9 Haziran 2014 Pazartesi

MÜFTÜ ALİ KARA 2014-2



KİBİR VE GURURDAN GELEN STRES-1
 
" Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler"
 
Kibir kendini beğenmişlik ve kendini büyük görme gibi duyguların, insanda mevcudiyetini korumasıdır. Aşağıdaki ayeti kerimede cenab-ı Allah;
 
" Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara erişemezsin" buyurmuştur.
 
Gurur ile şeytan, elektrik akımları gibi birbirini destekler. hayatın hakiki servetini tevazu, kıymeti bilinmeyen fakirliğin sermeyesini de gurur ve kibir teşkil eder. İnsanoğluna böbürlenerek yürüme denilmesi, bu hasletin insanlarda az veya çok bir miktar olduğunu gösterir. Ancak peygamberler bundan müstesnadır.
 
Gurur ve kibir, insan ruhunun çirkin tarafıdır. Onun için, kişiyi strese doğru yönlendirir. Bazı insanların görülen maharetleri olmamasına rağmen, kendi hayal aleminde büyük başarıları vardır. Ancak bunlar zihin içinde kalan ve dışarıya aksetmeyen hüsnü kuruntulardır ki, buna hayali tasarımlar da diyebiliriz. Bunları başkalarına ispat etme imkznı bulamayan kişilerde gurura dayalaı aşağılık duygusu gelişir. Bundan dolayı yapılan her müspet davranışa itiraz etme ihtiyacı hisseder, herşeyin eleştirmenliğini yaparak tatmin olmaya çalışırlar. Bu davranışlardan dolayı da bazı dostlarını kaybederler.
 
Azığı guru olanın katığı öfke olacağı için, bu iki haslettten kurtulamayan insanlar da, hayalindeki tasarımlarını ortaya koymaktan çekinirler. Böyle insanlarda gurur koltuk değneği gibidir. Ondan destek alır, ama onun sayesinde yükselemezler. Zira beğenilmemek onlar için büyük bir hizmettir. Bu da strese vesile olan bir duygudur.
 
Gururlu insanlardan uzak duranlar, her zaman karlı çıkarlar. Çünkü onlar Allah'ın sevmediği kimselerdir. Gurur büyüklük taslamayı davet eder, o da insanlara tepeden bakmakla başlar. Gururun en kçüğü kendinden üstün birisinin olmayacağı kanaatini taşımaktır. İnsanda bu duygular başladığı zaman fazilet kaybolur. Bu da strese karşı insanı koruyan duvarın çökmesi demektir. Zira fazilet hissini kaybetmiş bir nefsin, gururdan korunması kılıcın keskin tarafını elletutmak gibidir.
 
Şeytan'ın hoşuna giden her şeyin başlangıcında gurur vardır. Yukarıdaki ayette gurura kapılarak büyüklük taslamak gururun basamağı olarak gösterilmiştir. Bunun karşılığı da kalbin mühürlenmesidir. Gurur insanlarla dostluğun devamına da engel olur. Mesela; Büyük sıfata sahip olan insanlarla geçici bir süre samimiyet kuran vasıfsız bir kişi, bunu başkalarına karşı gururlanma vesilesi yapar, bu durum ortaya çıktığı zamanda kıymetli dostunu kaybetmiş olur. Bu davranış kişinin kendi ile barışık olmadığından ileri gelir. Çünkü herhangi bir fırsatı kibirlenme vesilesi yapmayı Allah (c.c.) sevmez. Ayeti kerimede bu durum şöyle anlatılır.
 
" Şüphesiz Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez"
 
Yeryüzünde yaşayan insanların hiç biri küçük görülmemelidir. Çünkü her insan kendi çapında görkemlidir, hayalindeki dünyanın tek lideridir. Onun için kişiler aşağılanmak ve hakir görülmekten hoşlanmazlar.
 
İnsanlara karşı kibirlenen kişilerin içinde kin ve nefret duyguları oluşur. Bu durum büyüklenmelerine karşılık muhataplarından müspet karşılık bulamadıkları içindir. Hiç kimse bir başkası karşısında küçülmeye razı olmaz. Bundan dolayı gurur ve kibir sahibini için için eritmeye başlar. Bu sayede şeytani duyguları her gün biraz daha kabarır. Alçak yerdeki tepenin kendini dağ sandığı gibi, hayali büyüklük altında ezilmekten dolayı stresli bir hayata girer.

Bu da Allah (c.c.)'ın istemediği bir sıfata kendini kaptırmanın, insan üzerindeki menfi etkisidir..

 RÜŞVETTEN DOĞAN STRES…

Rüşvet tarih boyunca insan yaşantısında ciddi problemler meydana getirmiştir. İçtimai hastalıkların baş sorumlusu rüşvet olduğu için, küçümsenecek bir mesele değildir.

İş veya makam sahibi bir kişinin, sahip olduğu yetkisini kötüye kullanmak suretiyle, yapılması gerekeni yapmamak veya yapılmaması icap eden şeyi yapması karşılığında doğrudan yahut ta dolaylı olarak, bir menfaat temin etmesine rüşvet denir.

Rüşvet ahlaki ve dini duyguları zayıf olan insanlar arasında cereyan eder. Yasa dışı yapılan işlerde kolaylık ve çabukluk sağlama amacına yöneliktir. Çok eskilerden günümüze kadar gelen, cemiyetin kronikleşmiş, sosyal dertlerinden biridir. Geri kalmış toplumlarda daha çok cereyan eder.

İnsanların yaşayışındaki sosyal düzenin bozulmasında rüşvet son derece etkilidir.

Rüşvet vefakârlık, fedakârlık, dürüstlük ve adalet mevhumunun ortadan kalkmasına sebep olur.

Rüşvet bencil duyguları geliştirir. İnsanları çıkarcı, hilekâr ve acımasız hale getirir. Namuslu yaşama ve merhametli olma mevhumunu ortadan kaldırır.

Haklının haksız, suçlunun da suçsuz olmasına sebeptir. Rüşvetin yaygın olduğu toplumlarda hak ve adalet mevhumu zayıflar. Güven duygusu zedelenir. Kardeşlik duyguları ortadan kalkar. Bu duyguların ortadan kalkması insanları ümitsizliğe götürür. Bu da stresin başlangıcı olur.

Rüşvet ahlak, din ve hukuk kurallarının tamamına terstir. Bundan dolayı Cenabı Hak;

“Aranızda birbirinizin mallarını haksız sebeplerle yemeyin.”Buyurmuştur…

Peygamber Efendimiz hüküm verme konusunda rüşvet verene de alana da lanet etmiştir. Hadisi Şerif şöyledir;

Ebu Humeyre anlatıyor; “ Resulullah (s.a.v.) hüküm yönünden rüşvet alan, rüşvet veren (ve aracılık eden) kimseyi lanetlemiştir.”

Rüşvetin önlenmesi dini konuda oluşturulacak hassasiyete bağlıdır. Yani ahretten ümidini kesmeyen bir kişi, peygamberinin lanetine rağmen bu kötü fiili işlemeye cesaret edemez. Zaten rüşvetin acımasızca hüküm sürdüğü âlemler inancı zafiyete uğramış toplumlardır.

Rüşveti hak dağıtan insanlar alır şeklinde bir şey düşünmek onun kapsama alanını küçültmek demektir. Çünkü bu gün her konuda rüşvetin hareket noktası bulunmuştur. Yani her insan veya her yetkili istediği takdirde yetkisini kullanma konusunda rüşvet alma yolunu bulmaktadır. Bu durum ahlaksızlık haline dönüştüğü için toplum içerisinde bir zümreye tahsis etmek doğru değildir.

Günümüzde rüşvet çak failli suçlar haline gelmiştir. Bu da toplum ahlakının zayıfladığını gösterir. Gazete ve dergilerde gördüklerimiz maalesef bunun acı gerçekleridir…

Rüşvet alan şahıs hem rüşveti alıp hem de doğru karar verse bile aldığı şey kendisi için yine de haram olur. Hangi konu ve meslekte olursa olsun, rüşvet alan şahıs İslami anlamda adil davranma sıfatını kaybetmiş olur…


 ORUCUN FAZİLETLERİ -2-

"Kim ramazan orucunu tutarsa..." ifadesinde, Ramazanın tamamını tutarsa anlamı vardır. Hadis-i şerifteki müjde, bir aylık Ramazan içerisinde, sadece bir gün oruç tutan için de geçerli midir? Belki de bu müjde, bu şekilde olanları kapsamayacaktır.

Ancak, başladığı Ramazan orucunu hastalık veya meşru bir mazeret sebebiyle devam ettiremeyenler, başlangıçtaki niyet ve davranışları sebebiyle, inşallah yukarıdaki müjdeli hükme dâhil olurlar. Bu müjdeler günahkârlar için geçerli olmakla beraber, günahkâr olmayanların da derecelerinin yüksel­mesine sebep olacaktır.

Hadisten çıkan hükmü şöyle özetleyebiliriz.

1. Ramazan orucunu inanarak ve karşılığını Allah (c.c.)'tan umarak tutmak, geçmiş günahlardan arınma sebebidir.
2. Allah (c.c.)'a iman etmek ve mükâfatını O'ndan beklemek, her ibadetin sıhhat ve makbuliyet şartıdır.

Ebu Hüreyre (r.a.) hazretleri bir gün Rasul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizden, Ramazan orucunun faziletliyle ilgili olarak şu Hadis-i Şerifi kaydetmiştir.

“Bir kimse, özrü ve hastalığı olmadığı halde, Ramazan’dan bir gün oruç tutmasa, ömrü boyunca devamlı oruç tutacak olsa bile o günün kazasına karşılık gelmez”(4)

Ramazan ayı, Allah (c.c.)’a en çok yaklaştıran oruç ayı olmakla beraber, birçok hikmetleri de içinde taşımaktadır. İnsanın azim, sebat, kanaat, metanet ve sabır gibi ahlâkî güzelliklere ulaşmasına, aç kalarak nimetlerin kıymetini bilmesine ve bu vesile ile yoksulların hâlini düşünüp, onlara şefkat ve merhamet duygularıyla yaklaşılmasına sebep olmaktadır.

İşte bu özelliği ile Ramazan, nefislerin terbiye edildiği, yoksulların doyurulup gözetildiği, sevap ve mükâfatın arttığı; af ve mağfiretin çokça ihsan edildiği mübarek bir aydır. Tutulan oruçları, kılınan Teravih namazları, okunan hatim ve mukabeleleri, iftar ve sahurları, dua, tövbe, zikir ve niyazları ile baştan sona bir feyz, rahmet ve bereket ayıdır.

Kutsi kabul edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur.

Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:“Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

Âdemoğlunun her ameli katlanır.(Zira Cenab-ı Hakk'ın bu husustaki sünneti şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yedi yüz misline kadar çıkar.

Allah Teâlâ Hazretleri (bir hadis-i kudsîde) şöyle buyurmuştur: “Oruç bu şartların dışındadır. Çünkü oruç sadece benim içindir, ben de onu (dilediğim gibi) mükâfat­landıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini terk etti. Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbine kavuştuğu andaki sevincidir.

Oruçlunun ağzından çıkan koku (halûf), Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.”(5)
Bu hadis-i kutside Cenabı Hakkın, “Oruç benim içindir.” buyurmasındaki maksat nedir?

Her ibadete riya karışır, ama oruçta riya olmaz. Çünkü oruç, kul ile Allah (c.c.) arasındaki samimiyete dayalı bir ibadettir.
Peygamber (s.a.v.) Efendimizde aşağıdaki hadis-i şeriflerinde;

 “Oruçta riya yoktur”

Buyurmak suretiyle bu hususu teyit etmektedir. “Orucun sevabını ben veririm." Beyanı ise, onun sevabının ne kadar katlanacağını ben bilirim anlamını taşımaktadır.

Bazı ibadetlere on mislinden yedi yüz misline kadar ecir verileceği belirtilmiş ancak, oruç ibadeti  bu sayıdan müstesna tutulmuştur.

Oruçlu kişi bu sayede Allah (c.c.)’a yakınlık kazandığı için, Allah (c.c.) mükâfatlandırma işini bizzat ken­dine izafe etmiştir.
Oruç, ateşe karşı perde görevi yapar. Çünkü Ateş şehvetlerle kuşatılmıştır. Oruç tutan kişi dünyada şehvetlerden kendini koruduğu için, bu davranışı, âhirette ateşe karşı bir perde görevi yapacaktır.

Oruçlu kişi samimiyet sıfatıyla Allah (c.c.)’a yaklaşmaktadır. Çünkü oruçta riya söz konusu değildir.

Oruçlu kişi, nefsini Allah (c.c.) için aç bırakmak suretiyle, en güzel sabır örneğini göstermektedir. Yani hiçbir şekilde zorlanmadan, sadece yaratanı için oruç tutmaktadır. Bundan dolayı, Muhad­dislerin bu konuda verdikleri son karar şöyledir.

Mahşerde mizan kurulduğu zaman, Allah (c.c.) kullarını hesaba çeker. Kulu üzerindeki kul haklarını onun getirdiği amellerinden karşılar. Kul öyle bir duruma düşer ki, orucun dışında hiçbir ameli kal­maz. Allah (c.c.) baki kalan hakları da kendinden öder, kulunun oruç ibadetine dokunmaz.

Her şey bittikten sonra, kulunun getirdiği oruç ibadetinin mükâfatı olarak onu cennetine koyar.

(1) Bakara suresi 185. ayet.
(2) Bakara suresi 185. ayet.
(3) Buhari İman 28, Savm 6
(4) Buharî; Ebu Davud; Tirmizî
(5) Kütüb-i Sitte trc.9/419



ORUCUN FAZİLETLERİ -1-…
 
“ ( O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolu ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisine indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin. Kimde hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık ALLAH’I yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.”
Ramazan ayı, sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın pekiştiği, sevgi, saygı ve kardeşlik duygularının zirveye yükseldiği bir aydır. Ramazan ayının diğer aylardan üstün olduğunu, Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde tescil etmiştir. Bunun en belirgin örneği de, Kadir gecesinin Ramazan ayında bulunmasıdır.
Görüldüğü gibi Kur’an’da adı geçen tek ay Ramazan ayıdır. Bu durum Yüce Allah’ın, Ramazan ayına ne kadar önem verdiğinin açık delilidir.
Ramazan ayı, sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın pekiştiği, sevgi, saygı ve kardeşlik duygularının daha da güçlendiği, Doğruyu eğriden ayıran, geçici lezzet ve duyguların zayıfladığı, nefislerin terbiye edildiği, yoksulların doyurulup gözetildiği Müslümanların, Allah (c.c.)’a kulluk şuurunu derinden hissettiği, ibadet hazzı ile gönüllerin rahatladığı, sevap ve mükâfatın kat kat arttığı; haramlardan, gafletten ve kötülüklerden sakınıldığı, böylece günahların eritildiği, af ve mağfiretin çokça ihsan edildiği mübarek bir aydır.
Oruç, beyhude yere insan vücudunu açlığa mahkûm eden bir ibadet değildir. Nefsin arınması uğruna, bedenin çeşitli ihtiyaçlarından yoksun bırakılmasıdır. Bu ibadet, yalnız bize emredilmiş değildir. Eski çağlardan beri devam etmektedir. Ehli kitap dediğimiz Yahudi ve Hıristiyanlar da bu ibadeti bilmektedirler. Çünkü bu ibadet onlara da farz kılınmıştı.
Bu uygulama Hz. İbrahim (a.s.)'e kadar dayanmaktadır. Muhammed (s.a.v.) ümmetinden önceki milletlerde oruç, iftar sonrası uyku ile başlar, ertesi gün yatsı vaktine kadar devam ederdi. (1) Bu zorluklar bizden kaldırılmıştır.
Oruç tutan Müslümanlar, hiçbir denetim ve sorgulamaya ihtiyaç duymaksızın sadece Allah (c.c.)’ın rızasını kazanmak için, kendilerini açlık, susuzluk ve nefsin hoşlandığı zevklerden mahrum ederler. Bu ibadeti yerine getirirken onları teftiş eden, sadece iman ve vicdanlarıdır.
Oruç, manevi yönden ruhsal arınma yöntemidir. Bu yönüyle, ihtirasları zayıflatır. İbadet etme iradesini güçlendirir. Şehevi arzuları susturur, şeytani is­tekleri firenler. Bunlardan kurtulan insan, mahrumiyette bulunan yoksul insanların durumunu hatırlar. Duygusallaşır, yardımseverliğe alışır. Bu durum da nefsin arınmasına sebep olur.
Mümin her ameli Allah (c.c.) için yapar, yaptığı amelin de değerini bilir. Allah (c.c.), kulunu cehenneme atmak için yaratmamıştır. Onu dünya ve ahirette mutlu etmek istemektedir. Bundan dolayı Cenab-ı Hak, Ramazan ayına ulaşıp da mazereti olmayan herkese "oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" ifadesini kullanmıştır.
Ramazan ayı, Cenab-ı Hakkın takdiri ile O’na kulluk etme ayı olmuş, Bundan dolayı, emredilen zaman dilimi içerisinde yeryüzünün her tarafında bulunan bütün müminlerin, bu yükümlülüğü yerine getirmesi istenmiştir. Bu emrin altında, Allah (c.c.)'ın rahmetine ve nimetine şükretme duygusu yatmaktadır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, vahiy gelmeden önce, Ramazan ayında Hira (Nur) dağındaki mağarada iti­kâfa girerdi.
Ramazan ayında itikâfa girmek, çok önceden, Mekke'deki bazı muttaki şahsiyetlerin sürdürdükleri bir gelenekti. Yani Araplar nezdinde, Ramazan ayının manevi bir özelliği vardı Bundan dolayı Kur'­an'ın ilk vahyinin bu ayda inzal buyrulmuş olması muhtemeldir. Sonra da Müslümanlara bu ayda oruç tutmaları emredilmiştir.(2)
Amel ve ibadetlerin makbul olabilmesi için iki önemli şart vardır. Bunlardan birincisi Allah (c.c.)'a iman; ikincisi, ihlâs ve samimiyettir.
Yani yapılan veya yapılacak olan ibadette önce Allah (c.c.) rızası gözetilmeli, riya ve gösterişten de uzak olmalıdır.
Bu iki hususun bulunmadığı ibadete riya ve gösteriş bulaşmış olur ki, bunun da insana bir faydası olmaz.
Hadis-i Şerifde:
“Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”(3) buyurulmaktadır.
İnanmadığı halde, güzel ve hayırlı işler yapan insanlar da vardır. Yapılan bu işler, samimiyetin dışında, riya, gösteriş, korku, itibar gibi birtakım sunni gerçeklerle yapılır. Bu tür davranışlar her ne kadar ibadet ve iyilik gibi görünse de, onları işleyenler, makbul bir ibadet yapmış sayılmazlar. Yani iman etmeden yapılan iş ve davranışlar, Allah (c.c.) indinde makbul değildir.
Ramazan ayının faziletine yürekten inanıp, yapılan ibadetin karşılığını da sadece Allah (c.c.)'tan bekleyerek, bu ayda oruç tutan kimselerin, geçmiş günahlarından arındırılacakları müjdelenmektedir.
Âlimler "geçmiş günahlar" ifadesini, küçük günahlar olarak yorumla­mışlardır. Fakihler ise, küçük günah bulunmadığı takdirde, Ramazan orucunun, büyük günahları da hafifletebileceğini söylemişlerdir...


AMİRLİKTEN GELEN STRES…

…Kusursuz insan bulma imkanı yok denecek kadar azdır. Yöneticinin esas marifeti kusurlu insanları çalıştırma yolunu bulmaktır. İnsanların hatasını yüzlerine vurarak çalıştırmak son derece zordur. Çünkü hatalar tenkit edildiği zaman kişi yanlış yaptığını doğru kabul ettirmek için deliller getirmeye başlar, ayni zamanda kalbi kırılır.

Her insanın iyi ve kötü yönleri vardır. Amir, iyi yönleri takdir ederek yaklaşır ise verimin artmasını sağlar. Çünkü her tenkit, insanın kalbindeki bombayı patlatan bir kıvılcım gibidir. Amire göre küçük sayılan tenkit, muhatabın infilakına sebep olabilir.

Amirler emri altındakilere, baba şefkati ile yaklaşmalıdır. Zira peygamber (s.a.v.) Efendimiz;

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes’ulsünüz” buyurmuştur. Burada çoban ve sürü kelimesi herkesin anlayacağı bir misaldir. Yoksa efendimiz kimseyi sürü yerine koymuş değildir. O bütün insanlığı şefkatle kucaklayan bir peygamberdir. Yani amir, memurlarından, anne çocuklarından, kişi kendi ailesinden, kadın kocasının kendisine teslim ettiği evinden sorumlu demektir. Bu misaller artırılabilir.

Amir memur ilişkisi sadece dünya ile bağlantılı olmamalı, Allah (c.c.) sevgisine de dayanmalıdır. Çünkü Allah (c.c.) sevgisine dayanmayan disiplin insanı köleleştirmeye doğru sürükler. Mahşerde insanlar birbirlerinden haklarını alacaklardır. Yönetici bu esası zihninde her zaman canlı tutmalıdır.

Kişi bulunduğu makamın ebedi sahibi olduğu zehabına kapılmamalı bir müddet sonra bütün sıfatlarından ayrılacağını unutmamalıdır.

Makam uzaktan görüldüğü şekliyle güneşin parlaklığı gibi, göz kamaştırıcı bir güzellik arz eder. Ona ulaşıldığında ise göründüğü kadar parlak olmadığı hissedilir.

Amirlik bir nevi büyüteç gibidir. Her şeyi olduğundan fazla gösterir. Bu görünüş dışarıdan bakanları aldatır.

Aslında en büyük çileyi amirler çekerler. Ancak bunu hissettirmedikleri için dış görünüşleri ile zevk içinde oldukları zannedilir. Makamın verdiği gayret ve zindelik, çekilen ıstırabın unutulmasına vesile olur. Çünkü makam malı olmayan şeyleri de kendi malı gibi gösterir.

Emir vermeye alışan insanların bazıları, ihtiyarlıklarını hissettirmeye çalışırlar. Ama onların yaşlılıktan dolayı yaptıkları hataları güneş tutulması gibidir. Herkes onu rahatlıkla görebilir.

Makam insanı dostlarından ayırdığı gibi onun gururuna kendini kaptıran kişiye bazen, şükür nimetini de unutturabilir.

Amirlik duygusu bazı zamanlarda vücutta stres merkezi haline gelir. Böyle anlarda kişi kendi stresini evine taşıdığı zaman ailedeki huzurunu da zedelemiş olur.

Amirlikteki bazı sırları saklamak öksürüğü gizlemek kadar zordur. Sırlarına dikkat eden kişi, dostlarına karşı mahcup, düşmanlarına karşı da perişan olmaz.

İyi bir idareci solmayan çiçek gibidir. Her zaman hatıraları yad edilir. İyi idareciler tehlikelere karşı paratoner görevi yapar, emri altındakileri, kendi rütbelerine koz olarak kullanmazlar. İyi yetişmiş amirler duyguları ile hareket etme yerine, mantıklı davranmayı tercih ederler…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder