İLİM İLİM BİLMEK VE İNLEMEK…
Bunlar sözde ilmin en değişmez âşıklarıydılar. İlahi aşkı tatmışlardı bir kere ve o yüzden ebediyete dek var olacaklardı. Hiç olmaz ise hedef bindokuzyüzyirmiüçün yüzüncü yılıydı. Ancak ilahi aşkın ateşi kör etti gözlerini ve değiştiler. Kimbilir çok yakında ilim ilim inleyerek tutunmaya dal arayacaklar. Kitaplar öyle yazacak bunları.
İlim bilmek şarttır ve dinen farzdır. Bilmek gerek Ey göz güzel bak, ey dil iyiyi söyle, ey el hakkını al, ey akıl ilim irfanlıca davran kaidelerini. Çünkü dürüstlük koskoca kâinata değişilmez. Kader deyip geçmeden barış ve huzuru yaşatanlar barış ve huzur içinde ölürler. Bu ilimsel gerçeği unutmayanlar kazanır iki cihanı da. bir kez unutmalar başlayınca ve içteki horoz da ölünce hariçten ötmelere gazel atmalara hiç kimse inanmaz sonra. Çünkü çöplükler de karıştırılır yaratılan bu ilim bilim kargaşasında.
Gün Türkiye’sinde kimsenin pek işine gelmez ama “Bir insanın şöhretine, görünüşüne aldanma, namaz ve niyazına bakma, aklına ve doğruluğuna bak…” diye öğütler adaletlilerin en adaletlisi. Adında sanında kapı gibi adalet bulunanlar nedense bu öğretiye sadece bakarlar, anlamaya kalkışmazlar. Çünkü gafil hallerin en beterinden, belki de duası bile kabul olmayacakların safında buluşulmuştur alenen. Kalkınalım denirken tek ağızdan, çok eller uzanmıştır dünya haznelerine. Uzatmalar dışında ayrıca bilinmeli ki bilim öyle ifade eder çünkü, kibir ve gurur sahibi her durum ve koşulda an ve an haddini de aşar. İlahi aşkla bütünleşmiş olduğuyla övünen ama bütünlemeye kalmış tembel öğrenci vasfındakilere de, onlara haddini bildirmek isteyenlere de önce ilim irfan gerekir. Yani hakiki imanla kâinata meydan okunur, topal cehaletle ise kainata köle olunur. Kul köle olmamayı öğütlese de ilim, seçim şansı üç beş yılda bir gelir gider, nasihatlere sessiz kalınır.
Alkışlamalara es vermeyenlerin karşısında “zulmedenleri, zalimin zulmünden korkup Allah’a havale etmek” ise bir nevi kolaycılıktır. Aman bana dokunmasın da tarzında birilerine yaranmaya çalışmaktır açıkça. Oysa açık ve gizli tüm nimetler iyi veya kötü insanlar içindir. Alimler korkmadan hasseten su istimal seyrine dikkat çekerler ve asla hissiyatla değil ilimle hareket ederler. Âlem öyle veya böyle işaret edilen, işaret buyrulan şekilde işler kendi halini kendi halinde. Ama kah orada kah burada kendi halinden memnuniyetsizlik baş gösterince cennete dilediği kapıdan girenlerden olabilmek de maazallah zorlaşır. O halde dilenmek yerine direnmek gerekir ilim bilim dışılığa.
O gittikçe daralan geniş açıda hiçbir sahte ilim ve alim fermanları da fayda etmez. Fermana rağmen o keskin dermansızlıkta kurulan dünya tuzaklarına bir bir düşülür yumuşakça veya kanlı ümmetten ümmiye geçilir…
Oysa gerçek âlimler her alanda her planda abitlere üstündür der kutsal kelam ve yazar altın kalem. Ve bilim ışığıdır kalem, kalem en yüce bilgindir, gelip geçici azamet karşısında kırılmadıktan sonra. Ve her daim dünyalık peşinde koşanların peşine takılır ve iz sürer kalem ve kelam. Her türlü kıtlık ve zıtlık ansızın vurduğunda rasyonel bilim ve gerçek alimler kurulu kurulmuş cahil tuzaklarını bir bir ortaya koyarlar.
Asar bırakmayı hasar bırakmak boyutunda aleme yerleştirenlere tek bir cümle yeter aslında; Allah bunların gizlediklerini de bilir açığa vurduklarını da… Demek ki ebediyete kadar var olmanın ve yaşamanın en keskin ölçüsüdür eser bırakmak ve nalıncı keserini de elden bırakmak.
Aklı esince zerre kadar iyilik yapmak ve akıldışı formda kitlelere kütlelerce kötülük etmek ilim irfanla açıklanamaz. Hatırlanması gerekendir o bilim dışı taşınmada kıyamet günü rezil olmak da var gerçeği. Rıza kazanmadan, kitabın gereği davranmadan, yaşanmışlıkların topu zembereğin boşanması, akrep ve yelkovanın boşa işlemesi gibi bir şey demektir.
Oysa bunlar sözde ilmin en değişmez en büyük âşıklarıydılar. Devlerin aşkıydı yaşanılan ve İlahi aşkı tatmışlardı bir kere ve o yüzden ebediyete dek var olacaklardı. Hiç olmaz ise yakın hedef bindokuzyüzyirmiüçün yüzüncü yılıydı. Yetmez ise uzak hedef olarak yetmişbire kadar uzatılacaktı seneler. Ancak ilahi aşkın ateşi kör etti gözlerini ve değiştiler ve maalesef ilimi bilimi unuttular. İlim ilim bilmekti, ilim kendin bilmekti, kendilerini kaybettiler ve alemi kurmaca hikâyelerle uyuttular. Kimbilir çok yakında ilim ilim inleyerek tutmaya el, tutunmaya dal, savrulmaya yel arayacaklar. Ve kitaplar öyle yazacak onları, aynen böyle, nafile.
Zaten elindeki emanet hazineyi incitenler, inci tanelerini kendi namı hesabına biriktirenler, Kitab’ı terk edip unutanlardan ve realitesine sırt çevirenlerden sayılırlar sayıyor ilim. Bu mizansızlıkta olgunluk güzergâhındaki yalpalamalar ile doygunluk ve dolgunluk mertebesine kalkınır tüm sadelikler. Yani tuz ekmek çıraklığı, bal kaymak şöleni ustalığına terfi eder sadece. Kala kalmak odur işte ve ilim irfan deyip durup kaybetmenin canlı görüntüsüdür bu adaletsiz kalkınma. Sanki çok yakında hayranlıkların tümü rafa kalktığında kim kime yüz çevirecek, hal mecal kalacak mı görecek elalem.
Kul hakkı bir yana ev en başta, Babanın evlat, evladın baba için cezalandırılmayacağı güne kadardır ebediyete dek var olmaların tek sırrı. Ayıklanılan, sayıklanılan, ayıplanılan kel kibarlık en akıllı sözcüklerle dahi anlatılamaz o tarihi gün gelip çattığında. Yaslı yasaklar baş tacı edildikçe ve tek taraflı başa kakıldıkça, ilim ilim inlemek eksik gedik tüm iletişimleri de alnının çatından mimler. Mim koymak, mimlemek ve mimlenmek beddualar tam yerine cuk oturunca hiç te işe yaramaz sonra. İsyanın özüne değer cesaretin iğnesi ve alkışlara da hiç eğilmez doğrular. Doğruları bilen ve söyleyenler isyan bayrağını bir çekerler pir çekerler o vakit.
İlim aşkı her sevincin bir sonu, her sonun bin bir sorusu, her şemsiyeli ıslanışların da ıslanma olmadığı gerçeğini bilmektir. İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir, bilim ilahi aşkla inlemektir. İşte Onlar ilmin ilmeği boyunlarında gezerler. Biz de onlardanız…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder