edildi şu memleket. 

Bugün geçmişi olmadığından yurtsuz yuvasız sabahlara yuvarlanan milletlerin hangi direnişe uyandığı ortada. Kapitalizm ve emperyalizmin kurbanı olan devletçikler ve devletler. Kampçılık, sığınmacılık, mültecilik. Ortada kalan milyonlar.

Oysa ezilen her millet için kurtuluş, tarihte bir yerlerde, kırk numara kırkayak unutturulmaya çalışılan “19 Mayıs” sonrasında gizlidir. Asil gerçekler bu günler de dahi “19 Mayıs” tarihinde karşılığını bulan antiemperyalistruhta bulur karşılığını.

İşte o 19 Mayıs 1919 antiemperyalist ruhu envai çeşit ruhsuzlar, bozuk ruhlar ve sahte ruh uzmanları çağı yaşayan dünyada ve şu memlekette daha nice mühür açar, ilelebet de açacaktır…

Kutsal direniş; 15 Mayıs 1919’da İzmir Karşıyaka’da işgalcilere atılan ilk kurşunla sembolleşir; Gazeteci Hasan Tahsin. 16 Mayıs’ta Samsun’a demir alan Bandırma Vapuru ile de ifadesini bulur. 19 Mayıs’tan sonra artık geriye dönüş, geri adım yoktur.

“19 Mayıs” ulusal direnişin ayni çatı altında toplanması, devamında devrimci bir yolda ilerleyişin ve Ulusal Kurtuluş liderinin Mustafa Kemal olacağının yedi düvele ilanı, Mustafa Kemal’in dünya kamuoyunda uyanışın ve dirilişin sembolü olarak tasdiklendiği gündür…

Yani vatan sayılmış bu toprakların yabancı güçlerden arındırılmasını sağlayacak ‘Çılgın Türkler’in ‘Kutsal İsyan’ı o gün, “19 Mayıs” günü fiilen başlamıştır.

O yüzden 19 Mayıs tarihin karanlık yüzünü ışıtan antiemperyalist bir ruhtur…

Fırsat bu fırsat diyen resmi yarı resmi dayatmacılar unutmamalı ki; ilk kurşun hala Karşıyaka’da patlamaya hazır ve Bandırma Vapuru ilelebet değişime yatkınlık, yetkinlik çağında ve mertebesinde hala dipdiridir. Mustafa Kemal’in idesi de hala yol göstericiliğini korumaktadır. O dirilişe tek bir cümle kâfidir; “Ya istiklal ya ölüm…”

19nMayıs 1919’ta saltanat sallanırken Yunan İzmir’e asker çıkarır. Ayni gün Damat Ferit de Sadrazamlıktan çekilir. Ve 16 Mayıs günü Mustafa Kemal ‘silik mühürlü’ bir yetkilendirme ile yedeğinde on beş subayı ve iki şifre memuru kırık dökük harap bir vapur ‘Bandırma’ ile İstanbul’dan Karadeniz’e açılır. İşgal İstanbul’una yaşlı gözlerle bakıp “Geldikleri Gibi Giderler…”diyerek…

Aynıyla beyandan; “3. Ordu müfettişliği ki; müfettişi bendim. Karargâhımla Samsun’a çıkmış bulunuyordum. Doğrudan doğruya emrim altında olmak üzere iki kolordu vardı. Bu geniş yetkinin beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak gayesiyle Anadolu’ya gönderenler tarafından bana nasıl verilmiş olduğu garibinize gidebilir. Hemen ifade etmeliyim ki, onlar bu yetkiyi bana bilerek ve anlayarak vermediler.

Ben bu görevin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı bulunduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler.

O tarihte genelkurmayda bulunan ve benim amacımı bir dereceye kadar sezmiş olan kimselerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular. Yetki konusuyla ilgili talimatı da ben yazdırdım.

Hatta Harbiye Nazırı bu talimatı okuduktan sonra, imzalamaya çekinmiş anlaşılır anlaşılmaz bir biçimde mühürlemiştir…”

Viran Bandırma Vapuru Karadeniz’in çılgın dalgalarına zorbihal dayanır. Yalı boyu üç gün ağır aksak ilerler. İstanbul’dan ayrılıştan üç gün sonra 19 Mayıs 1919’da Samsun’a varılır. Yorgun Vapur Samsun’da ahşap iskelenin açıklarına “Memleketin Kurtuluşunu”demirler. Zaman kaybedilmeden Mustafa Kemal ve yedeğindeki karargâhı hemen işe koyulur. O dakikadan itibaren üç yıl sürecek ‘Kurtuluş Savaşı’resmen başlamıştır. 

Başlamıştır; Memleketin yabancı güçlerden arındırılmasını sağlayacak dünya tarihini ve tarihin emperyalist akışını kökten değiştirecek ‘Çılgın Türkler’in ‘Kutsal İsyan’ı…

Tek bir cümlede gizlidir her şey, koca tarih; “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz…”

2017’nin 19 Mayısında tarihe ışık tutan ve ilelebet tutacak olan antiemperyalist ruhun simgesi; “19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı”memleket meydanlarında hakkınca kutlanamayacak olsa da kutlu olsun…

18 Mayıs 2017 Perşembe


DİRİLİŞ, KURULUŞ VE İRKİLİŞ…

DİRİLİŞ, KURULUŞ VE İRKİLİŞ…

O çok özenilen diriliş ve ardındankuruluş aşağı yukarı bin yıldır kafaya göre ulamalarla işlendikçe işleniyor.Ululamalar film içinde film ve işgüzarlıkla. Erinde geçinde işin özü filmin sonu ise ne yazık ki göz göre göre tarihten irkiliş…

Ürkünün sebebi besbelli. Belli çünkü diriliş ertesinde kuruluşlailgili tüm tarihi bilgiler hem çelişkili,hem düzensiz ve hem de herşey iç içe, karmakarışık.İç içe kanaviçe tarzı yıkımlarla bezeli başlangıç. Tümüsonradan uydurma veya sonsuzluğu zedeleyen yakıştırmalar rulosu.Ayrıcahiçbir çekiciliği olmayan şablonlarla,film arası reklamlarlaayarlanmışel yazmaları. Ayarlanmış, sayarlanmış. Bu kuruluş öyle bir süreçki, kuruluştaniki yüz elliyıla yakın zaman geçtikten sonra geliştirilmiş ve benimsetilmiş

Bidurum draması. Histerik tarihçilerin tragedya kapışması. 

O dramatik yüzyıllarda tarihe düşülen trajik kayıtların ne derece doğru olduğu ise tam bir muamma

Hazin bir öyküdür amata babası kim olduğutam belirlenemeyen dört yüz çadırlık bir aşiret liderinin dirayetidir akıllarda kalan.Veyatam bir imaj hilesi ile imgelem cilası ilebetimlenen çağınayrıntılarında saklıdır tüm gerçekler. Gerçekleri incelemek ve irdelemek için ise ana kaynaklar oldukça sınırlıdır. Resmen çarpıtılmaya da açık davettir.

Abartılarlasüslenmiş bilimsel ciddiyetten uzak bir tarihi kaydırmacadırdirilişin peşine kuruluş hikâyesi. Ya da tarihe meraklı kendine insanım diyenin içini ürpertecek türden bir kayırmacadır…

Yazılmayacakları yazarak, yazılacakları ise yazmayarak kuruntular safında buluşmalara zemindir diriliş. Kuruluş ise doğruluktan ayrılmayacak çizgide bir oldubittiye getirilen ve hep birşeyler göz ardı edilmiş veya hakikatlerden uzak hayal edilerek yazılmıştır. Tarihin esrarlı perdesi kaldırıldığında dirilişin de kuruluşunda tarihi çok ama çok kanlıdır.Bu kandan beslenişin belgesel bir güncesi ve açık seçik netliği bulunsa da daima küllenip kapatılmıştır.

Kapıkullarınca kurgulanışın bir yönü de budur. Zatenanca yüz yirmiküsur yıl sonra elatılmış kuruluşun tarihine. Attırılmış...

Tarihide, tarifi de, tarihe not düşenlerin talihleri de açıkça belli aslında. Hayal kırıkları,marazalar, arızalar, azmalar, sızmalar, kıymalar, kızmalar, kara kanlı maziyegöz kırparken tortusu kalmış toplumsal normlar ayrı ve ayrıntılı bir görsellik taşır. Taşırama hükümranlık daima zaaflardan beslenir.  Veya tarih hırs ve tutkularla karakterleşen kalleş çatışmalarla, dökülen kanlanetleşir. 

On asır önceden bugünlere topal aksak taşınan, taşkın çatlak diriliş, kuruluş ve kuruluş destanının ayni ellerde destelenmesidir. Bestelenmesidir. Bilinen ise ikircikli irkiltici benzerlikler her dönem kargaşasında hep ayni değerleri benzetir. Kale devletçikleri de, site kentleri de hep ayni hoyratlıklar kuşatır…

Hırçın doğa ve bol dua eksenli bir tema. Temaşalar kuşanılır. Yitik, bitikve asla doğruya erişilmez bilgilerle donatılmış bir diriliş mizansenidir kuşa yüklenen. Kuşak dizgesi kuruluş ve kurulum dönemikaçkınlığıdır. O günkü dünyada var olmak elbet bilek cesaret gerektirir,sayısız göçler ve gözü pek uzun yolculuklar ister.Zavallılık ise o zaman yolculuğununbinlerce şüphe ve işaretler barındırmasına karşın yaklaşık bin yıldır on binlerce belgeye dayandırılamayış korkaklığıdır. Kör inan ve şüpheye şerbetlenmedir. 

Oysa hep bu acı kızılcık şerbetiiçilir, içirilir.Dertler ve acılar muhatapsız muhasebesiz hep malum muskaya bağlanır…

Tarihten bir haber öykü mirasçıları da böbürlenilen bunca kör kara bağlanışı, ak kor dağlanışı detaylı bilgilere sahip olmasalar da defaten uydururlar.Tarihi öykülerin ve tarihi kahramanların tamamına yakını bu bayağılıktan asla kurtulamaz. Kurtulması da beklenemez. Tam yarım, eksik gedik tüm aktarımlar bu mahaldedir.

Ması, mayası, mahlası, mahyası diriliş ve kuruluş, kurtuluş bir yana hep eraya, doraya, saraya iğrendirici boyutta, köle düzleminde hizmettir

Öyle veya böyle,belli zaman ve dönemlerde vicdan duygusunu kaybetmişlerin zenginleşme dürtüsüdür tüm kurumlanmalar. İrilişler. Dirilişler. Kuruluşlar.Altı üstü budur tarihin raflarına dolan. Küpleri dolduran. Ayatı, hayatı belirleyen ve düzenleyen bu üsluptur, bu ayarsızlıktır.  Sarayı yönetenlerinsıralı sırasız ve arsız harsız kazıklı ibresine bağlıdır kurtuluş. Her çanlı diriliş ve çalımlı kuruluş. Hüllesi, güllesi, hülasası heybede, saralı ve kazıklı humma çarpıntılı bir özentidir saray duvarından aşan tüm tarihsel mana ve tarihin özeti.

Özetin özetitarihi kuşatan harcıalem hengamelere bel bağlanır. Özelin öznelliğidir harcamalar ve harcanmalar. Özetle kurum kurum kurumlanılarak abartılandirilişin vekuruluşun kılıç kalkan, ok mızrak, saz sadak getirisi ise tarihin arka sokaklarında başıboş gelenek aranmaktır. Boşuna insan olanı irkiltmeyecek film sahneleri taramaktır. Şapadanak avanak jargonlu tarihi şablon filmlerineçekicilik katmaktır.

Tarih filmlerden öğrenilmez

10 Mayıs 2017 Çarşamba


TARİHSEL KLİŞE VE KLİNİK VAKALAR…

TARİHSEL KLİŞE VE KLİNİK VAKALAR…

Zar zor katlanılan yaklaşık yüz yıllık medeni rahatlamadan sonra rahatsızlar bir kez daha kazandı ve bir nevi bin yıllık anlı şanlı tarihe devam kararı alındı. Yeni model ne derece ve kimlerle uygulanabilir yakında görülecek. Lakin daha şimdiden yüzyılın dahi liderine ayıba ve günaha denk ağız kalabalığı başladı. Otomatikman bir başka posta bürünüldü. Yaban ellerde ‘çizmesinin bastığı yerde ot bitmez’ denilen Ottoman hayranlığı modunda çapsızlıklar sadece seyrediliyor. Bu klinik vakalar tarihsel klişelere saplanarak uygarlık tarihini yazan kişiliklere daima düşmanlık sergilerler. Sergiliyorlar. Bu seyrelti otlarını yeren yok, bu çıkıntıları yeğleyen çok gibi sanki. Bu meyledilen şark çıbanı humması hiç de hayra alamet değil.

O öykünülen bin yıllık tarih son on yıllarda klişe kalıplarla kitaplaştırıldıkça, millete var yemez hiddetiyle yedirildikçe bu makus sona gelindi. İşlendikçe işlenen ve parlatılan dört bir yandan sürülen, sürdürülen heybet, gıybet, seferler, kalelerin fethi ve azamet. Tarih sayılan bir muamma, muhteşemlik makamı hikâyesi. Asla gerçeği, tam gerçekleri saptamayan ve yansıtmayan, kalemi altın okkası çeken tarihçilerin işkembeyi kübradan sallaması. Çok az tarihçi yalan yanlış girilen ve gidilen yoldan çıkılamadığını belirtmiş. O kadar.

O kadar ki, koca tarihten geriye kalan girilen çıkılan, feth edilen, ona buna bunakça hediye verilen topraklarda, oralarda herkesin her açıdan özgür bırakılması masalı. Sözde dil, din, ırk, hürriyet rahatlığı. Ellere serbestlik. Buralarda kuruluş topraklarında ise eli yabanı, beyi yabancısı hariç, kendinden olanlara bile bile dayanılmaz baskılar ve en alasından şiddet. Ağır vergiler ve rüşvet çarkı. En küçük masumane başkaldırı da zulüm, azl ve katl. Süslenip püslenip dayatılan tarih işte bu. Asitane asriliği. Haremi kelamı, şerbeti şarabı, payi tahtı saltanatı, dini imanı, meshi mezhebi, şeri şeriatı, irdelenmesi farz başka konular. Dillere pelesenk bilinen ise her daim ‘ tez urun kellesini’ platformu.

Resmi veya gayri resmi tarih sadece genişleyen ve daralan topraklar ile allanıp pullanan ihtişamın sürmesi edebiyatı.  Ve göstermelik, binlerce altın kesesi helallamalık, kelle kurtarmalık inşa edilen yapılar. Çeşme, Camii ve külliye tesisi, tesisatı. Tarih ile divana kurulmuş edebiyatın bu denli iç içe geçtiği bir başka tarih kimde var acaba. Yoktur.

Tarih sanılan taklit ve kopya düzeneği ile egemenlerin, egemenleşenlerin hak hukuk gözetilmeden sınırlı dokümanlarla kayda geçirildiği bir düzenek. Ayrıntıları yok sayan, ezberci ve toptancı bir şekilde tarihe kayıt düşme şaşkınlığı. Gerçekleri görmeme alışkanlığı, el etek yapışkanlığı ile geliştirilen zatı şahaneleri pozisyonu ve ulvileştirilen portre cambazlığı.  Deliden veli, caniden cennet ehli yaratan bir aymazlık. Tanrı tanımazlık.

Tarih sayılan söz konusu edilmesi gerekenlerin saklandıkça saklanmışlığı, demir kapağı kapatılmışlığı değersizlikler bütünü. Saklanan, üzeri kapatılmaya gayret bir yığın rezalet ve cümbüş. Geleceğe aktarılan hep sefa hep sefahat. Oysa her dönemi, lalesi kalesi, sarayı şatosu ve binlerce kösemi hürremi itibariyle diğer memleket tarihlerinde görülmeyecek denli insanı hücceten götürecek rezalet, maskaralık ve felaket.

Şimdi top tüfek yüz yılın kurucusuna, tüm ezilenlerin büyük liderine saldırıların temel nedeni tarihin tüm bunalımlarının otomatik ottomancılarca yakinen biliniyor olması ve ortaya döküleceğinden korkulması. Çünkü övülen tarih gerçekten akıl ötesi ve yürek yakıcı olaylarla dolu. Tıka basa dolu. Sultanından kapı kuluna kara başlıklı cellat beklemekle geçen, ahalisine cellat bile gerekmeyen yamağın hallettiği kısa kısacık hayatlar. Yani cilalanan tarih imrenmelik değil safi ibretlik…

Tarih adına arşivlerde hala çözülmeyi bekleyen yüz milyonlarca yazılı belgeler var. Saltanatın yazılı kaynakçaları. İmparatorluk denilen ise bir acayip uydurma gelenek. Nikahı evlenmesi boş, yoz biçimde doğum, sadece erkek çocuğu doğurmak ve doğurtmak üzerinde şekillenen bir kaos. Kıyamet derecesinde başıboş kıyamlanan bir tarih. Büyük oğul varisliği ile küllenen nice olay. Küllük sadabatı. Hanedanın en yaşlısı harala gürelesiyle nice klişe taht kavgası ile oluk oluk akan, akıtlan kan. Can ve kan pazarı. Her fırsatta sınanan kul sadakati. Hazine dibini görünce zengin toprak talanı için çıkılan seferler, sef akınlar. Ve çapul çupul selameti. Ehliyet ve cibilliyet sahibi olmayanlardan kurulan bir hiyerarşi. Anarşi devleti.

İçinde Allah’tan başkasına kulluk edilmesi geçmeyen bir dine kabaca isyan. Egemen sülale çıkarlarını koruyan, millet ümmet düşünmeyen bir sarsak nizam. Âlemlerin nizamı sayılan ve vazgeçilmez görülen bir aklı evvellik. Tanrının yeryüzüne inmiş gücünü karun, kurum, kurul tertibatıyla kullanmak, hiçbir insani, ahlaki ve dini kural kanun tanımayan bir tatbikat. İşte bin yıllık devlet.

Bin yıllık devlet tarihine geçen çoğunlukla güçlü olmak ve tahtta kalmak için öl öldür, saraylarda zevkü sefa yaşa tabayı öldür, öldürmezsen ahaliyi sür, süründür zilleti. Ve ne yap et, en boyun eğilen ol destanı. Kronolojisi kopyalık derecesinde birbirine benzeyen ama hiç de objektif bakılmayan bir mazi. Asla mazeret gösterilmeyecek denli şekli şemali bozuk bir maraza. Bu günün kes kopyala yapıştır ölçeğinde tarihi tekrarlar silsilesi.

Şu son on yıllara ve getirdiğine bakıldığında da durum ayniyle vaki. Ufukta görünen ‘üslubu beyan aynıyla insan’ nakaratı. Bu günlere gelecekte kim nasıl bakacak, neler söyleyecek tarihin görevi, tarihçilerin sorumluluğu. Saray tarihçileri ve geçmişle yüzleşmeyi değerleyen tarihçiler arasındaki klikleşme ileride hangi klinik vakalara yol açacak besbelli.

Tarihsel klişe de olsa dön geri, bak tarihe yeter; bin yılın her devrinde karşılaşılan tarihten asla ibret alınmadığı ve ders çıkarılmadığından sadece şu bereketli topraklar üzerinde geçerli olan “tarih tekerrürden ibarettir…” tekerlemesi ve bu günün tıpkısı tarihi klinik vakalar…

8 Mayıs 2017 Pazartesi


KÖR KUYU SİYASETİ

KÖR KUYU SİYASETİ 

Yelpazenin solunda uzun zamandan sonra ilk kez kör kuyu siyaseti işlemeye ve işletilmeye başladı. Başlatıldı. Son permanent ile tepe ve dip arasında sınırsız siyaset üretenlerin tamamının kapı önü ve arkası riski altında olduğu tescillendi. Apaçık kapıya dayanan sağda solda söyleneceklere dikkat günleri. Bir yan kör kara kuyu, bir yanda kara zindan…

Kör kuyu bulanıklığı nice bunalımları da tetikler. Zaman öldürme yüzsüzlüğü ile buluşur sırnaşık sedalar, berrak suya yansıyan sahte simalar. Şimdi zor bir hal elde edilmiş ivme, iki yıl süresince kendi içinde sindirilecek. Acımadan yok edilecek. Öyle görünüyor. Biraz sesini çıkaran, başını uzatan hizaya çekilecek. Sonrasında yine yenilgi ve yenilgiler ve hüsran.

Nedendir anlaşılmaz, olağanüstü hallerin devam ettirildiği bir memlekette, ana muhalefette olağanüstü kurultayı yan yana koyan yok. Kör siyaset kayırmacılığı, bekle gör tavırsızlığı. Dillendirenler ise tepe üzeri kör kuyuya…

Kör kuyular toplumsal bir mekân karmaşasıdır. Soğuk ve banaldir. Su görünmez ama sesi duyulur gibi derinden işler. Sanki sanaldır. Sanaldır banaldır ama fikri olmayanlar her daim o siyasetin ipine tutunur. Asla tabanla yüzleşemeyen evetçi yüzler de. İçlerinden tutkuları doğrultusunda en baba demokrat görüntüsü verenler dahi bu kör kuyu siyasetine diplenirler. Vitrin vizyon siyasetinin ve kısır siyaset edebiyatının da çöküşüdür bu nöbetçi yüzler.

Zamanın yok halinde boş zamanında durduk yerde kör kuyulara yuvarlanmak hayatın cilvesi veya siyasetin gerçeğidir. Realite budur. Dur duraksız hayır krallığının izinde arzı endam ettikten, alan podyum boy gösterdikten sonra evetçiliğe çark ediş hangi ulvi maksatla olursa olsun affedilmez. Asla af edilmemelidir.

Bunca badireler atlattıktan sonra bu kabullenemez kaderin tuzağına düşülmüşken herkesten katı disiplin kurgusu beklemek bir zamanların kör kuyu siyasetine resmen dönüştür. Bu gerisingeri dönüş daha çok kelle alır…

Kör kuyularda körleşmek, körlenmek model insan meselesidir. Modern insan meselesi değil. Öncelikle sol siyaset meselesidir, sağ bağnazlığın değil. Özellikle sol siyaset muhasebesidir. Hesap vermemek verememek değil. O yüzden ister yerel ister ulusal boyutta herkes, siyasete bulaşmış her siyasetçi, özeleştirisini yapmadan bu kapının önü veya kör kuyu siyasetini içselleştirmeyi kader göremez. Görmemelidir de.

İnsanlık tarihi teknoloji tahribatı ve tertibatı ile gelenekselleşmiştir. Siyaset ise insan malzemesiyle gelişir. Siyaset zamanın ruhuna karşı doğru duruş göstermektir. Ruhsuz bir zamanda ahde vefasız siyaset arenasında kör kuyuların kapağını aralamak değil. Bu temelsiz dayanaksız onay hiçbir permanent azasına yakışmamıştır.

Başta abi abla derken azar azar büyüklenip, deneyip derleyip her muhalife tavırlanmak ve atarlanmak da yeni yetmelerin harcı değildir. Olmamalıdır da. Yeknesak esip gürlemek de yakışmaz. Her kayda değer yenilikçi buluşu ve duruşu tüzük ve program dışı olarak almak, savunmak ve olağan dayatmalara boyun eğmek ise kendisine siyasetçiyim diyenlere hiç mi hiç yakışmaz. Yazık.

Zaten dertleri ve dostları birleyemeyince bir başına kalınır, kör kuyu kuşatır aklın çeperini. Kara kör bir karamsarlıktır içinde uzanılan. Kör kara kuyu siyasetiyle varılacak son ise işte bu karanlık sonsuzluktur. Kuyunun çeperi kadar marifet sahibi olmaktır sadece.  

Şu fakir memlekette yelpazenin solunda bile özgür düşünceye tahammülsüzlük zirve yapıyorsa ve eksik kabiliyetle kurulmuş, kurumlu permanenet meclisinde hala ‘Acaba bizim yerimize mi?’ kuşkusu duyarsızca oylanabiliyorsa oy babam oy siyasetidir havalandırılan. Bu yeni siyasetin hallerine uygun oy ki oy oyalamasıdır.

Aykırılığın mükâfatı kör kuyulara, kara zindanlara atılmak olsa da yoldan dönmemek siyasetidir asıl olan…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder