28 Aralık 2013 Cumartesi

“GÖZLERİN GÖRMEDİĞİ HALDE SANA İŞ VERMİŞİZ, DAHA NE YAPALIM” 

3 Aralık tüm dünyada ‘3 Aralık Engelliler Günü’...

Engel,  engellilik ve engelliler hakkında toplumun yaşam damarlarına dokunabilmek ve engelsizlerin dikkatini çekebilmek, duyarlıklarını artırmak için dünyanın dört bir yanında etkinlikler yapılacak 3 Aralık’ta.

Kutlamalar düzenlenecek, şölenler tertiplenecek her yerde, dünya nüfusunun 500 milyon engelli yaşayanı için.

Ve Türkiye'de de nüfusun yüzde 12.29'u yani 8,5 milyon engellisi için...

Hem de engellilerin de engelsizler gibi 365 günü yaşamın içinde yer aldığı gerçeğini 364 gün görmezden gelerek ve yalnızca bir günlüğüne hatırı kalmasın babında anımsayarak. Haberlerde, ana ajanslarda, merkez medyada, gazetelerde birkaç satır birkaç kare görüntü, televizyonlarda göstermelik para toplama programlarıyla ve duyarsız kamuoyuna ilaçlık gündeme getirilerek.

Öyle bir gündür işte bu 3 Aralık günü; çarçabuk ve temaşaya önem vererek hazırlanan Engelliler haftası programlarında başından bakanına, belediyesinden nahiyesine, meclisinden mebusanına tumturaklı söylemler atılan ve kürsü, makam, koltuk sefası sonrası unutulan.

Bizim unutmaya kıyamadığımız ve unutturamayacağımız, solgun tarih yapraklarında da hak ettiği yeri alan; günün ve haftanın anlam ve önemine dair bir cümle düştü yine tozlu raflardan. Ülkeyi son yıllarda yöneten bir zihniyetin bakanınca söylenen engelliliğin görmeyeni, duymayanı, yürümeyeni ve zekayı yönetemeyenini komple kapsayan o cümle;

“Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz, daha ne yapalım. Müteahhitlerin yanında çalışmaya devam…”

Tüm engelliler için ve kendimizi yaşamının tam sekiz yılını bir fiil bu uğurda veren bir engelli dostu saydığımız için tarihin tozlu raflarında kaybolmasına kıyamadığımız o satırlara hiçbir ekleme yapmayacağız, tırnak içi bırakacağız. Çünkü değişen bir şey yok şimdilik engelli cephesinde de…

“Karından konuşmak denen muamma bu olsa gerek. Bazen bir söz görmeyen gözlere göz olur, bu cümle de o hesap. Görünüre bakıp da irdelemeden, incelemeden değerinden fazla kıymet biçenlere söz-göz-gözlük nafile ama toplum bilimciler için çözülesi bir soru işareti bu cümle.

Kalp gözü açık olanların hayatını kucaklayan kapkara boşluğa kırmızı kalemle yazılmış bir ironi veya alaysı bir yaklaşım bu cümle. Çehresi insan olanlara sınır boyu aldanmanın, kanmanın acı neticesi, sızlanmakla yazıklanmakla işlerin düzelmeyeceğinin de açık bir göstergesi bu cümle.

Başta engelliler olmak kaydıyla, cemil cümlemizi, sınırda yaşamları, pamuk ipliğine bağlı hayatları görmezden gelme bu dile vuran traji-komik yaklaşım. Görenlerle görmeyenlerin Türkiye coğrafyasındaki düellosunun başlama fişeği bu kelimeler aslında. Açıkgözlerin sınırsız serüvenlerinin görmeyen gözlere kıssadan hisse yapıştırılması bu ; “Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz” lafazanlığı.

Dünya tarlasına ekilen genetiği bozulmuş fikirlerin Türkiye’de de yeşertilmesi çabasının ürünüdür bu tek cümle. Her şeyi, koca dokuz yılı şıp diye özetleyen bir çıkış bu serenat. Hiçbir engel tanımadan halkla sıkı bağlar kurmanın, engelsiz koşmanın dışa vurumu bu; “Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz, daha ne yapalım” zılgıtı…

Akıl sağlığını zorlayan bir kelimeler dizini, ülkenin akıl sağlığını pek rahatsız etmemişti zamanında.

Her bireyin potansiyel engelli riski ile yaşadığının hayatın gerçeği olduğunu unutmak bize yakışmazdı. Jurnalciliğin habercilik olduğu şu devirde bu cümle o günden bu güne yüreğimizi yaktı her nedense, üstümüze vazife olmasa da.

İş göremez durumuna düşmekten ise asgari ücrete talim edilmesinin terbiyeden olduğu hatırlatıldı o gönül gözüyle gören garibe. Kibir taşını sırtlarında taşıyanlar elbette anlamazlar bizim gibi gariplerin feryadını. Oysa altını sarraf cimriyi fakir-yoksul çok iyi bilir. Gün olur devran döner canı sıkılır bunların diye düşünen yok.

Bulmuşlar meydanı boş, sallıyorlar elalemin beşiğini. Halkın inancı bir yıpranırsa üstü kapatılarak geçiştirilen benzeri vakalar ve devasa gerçekler seçim vaadi falan da dinlemez.

İşte o zaman kısa mesaj eleştirileri ile nam salan saman kâğıdı karalayıcıları da kurtaramaz zevatı ve zevata destek olan hazirunu. Çözülemez şifreler kervanına zor erişir ve yetişir alimi ulemalar. Hiçbir ciddi mana taşımayan azarlamalar da yolculuk erzakları olur verilen molalarda, bakıp ta göremeyenlere.

Gören göz kılavuz istemez ama o sarf edilen sözler gözümüzü çıkardı, yüreğimizi sızlattı;

Gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz, daha ne yapalım, müteahhitlere hizmete devam.

Bu yetenek körelten baskılardan moral değerler sıfırlandı. Yine de engel mengel tanımadan yola devam…”

Engellilere engel mengel koyanlara, evinden barkından edenlere, kapı dışarı yapanlara, talimat ve tebligatçılara rağmen yılmadan, yorulmadan, usanmadan yoluna devam edenlere selam olsun,

03 Aralık "Dünya Engelliler Günü" Kutlu Olsun

SU ÜZERİNE YAZILAN YAZI VATAN HAİNLİĞİYSE EĞER, ÖYLEYİZ…

SU ÜZERİNE YAZILAN YAZI VATAN HAİNLİĞİYSE EĞER, ÖYLEYİZ…
 
Bir kara mizah örneği sergileniyor Karadeniz’de…
 
Ana başlığı HES, açılımı hidro elektrik santralleri olan su üzerine yazılan, güzel sonla biteceğine çocukların bile inandırılamayacağı bir masal.  Ve zaman içinde hes-tire-hese dönüşebilecek bu yabancı odaklı masal anlatılıyor cümle âleme. Siyasetin kırılgan rüzgârları ve kılıksız esintisiyle ne yöne akacağı belli olmayan, altından ne çıkacağı belirsiz bir melodram gündemde. Kısacası “fes düştü hes göründü”.
 
Faidesi fersiz, faturasını torunlarımızın ödeyeceği kapanmayacak bir yara, bitmeyecek bir dava açılıyor Karadenizin bağrında…
 
İşi bilirler ile özlü sözlü birliktelikten sonra, uslanmaz bir Karadenizli olarak içimiz titredi, yoldaşla. Burnumuzun direği sızladı. Ve gaipten bir ses kulağımıza fısıldadı;
 
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenilmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
 
Hes yapacak ulusal ve çokuluslu şirketler, umursamazlık içinde. Amerikan doları bakan ve gören gözlerle, adeta bir doğa katliamına hazırlık içindeler Karadeniz’de. Haçlı seferi misali, çok milletli çok dinli ortaklıklarla bedava suya hücum yaşanıyor. Yasak bölgeler oluşturulup, yasak kentler planlanıyor aymazlık içinde.
 
Sularımız, dağlarımız, göllerimiz, yaylalarımız, ormanlarımız yabancı patent tehdidi ile karşı karşıya…
 
Orta Asya’dan kısrak başı gibi uzanmış Anadolu’ya sanki susuzluktan göçmemişiz gibi su talanına alkış, alkışa afiş asıyoruz arsızca. Modern bir hayat düşlerken kristal buz dağına çarpıp yok olacağız Titanik gibi. Enerji için her şey mubah diyenlere karşı çıkanlar, heslere karşı doğal yaşamı savunanlar “vatan hainliği” ile suçlanıyorlar.
 
“Bilimsel veriler ışığında, çevreye duyarlı olmayan ve doğayı tahrip edip bozacak biçimde planlanmış ve uygulanacak olan” her hese karşıyız. Öyleyse bizde vatan hainiyiz. Ancak “Efendiler bu vatan bizim”. Suyun peşine takılıp gideceğimiz bir başka coğrafyada yok, kalmadı. Görsel gerçekliği on numara, ilmek ilmek işlenmiş bir doğa, yok böyle manzara dedirten o eşsiz atmosfer Karadeniz’de maalesef tırpanlanıyor. Hem de "hes" maskesiyle. Çoğu Karadeniz’de olmak üzere binlerce hes… 
 
Hes projeleri bilinçdışı bir aymazlık ile çevreye hassasiyet arka plana itilerek kurulum aşamasında. Hes firmaları ÇED firmaları ile çetleşerek, çeteleşerek ısmarlama rapor versiyonunu çeviriyorlar. Bu film çekimini yakından takip eden uzmanlar ise şöyle kritik ediyorlar;
 
“Hesi yapacak firma raporu hazırlayacak firmaya, istediği çed raporunu ihale ediyor. Çed firması da sadece rapordaki isimleri güncelliyor. Tekniği kopyala yapıştıra dayanan bir sistem. Çoğu rapor başka bir vadiye göre hazırlanıp, firma talebine göre vadi için sadece isimler değiştiriliyor. Tek rapor çoğul versiyon.”
 
Oysa çed raporları çok önemli. Hayat kadar önemli, can kadar önemli, bu işin can damarı çedler. “Baraj yapılacak akarsuyun debisi, rejimi, hidrolojik ve hidrojeolojik değerleri, derenin taşıdığı malzeme ve miktarı, cinsi gibi veriler ayrı ayrı hesaplanmalıdır. Yetmez, ayrıca akarsu yatağındaki canlı hayatı ve biyolojik verileri ve florası önemsenerek bu hesaplamalara katılmalı ve çed raporları bu verilere göre düzenlenmelidir.” Diyor uzmanlar.
 
Şimdi soruyoruz; çed raporları yeterli görülmeyip geri çevrilen veya iptal edilen bir tane olsun proje var mı? Yoktur herhalde” minareyi çalan kılıfı hazırlar” misali. Zararı Çernobil gibi ileride çıkacak bir oldu bittiye davetiye çıkarılıyor elbirliğiyle.
 
Karadenizliler olarak “Bu davete icabet etmeyeceğiz” demek ise suç sayılıyor.
 
Bu kara mizah örneği sergilenmesi başta Karadeniz olmak üzere ülkenin tüm ak sularını karartıyor, doğayı katlediyor,  insanların hayatını karartıyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder