9 Haziran 2014 Pazartesi

MÜFTÜ ALİ KARA-2014-1



 STRESİN FAYDALI VE ZARARLI OLANI

Günümüz insanı için stres, vücudun korunmasında etkili olan diğer faktörlere benzer. Yani şeker, kolesterol veya tansiyon gibidir. Normaline vücudun ihtiyacı olmakla beraber, azının ve fazlasının da zararlı olduğunu doktorlar beyan etmektedir.

Psikologlar; stresi olmayan bir insan düşünmenin zor olduğunu söylemektedirler. Bir insan cemiyette yaşıyorsa, stresi de var demektir. Stresi olmayan insan, çevreden gelen etkilere tepki gösterecek enerjisi bitmiş olan kişi demektir ki; bu da adeta ölümün tarifidir. Mesela;

Ekmek almak için bakkal giden kişiye, beklemediği bir davranışta bulunulması, stres oluşmasına sebep olur.

Stresi iki şekilde değerlendirmek lazımdır. Birincisi; insanın arzularını canlı tutan, iman aşk ve ümit üçgeninde meydana gelen strestir ki, insanı çalışmaya yönlendirir ve geleceğe doğru ümitle koşturur.

Mesela hayat mücadelesinde şahsın kendini güçlü hissedebilmesi, engelleri ortadan kaldırmak için imkânları kullanma ümidini kaybetmemesi, başarılı kişileri örnek alarak çalışması, başarabilmek için bazı sıkıntılara katlanmanın normal olduğunu kabullenmesi, kendi kendine olan özgüvenini kaybetmemesi gibi.

Burada aşk Allah Teala hazretlerine olan aşktır. Bu sayede nefis dünya ile ilgili bütün dertlerden kurtulmuş olur. Kendini daha kuvvetli birine bağlamanın heyecanını yaşar. Dünyaya ve dünya işlerine yeterinden fazla önem vermez. Olmayanı arzu edip, strese girme yerine mevcudu kullanarak, mutlu olmaya çalışır.

İkincisi: insanı hayal kırıklığına sevk eden, kendine güvenini kaybettiren çaresizlik, ümitsizlik ve hayal kırıklığına uğratmak suretiyle, çeşitli hastalıklara sebep olan strestir. Mesela:

Her şeyin müspet taraflarını görmemezlikten gelip, olumsuz yönlerini benimsemek. Kendine güvenmemek için sebep aramak. Bu iş bana göre değil, ben bu işi beceremem gibi düşüncelere saplanıp, güven bunalımına düşmek. Olumsuz bir olayı, geleceğe ait yapılacak bütün işler için, örnek almak gibi.

Tarifini yaptığımız stresin, birincisine Faydalı diyecek olursak, ikincisine de zararlı dememiz gerekir.

Her insanın taşıyabileceği yük farklı olduğu gibi, kaldırabileceği stres yükü de değişiktir. Bazı insanlar küçük detaylar karşısında bunalıma girer, bazıları hiç aldırış etmez.

Halk dilinde söylenen stres, kötü strestir.

Stresi iyice anlamak için, onun faaliyet alanı olan insanı iyice tanımak gerekir…

İleride "Ayet ve Hadislerin Işığında Stresin Manevi Reçetesi" kitabımda tek tek belirttiğim stres çeşitlerinden burada örnekler sunulacaktır...

 
Orucun ve Ramazan ayının faziletleri...

Ramazan ayı, sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın pekiştiği, sevgi, saygı ve kardeşlik duygularının zirveye yükseldiği bir aydır. Ramazan ayının diğer aylardan üstün olduğunu, Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde tescil etmiştir. Bunun en belirgin örneği de, Kadir gecesinin Ramazan ayında bulunmasıdır.
Görüldüğü gibi Kur’an’da adı geçen tek ay Ramazan ayıdır. Bu durum Yüce Allah’ın, Ramazan ayına ne kadar önem verdiğinin açık delilidir.
Ramazan ayı, sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın pekiştiği, sevgi, saygı ve kardeşlik duygularının daha da güçlendiği, Doğruyu eğriden ayıran, geçici lezzet ve duyguların zayıfladığı, nefislerin terbiye edildiği, yoksulların doyurulup gözetildiği Müslümanların, Allah (c.c.)’a kulluk şuurunu derinden hissettiği, ibadet hazzı ile gönüllerin rahatladığı, sevap ve mükâfatın kat kat arttığı; haramlardan, gafletten ve kötülüklerden sakınıldığı, böylece günahların eritildiği, af ve mağfiretin çokça ihsan edildiği mübarek bir aydır.
Oruç, beyhude yere insan vücudunu açlığa mahkûm eden bir ibadet değildir. Nefsin arınması uğruna, bedenin çeşitli ihtiyaçlarından yoksun bırakılmasıdır. Bu ibadet, yalnız bize emredilmiş değildir. Eski çağlardan beri devam etmektedir. Ehli kitap dediğimiz Yahudi ve Hıristiyanlar da bu ibadeti bilmektedirler. Çünkü bu ibadet onlara da farz kılınmıştı.
Bu uygulama Hz. İbrahim (a.s.)'e kadar dayanmaktadır. Muhammed (s.a.v.) ümmetinden önceki milletlerde oruç, iftar sonrası uyku ile başlar, ertesi gün yatsı vaktine kadar devam ederdi. (1) Bu zorluklar bizden kaldırılmıştır.
Oruç tutan Müslümanlar, hiçbir denetim ve sorgulamaya ihtiyaç duymaksızın sadece Allah (c.c.)’ın rızasını kazanmak için, kendilerini açlık, susuzluk ve nefsin hoşlandığı zevklerden mahrum ederler. Bu ibadeti yerine getirirken onları teftiş eden, sadece iman ve vicdanlarıdır.
Oruç, manevi yönden ruhsal arınma yöntemidir. Bu yönüyle, ihtirasları zayıflatır. İbadet etme iradesini güçlendirir. Şehevi arzuları susturur, şeytani is­tekleri firenler. Bunlardan kurtulan insan, mahrumiyette bulunan yoksul insanların durumunu hatırlar. Duygusallaşır, yardımseverliğe alışır. Bu durum da nefsin arınmasına sebep olur.
Mümin her ameli Allah (c.c.) için yapar, yaptığı amelin de değerini bilir. Allah (c.c.), kulunu cehenneme atmak için yaratmamıştır. Onu dünya ve ahirette mutlu etmek istemektedir. Bundan dolayı Cenab-ı Hak, Ramazan ayına ulaşıp da mazereti olmayan herkese "oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" ifadesini kullanmıştır.
Ramazan ayı, Cenab-ı Hakkın takdiri ile O’na kulluk etme ayı olmuş, Bundan dolayı, emredilen zaman dilimi içerisinde yeryüzünün her tarafında bulunan bütün müminlerin, bu yükümlülüğü yerine getirmesi istenmiştir. Bu emrin altında, Allah (c.c.)'ın rahmetine ve nimetine şükretme duygusu yatmaktadır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, vahiy gelmeden önce, Ramazan ayında Hira (Nur) dağındaki mağarada iti­kâfa girerdi.
Ramazan ayında itikâfa girmek, çok önceden, Mekke'deki bazı muttaki şahsiyetlerin sürdürdükleri bir gelenekti. Yani Araplar nezdinde, Ramazan ayının manevi bir özelliği vardı Bundan dolayı Kur'­an'ın ilk vahyinin bu ayda inzal buyrulmuş olması muhtemeldir. Sonra da Müslümanlara bu ayda oruç tutmaları emredilmiştir.(2)
Amel ve ibadetlerin makbul olabilmesi için iki önemli şart vardır. Bunlardan birincisi Allah (c.c.)'a iman; ikincisi, ihlâs ve samimiyettir.
Yani yapılan veya yapılacak olan ibadette önce Allah (c.c.) rızası gözetilmeli, riya ve gösterişten de uzak olmalıdır.
Bu iki hususun bulunmadığı ibadete riya ve gösteriş bulaşmış olur ki, bunun da insana bir faydası olmaz.
Hadis-i Şerifde:
“Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.”(3) buyurulmaktadır.
İnanmadığı halde, güzel ve hayırlı işler yapan insanlar da vardır. Yapılan bu işler, samimiyetin dışında, riya, gösteriş, korku, itibar gibi birtakım sunni gerçeklerle yapılır. Bu tür davranışlar her ne kadar ibadet ve iyilik gibi görünse de, onları işleyenler, makbul bir ibadet yapmış sayılmazlar. Yani iman etmeden yapılan iş ve davranışlar, Allah (c.c.) indinde makbul değildir.
Ramazan ayının faziletine yürekten inanıp, yapılan ibadetin karşılığını da sadece Allah (c.c.)'tan bekleyerek, bu ayda oruç tutan kimselerin, geçmiş günahlarından arındırılacakları müjdelenmektedir.
Âlimler "geçmiş günahlar" ifadesini, küçük günahlar olarak yorumla­mışlardır. Fakihler ise, küçük günah bulunmadığı takdirde, Ramazan orucunun, büyük günahları da hafifletebileceğini söylemişlerdir.
"Kim ramazan orucunu tutarsa..." ifadesinde, Ramazanın tamamını tutarsa anlamı vardır. Hadis-i şerifteki müjde, bir aylık Ramazan içerisinde, sadece bir gün oruç tutan için de geçerli midir? Belki de bu müjde, bu şekilde olanları kapsamayacaktır.
Ancak, başladığı Ramazan orucunu hastalık veya meşru bir mazeret sebebiyle devam ettiremeyenler, başlangıçtaki niyet ve davranışları sebebiyle, inşallah yukarıdaki müjdeli hükme dâhil olurlar. Bu müjdeler günahkârlar için geçerli olmakla beraber, günahkâr olmayanların da derecelerinin yüksel­mesine sebep olacaktır.
Hadisten çıkan hükmü şöyle özetleyebiliriz.
1. Ramazan orucunu inanarak ve karşılığını Allah (c.c.)'tan umarak tutmak, geçmiş günahlardan arınma sebebidir.
2. Allah (c.c.)'a iman etmek ve mükâfatını O'ndan beklemek, her ibadetin sıhhat ve makbuliyet şartıdır.
Ebu Hüreyre (r.a.) hazretleri bir gün Rasul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizden, Ramazan orucunun faziletliyle ilgili olarak şu Hadis-i Şerifi kaydetmiştir.
“Bir kimse, özrü ve hastalığı olmadığı halde, Ramazan’dan bir gün oruç tutmasa, ömrü boyunca devamlı oruç tutacak olsa bile o günün kazasına karşılık gelmez”(4)
Ramazan ayı, Allah (c.c.)’a en çok yaklaştıran oruç ayı olmakla beraber, birçok hikmetleri de içinde taşımaktadır. İnsanın azim, sebat, kanaat, metanet ve sabır gibi ahlâkî güzelliklere ulaşmasına, aç kalarak nimetlerin kıymetini bilmesine ve bu vesile ile yoksulların hâlini düşünüp, onlara şefkat ve merhamet duygularıyla yaklaşılmasına sebep olmaktadır.
İşte bu özelliği ile Ramazan, nefislerin terbiye edildiği, yoksulların doyurulup gözetildiği, sevap ve mükâfatın arttığı; af ve mağfiretin çokça ihsan edildiği mübarek bir aydır. Tutulan oruçları, kılınan Teravih namazları, okunan hatim ve mukabeleleri, iftar ve sahurları, dua, tövbe, zikir ve niyazları ile baştan sona bir feyz, rahmet ve bereket ayıdır.
Kutsi kabul edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur.
Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:
Âdemoğlunun her ameli katlanır. (Zira Cenab-ı Hakk'ın bu husustaki sünneti şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yedi yüz misline kadar çıkar.
Allah Teâlâ Hazretleri (bir hadis-i kudsîde) şöyle buyurmuştur: “Oruç bu şartların dışındadır. Çünkü oruç sadece benim içindir, ben de onu (dilediğim gibi) mükâfat­landıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini terk etti. Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbine kavuştuğu andaki sevincidir.
Oruçlunun ağzından çıkan koku (halûf), Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.”(5)
Bu hadis-i kutside Cenabı Hakkın, “Oruç benim içindir.” buyurmasındaki maksat nedir?
Her ibadete riya karışır, ama oruçta riya olmaz. Çünkü oruç, kul ile Allah (c.c.) arasındaki samimiyete dayalı bir ibadettir.
Peygamber (s.a.v.) Efendimizde aşağıdaki hadis-i şeriflerinde;
 “Oruçta riya yoktur”
Buyurmak suretiyle bu hususu teyit etmektedir. “Orucun sevabını ben veririm." Beyanı ise, onun sevabının ne kadar katlanacağını ben bilirim anlamını taşımaktadır.

Bazı ibadetlere on mislinden yedi yüz misline kadar ecir verileceği belirtilmiş ancak, oruç ibadeti  bu sayıdan müstesna tutulmuştur.
Oruçlu kişi bu sayede Allah (c.c.)’a yakınlık kazandığı için, Allah (c.c.) mükâfatlandırma işini bizzat ken­dine izafe etmiştir.
Oruç, ateşe karşı perde görevi yapar. Çünkü Ateş şehvetlerle kuşatılmıştır. Oruç tutan kişi dünyada şehvetlerden kendini koruduğu için, bu davranışı, âhirette ateşe karşı bir perde görevi yapacaktır.
Oruçlu kişi samimiyet sıfatıyla Allah (c.c.)’a yaklaşmaktadır. Çünkü oruçta riya söz konusu değildir.
Oruçlu kişi, nefsini Allah (c.c.) için aç bırakmak suretiyle, en güzel sabır örneğini göstermektedir. Yani hiçbir şekilde zorlanmadan, sadece yaratanı için oruç tutmaktadır. Bundan dolayı, Muhad­dislerin bu konuda verdikleri son karar şöyledir.
Mahşerde mizan kurulduğu zaman, Allah (c.c.) kullarını hesaba çeker. Kulu üzerindeki kul haklarını onun getirdiği amellerinden karşılar. Kul öyle bir duruma düşer ki, orucun dışında hiçbir ameli kal­maz. Allah (c.c.) baki kalan hakları da kendinden öder, kulunun oruç ibadetine dokunmaz.
Her şey bittikten sonra, kulunun getirdiği oruç ibadetinin mükâfatı olarak onu cennetine koyar.
(1) Bakara suresi 185. ayet.
(2) Bakara suresi 185. ayet.
(3) Buhari İman 28, Savm 6
(4) Buharî; Ebu Davud; Tirmizî
(5) Kütüb-i Sitte trc.9/419


ÜÇ AYLAR

Aylar içerisinde Üç Aylar ismini alan (recep, şaban ve ramazan) ayları diğer aylardan kıymetlidir…

Ramazan ayının müjdecisi olarak gelen üç aylar, bünyesinde bol yağmur taşıyan bulutlar gibi, kalpleri nurla dolduracak, mübarek günlerin ufukta olduğunu hatırlatırlar. Üç ayların taşıdığı kutlu zaman dilimini tam anlayabilmek için, önce ruh ve gönüllerin manevi esintiye hazır olması lazımdır.

Her inanmış gönül, bu ayların ilk günüyle, ramazana doğru rahmet dolu, güvenli bir yol açıldığını hisseder. Kulluğunu gözden geçirir, kurtuluşa nasıl ulaşabileceğinin hesabını yapar.

Üç ayların kendilerine mahsusu manevi bir tadı vardır. Bu müstesna zaman dilimi gönül penceresine açılan, Bâtıni duygularla yaşanır.

Bu aylarda zaman hep uhrevi renklerle tüllenir. Üç aylar, bir taraftan, yitirmek üzere olduğumuz cennetin hasretini hatırlatırken, bir taraftan da affı ilahi sayesinde, yeniden bulabileceğimizin ümidini yaşatır. Bu hayaller muvacehesinde duygularımız, cennetin manevi hasretiyle şekillenir. Her taraftan mahşeri bir hayat köpürür. Gönüllerimiz, kâmil insan olmanın rüyalarıyla yaşar…

Üç aylar, ahret ticaretinin yapıldığı kazançlı bir Pazar gibidir. Bu Pazar yılda bir defa açılır, üç ay devam eder. Bu pazarda alış veriş yapamayanlar, ömrü müsait olduğu takdirde bir yıl daha beklemek zorunda kalırlar. Ancak bu pazardaki müşterilerin geleceğe ait hiçbir garantileri yoktur. Onun için, ellerindeki fırsatı iyi değerlendirmeleri gerekir.

Cenab-ı Hak, mekânlar içinde mukaddes mekânlar; zamanlar içinde de mukaddes zamanlar yaratmıştır. Zamanlar içinde yarattığı mukaddes zamanlardan birisi de Müslümanlarca “üç aylar” diye bilinen “recep, şaban ve ramazan” aylarıdır…

Üç aylar manevi yönden, bereketli, bir mevsimdir. Her yıl bir defa uğrayıp manevi hayatımızı nurlarla aydınlatırlar. İnsanoğlu, gündelik hayatın akışı içerisinde, farkında olmadan, ahret hayatına doğru kayıp gitmektedir. Geçici dünya ümitleri ve sentetik gündemler yüzünden, kendisine lazım olan ahret hayatını unutmaktadır. Hâlbuki ahreti unutturacak dünyevi gündemlere karşı uyanık olmakla beraber, kendisine lazım olacak ay ve günlere karşı da hazırlıklı bulunması lazımdır…

Üç aylar girdiği zaman nefsimizin kötülüklerine karşı biraz dikkatli olmamız, kulluğumuzun hatalarından kaynaklanan birçok eksiklerimizi telafi edecektir.

Üç ayları girdiği zaman, insanın ciddi bir nefis muhasebesi yapması son derece önemlidir. Ancak yapay gündemler yüzünden bu ayların ne zaman girdiğini ve ne zaman çıktığını dahi takip edememekteyiz. Hâlbuki nereden geldiğimizi, nereye doğru gittiğimiz, yolun neresinde bulunduğumuzu güzelce hesaplayabilsek, günahlarımızı görme fırsatı bulacağız. Bunu yapmak, mahşeri hayata doğru ani gidişe hazır olmak demektir…

Üç aylar, bizim kendimize gelmemize, nefsimizi hesaba çekmemize ve günahlarımızdan temizlenmemize vesile olmalıdır. Yüce rabbimizin bize verdiği fırsatları çok iyi değerlendirmemiz lazımdır...

"Üç Aylar, Mübarek Günler Kandil Geceleri Kitabı" ndan alınmıştır"...


HARAM AYLAR VE FİCAR SAVAŞLARI

Cahiliye devrinin tipik adetlerinden birisi, menfaate dayalı iç savaşların devam etmesi idi.
Haram aylarda bu savaşlara son verilirdi. Bu aylar başladığı zaman panayırlar kurulur, şiir, edebiyat ve diğer dallarda yarışmalar yapılır, galip gelen veya kazananlara ikramiyeler verilirdi.

Putperestlerde bu panayırlarda istediği gibi dini propagandalarını icra ederlerdi.  Böylece hem hac görevini yerine getirir, hem ticaret yapar, hem de dört ay kavga dövüş ve diğer kötülüklerden uzak huzurlu bir hayat yaşarlardı.

Barış ilan edilen bu aylarda savaş yapılacak olursa yasaklar çiğnendiği için, bunun adına
“Ficar savaşı” denirdi.

Ficar sözlükte; azmak, isyan etmek, haksızlık yapmak, günaha girmek, yemini bozmak, sözünden dönmek ve yalancı çıkmak anlamlarına gelir.

Cahiliye dönemindeki Araplar arasında sudan sebeplerle birçok savaşlar yapılırdı. Bu savaşlarda yorgun düşen insanlar zilkade, zilhicce, muharrem ve receb aylarında dinlenmek ve yeniden toparlanmak için savaşlara ara verirlerdi.

Bu mevsimde insanlar Mekke-i  Mükerreme’ye gelir alım satım yapar, yıl içinde lazım olacak ihtiyaç maddelerini temin eder sonra da ikamet mahallerine dönerlerdi. Hem dini, hem de ekonomik yönden değer taşıyan bu aylarda savaşmak haramdı.

Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz aylarda savaş yapılırsa bu savaşa ‘ficar’ adı verilirdi. Bir rivayete göre sadece Mekke şehri civarında cereyan eden savaşlara ‘ficar savaşları’ denirdi…

Efendimiz (s.a.v)’in yirmi yaşlarında iken Kureyşliler ile Hevazin kabilesi arasında yapılan ficar savaşlarına katıldığı rivayet edilmektedir. Peygamberimiz bu savaşta bizzat silah kullanmamış, kimsenin kanını dökmemiş, yalnız atılan okları toplamış amcalarına vermiştir…

Aylar Kur'anda şöyle beyan buyrulur;


" Şüphesiz Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu Allah'ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin. Fakat Allah'a ortak koşanlar sizinle nasıl topyekun savaşıyorlarsa, siz de onlarla topluca savaşın. Bilin ki, kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir." (Tevbe Suresi 9/36)

Aradan uzun zaman geçip kalpler katılaşınca, eşkıya ruhlu insanlar hac ibadetinde ve haram ayların saygınlığında değişiklikler yapmaya başladılar. Yapılan değişiklikler sayesinde özellikle muharrem ayının haramlığını sefer ayına erteliyorlardı. Oysa böyle yapmakla ayete ve hacc gayesiyle konulan haramlığın hikmetine muhalefet etmiş oluyorlardı. Kur’an diliyle nesiy yapıyorlardı.

Bu durum aşağıdaki ayet-i kerimede şöyle beyan buyrulur;


" Haram ayları ertelemek, ancak inkarda daha da ileri gitmektir ki bununla inkar edenler saptırılır. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uygun getirip, böylece Allah'ın haram kıldığını helal kılmak için Haram ayı bir yıl helal, bir yıl haram sayıyorlar. Onların bu çirkin işleri, kendilerine süslenip güzel gösterildi. Allah inkarcı toplumu doğru yola iletmez." (Tevbe Suresi 9/37)

Bu ayların önemi Allah tarafından belirtildiği için, diğer aylardan daha fazla saygı gösterilmesi lazımdır. Bu hürmetin gereği, yine Cenab-ı Hak tarafından, aşağıdaki ayet-i kerime ile tespit edilmiştir;

" Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. Deki; 'O aylarda savaş yapmak büyük bir günahtır." (Bakara Suresi 2/217)

Haram adı verilen aylar, meşhur olan tarifinde de “üçü serd biri fert” tabiri ile izah edilmiştir. Yani zilkade, zilhicce, muharrem aylarının üçü serd-bir dizi-, dördüncüsü olan receb de ferd-tek başına demektir.

Ebu Bekir Nufey İbnu'l-Haris es-Sakafi anlatıyor;


Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu; "Zaman, döne döne Allah'ın arz ve semavatı yarattığı gündeki düzenini tekrar buldu. Sene oniki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Haram ayların da üç tanesi peş peşe gelir: 'Zülkade, Zü'lhicce ve Muharrem. Biri de Cumadı ve Şaban ayları arasında yer alan Mudarlılar'ın Receb'dir."

İşte şimdi zaman Allah'ın yaratttığı ilk günkü şeklini almış oldu...

Yani zaman üzerindeki inançsız insanlar tarafından yapılmış olan haksızlık ortadan kalktı. Senenin ayları üzerinde oynamalara son verildi. Aylar ilk yaratılıştaki gibi yerli yerine oturdu. Yaratılıştaki periyoduna girdi. Her biri ne ise o oldu…


Sonraki yazımız “Üç Aylar” üzerine olacaktır…

* " Ayet ve Hadisler Işığında, Üç Aylar, Mübarek Günler ve Kandil Geceleri" kitabından alınmıştır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder