9 Haziran 2014 Pazartesi

‘BEREKET VERSİN Kİ FELAKET UCUZ ATLATILDI’ MASALLARI…

‘BEREKET VERSİN Kİ FELAKET UCUZ ATLATILDI’ MASALLARI…

Her felaket aslında, göze görünebilir bir hayal ürünü ile en başta kendini hissettirir. Hissettirir ama kimse inanmaz, algılayamaz veya anlamak istemez işine gelmediğinden. Ta ki emarelerden, nişaneye büyük yıkımlar kapıyı çalıncaya dek kayıtsızlıktır baş tacı edilen. Kabak patladıktan sonrası ise akla zarar mahvoluş ve çöküntü girdabı.

Bereket versin ki, ülke inşa edilirken bu gün o çok sıklıkta karşılaşılan, rastlanılanlara hiç itibar edilmemiş. Bazı yoklar vardan, bazı yalansılar doğrudan daha evladır misali Allahtan yok sayılmışlar tek kalemde. Ve her şey bizatihi gerçekler üzerine inşa edilmiş…

Cilt kapağında Kemalist Nutuk, kalpaklı ciddiyet, fasikül fasikül komitacılık, buz renkli yüzleri tarihin altın yapraklarında, sınırsızlığın kıvrımlarında dolaştırmış. Tarihin süsü püsü bir yana binlerce martaval da kâbusları oyalamış yıllarca. Martaval zadelik zirve yapınca, tanyeri ağarana kadar, tartışmasız frekans yalpalamaları kibre sevk etmiş acele karar vermişleri ve haksız semirmişleri. Kalpler kilitlenip altın yaldızlı sandukalara kapatılınca da, akıl takdir edilen edilmeyen nice tuzaklara düşer olmuş.

Faka basmaya, caka satmaya görsün düşkünler, felakete uğratırlar önlerinde seyredenleri ve o önlenemez düşüş işte o an başlar…

Toplumun hayallerine ciddi biçimde etki yapma sanatkârlığı, halkı yönetmenin en birincil yolu görülmelidir ve vekâleten zanaatkârlıktır. Bu asaleten zanaatçılar ve vekâleten zanaatkârlar çoğalınca ilah sayıp, tapmakla devam edilen bir değer yargıları bunalımı içine düşülür komple ülkece. Artık komplo mu denilir, kompleks mi yoksa paralelden mi dem vurulur herkesin kendi payına en aykırı sevdaların özlenmişliği gerileyişe veya gerisingeri ilerleyişe damgasını vurur. Kim ne derse desin, kendisini ve idesini nasıl savunursa savunsun ‘Allahsızlığın dini şeklidir işte bu şekilciliğe hapsolmak ve şekilsizliğe şeklen esas duruş göstermek’.

İtirazların her halini; bürünülen değersizlik ve aciliyetçi tahammülsüzlük temaşasına ek olarak doğaüstü ve fizik ötesi fevkaladelikleri alelade bir siyasi objelik kürsiyatında boğar, yetmez ise de dini kelamı metalaştırır iseniz, yürümez ayaklar sürünülür. O safiyane olmayan bağlanıştır ki, ülke inşa edilirken yok sayılan ve taştan imal putlara, ilahlaşan putlaşmaya dik duruşa ihanettir aslında.

Yıllardan sonra desturu düsturu bir yana bırakıp, bağlanılan tüm inanışları ve hevesleri geçici ve tutucu bir lidere sihirli bir güç yaklaşımıyla tevdi etmek farz olunan kuvvetten resmen merkezkaç kuvveti ile kopuştur. Bu dini kopukluk ve dinsel ayrılık ise o hep dine bağlılık ve dinsel kapsam edebiyatçılarına, yeminlerini dini içeriklerle eden zalimlere fuzuliyattan bağlılıktır. Kıl, kanat, maharet hesabı yapılarak bağlanılanlara ve bağlantıya bağlanma dayatılanlara körü körüne bağımlılık sahteliği, çemberin dışında kalanları babası dahi olsa düşman saymakla, din harici görmekle ifadeleştirilir inanış.

Bu bilinçlice hazırlanan hoş görmezlik ve öngörüsüzlük ortamında, kayıtsız şartsız ve yerli yersiz itaat silsilesi yoluyla en şiddetli propaganda yöntemleri de harcanarak, kusursuz ama ağır kusurlu tapıcılar ve seviciler izansızca hizalanır. Bu insafsızlıkta ve kazaya uğramış saflıkta dini ve siyasi inançların rolünü mutlak hüküm sürme ve mutlakıyet üzerine planlayıp, mevcudu yenileştirmeyip bozanlar, mevcudiyetin de temellerini sarsarlar para, mal, mülk, varlık ve zenginlik uğruna. Bu sayede peş peşe aşılanan sahte dini hayranlık hayırsızlığında ve haksızca uzun yıllar tarihin süsü püsü, otu motu olmaya devam etmekle övünmeyi kendilerine borç edinenler asla ödenemez oranda borçlanırlar.

İşin gerçeği, sualsiz itaate mecburluğa, şahsa münhasır sırrı sır mukaddesatçılığa, ilahsal boyutta tapınmalık değer tılsımına, inandırılmış onlarca milyon edilgenlik mevcuda cennet aşkıyla sarılır. Ayrıca köylerden kentlere koyu dindarları bile kökten değiştiremese de düşündüğünün aksine hislendiren indirgenmişliğe ulu mabetlerde yeşil ışık yakılıyor. Bu yeni eski fikirsel, dinsel kavram kavgasında, tüm haklılıklar kargaşa gösterilip din bağlamında dini korkuya, etik manada adi duygulara, adli kovuşturma ve adil olmayan kovalamacalara kurban ediliyor ise, kavimler göçünü bilmeye de hiç gerek kalmaz.

Halkın değerleri ile oynandıkça, değiştirilen dini ahenksizlik türlü biçimselliklere muhtemel kayışı da artıracağından eski zail olur. Yeni olarak safsatası bol ve boş inançlılığın yerleşmesi yerleştirilmesi de bu içgüdüsel esirlik dönemlerinde aşırı kolaylaşır. Zaten halkın dini inançlarının temellerini oluşturan en yakın ve en uzak sayılabilecek etkenler dahi uzun süren faaliyetler ile zayıflatılmış ise beklenmese de gelen sonuç bu olur. Neticede bu asıl felakete uğramışlık zamana dayalı isyanları körüklese de herkes her şeyi din iman adına bir perspektifte gördüğünden, görmediğime inanmam halatına asılır radikal itikatçılar. Oysa dinin temeli görse de görmese de, görmeden iman eylemektir.

Öyle ki her ayaklanmayı karşı şiddetle, her doğru fikri yüzeysellikle, her iktidar karşıtlığını anarşistlikle, her hükümet mualifliğini din düşmanlığıyla, her karakteristik direnişi fikir ve inanç hürriyetine uymamakla, her bozulan psikolojiyi ahlakla, her ırksal öz arayışını vatan bölücülüğüyle, her karşılaşılan müessif olayı fıtratla ve göz göre göre gelen afet ve felaketleri kadercilikle bağdaştırmak ve ifadelendirmek kimsenin zoruna ve gücüne gitmiyor artık. Aslında bu iradesizlik ya bu gemi gitmiyor veya gidiyor da bir meçhule sürükleniyor demektir, imanlı imansızların yüzü suyu hürmetine . Bu saatten sonra ileriki zamanlarda ‘bereket versin ki’ diye başlayan yakarış ve yaltaklanış cümlelerini şimdiden görmek ise, asla gaipten bir ses ve haber diye algılanmamalı…

Eski kılığı yeni kılıksızlıktan ayırabilme mahareti tamamen aklın rehberliğinde bir tarih yolculuğu ile kazanılır. Kalıtsallaşmış birikimler irdelendiğinde ise dış şekilleri kolayca değişenler, cismini resmini kolayca değiştirebilenler anında ortaya çıkar, rol çalar. O kara tabloda ruhunu kaybetmiş bir medeniyet var olur. Odur budur bir yana evrensel dinamikleri hiçe sayarak sürükleniş ile, ruhsuz medeniyetçiliğe iki aşamada ulaşılır.

İlkin hissettirmeden yavaş yavaş gelenekleri değiştirmek, ardından değişen gelenekselliği de ‘din’ diye halka benimsetmek budur meselenin özü. Halk bir kez benimsin, bendensin demeye görsün, benimsedi mi bir kere zaman tapınağında heybetli ve kudretli hükümdarların da, hükümdar putlarının da kolayca yıkıldığını görmez, bilmez, duymazım maymunluğuna başlar. Ama gerçeğin harlayan yüzü kapı aralığında göründüğünde dahi; iş anında değişir.

O vakit birileri çıkar Bereket versin ki felaket ucuz atlatıldı… der, tepeden tırnağa kandırılmış, iman etmeden tasdik ve inana zorlanmış halk da; Bereket versin ki felaketi ucuz atlattık der… Ve masal budur ya her şey unutulmasa da unutulur…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder