27 Mart 2018 Salı

ekim-17-1

SİYASETTE UZLAŞI…

Parti her kongre kurultay süreçlerinde atomlarına ayrılır. Ama hiç birinde örgütün çekirdeği siyasetin bulanık atmosferinde yol bulup esenliğe çıkamaz. Çünkü örgüt birilerince hiçe sayılarak yine değişmez ve katı politikalar güdümlenir. Ve yine uzlaşıdan uzak, boşa güç ve efor ve de zaman harcanır. O yüzden bazen ağır kaçsa da edilen sözler vardır ki, siyasette uzlaşı mekanizmasını zorlar; Uzlaşı şarttır, siyasette uzlaşı vazgeçilmez değerdir…

Parti örgütü kısa veya uzun değişken dalgalara karşı duramayınca yönetsel yapılarda yer alması gerekenlerin yenilmezliği de, başarısı da tarih olur. Burada örgütün, siyaset atmosferine aldırmadan özgür ve özgürlükçü direnç göstermesi çok önemlidir. Gösterirse ne ala çünkü bu günden yarına aradaki farkın kapatılması güç, kazanılması olası görülmeyen ama açıkça da dillendirilmeyen daha nice yarışlar yaşanacak. Ve o yarışların da kayıp yarışlardan sayılmaması için bu mevcut yıpranmış kadroların uzlaşılarak yenilenmesi gerekir.

Artık örgüt gelişen ve dönüşen siyasetin atmosferine uyan doğrultuda uzlaşıları hayata geçirmelidir. Değişik güçlerce hiçleştirilmeye çalışan ortamda birlenip olgun bir uzlaşı örneği sergilemelidir. Bütünleşerek yılların sakatlığı ve sakarlığından artık kurtulunmalıdır.

Kurtuluşun ilk adımı olarak kongreler ve kurultay kurgusu akılcı öneriler ve birikimler doğrultusunda programlanmalıdır. Tüm kavga mevkilenmeye yönelik, mevzilerin derin kazılmasına dönük olmamalıdır. Siyasi etiğe ihanet edilmemelidir.

Bilinmeli ki kızgının ve kırgının kurşunu hava kadar ağırdır. Akıl ve gönül süzgecinden geçirilmeden atılacak her adımın sonucu da baştan bellidir. Ayrıca belirsizlik veya bezginlikle yol uzar söz kısalır. Onlarca sebep varken çağın değişimlerine, değişikliklerine karşı durup tarihsel ve dinsel manada yoğrulup, önyargılı ve tutucu yaklaşmak yanlışına bir daha bir daha düşülmemelidir. Bu fırsat eşitsizliğini yaygınlaştıran yaklaşım hiçbir ideoloji ile de bağdaşmaz.  Ama her fırsatta nedense uygulanır. Sonuçta devlette, toplumda ve siyasette karşı devrimcilere pabuç bırakılır.

O yüzden uzlaşı kesin şart. Bu değişmez bir durum, kader kısmet değildir, ne yazık ki öyleleştiriliyor…

O halde partinin temel dayanağı örgütü ve örgütlülüğü olduğuyla övünenler ilkesel ve bireysel özgürlük duyarlılığını savunmak ve göstermek durumundadırlar. Uzlaşıyı egemen kılarak gelişmenin ve değişimin önünü açmak zorunluluğundadırlar.

Artık partiyi çevreleyen tüm unsurlarca bile kanıksanmış bir fonda ve tonda ilerlemek hepten gerilemektir. Geriledikçe sözle gericiliğe karşı durmak olmaz. Her aşamaya seçilme garantisini sağlama solculuğundan da vaz geçilmelidir. Bu metodu iyi bilenler ve uzlaşışız uygulayanlar kadrosal manada da halkına yabancılaşır. Bu yolla gelinen merciler feci şekilde yeni batışları günceller. Artık bu acı gerçek görülmelidir. Ve ona göre davranılmalıdır.

O yüzden niteliğin aritmetiğe ezilişinin önü kesilmelidir. İçsel demokrasi artık alışılageldiği gibi işlemez, işlemiyor. Ayrıca bu tavırda ısrar demokratlık da değildir. On yıllardır ağzı açılan yeni yüzler, yeni sesler, yeni isimler der, yalandan hassaslaşır ama en hassas zamanda yersiz ve gereksiz davranır. Ülkenin ve siyasetin geleceği açısından bu blok kadrolaşması ve kadrosal bloklaşma kendi içinde ahde vefayı dahi uygulamaz. Mevkilerin yitirilmemesi adına yapılanlar akla zarar. Örgüt ve siyaset birleşmeyi birleşip güçlenmeyi öngörmeyip tercihlerin küçültülmesi ve referanslara bağlı çizgiden devam ederse yine yüzlerin gülmediği yarınları yaratır.

Uzun yıllardır tüm yapısal genişlemesi en alttan en üste yüz, yüz elli kişi etrafında şekillenen bir çekirdek yapının egemenliği artık engellenmelidir. Bu egemenlik sürdükçe yarın yine ayni isimlere sığınılır ve sığlık devam eder. Oysa kimsenin kırılıp gücenmeyeceği, darılmayacağı bir tablonun uzlaşı ile kurulması herkesi mutlu eder.

O halde bu kongre ve kurultay süreçlerinde örgüt siyasetin bulanık atmosferinden uzlaşı merkezli kurtarılmalıdır. Siyasette uzlaşı hayata geçirilmelidir.

Yolculuk orayadır…

25 Ekim 2017 Çarşamba


DELEGELEŞME VE SİYASET…

DELEGELEŞME VE SİYASET…

Özellikle değişen memleket ile beraber yığma üye bazlı partiye egemen klikler son yıllarda her delegeleşme, kongre ve kurultay süreçlerinde nitelikli kadroların önüne yığınla engel çıkarıyorlar… 

Yani kendi siyasi gelecekleri doğrultusunda ketum ve kuralsız davranıyorlar. Nedense partinin kamuoyunda güç ve ivme kazanmasını perçinleyecek yarışları da monotonlaştırıyorlar. Kıdemlerine karşın pek olgunluk gösteremiyorlar. Ve tabandan tavana önyargılı bir tutum, katı bir tutuculuk yayılıyor. Bu savruklukta evrensel ilkelerden sapılarak, ilkesiz davranışlara yönelmelere de göz yumuluyor…

Hal böyle olunca temel hedeften de uzaklaşılıyor. Yani yerelde ve genelde iktidara ulaşmak ertelendikçe erteleniyor. İktidar erkini halk yararına hakkınca kullanmak genel amacı da zedeleniyor. Bir şekilde lider kadroların öne çıkması çıkarılması da önemsenmiyor. Öteleniyor. Bu kısır döngüde anlaşılır dilden konuşmak kaydıyla biçimlenecek çıkış yolu; lider kadro, yönetici kadro ve örgütsel bütünleşme bir türlü yakalanamıyor. 

Sadece gündeme ve güncele ait tartışma pratiğine bağlı bir rota izleniyor. İzlenen rotaya teoriyi eklemek yıllar içinde iyice zayıflatıldığından, değişen ve gelişen siyasal boyuta yeniden ayar çekilmesi de iyice zorlaşıyor. Strateji ve hedefler içeren projeksiyon günden güne değişirken bir yandan da mücadele dozu azalıyor. Kabul edilebilir ve tabanda yaygınlaştırılacak projeler bir türlü üretilemiyor. 

O yüzden bilimsel yeterlilikleri gözden geçirilerek, politik birikim ve çağcıl bilinçle partiyi bu hale getiren müzmin yöneticiler tekelinden kurtarmak gerekiyor… 

Bilinmeli ki, yönetimleri başarılı ve etkin kılacak metotların hayata geçirilmesi asla ütopya değildir. Önemli olan tıkanma noktasında olunduğunun anlaşılması ve tıkanıklığı açmak için dirençli çıkışlar gösterilebilmesidir. Ancak son yıllarda her delegeleşme, kongre ve büyük kurultay aşamasında partinin güç ve ivme kazanması yarışında rekabet koşulları daima tırpanlanıyor. Böylece parti içi yarış değişkenlik noktasında durağanlaştırılıyor. 

Yani yığma üye bazlı parti egemenleri partinin önünü açmıyor. Yanlışta ısrar ediyor…

Reformist her çıkış sözde üst seviyede politika yaptığını sanan bu üye bazlı parti egemenlerince horlanıyor. Bu görmezden geliş deyim yerindeyse hepten yok sayma ve kaygısızca yok etme düzeyine erişiyor. Böylece örgüte ve halka yön gösterme, özveri siyaseti kapsamında emek verenler hırpalandıkça hırpalanıyor. Yargısız siyasi infazlar yapılıyor, ilkesizlik benimsenerek evrensel bilimsel normlarla zıtlaşılıyor…

Oysa geleceğe yön verecek yönetimlere işlerlik ve işlevsellik kazandırmak için kolaycılığa kaçmadan öncü-lider kadrolar öne çıkarılmalıdır. Görgüsüz, ölçüsüz, yapay gündemler icat ederek bütüne ve birliğe ulaşılamaz. Sadece ayrışmaları gün yüzüne çıkarır. Bu neyin siyaseti? diye de sorgulatır. 

Zahmetsiz çözümler peşine düşmüş eyyamcı kadrolarla bu ana gemi yürümez. Batar. Bu şartlı icazetli siyaset yapma biçimiyle tabandan tepeye sadece entrikalarla yüklü, bir kıymetsizlik egemenleşir. Tepeden tabana ise kısır döngü, sığ statükoculuk ve ilkesizlik modası yerleşir. 

O halde bir an önce yeni bir tarz oluşması için birleşilmeli ve bu yönde çaba sarf edilmelidir. Parti planlı ve programlı biçimde kısa ve uzun vadede yeteneğe ve yeterliliğe göre tepeden tırnağa yenilenmelidir…

Farkı görmek şart. Forum ve platform üyesi olmaktan çok farklıdır partililik. Onurlu bir duruş gerektirir. Fark siyaseti yöneten kadroların seçiminde de aktif rol oynama hakkının varlığıdır. Bu sorumluluk bilgiyi ve yeteneği seçme fedakârlığıdır. Delegeleşmeyi taşeronluk olarak algılayan yığma üye bazlı parti egemenlerine partinin esenliği için elbirliği ile gerçeği göstermek gerekir. 

Çünkü parti delegeleşmesini parti içi emek sömürüsü ve sömürücülüğü yönünde devşirmek son yıllarda iyice ayyuka çıktı. Bu tiryakilik göreve talip olma ve görev alma onurluluğunu da kısıtlıyor. Öyle ki partide körü körüne destek perçinlemeye dönük delegeleşme özelleştiriliyor. Bu özellik zamanla mevki lüksüne dönüşüyor. Özel çıkarların parti çıkarlarının önünde tutulmasına neden oluyor. 

0ysa gün partiye güç ve dinamizm katacakların, siyasette aktif rol almak isteyen yeni ses ve renklerin gözden çıkarılmasına artık son verilmesi günüdür. Yeni kırgınlar, küskünler yaratacak, ayrıcalıklı sayılanların seçimi delegeliğe terfi etmişlerin baştan sona gözden geçirmesi gereken bir durumdur.

Partininin geleceğine öyle gözümü kaparım vazifemi yaparım körleşmesiyle yön vermek olmaz. Biraz düşünülünce olmayacağı da görülür…

24 Ekim 2017 Salı


DESTEK…

DESTEK…

Çoğu kere yaşanan döneme değişim ve dönüşüm için en uygun şartlar damgasını vurur. Vurur ancak destekte zorlanılır. İşte yaklaşan günler o zorlanma günlerdir…

Zamanı geldiğinde destek, sempati ve güven doğrusunda verilir ve alınır. Destek için özellikle hâkim anlayışın yok edebileceği algısı en büyük etkendir. Bazen de güç gösterisi ve psikolojik mücadele de gerekir. Eylemci karakterlerin öne çıkması gerekir. Ancak bu sayede ertelenmiş destek artar. 

Artan destekle de kitlelere değişim ve dönüşümün mümkün olduğu inancı yerleşir. Bilinç ancak bu biçimde oluşur ve bilinçlenme başlar. Yani çağın gereği sempati ve empati dik duruş çerçevesinde örgütlenir. Ciddi örgütlenme ile de antipati ortadan kalkar. Bilinçlilik tam burada devreye girer, girmelidir. 

Önemli olan tepkili kitlelerde sempatiyi bir şekilde yaratmaktır. Yani mevcut yapıdan memnuniyetsizliği, kırılmaları sessiz yığınlar karşısında iyi yönetmek gerekir. Gözdağı, karmaşa ve demogojiye yüz vermeden ve ürkmeden propaganda yöntemlerini inandırıcı kullanmak gerekir.  

On yıllarca kullanılan propaganda yöntemleri irdelendiğinde gerçek ortaya çıkar. İzlenen yanlış yol haritaları bugünü doğurmuştur. Destek günden güne daha da azalmıştır. Şimdi özgürce hayata geçirilecek, ekol yaratacak bir yansımaya ihtiyaç vardır. Bu yankıya önem verilmesi zamanıdır. Yoksa nüfuzu ellerinde tutanların klik çalışmaları yine başlar.

Sevgi, sempati ve psikolojik üstünlük sağlama politik güç yaratmanın temel ölçüleridir. Pratiğin de temelidir. Öncelikle krizin en iyi biçimde tanımlanması gerekir. En başta bu yönde çaba sarf edilmelidir.  O yüzden klinik vaka bu taklit ve kopya düzeneği derinleştiren çelişkilere karşı duruş gösterilmelidir. Karşı çıkış küçük büyük demeden verilen destekle olgunlaşır. Olgunlaştırılmalıdır. 

Bir kere uyumsuzluk perspektifini ortaya koyduktan sonra tüm dengesizliği bir bir tahlil etmek sorunları çözmek adına atılacak ilk adımdır. Zaten kriz genişledikçe altyapı hazırlıkları da hızlanır. Veya hızlandırılır. Olmadık biçimde tersi tavır, tersine akışa hizmettir. Veya yok olmaktır, sıfır noktasına gerilemektir. 

Sürekli ilerlemek için ise şablon ayarlı yetkililere ve etkilerine aldırmadan destek tabelasını sil baştan değiştirmek gerekir…

Burada demokratik mücadele ve nitelikli yarışma safında yer almak destek ile olabileceğinden siyaset dışına konuşlanmış ama hala siyasete yön veren unsurların da temizlenmesi şarttır. Yani egemen model anlayışlı siyaset erbapları ve robotlarının bu oligarşik tavrı çözümlenmelidir.

Çözüme ilk adım ise uzun yıllar sonrasının bu en uygun şartlarında karar verme inisiyatifini bir kez özgürce kullanmak, doğru ve akılcı destek olmaktır.

22 Ekim 2017 Pazar


YÖNTEM SEÇİMİ VE ÇIKIŞ…

YÖNTEM SEÇİMİ VE ÇIKIŞ…

Doğrusu böyle gelmiş böyle gitmez ve tarih tekerrürden ibaret değildir. Öyle bilmek lazım. Böyle anlamak, söylemek, anlatmak ve belletmek gerekir. Unutulmamalı ki; ertelenmiş ve önlenmiş tüm gelişmeler yöntem seçimleri ile yakından ilgilidir…

Yakın bilim öğütlüyor ki; evrende her şey bir başka şeye bağlıdır. Yani birbirinin olma nedeni ve baş koşuludur. Bu karşılıklı bağımlılığın oluşturduğu maddesel bütünlük ise evreni oluşturur. Ve evren içinde de nice evrenler gizlidir. Evrendeki tüm gelişmeler ise kendi doğal yasaları içinde, bilimsel felsefe doğrusunda gerçekleşir. Doğa ve toplumsal olaylar ve değişmeler de bu denge üzerine şekillenir. Önemli olan ise doğa ve toplumsal olaylara yaklaşım, inceleme, çözümleme, öğrenme ve yorumlama yönteminin ne olduğudur. Ne olacağıdır.

Dünya işte bu yöntem seçimine göre işler, işletilir ve yönetilir. Tüm ideolojiler bu kavrayış ve yorumlayış biçimine göre oluşur ve oluşmuştur…

Tüm oluşumlarda baş çelişki bellidir; bilimin temeli madde midir yoksa varlık düşünceye indirgenebilir mi? işte tüm tecrübe zenginliği bu ayrıntıda gizlidir.

Bu ayrıntı zenginliğini kavrama aşamasında ileri bilim seviyesi gösteriyor ki zaman ve zamanı kavramakta gereklidir. Çünkü zaman ve uzay birbirine sıkı bağlarla bağlıdır, bağımlıdır. Doğrusu, biri olmazsa diğeri olamaz gerçekliğidir. Her oluş veya varoluşu neden sonuç ilişkisi ile açıklayabilmek de olmaz. Çünkü bazen varoluş daha geniş anlamlar içeren karşılıklı etkileşim süreçlerinde bağlıdır. Ve onun sonucudur.

Karşılıklı etkileşimi yok sayarak ortamı, içinde bulunulan durumu önemsemeyerek biri ve diğerleri arasındaki az veya çok etken tavrı görmeyerek izah edilen oluş, doğuş, varoluş, doğa ve toplum olayları soyut saptamalardır. Somutu ise tüm ayırt edici özellikleri hesaba katarak değişimlerin ve dönüşümlerin nedenselliğinin kendi içlerinde taşıyıp büyüttükleri iç çelişkilerden kaynaklı olduğunu da bilmektir.  Çelişkilere dönük farklı akıl yürütmek tavrıdır.

Zaten işin aslı çelişen zıt güçlerin sürekliliği neticesinde beliren değişimin hızıdır. Nicel nitel dönüşümün hareketliliğidir. Hızıdır. Hızlı ve ağır olsa da nitel değişimler birikerek nicel değişimleri doğurur. Yani nitel birikim nicel patlamaya hazırdır. Burada da önemli olan yine yöntem seçimi ve maddesel çıkarımlardır.

Politika ise tarihsel tezler doğrusunda materyal çeşniden en büyük ve yoğun biçimde yararlanabilmek sanatıdır. Ancak bu bağlamda kitlesel başarı için önce önder ve öncülük adımının atılması yani politik öncülüğün gerekliliğidir. Yolun kimle yürüneceğinin seçimidir.

Unutmamak gerekir ki son günlerde gecikmiş pratik tamlama için ortaya çıkış şartları da mevcuttur.

Çıkış yolu da besbellidir…

21 Ekim 2017 Cumartesi


“KADINLARIMIZ”…

“KADINLARIMIZ”…

Önce kadınlar vardı diyebilmek için “Kadınlarımız” adlı kitabı tezelden okumak gerekir. Çünkü son yıllarda yeniden “sofrada yeri ağzında dili olmayan kadınlar” çoğalsın isteniyor ve de erkek egemen çarpık düzen öyle sistemleniyor…

Belli belirsiz önermeler, örnekler belli kitlelerin üzerine üzerine boca edilince geçmişin izlerini sürmekte zorlaşıyor. Geleceğe somut veriler, gerçekçi yanıtlar bırakmak da güçleşiyor. Ancak bizim de yakinen tanımakla gururlandığımız, her kitabından dersler aldığımız yazar; dilleri lal hemcinslerini bir güzel konuşturmuş. Güne ve geleceğe hala yaşanması olası acıları anılar yoluyla sıralamış. Kadının genetiğine kodlanmış çaresizliği bir güzel ortaya koymuş.

Ezilen kadın çerçevesinde sır dolu kapalı aile hayatlarına yön veren cahillik, dini ve mezhepsel sembollerle tarihsel bütünlük sağlamaya yeltenen feodalite ile yarı tanrı-erkeksi baskıların hizaya çekildiği bir kürsü olmuş bu kitap. Kadınlarımız yıllar içinde kırlardan kentlere göç sıkıntılarının üstüne bir de ataerkil katılaşmaya katlanmışlar sessiz sedasız.  Kentlileşemeden bulduğu ile yetinen bir mahcubiyete çark edilmişler. Sonradan feleğe bile şamarı patlatan o tanıkların örgüsü, görgüsü, anlatımı gösteriyor ki kadınların adları, yöreleri, gelenek ve görenekleri değişmesine karşın baskın ortam hep aynı. Hep aynı kültürel birikim dayatması, hep benzer boyun eğiş.

Öyle keskin bir benzerlik ki bu, kadınları tamamen “isimsiz ve cisimsiz bir nesneye” dönüştürüyor. O isimsiz isimler bu eski coğrafyanın hiç değişmez ayıbı ve değişmeyen yarasını sessizce haykırıyorlar. Çekilmişlikler, çileler, yaşananlar veya yaşanmayanlar yazarın söyleşilerde araya girmesiyle tescilleniyor. Eğer yazarımız kadın duyarlığı ile belli anlarda araya girmese tüm anlatımlar sanki amatör öykücülerden hikâyeler izlenimi veriyor.

Oysa hepsi de gerçek veya gerçek ötesi. Aradan yıllar geçmiş olmasına karşın asla unutulmamış, unutulamamış. Hepsi de yüreğe dokunur, ciğeri yaralar bir öğreti içtenliğinde. Kitabın kimi kadın kahramanı konuyu “ben öyle bilirdim ve duyardım”a getirse de yakın tarih kadına bakış açısıyla bir bir dillendiriliyor.  Kadınlar anlatıları ile bu köhne kaderciliğe resmen direniyorlar. Kadınlara zamanında en çok çektirmiş olan erkek pozundakiler ise silikleşiyor. Konuşan kadınların en yakınında yer alan koca-erkekler dahi yıllarca azıp kükredikten, asıp kestikten sonra homurdanmanın ötesine geçemiyorlar. Çünkü her şeyden önce insan olmanın altı çiziliyor satırlarda, satır aralarında. Söylenenlerin ardında yığınla söylenemeyecekler gizli aslında. Erkek pozisyonundakilerinin tedirginliği de o yüzden aslında.

Ve zamanla “ağlanacak halimize gülüyoruz” boyutuna evriliyor tüm anlatımlar, sıcak yaklaşımlar. İşte tam o anlarda yazar hemcinslerinin kara perdeyi daha da aralamasına yardımcı oluyor. Zaten parça parça hikâyeler birleştiğinde, yazarın usta eliyle birleştirildiğinde resmen bugün güncelleniyor. Bu anısal derlemeler hala inceden inceye işlenen kadın değersizliği ve değersizleştirmesinin önüne dikiliyor. Manasızlığa mani oluyor kendi çapında.

Kitap aklın karşısındaki kara gücün bugün geldiği noktayı da bir anlamda perçinliyor. Tam hedeften vuruyor. Yani bu gün kadına verilmek istenen ve reva görülen rol çok önceden yıllar evvelinden deneyimlenmiş biçimiyle ete kemiğe bürünüyor. Ayyuka çıkıyor tüm acılar, ezilmişliğe açılıyor tüm kapılar. Salt bu nedenle bile uzun yıllar sonrası, geçmişin derin izler bırakan toplum modeline sessizce yatay geçiş yaşandığı bu döneme uygun bir kitap; Kadınlarımız…

Geçmişin ayak izleri takip edildiğinde çok az göründüğü ve görüldüğü biçimiyle yasak, ayıp, günah, sus denilmese de, dövülmese de ki bin bir çeşidiyle alabildiğine var “dur yavrum senin de sıran gelecek konuşacaksın” günlerinden bugüne değişen hiçbir şeyin olmadığını vurguluyor sanki bu kitap. Kitaptaki samimi tüm ifadeler, akıllarda kalmış ağır ayrıntılar, zihne saplanmış zulüm hep bu günleri işaret ediyor.

Kitap ayrıca yarım asırlık bir toplumsal yolculuğu da kadın bakış açısıyla, kadınlar penceresinden gözler önüne seriyor. Ve yaralarına tuz basan o yürekli kadınlar suskunluklarını bozup ilerleyen yaşlarda olsalar da dünyaya direniyorlar.

Hepsinin nasırlı elleri öpülesi, başa koyulası. Varol can arkadaşım Akdoğan…

SANAT VE SİYASET

SANAT VE SİYASET 

Sanat, sanatı seven herkes için bir şeyleri var eden, alacağı, vereceği, bulacağı olan, baştacı, başucu ve başvuru kaynağıdır. Resmen hayatın kaynağıdır…

Sanat estetik bir kaygıyla sanatlaşır. Esten pesten ipin ucu kaçırılmadan, keyifle donatılan bir serbest çerçevedir. Sanata ihtiyacı olmayanlara ise bariz bir metal çemberdir. Kafestir.

Siyasette bir sanattır. Zulme boyun eğmemek için güç ve ilişkiler dengesi üzerine kurulur, kurumlanır. Herkes az çok payını alır ve değişim odaklı sanatlaşır. Zaten sanat kayıp güzelliği aramak üzerine patlak veren bir duruştur, durumdur. Veya orijinal bir düştür.

Sanat akla pranga vuranlara en hassas direniştir. Umudu ümmet ve haşmet arası yozlaşma da arayanların harcı değildir. O ara bulucular her dönem aynı manzarayı resmeder. O definecilerden eseri beş para etmeyenler ise uslanmadan sanatın siyasetine soyunurlar. Lakin sanat özlü sözlü metodojik bir yaratıdır. Sanatçı da üst bellektir. İşi böyle görmeyenler  kaşla göz arası mitolojide yerlerini ayırırlar.

Sanat, sanat ve siyaset çevresinde başı sonu belirsiz, döndükçe dönenlerin aklını başa devşirme çemberidir…

Çünkü yaşam geniş bir iş bölümü ve işbirliği ile sanat denizinden kurtarılanlar üzerine kurulur, kurulmuştur. Her çalakalem çizilmiş resmi ileri ve çağdaş sanat eseri saymak ise en aşırı politik yaklaşımlar sınıfına girer. Oysa müzayedeki diğer portrelere de bir nazar etmek gerekir. Kafadan retçi sanatseverlik siyaset sanatını da açıkça ihmaldir. İhlaldir.

Sanata bakış açısı sorumluluk ister. O yüzden siyaset sanatı samimi ve sorumlu icra edildikçe mutlu sona vardıran bir yolculuktur. Elbette ciddi bir sorumluluk ister ve de hiç yapmacık olamaz. Sanat ve siyaset şahsına münhasırdır veya en gerçekçidir. Akıl ötesi dünyaları özleyenler içindir.  Tabela zihniyetiyle değersizleştirme modası asla sanattan sayılmaz.

Sınıf tabakalaşması ile sanat bir propaganda aracına da döndürülebilir. Zaten sanat özünde politik bir yorumdur. Önemli olan çığır açıcı olup olmadığıdır. Velhasıl soyut sanat ve somut siyaset merkezkaç düzeneğidir. İyidir kötüdür diye bakılmaz sanat sanattır.

Ucuza siyaset pazarlama esnaflığı ise hiç de sanatkârlık değildir. Sakatlıktır. Çünkü siyaset modern toplum olmanın da temel dayanağıdır. Sanatın da mayası. Sanat modern anlayışın üstünlük sorunudur. Yaşadıkça yaşandıkça merak mesafesini kısaltan protestocu duruştur. Durumdur. Öyle gruplarla ifade edilemez. İfade karışıklığında ekipleşenlere tur üstüne tur bindirilir.

Aynı zamanda siyaset sanatı felsefe, bilim, kültür yoğunlaşmasıdır. Sanat ve siyaset gök kubbede hoş bir sada bırakmaktır. Yaygaraya gelmez. Çünkü her rotasıyla, notasıyla gerçekliğe hizmettir.

Son yıllarda teknoloji insan buluşması ile bir nebze yalnızlaşılsa da, yabancılaşılsa da sanat hala pek mühimdir. Mühimmatı ise bol derin eylemselliktir. İnce sıkı işlenmişliktir. Görüşü genişleten ışıltıdır. Hem de gece gündüz düş görenlerin dahi göremeyeceği türden bir ışıltı.

Sanat koltuk makamında klasik bir şarkıdan medet ummak hiç değildir. Siyaset sanatı ise her uzun yolculukta her yolcuya hayatın akışını değiştirecek duyguyu aşılayan içtenlikli bir haykırıştır.

Öyle de olmalıdır…

ADAYIM VE DELEGEYE GÜVENİYORUM…

ADAYIM VE DELEGEYE GÜVENİYORUM…

Muhalefette geçen uzun yıllardan sonra ilçe başkanlığına adayım. Adayım ve kim ne derse desin aldırmıyorum. Çünkü örgütüme ve delegelerimize güveniyorum…

Bu parti içinde geçen otuz yılların deneyimiyle biliyorum ki; bir sosyal demokrat partinin temel dayanağı örgütü ve örgütlülüğüdür. Bu hiyerarşi üye, delege ve yönetici üçgeninde hayat bulur. Bu buluşma da temel etken ise yerelde ve genelde itibar görmek, seçimleri kazanmak, yerel ve genel idarede söz sahibi olabilmektir.  Bu bağlamda yeri ve zamanı geldiğinde yönetici olmak isteyenler çıkarlar ve kendisine en etkin rol biçilenlere, yani üyelere, delegelere tek tek seslenirler. Ancak her defasında boşa gider. Gider çünkü önceden sözler verilmiş, iş tepeden bağlanmıştır.

İşte bu kez öyle olmayacağını görüyorum…

Çünkü çağdaş demokratik sol siyasetin ve ana siyasal kuruluşunun emekçileri, üyeleri ve delegelerimiz bu kez çoğulcu katılımcı demokrasi değerlerini gözeterek gerektiği gibi davranacaklar. Adaletin vazgeçmez savunucuları olarak hak ve adalet gözetecekler. Gereğini yapacaklar.

Bu kez gücünü halktan alan bir siyasi inancın neferleri olarak, usanmadan yılmadan yıllardır her türlü hezimete karşın, bitmeyen mücadeleye destek verenler sol vuracaklar, değişimden yana tavır koyacaklar. Bu gittikçe daralan çemberde, siyasal yaşamda görev almayı onurlu bir toplum hizmeti saydıkları, siyasi görevleri özel çıkarların önünde tuttukları için özgürce taraf belirleyecekler.

Onlara, delegelerimize canı gönülden güveniyorum…

Nasıl ki; Özel yaşamlarında, işyerlerinde, işlerinde, üyesi oldukları STÖ’lerde, derneklerde, evde, sokakta, mahallede, evlerinde yani hemen hemen her yerde her ortamda sosyal demokrat ilkeler ve ideolojilerini korkusuzca savunuyorlar aynen o doğrultuda; bu kez asla korkmayanlara destek verecekler.

Şu fakir ilçede uzun yıllardır akçalı bir karşılık görmeksizin ve de iş aş beklemeksizin fedakârca, cefakârca, yılmaz yürekle durmaksızın çalışanlar onlar. Onlar seçimlerde içlerine sinse de, sinmese de öyle veya böyle belirlenmiş adaylara katkı sağlar ve oy verirler, verdirirler. Girilen her seçimin kazanılması için umut saçarak gece gündüz, yağmur çamur demeden, yemeden, içmeden çabalarlar. Üstelik insanüstü gayret gösterirler. Asla çalmaz, çırpmaz bütün yoksunluk ve yoksulluk içinde güzel yarınların kurulması için çırpınırlar. Partinin başarıları ile övünür, yapamadıkları için, yapılmayanlar için dövünürler. İşte o yüzden bu kez ciddi ciddi düşünerek seçecekler.

Tüm bunları yaşamış biri olarak ilçe başkanlığına resmen adayım ve bu nedenlerle de örgütüme ve delegelerimize güveniyorum…

Evet, onlar onay vermedikçe bu toplum asla gerisingeri yürütülemez, döndürülemez, biçimlendirilemez. Asla keyfe keder, kader kısmet yönetilemez. Yönetsel kadroların bırakın bir kısmını, hiçbiri yandaş ve paydaşlardan belirlenemez, mevkilere getirilemez, koltuklara oturtulamaz. 

Bu kez partinin yönetim kadrolarının sol, solun solunda kimliklerden oluşmasına aktif tavır koyacaklar ve parti içi bütünleşmeyi onlar gerçekleştirecekler. Elbette gerçekleştirirler, onlara gerçekten ve yürekten güveniyorum…

Onlar bu kez sorumluluk bilinciyle, başarılı, bilgili, birikimli, eğitimli, deneyimli, emekçi kadroların yolunun açılmasına izin verecekler. Umuyorum ki verdirmezlerse de verecekler. Verdirmeyeceklere de hadlerini bildirecekler... 

Bu kez yetenekli ve yeterli gördüklerinin önünde asla engel olmayacaklar. Partiyi bu kez doğru yönlendireceklerinden hiç kuşku duymayanlardanım.  Çünkü örgüt tabanındaki beklenti besbellidir, tamamıyla budur ve zamanı da gelmiştir. Başka çare yok bu kez doğru yönetecekleri seçecekler.

Ayrıca delegelerimizin tek amacı var sömürünün ve sömürgeciliğin önlenmesi. Yegâne istekleri budur. Tüm insanlığın özgürlüğü, demokrasi ve toplumsal barış beklentisi içinde kavrulurlar. Ve en son kendilerini düşünürler. Tüm hayatları bu değerleme üzerine kurgulanmıştır. Bunca katkı ölçütünde partinin de ülkenin de gerçek sahipleridirler. İşte bu yüzden gelenek ve yenileşme, değişim ve dönüşüm çerçevesinde geçmiş ile geleceği bütünleştireceklerdir. İşte bu nedenle onlara güveniyorum…

Ülkede demokrasinin kurumsallaşmasından başka hiç derdi olmayanlara, partide yeni bir yönetsel üst yapı kurulurken parti içi demokrasiyi çok görmek asla iyi niyetle açıklanamaz. Hızlı kalkınma ve hakça bölüşme üzerine kurumlanmış bir iktidara yolculuğun yerelden genele delegelerimizin tavrıyla belirleneceğini ve şekilleneceğini görüp, duyup, yok sayanlar çok yakında gerçekle yüzleşecekler.

Evet, parti içi seçimlerde örgüt güç ve ivme kazanır. Parti içi yarış parti içi barışı da gerçekleştirir. Yarınları aydınlatacak partiyi güçlendirecek delegelerimiz bu kez kavga ve kaos siyasetine prim tanımayacaklar. Buna güveniyorum. Bu kez çağdaş normlarda bir yaşam düzeyine ve düzenine kavuşabilmenin ve evrensel ilkelere sahip çıkabilmenin gereği önyargılı ve tutucu yaklaşımlara da takılmayacaklar. 

Bu kez sosyal demokrasiye yakışır ve yaraşır olgunlukta gerçekten özverili hizmet edecek kadroların uzun yıllar sonra bir küçücük fırsat yakalamalarına izin verecekler…

Ya tersi olursa tüm emekler boşa gider, enerjiler boşu boşuna harcanır, yetersizlik güncellenince de tabandan tavana en geniş yelpazede küskünlük başlar. Halkoyu bu küskünlüğü her defasında fark edince de seçimlerin birbirinden farkı kalmaz. Günler çabuk geçer, seçimler ezer geçer, başka seçimler gelir kapıya dayanır. Fark kalmayınca da fark kapanmaz. Ve hep ayni hüzünlü son ile karşılaşılır…

Ancak bu kez umuyorum ki, her şey çok farklı olacak. Güçlü ve keskin bir aday olarak buna yürekten inanıyor ve farkı görecek delegelerimize sonsuz derecede güveniyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder