3 Şubat 2015 Salı

ŞİİR GEZGİNİ…



ŞİİR GEZGİNİ…


YAĞMUR ADAM AĞLIYOR.

Yağmur adam ağlıyor
yağmur yağıyor bardaktan boşanırcasına
etrafta Adım başı kaza,
sokak başı yuvarlak çukurlar ıslaklığı
Yaralı, yarı ölü, sakat, dolu
Aciller dolu, ambulansları sireni suskun
Ayıkladığın sözcükler baştacı ettiğin kibarlıktan
Başucunda okuduğum kitap,
yaslı yasak anılar ıssızlığında ıpıslak
Başarı bombası düştü çağına
Ocağına bak, şu işe bak durma çağla.
Eksik iletişimlerin uzağında yağmur sağnağı
Yağmur adam ıslak.
Beddualar cuk oturmuş isyanın özüne.
Gözlerinde eyvah kıvılcımları
ve koca bir ayıp.
İtirazım var elde var sıfır,
teneke madalyalı kayıp
Üzerinde koca dünyada ki yalnızlık
Kazınmış madalyonun iki yüzüne de
Şifreleri çözmeye adam gerek.
Düzeltin bu yanlışı haykırışında cesaret,
Ama Her keman çalınışı bir konser değil.
Alkışlara eğilmeler doğruları söyleyenlere de
Her sevincin sonu şemsiyeli ıslanış.
Yağmur yağıyor, yağmur adam ağlıyor
arap kızına bakıyor yağmurlarla.
Seller akıyor, arap kızı camdan yağmura,
Yağmur Adam el sallıyor
Bir camda o, bir camda dalkavuklar.
Turp gibiler maşallah,
pusu kursa da şüphe
adam başı adımbaşı arınma
Çadırın orta direği pek sağlammış direniyor
Yağmur yağıyor, yağmur adam ağlıyor,
Gözyaşları yağmurdan beter.
Bardaktan boşanırcasına
Zerresinde küstüm oynamıyorum delikanlılığı
Yağmur adam yağmur dindi ağlıyor.
Şifrelerin çözüldüğü görüldüğünde
Yağmur adam yalnızlığı…

KAZASIZLIK YAKASI

Vaktiyle güneşe en yakında
Akıl almaz uzaklıkta
Hummalı bir başkaldırışın izlerindensin
Kılıksız sürücülü arabaların gezdiği
Gıcırtılı Tekerleklerin açtığı
Silinmemiş
Binlerce yıllık.gizdesin.
İzdesin izmdesin.
Gözetimlerden geçerek kazasız belasız
Nil kıyısı uygarlığına varıştasın.
Altın kakmalı kılıçlarla dizginlenen isyanlarda
Moskof açıklarındaki yarımadadaki amazonda
Yanları portakallıklarla süslü üste
Anlatıların derin sessizliğindeki şahinde
O tiz çığlıktasın.
O giz çağlarda
Merminin oynaştığı yivlerde
Borunun üflenir ti sinde
Fırkasında yaşanmışlık zırhında
Hırkasında yaşlanmış yüce aşklarda
Teninde terleyen parlak çizikte
Öylesin öğle güneşinde
Ölünmemiş, sürünmemiş, süzülmüş yıllıklarda
Yaşıyorsun mor güneşte sürgün,
Üzgün ve en parlak
Vakitsiz tarihe karşın
Eş zamanlı başkaldırılarda
Hummalı bir alışkanlıkla izliyorum nefesini
Efesini
Gül gibi karşımda...


SIZI YAZMA SIRRI YAZ

Yazıyorum öbeğine, göbeğine, gözbebeğine
Ödleği kazıdığım ağaçlar devrilmiş
Cesurca direnmiş sellere kara toprak
Ulaştığım ülkelerde sevecenlik
Öykülerimizde nasipsizlik, yaşanmamışlık
Neler yaşamak isterdim bir bilsen
Göbeğindeki çukur tadımlık şeker
Bir can aldın benden,
bıraktın cansız kansız
Sazlıktan kanatlanır öbek öbek tömbelek
Sızlar yürekler sızı yakar sırrı yazanları
Alabaşlara saydırmaca saçmalık,
domdomca cinayet
Vermem gerekir saatini,
zamanını sil baştan yaşamak
Silinmez yara,
yarım saat ver bir saat üste almakla geçmez
Atıyorum ölesiye,
canımı sırlara sırıyıp en öteye
Cananım resmi fiyakalıyla evlenmiş
bir çocuk bir bebek
Kalp kırık, kafa dolu, hınç eski,
Elde belde evli dostluk çıkmazı
Akla gelmedik dizelerin uzağında
sönmüş aşklara kavrulmak
Sızıyorum lezzetine, tadına, şerbetine,
tek yudumda susuyorum yazının sırrına
ve yazıyorum öbeğine göbeğine gözbebeğine .


SİMULTUNE TERCİHLER

Yaşamı imgeliyorum.
Şiirin gizinde yüzen duygularla şiirsiler
Dingin tasarımların görselliğine inat
Çekimsiz fiiller ve rütuşlar kurgusunda hoyratça yaşıyorum
Karanlık oda zifiri mekanlarda
Animasyon kompozisyonların tuzağından kaçarak
Düşlüyorum alternatifler çıkmazında gerisin gerileri
Karmaşık karma karışık verilerin ışığında
Işık kör etti sanki beni,
duyularım aciz dilimde haciz
Evrimleşen kağıdın hışırtısıydı delirten tenimi
Çetin diyalogların karaktersizliği yada
Üslubu belgeleştiren geleceksizlik
Veya Işık bağlantılı hata ayıklamalarda gecikiş
İşte hiçe sayılan asıl neden bu muamma
Döngüyü sorguluyorum,
Dünden önce yarından sonra ki kımıldanışı
Formüle edili etiketlerdeki hırsı, ızdırabı
İşlevsiz değişkenler düzeni hasta mantığımı
Simgeli makyajlar sert komutlarla kremlendiğinde
Metin analizlerinde yedirmece rapor
Sonuç simultene uygulama,
Simultine tercih uygunsuzluğu
Uygunsuzluğun aşk korkusu
tercüman apar topar
fırlayınca çemberden
Kapıyorum penceremi...


BİR YUDUMCUK

Yudum yudum,
Evrensel kitaplık seçkilerinden içtim
Manifestolar yazılmış dirence uçtum
Hayır cevabına rest çeketim
Yumruk yumruğa
Teorilerin bulanıklığı dağılıyor
Perde perde
Mantığın başladığı yer orası
Anadolu’ da bir genç dolaşır orada
Soluk soluğa
Kazanlar kaynarken kızıl alev üstü
Yandıkça durulur gençlik
Devrimci pozda
Dilsizliğin yolu dile şahkulu
Güle sarılışın özlemi dağ gibi büyür
Seçmeyi bilmeye varışla biter acılar
Bahçelere sıçrayan o tatlı heves
Fiyatı ucuzlayan yöneticiler
Sevdalar ah o sevdalar
Bol bol bozulmuş insanlık
Bir yudumcuk
İşte bu kitap onları yazmış.


TİRYAKİ KAPISI

Kapıyı zor kapadı yalçın
Salaş ayaküstü tektekçinin ağı demir kapısını
Masalar uzun dar nemli
Çiçekli muşamba kaplı
Dışarıda kar eşik içi har
Tiryaki kapısından geçmiş tirin
Enfiye kutusu parmaklarında
Çürük manzara kokuyor eller
Şaşkınlara inat burnuna çekti.
Garipsendi tiryaki er
Ama fethetti er vakit gönülleri
Votkayı bir vuruşta alnından
Vurunca duvara yalanları
Takdirlendi çavuşoğlu
Çetrefilli hikaye kırk yıllık dostluğa ağıt
Lastik damgalı ağıt
Sürdüğü losyon ağır istilacı
Hangara uğramadan ölünmez oğul
Ustadan el almadan
Tam ayaklanacakken sılaya
Davudi sesli bızdık bızladı
Oratoryo canlı canlı sardığında atmosferi
Hızlandı kapı dışarı notalar
Hikaye daha çok anlatılası
Açık kapı açık kaldı yalnız.
Yalçın kayalıklara vurdu şavkı aşkın
Kalelerde açık kalmış tiryaki kapısı…


VİŞNE REÇELİ KAVANOZU…

Vişne reçeli tadında herşey
sahipsiz fısıltılar diyarında
Sadece duman tüter boş ev bacaklarından
hır kovan arı boğan
Vişne çürüğü tabanlar ovaya yayılmış,
Tepelere kavnoz dipli mercanlar
İlkin güneşe doğru kovalamacada o azgın ses,
kar boran ve penceresiz karavan
Kulak verildiğinde al şelaleye,
güzellikle saran kahkahalar suskun
Kimi kovalıyorsun sen bu örtülü koşturmaca da kimleri
Fındık bahçalarına sıvışan o ürperti
O süzülüşler kimin eseri
Deniz boyunda sere serpe incir yaprağı biçimli tazelikte
Islak sarı saçlarından sır damlayan ıssızlık kimin
Çığlık olsan kimse yok yoğunlukta,
zorla ümitsiz yarınlara
Vahşi bir nida,
ayak seslerinden deliriş hızında bir hava
Abandıkça dağılan belirsizlik
çok uzaklarda, vişne reçeli tadında bir hayat
Üstüne çullanan bereketsizlik suçuna kapılarak
Tepindikçe öpülmeye hazır sızlanışlar,
dev acılı şer kaygılı
zamana bırakmalar bıktırmış akrebi
Entarisinin düğmeleri açılır soluk soluğa sonsuza
Soluk bir ten mutluluktan gözlerini açar
Umutla dağılır sahipsizlik
Utangaç kaçırmalar yaşanır bir bir,
Medcezir aklın duvarını öper.
Vişne çürüğü başaklar kutsal vişne reçeli tadında
Sahipsiz yükseltileri dişlediğin özleyiş tanrısal düş
İşiten kim kim işitir
aynaya bakıp da acıdığın gençliğini kimbilir
Öğütlere uymayan zehir dolu damarlarda
kötü niyetli meltemler titrer
Yankılanan sözler göbeğinden öperek geçer
hasata yakın birleşmeler hasıraltı
İki tepenin arasında şıppadak kayboluş görkemli.
Görkemlidir kestane sıcağı, fındık özü
Çırılçıplak dolaştığım soyluluğa kök inancı yapışmış
Tanrı laneti bulaşmış yosma şehir aşklarına
Halden anlamaz memnuniyet gelincik tarlasına yuvarlanmış
Oyaklarına güneş ışıltısı dolmuş dişiliğin
Oylumlu oburca dirilişin
Kırılgan bedenlerde tatmin olmuşa benzer şişinmeler kıpraşır
Marmelat sıvanmış açık yüreklerde aldırmazlıklar
Barınıyor bakınıyor iş tatlıya bağlandığında
Yakınlaşmaların gediğinde vişne reçeli
Oyalı boyalı göğsü bal sıkılganlık başköşede
Bükte Bir kuyu ağzına oturmuş müstehcen fıkracı
Büklümlerine dağılmış boşanmalar
Bir parmağını bandırmış vişne reçeline
Diğer parmağını oynakça duman tüten bir boşluğa daldırmış
Fındık kırıyor kollarındaki artan güçle,
Gücendim Sahipli sahipsiz fısıltılar diyarında
Gelgit noktasında beklersen vişne reçeli,
Bundan sonrası çok güzel olacak, geliyorum
Vişne reçeli kavanozu kucağımda...  


ÖLÜM ORAĞI

Cam gözlü bir kedi gördüm
Bu gün sabahtan
Bir ağaç dibine yatık
Kaskatı kırpık
İşte ölüm dedim.
İşte Can.
Evet işte ölüm dedim
İçim daraldı.
Cansız dı.
Ve o an sanki bende öldüm.
Bir ağaç dibinde silik mezar,
Mezar taşında ben yazılı.
Akşamdan.
sabaha
Azrail cam gözlü bir kedi.
Ölüm sanki cam gözlü bir kediydi
Cam gözde parlak orak
Çekiçsiz.
Camdan kalpler kırıldığında
Cam gözlerde kendime baktım.
Aynalarda ölüm.
Ölümü de ölümsüzlüğü de gördüm
Ölüme sövdüm,
Kedim Camgözlüydü
Anladım ki öldüğümde cam gözlü bir kediyim
Ölüm orağını bileğledim
Ama bilemezdim, öğrendim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder