5 Mayıs 2017 Cuma

BABAM, DENİZ VE BEN…

BABAM, DENİZ VE BEN…
 
Babam bende, Deniz Denizkızımda sürüyoruz hayatı. Sürgünüz. Yürüyoruz zıpkın gibi. Süzülüyoruz gelincik tarlası dağlara pupa yelken. Gün güneşin zaptına yakın. Denizler ise başka bir âlem. Öyle ki hala şehir kırsalından dağlara savrulur en devrimci heyecanlarımız, hayallerimiz…
 
Delice savrulan zaman süzgecinde her mayısın ilk haftası, onların seneyi devriyesi her altı mayıs gelip çattığında aklım yanar.  Yüreğim tutuşur.  Babam bende, Deniz Denizkızımda ağlar. Ölüm yakışmaz onlara, hiç birine.
 
O yüzden ölümsüzlüğe gömüdürler. Bir demet, üç kırmızı karanfil Karşıyaka’da dost bağına, yeşil çotanak atam ise Çavuşonun bağrına gömülüdürler. Onlar darağacında sehpaya, mermerden musallaya yürümekten asla çekinmediler. Çünkü cesaretleri ve umutları vardı. Yığınlara yoldaş oldular. Şimdi doğaya bir başka güzel yakışırlar. Mavi gökyüzünde turlayan doğanlar tutar nabızlarını…
                                                                                                                                                      
Her mayısın ilk haftası gonca gülün dikeni yüreğimizi kanattıkça sinkaflarız. Elbette acılar en zirveye tırmandığında bu güne özgü duygusallıkla içleniriz. Benden içeri o duygu fırtınasında çocukluk yıllarımdan kalma babamın beynelmilelliğine rastlarım önce. Sonra hayatın gerçekliğine…
 
Gönül gözümde babam beynelmilel bir kahramandır. Biz de o sayede beynelmilel olduk. Denizlerle buluştuk. Babam da atlas maviye kanatlandığı, o sınırsız boyuta uçtuğu gün denizlerle buluştu. Denizi karartan imanla, fındıklıkları yeşerten inançla kucaklaştılar. Baba ve oğulları misali en candan. Beynelmilelce ayak izlerini takip etmek de bize düştü. Bizden sonrası da denizkızıma…
 
Çok on yıllar öncesine dayanır bizim yarenliğimiz. Her ağızda topun ağzındaydık günlerine. Çekilmez günlerde topuna isyan aşamasına gelmişlik yıllarına. Yirmi dört yaşındayken, ‘kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum’ diyebilme zenginliğini yaşayanların yoluna. O yolculuğa dayanır bizim yoldaşlığımız.
 
Bıçak sırtı güneş Mayıs akşamlarında kızaran damlara vurduğunda ayılmalar başlar. Ben bir başka gamlı ve katmerli hüzünlenirim. En baba gülümü de “Gülünün Solduğu Akşam” toprağa verdiğimdendir bu yas. Dilimde dirilir sözcükler, canlanır tüm insani dialoglar, ama söyleyemezim. Gülün dikeni yüreğimizi çentiklediğindendir bu başkalaşım. Alnımızda zindan karasıdır. O yüzden unutkanlık ve acizlik göstermeyiz hiçbir zaman.
 
Sağa sola delice savrulurken zaman, mayısın ilk haftası arzdan arşa sonsuzluğu içselleştirir; ayni gün onlar öldürüldüğünden, babam öldüğünden toprağa bağlanırım. Onları defnederken aklımdan öper mayıs gülleri. Kalenderlik babadan miras, yutkunmak da onlardan.
 
Yakınlarını yitirdiğinde hiç ağlamadım kim diyebilir ki. Kim diyebilir ki en baba manifestolar kaleme almış olanlar Duyguların Efendisi babasına ağlamaz diye. Babası öldüğünde ağlamaktır devrimcilik. Oğlu öldürüldüğünde ise ağaç gibi ayakta ölmek. Yoldaşı öldüğünde ise hayatı çarpıtmadan yaşamaktır mesele, kara benekli hayallere dalmamak.
 
Kaderin bir cilvesi, onlarla birlikte babamı da anarım.  Yüreğimde hasret. Labirent esrarı ve sır biyografiler. Bir anda “ yüz metreyi en hızlı koşan çocuklar” seksenlik ihtiyara elverir. Omuz verirler ve kol kola ölümsüzlüğe yürürler. Gün, yersiz zamansız ölüme mahkûmiyetin ağırlığını hissetme günüdür. Tekler kalpler. Yaşanmazı yaşamak acıtır ve incitir yürekleri.
 
Onların başı dikti ve hayal ettikleri güzelim dünya için kendilerini feda ettiler. Ülkeleri için, memleket sıla için, anaları babaları kardeşleri için, kurtuluşu dileyen isyanları vardı. Dimdik durdular ve gittiler. Onların asla ince gelecek hesapları, kişisel kaygıları yoktu.
 
Her mayısın ilk haftası iskele, sahil, meydan, memleket esenliği için turlayanlara babamın da eklendiğini hissederim. Babam, övülmeye layık yoldaşlar, dostlar, ben ve denizkızım. İzlenecek en devrimci yolların yolcusu olarak vururuz adımlarımızı mayısın ilk haftasından ileri.  
 
Varsın olsun ayrılık şarkıları, Her içli şarkıda titrer zaman. Mayıs akşamları güneşi renklendirdikçe yeşilden kırmızıya yarım kalmış sevdalar dumanlanır. İşte o vakit çok düşünerek yazmak, hiç düşünmeden söze başlamak zorlaşır. Biraz daha zaman gerekir.
 
Babam bende, Deniz Denizkızımda sürgün vermişken sararan yapraklara ve lacivert taş üzerine kazınacak bilgeliğe daha epey zaman var…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder