9 Haziran 2014 Pazartesi

MUHARREM EROL-06/2014-1

  

ALİ’Yİ DE ÇALIYORLAR ERENLER…

“ Hu erenler, meydan ise aşk olsun, meydan sizindir, meydanınız mübarek olsun. Hz. Allah birliğinizden dirliğinizden, katarınızdan didarınızdan ayırmasın”
                                                                                                   Gerçeğe Hü, mümine YA ALİ.

Yüzyıllardır, ayrılmadılar ayrışmadılar ve hamları pişirdiler. Gökyüzünde turna olup Hak için semah döndüler. Hakkın divanına ak oldular, dara durdular, dara çekildiler, asıldılar, yüzüldüler, yakıldılar.

Yanan yüreklere kar oldular, meril keklik gibi sektiler, her çiçekte bal oldular, taşa tutuldular. Kerbela’dan beri Fadime’den doğan iki güneşe sahip çıktılar. Mervan Yezit katında yer almadılar. Hak Muhammed Ali dediler, Ehlibeyt’e sahip çıktılar…

Davaları Kerbela davası. Şah Hatayi’nin nefesi, Kul Himmet’in deyişleri, Nesimi’nin derisi, Şeyh Bedrettin’in kellesi. Günümüzde de devam eder Maraş’ta, canlar yanar Sivas’ta. Dal grubunda dizilirler sıraya; işkence, baskı, zulüm durduramazlar, yıldıramazlar, sonu olsa da ölüm…

Hacı Bektaş’ta, Serçeşmenin başında himmet verdiler. Anadolu erenleri, Urum erenleri, Horasan pirleri yol gösterdiler, çiğleri pişirdiler, gönüllere girdiler. İncitilseler de incitmediler.

Tarih baba neleri yazdı okudu. Binlercesi ışık tuttu Anadolu’ya. Hacı Bektaşı Veli’den Pir Sultan’a, Şah Hatayi’den Kaygusuz Abdal’a, Fuzuli’den Nesimi’ye… Günümüze gelirsek Neyzen Tevfik’ten Hasan Hüseyin’e, Âşık Veysel’den Ali İzzet’e, Mahzuni Şerif’ten Neşet Ertaş’a, Davut Sulari’den Daimi’ye; düşün hesaptan ne kalır geriye…

Kara yobazlar, karabaş gibi hırlayanlar, yüksek katta zırlayanlar, karanlık emellerini oya bağlayanlar, adaletsizliği hırsızlığı soya bağlayanlar, paralarını dolara euroya bağlayanlar; vakıf kurup başına geçenler, milleti soyup işine bakanlar katlimize ferman yazıyorlar. Serler verdik Gezi de, yurdun dört bir tarafında. Yakışmaz artık bize susmak.

Hizmet alıyorlar, askere alıyorlar, vergi alıyorlar. Sormak lazım son yirmi yılda İstanbul Belediyesine, ilçe belediyelerine bir tane bile alevi (işçi-memur) işe alındı mı? Bırakın işe almayı, olanları bile tasfiye ettiler.

Cem evlerine cümbüş evi diyenler, Müslümanların ibadethanesi camii diyenler, Aleviler Ali’yi seviyor ise ben de aleviyim diyenler, Alevileri fitne sokup bölmeye ayrıştırmaya çalışanlar biliniz ki; Aleviler Hak yolundan dönmezler.

Dedeniz Yavuz döndürememiş, siz hiç döndüremezsiniz…

Kainatın velayeti Muhammed ise, delaleti Ali’dir. Allah’ın Aslanı demişler. Ali’siz Alevilik olmaz, Ali’nin evinden olmaktır Alevilik. Seyitler, pirler, dedeler Evladı Resul’dür. Siz hakkı Kudüs’te, Mekke’de, Şam’da aramaya devam edin. Hak, Enel Hak diyenlerin zaten yüreğindedir.

Ey erenler, ey gaziler canınızı yakıp alanlar, milletin malını mülkünü çalanlar bakıyorum; Ali’yi de çalmaya kalkıyorlar. Biz de seviyoruz Ali’yi diyorlar. Önemli olan Ali’yi Ali gözüyle sevmektir…

Boş verin onları, insanlık sevgisi eksik olmasın yüreğinizden. Hakkı Hak bilin, insanları kardeş. Kuran’ı kâğıt bilmeyin Allah’ın emirleridir. Merak etmeyin yarın ulu divan da Hz. Ali Zülfikarıyla yanınızdadır…

“Eğlen turnam eğlen, Ali misin sen
  Ali sevilmez mi dost, deli misin sen”
                         Gerçeğin demine Hü.



GEZİ MAĞDURLARINA TAPEGAZ…

‘Yalan ile divan kuranlar Kadısını kendi bulur…’

Zalimler zulümlerini yandaşları, askerleri, yağcıları, olmadan asla yapamazlar. Onlar herkesten şüphelenirler, gölgelerinden bile korkarlar. Doğru olsun yanlış olsun amaçları sadece rakiplerini imha etmektir.

Her şeyi bilen zalimler, bir şeyi bilmezler, sonlarının nasıl biteceğini. Aynaları onlara hep yalan söyler çünkü. Bilinçaltı eksikliklerini hep orantısız güç ile kapatırlar. Ama diktatörlerin sonunu da halk tayin eder. Günümüz diktatörlerinin sonunun ektiklerini biçmek olduğu gibi.

Günümüzde kasete Tape diyorlar. Modamız da artık tape oldu. Eski CD, kasetçalar günleri geride kaldı. Şarkılar çalınmıyor, klipler çekilmiyor, milletlin malını mülkünü çalanlar revaçta bugünlerde. Ne Unkapanı-kurtkapanı kaldı, ne de aylarca emek veren sanatçılar.

Herkesin elinde demolar, kaset yapacak firma bulamıyorlar. Tapecilerin ise yönetmenleri ve senaristleri hazır.

Büyüklerimiz dinleniyor, en tepedekinden bakanına, bürokratından iş adamına, sporcusundan basınına yavaş yavaş aşağıya doğru iniyor liste. Bari bu dinlenenler yani tapesi olanlar dinlenmeye gitse de biz de biraz rahat etsek.

Dürüst insanı, temiz toplumu mumla arar olduk. Ortalığı cıvıtmaya çalışıyorlar acaba benim de Tapem çıkar mı, yayınlanacak mı diye. Ne de çok insan batağa batmış. Anlı-şanlı beylerin günleri çalarak çırparak geçmiş. Çıkar çatışmaları gösterdi ki egemen güçlerin, yönetenlerin ne kadar çok pislikleri varmış.

Tapelerde yolsuzluk, hırsızlık, para, rant, kadın, altın, maden petrol, eğitim, spor ne ararsan var. Daha neler neler var. El bebek-gül bebek geçinemeyen bu beyler Tapelerini inkar etmiyor, hiç de yalanlamıyor. Herkes dinleyenin peşinde.

Toplum Tapecilere refleks koyduğu zaman ise anında yasaklar başlıyor. Taksim yasak, Gezi yasak, Tandoğan yasak, meydanlar yasak. 1 Mayısta, Gezi de haklı temelde yapılan eylemlerde halkın karşısına Tomalar, plastik mermiler, biber gazları en son Okmeydanı’nda gerçek mermi çıkıyor.

Gezi nedir sorusunun cevabı, şehir merkezlerini ele geçiren, rant elde etmeye çalışanlara yağmacılara halkın koyduğu tepkidir. Sistemi yönetenlerin bu tepkiye -aferin siz haklısınız- demesini beklemek en basit deyimle aptallık olur. Geziye katılanların, tamamına yakını yağmaya karşı çıkmışlardır. Yağmacılar bunu provoke ederek sulandırmaya çalışıyorlar. Halkı terörist ilan edip güçle bastırmaya çalıştılar.

Ekonominin temel parametresi arz-talep dengesidir. Tomaya, plastik mermiye, biber gazına talep olacak ki daha çok tüketilsin. Ne kadar çok eylem o kadar çok tüketim. Biber gazı sıkana prim veriyorlar mı bilmiyorum ama üretenleri biliyorum.

Yeni ürünler peşinde ne kadar üretim o kadar para, ölenler sakat kalanlar, gözleri çıkanlar, kırmızılı kadın, siyah çantalı kadın ve diğerleri kimin umurunda, ne fark eder. Onlar halktır en az üç çocuk yapsınlar yeter…

Bu ülkenin muhaliflerinin genel başkanı suçsuzları değil, suçluları yargılayacağım dese, meydanlara çıksa dese ki Tapem yok, Tomam yok, gazım yok, iktidara gelirsem bunları toptan imha edeceğim. Paralel devletim yok, HSYK’am, AYM’em yok, polisim, jandarmam yok dese ne olur. Çok şey olur. Dürüst temiz toplum dese elbette iyi olur. Bunları zaman zaman söylüyor aslında, esas problem halkın gözlerini kapatan perde nasıl aralanacak, halk gerçeklerle nasıl tanışacak.

Bunun için genel başkan önce partisinin kapısını sonuna kadar halka açacak ve partiyi yeniden dizayn edecek. Küçük olsun benim olsun mantığından vazgeçecek. Ana muhalefet öncelikle iç problemlerini çözerse iktidar olur. Ve ortalıkta ne paralel devlet kalır, ne yolsuzluk. Hala bu şans var. Bu şansı kullanamaz ise bu mazlum halk daha çok biber gazı yer, daha çok genç ölür ve daha çok Tape yayınlanır.

‘Gezi Mağdurlarına da Tapegaz…’

O İKİ KERE ÖLDÜ...

‘Senden sonra yaşayamam ölürüm.’diyordu madencinin karısı. Sen olmazsan da yaşayamaz madencinin karısı. Onlar ki yıldızları, gökyüzünü göremezler, yalnızlığa, kimsesizliğe, garibanlığa, yoksulluğa katlanabilir belki ama ya yokluğunun olması, elması bile deler gözyaşları.

 İki kişilik yaşar hayatı madencinin karısı. Madenciyle girer birlikte ocağa,ocağı kararır. Alın terini verir kuyulara, nefessiz kalır, ölümü taşır her gün ellerinde, umutlarını gömer karanlığın içerisine. Madenciyle birlikte çıkar karanlıktan aydınlığa yüzü aydınlanır. O günlükte olsa.

Hıçkıra hıçkıra ağlayan iki kadın gördüm. Niye ağlıyorsunuz diye sordum. Zor bela konuştular eşleri madenciydi. Ya aynısı eşlerinin başına gelirse. Ne dramdı her gün kara haber beklemek, aynı yoksulluk ve korkuyla yaşamak. Acılı adana kebap yemeye benzemiyor. Acı ağıtlar sarmış yüreklerini.

Harp yoktu, savaş yoktu ne yiğit insanlar kaldı yer altında. Diyorlar sayıları 301 KDV’si hariç. Bu kadar basit ve ucuz madencinin hayatı. Kayıtlı, kayıtsız ve yalnız.

Her soru yeni sorular getiriyor. Ölüm taşeronları, ölüm avuçlarında taşeronluk yapıyor patronlarına. Kar, para zenginlik umursamıyor vicdanları cebindeki  banknotlar utanırken  Mecidiye köyde 1trilyon 200 milyon liraya daire satıyor .Yalan bile bulamıyorlar. Trafo patladı diyorlar onlarda çok iyi biliyor ki lastik patlar, trafo patlamaz.

Hoca gönderiyorlar SOMA’ ya  ev ev dolaşıyorlar. Şehitlik bile onların tekelinde. Cenneti bile parsellemişler yer satıyorlar. Eğer ki bu şarlatanlarında elindeyse cennete girmek kendi adıma peşin konuşuyorum o cenneti reddediyorum. Ahvalim böyle biline.

SOMA öncesi TAKSİMİ emekçilerden koruyanlar 1 Mayıs kutlamasına engel olanlar ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Ama bir şeyi yapmıyorlar. Emekçilerin yaşam haklarını korumuyorlar, yer altında çalışanların, işçilerin, memurların, kısacası emekçilerin senede bir gün olan 1 Mayıs bayramına bile katlanamıyorlar. Alın Taksim ‘de sizin olsun yeter ki geri verin 301 emekçinin canını veremiyorsanız yerin dibine kadar girin bir daha çıkmayın.

Tekrar kulak verin madencinin karısının feryadına Sen olmazsan yaşayamam ölürüm diyor madencinin karısı; kocası, kardeşi, oğlu, babası bir kere öldü madencinin karısı hem de iki kere öldü...



HÜZÜN ‘DENİZ’LERİNDE BOĞULUYORUM…

Öyle bir asır, öyle bir devirdi ki günlerden 6 Mayıs hüzün çöktü üzerimize. Bütün cismimin yandığı gün, arşa çıktı feryadım. Yıllar birbirini kovaladı. Vebalini taşıyanlar öğrenemediler müptelası olduğumuz bilincini aldığımız devrimciliğin görkemini. Binlerce çektiğimiz cefa en çabuk gözyaşlarımızı kuruttu. Ancak dinmedi yürek sızılarımız.

Akıp giderken zaman, ömür defterimizin sayfaları azalırken, yandım düne, çok acıdım geçen günlere. Ölümün bir şekli de darağacında halkın mutluluğu için asılmaksa, boğulmaksa safa geldi, hoş geldi. Lodos çıkıp gemilerimizi vursa karaya ve ondan sonra hiçbir yolcu gelmese buraya o bizim denizimiz. Hırçınlığını uzun boyunu, dimdik duruşunu hafızamızdan silmeye yetmez sürgünler, işkenceler ve hapisler.

Beyaz bir güvercin uçarken barışa, özgürlüğe aslanlar gibi korkmadan sehpaya vuruyorsa Yusuf, cellâda ne gerek var. Bizim cellata ihtiyacımız yok. Mesele halk ise kendi ipimizi kendimiz çekeriz. Ve Hüseyin gibi inanırsan devrime korku girmez yüreğine.

Tek suçları halkı sevmekti onların. Onlar Türkiye’nin namusunu korudular ve bağımsızlığını istediler yalnızca. Amerikan askerlerini Kabataş’tan denize döken devrimciler, nereden bileceklerdi ki yerli işbirlikçilerin onları suçlayıp idam edeceklerini. Türk kadınının, kızının namuslarını korumak, Denizler için devrimci namus göreviydi. Onlar namusları korudular. Ama Namussuzlar namussuzca onları astılar.

Baki tuğ ve ali elverdi de öldüler. Tarihin çöp tenekesinde yerlerini aldılar. Denizler, Yusuflar, Hüseyinler yaşam sürdükçe, insanlık var oldukça yolumuza fener olmaya, bizi aydınlatmaya devam edecekler. Tarih bu görevi onlara vermiş bir kere.

Dert çekmeyen bilmez, acıların acısını. Yine her yanımı sardı hüzün. Hüzün Deniz’lerinde boğuluyorum…

SEVGİNİN DURAĞI SONDURAKTIR  BERKİN’LERE…

Ecel suçludur, vadesini kısaltmış Berkin’in her şeyden koptuk artık. Ağız tadıyla çalakalem iki satır bile yazamıyoruz. Milyonların vicdan muhasebesi yaparak attıkları naralar, haykırışlar karşısında aldırmayan, sevinen, servet koltuk birleşiminde oturuma ara vermeyen, zalimler yalakalar dalkavuklar var.

Sebepler yok olsun, yapnlar kahrolsun… “Gücüm yetmez, zalim oğlu zalime kolum nerden aldın sen bu zinciri…” demiş Mahzuni Şerif…

Gündelik yaşamın gelgitleri statik bir yaşamın parçası yaptı bizleri. Hayatın acıları dilimizi yaktı konuşamadık. Gördüklerimiz bir daha bakmamak üzere kör etti bizleri. Duyduklarımız yalan-gerçek karışımı olsa bile en yüksek sesin rezonansında sağır olduk. Uzaktan gösterdiklerinde ‘o ne mutlu adam’ dediler. Anladım ki; ‘hayatta hiçbir şey gerektiğinden daha fazla gerekli değildir…

Vurdumduymazlık aynasına baktığımda acının sarkacı salınıp durur sensizliğin girdabında. Anlamsızlaşır şarkılar, belki rast, belki nihavent olursunuz ama mahur makamı (sonsuzluğun senfonisi) çalar sazlar. İşte o an bir yıldızın kaydığı, bir dostun sonsuzluğa yürüdüğü andır.

Film şeridi gibi akar hayat göz pınarları kurur. Şebboy çiçeklerine bir küfür savurursun dağ menekşelerine inat.

Dört yapraklı bir yonca gibidir yaşam. Bir an kadar kısa vahşi bir aslan alıp seni götürmüş ise avuçlarımdan sensizliğin serenatıdır bu akşam. Berduşluğumu yaşar yıldızlar, puştluğunu yapar gece ve yıldızlar bir bir kaybolurlar.

Tüm acı ağıtlar sarmışken dağlarımı, dizeler birleşip tutuşurken, mevsimler renk cümbüşüyle inerken evrene biliyorum alamadılar yağmuru unuttular. Acımasızlığa umutlar ağladı, umutlar vermeyi unuttular.

Hiçbir neden yoktu. Umutsuzca gözlerini duvara dikti. El salladı sanki son yolcu vapuruna. Martılar çığlık çığlığa uçtuğunda her şey çoktan bitmişti. Bu da yeri göğü var edenin en son yanlışıydı belki, kurşunlar da bahanesi…

İnsanlığın güçsüzlüğünün, acizliğinin son yansımasıydı. Büyüklüğünün yanında tarihsel hatasının farkında mıydı? Artık benim yürek yangınımın yargısında sanıktır. Öyle ince öyle hazin bir bestenin güftesi oldu bu ayrılık, bütün ayrılıklar gibi. Büyük usta Sinan’ın metris duruşu, yürekte haykırışıdır artık…

Dokuzu beş geçe vapuruna beş dakika gecikmiş isen, ‘giden otobüsün arkasından boş yere beklemişsen ne anlamı var’. Sonsuzluğa giden dostlar ile aramda ince bir yol çizilmişse o yol işte sevginin durağı, son duraktır.

Onlar da Berkin gibi yüreğimizde yaşayacaklar, onlar ancak bizi anlayacaklar…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder